Popülizm Çağının Polisiyesi: Ahmet Ümit ve Aşkımız Eski Bir Roman
Barış Özkul

Polisiye baştan beri edebiyat tarihinin muhafazakâr türlerinden biri olagelmiştir. Suçun kökenleri ve suçu doğurup yeniden üreten psiko-sosyal arka-plan ile ilgilenmek yerine yüzeydeki kriminal vakayı hikâye etmek ve suçluyu bulmakla yetinmek durumunda olan polisiye anlatının bu sınırları aşabilmesi başka bir kulvara geçebilmeyi; bir Dostoyevski ya da Stendhal romanından beklenecek irtifalara çıkmayı gerektirir: Dostoyevski, Raskolnikov’u bir polis veya dedektif gözüyle değil insan psikolojisinin derinliklerine vakıf bir filozof gözüyle takip etmektedir. 

19. yüzyılda polisiyenin bu türsel sınırlarıyla yüzleşen yazarlar odağı suçun kendisinden dedektifin kişiliğine, zekâsının işlekliği ve kıvraklığına kaydırmakta aramışlardır. İngiltere’de polisiyenin atası sayılan Newgate (Hapishane) romanları suçun “vasfı” ve suçlunun cezaevine tıkılmasıyla ilgilenirken, William Godwin’in Caleb Williams’ından Edgar Allan Poe’nun Auguste Dubin’i ve Sherlock Holmes’a uzanan yüz küsur yıllık evrimde dedektifin kişiliği ve zekâsı suçun vasfından daha önemli hale gelmiştir. Polisiye yazarları “üçüncü sayfa haberleri”nden, “jurnalizm”den gayrı bir malzeme ve “karakter” arayışına girmişlerdir. Ancak bu arayış polislik, jurnalcilik ve polisiye yazarlığı arasındaki iç gıcıklayıcı bağı ortadan kaldırmaya yetmemiştir. Hele Türkiye gibi toplumlarda polisiye yazarı çok zaman tıpkı polis teşkilatı gibi muhafazakâr/statükocu bir toplumsal işlev ifa etmiştir. Belirli bir mesafeden, bir sol perspektiften, sözgelimi 1 Mayıs 1977 olaylarını ya da Sivas’ta yakılan aydınların akıbetini yazmak isteyen romancı; polisiyenin sınırlarından ister istemez çıkmak zorunda kalmıştır. Alternatif “crime fiction” örneklerine çok seyrek rastlanan Türk edebiyatı, polisiye yazarlığı konusunda iç karartıcı örneklerle doludur: Cingöz Recai tipiyle bir kuşağı peşinden sürüklemiş olan polisiye yazarı Peyami Safa’nın yazı hayatımızdaki lakabı “Jurnalci Peyami”dir ve Peyami Safa yıllar yılı gazetedeki köşesinden komünistleri (Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Serteller) polise ihbar etmiştir.

***

İdeoloji düzleminde, Peyami Safa gibi yeminli anti-komünistlerle aynı kefeye konulamayacak kadar solda olan (Patasana, Sis ve Gece gibi kitaplarında muhalif karakterlerin katledilmesini araştıran) Ahmet Ümit, son polisiyesi Aşkımız Eski Bir Roman’da Türkiye’de tek adam rejimiyle gitgide ağırlığını hissettiren popülist ideolojiye, onun ahlak anlayışı ve değerlerine yaslanan bir muhafazakâr anlatı sunuyor. 

Bu muhafazakâr anlatı kitaptaki üç öyküde üç kuşatıcı motif etrafında sürdürülüyor: Aile ideolojisi, babacanlık-paternalizm, kural tanımazlık/keyfîlik. 

