Siyasal Olan Kazansın!
Polat S. Alpman

Bir süredir Türkiye siyasal alanın daraldığı, hatta kimi durumlarda tümüyle ortadan kalktığı, siyasal ilişkilerin, eylemlerin ve müdahalelerin çok cılız ve etkisiz olduğu üzerine çeşitli analizler yapılıyor. Bunun somut gösterenleri arasında ise sıklıkla yeni rejim ve bu rejimi şahsında temsil eden Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan işaret ediliyor. Türkiye’deki siyasal sürecin geldiği noktada gittikçe kişiselleşmiş bir iktidar yapısının inşa edildiği, bu iktidar yapısının içeride ve dışarıda etkili ve kalıcı kazanımlar elde edemediği ve Türkiye’nin her alanda gittikçe gerilediği dile getiriliyor.

Siyasal alanın daralması, iktidarın kişiselleşmesi ve bu nedenle ortaya çıkan sorunların çözülememesi hakkında dile getirilen analizler pragmatizmin kötü ve vasat örnekleri olarak yorumlanabilir. Söz konusu eleştirilerin dile getirilme biçimindeki çarpıklık, retorikteki amaçlarla uyumlu görünen, mevcut siyasal pratiklere itiraz eden, bu nedenle de iktidar bloğunun kurduğu ve sürekli tekrarladığı retoriğe teslim olan, iktidarı eleştirmek uğruna onu yeniden üreten muhalefet pratiğidir. Bu muhalefet pratiğinin bir teknik olarak icra edilmediği, akışın yönüne ve şiddetine uygun bir pozisyon arama çabasının tezahürü olduğu ve bu nedenle iktidar bloğundaki savrulmayla paralel bir hat izlediği görülebilir. Ancak bu durumun iki yönde değiştiği öne sürülebilir. Bunlardan ilki daralan siyasal alanın iktidar bloğunu da sınırlaması, ikincisi ise siyasal alanın çoğulculaşma eğilimi göstermesi ve seçmenlerin bu sayede ortak itirazlarda buluşması olarak ifade edilebilir.

İktidar bloğu, özellikle AKP, daralttığı siyasal alanda kendisi de hareket edemediği için retorik düzeyinde tutarlılığını sürdürmeye çalışıyor. Bu nedenle kendisine alan açılması muhtemel konularda bile, retoriği koruma pahasına, sıkıştığı alanı muhafaza etmeye devam ediyor. Kimi zaman bu retoriği bile korumakta zorluk yaşıyor.

İktidar bloğu açısından bu alan daralmasının sonuçlarından biri türdeş ve gittikçe eriyen bir seçmen grubuna sıkışmak oldu. Bu seçmen grubu, iktidar bloğunun yaşadığı savrulmalara rağmen, henüz siyasal tercihlerini değiştirmiş değil. Ancak iktidar bloğunun siyasal alandaki daralmayı muhafaza edebilmesi için bu seçmen grubu tek başına yeterli değil.

Yeni partilerin ortaya çıkışı ve eski muhalefet partilerinde hissedilen heyecanın nedeni, sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel olarak farklı seçmen gruplarının, çeşitli sosyal kesimlerin benzer itirazlarla iktidar bloğunun çeperinden ve etkisinden uzaklaşmaları ve yeni hatlar ve siyasal mevkiler açmaya başlamış olmalarıdır. Bunu çok farklı biçimlerde izleyebiliyoruz.

Eylem halindeki siyasallığın nasıl hareket ettiğinin gözlemlenebilmesi, örneğin yeni partileri kurulması, sosyal medyadaki muhtelif yayınlar, yeni türden siyasal demeçlerin dolaşıma girmesi, kongreler ve toplantılar düzenlenmesi, kimi KHK’lı akademisyenlerin siyasal alanı genişletmek için yeni bilgiler üretmek için sahaya müracaat etmesi ve benzeri birçok gelişme, iktidar bloğunun maharetle daralttığı siyasal alanı, çoklu bir biçimde ve yepyeni alanları, tartışmaları içerecek şekilde genişletme hamleleri olarak yorumlanabilir.

Bu yönüyle, Türkiye’nin siyasal tarihinde, en azından 12 Eylül darbesinden sonra, siyasal alanın yeniden düzenlenmesinin belki de en ciddi başarılarından birine tanık oluyoruz. Gündelik yaşamın olağan akışı içerisinde ilerleyen bu süreç kendi sesini, talebini, ilgilerini, sorunlarını ve çözümlerini, bilinen siyasal alanın dışında inşa etmenin yollarını aramakla kalmıyor, bunun yol taşlarını da döşüyor, hem de sıradan seçmenler eliyle. Gezi’den itibaren gündelik yaşamın içine sızan itirazın giderek somutlaştığı, çeşitlendiği ve çoğulculaştığı bu yeni alanın düzenlenmesinin bir yere varıp varmayacağını, somut bir sonuç elde edip edemeyeceğini şimdiden kestirmek zor. Yine de ağır aksak ve yol kazalarıyla dolu bu gelişmeler, demokrasinin kurumsallaşması talebinin öncüsü olarak yorumlanabilir.

İktidar bloğunun siyasal alanı hareket edilemez hale getirmesinin sonuçlarından biri siyasal alanın çoğullaşması ise diğeri de iktidar bloğunun kendi daralttığı alana sıkışmış olmasıdır. Kendisine mahsus tanımladığı alanda açığa çıkan yozlaşmaya, çürümeye ve kokuşmaya yönelik dışardan itirazlara kulak kesilmeyen bu blok, kendi içinden çıkan itirazlara da pek önem vermiyor.

Kendini sıkıştırdığı siyasal alana ve türdeş seçmen profiline sıkışan iktidar bloğunun, uzun bir süredir aynı siyaset tekniği izleyerek farklı sonuç almayı hedeflemesi ise siyasallığın gerçekliğinden gittikçe kopmuş olmasıyla ilgili. Kendisiyle sınırladığı siyasal alanın aşağıya doğru çoğullaşarak genişlediği ve muhalefetin el yordamıyla kendine yeni alanlar açtığı mevcut koşulların, muhalefet açısından fazlasıyla belirsizlik içerdiğini kabul etmek gerekir. İktidar bloğunun mutlaklığı karşısında bu belirsizlik, belki de ilk defa gerçekçi bir siyasallığın önünü açıyor.