Aşkımız Eski Bir Roman’da aile ideolojisinin önemi; sıcak bir “yuva”ya ve şefkat gösterilecek bir evlada sahip olmanın kıymeti Kurtuluş’ta “Tatavla” adında bir meyhane çalıştıran Evgenia, Suriyeli çocuk Azez ve Başkomser Nevzat üçgeninde işleniyor. Cinayet Büro’ya yaka silktiren suç dünyasının çekilmezliği ve gayri-insaniliği karşısında Evgenia-Tatavla-Azez’in Komser Nevzat’a sundukları aile sıcaklığı onu hayata bağlayan bir manevi subap işlevi görürken her üç öyküde de doğru evlilikler yapamayan (Edip, Hasan, Mazlum) karakterlerin hayatta başarısızlığa uğradıklarını ve bu başarısızlığın cezasının ölüm olduğunu görüyoruz. Nevzat, yalnız katilleri değil katillerin ve maktullerin yaptıkları evliliklerin akıbetini de kovuşturuyor. Doğru eş hatta doğru baldız-enişte seçimi hayat memat meselesi haline gelirken araştırılan cinayetlerin düğümünü ailevi sorunlar çözüyor. İşyerinde çalışan genç bir kızla birlikte olup karısına ihanet eden Hasan sonunda cinayet işliyor. Mazlum’un evliliğinde roller değişse de sonuç (cinayet) değişmiyor. Cinsel fantezi dünyasının genişliği ve sapkınlığı nedeniyle evlilik kurumuna ihanet etmeyi alışkanlık haline getiren Edip’in sonu ise hepsinden beter: Bir otel odasında bıçakla doğranıyor.

Evlilik, Ahmet Ümit polisiyesinde bir fizik ve ruh sağlığı güvencesi! Bütün olaylar, yazar tarafından dağıtılan ödüller ve cezalar evlilik kurumuna bağlılık ve ihanet üstünden belirleniyor. Başkomser Nevzat, toplumun muhafazakâr uzlaşısına sonuna kadar bağlı. Bir polis olarak –tıpkı Behzat Ç. gibi– hayattaki en büyük acısı karısı ve çocuğunun öldürülmüş olması, aile düzeninin bozulmuş olması. Aileye düşkün olduğu için kurban-katillerde hep alttan alta bir aile dramının izini sürüyor.

Nevzat bu role uygun olarak bir babacanlık sergiliyor ve bu babacanlık ciddi bir saldırganlık dozu içeriyor. 

Nevzat’ın babacanlığını ilkin Suriyeli sığınmacılarla ilgili toplumsal duyarlığı sahiplenerek sevgilisi Evgenia ile beraber ailesini kaybetmiş bir Suriyeli çocuğu (Azez) evlat edinmesinden anlıyoruz. Irkçılığa karşı çıkış bakımından önemli ve anlamlı bir jest bu, ancak Nevzat’ın sahiplenişinin kolaycı bir tarafı var: Suriyeli Azez’in varlığı ne polisiyenin dinamik dokusuna uygun ne de Evgenia ve Nevzat tarafından başı okşandığı anlar dışında Azez hakkında bir fikir, imge ya da izlenim edinebiliyoruz. Azez babacan bir şefkatin nesnesi olmak dışında anlam taşımıyor. Adeta “Türkiye’de böyle bir sorun (Suriyeli sığınmacılar) olduğuna göre bir Suriyeli çocuk da bu kitaba girmeli” diye bir karar alınmış ve karar Azez’den çok Başkomser Nevzat’ın iyiliğini vurgulamak üzere uygulamaya konmuş. Azez maruz kaldığı kötülüklerle Nevzat’ın yüce gönüllüğünü gösteren bir kontrast ögesi. Devam ettiği okulun müdürü, veliler sınıfta Suriyeli öğrenci istemedikleri için Azez’i kovmaya kalktığında Nevzat okula baskın veriyor, müdürü odasında sıkıştırıp tehdit ediyor ve bu arada fırsattan istifade ırkçılık karşıtı bir nutuk çekiyor. Böylece Nevzat’ın saldırganlığına hak veriyoruz!

Anlatıda yalnız Azez değil öbür Suriyeliler de Başkomser Nevzat’ın ahlaki üstünlüğünü vurgulamak üzere yer alıyorlar. Nevzat üçüncü öyküde mahalle esnafının yanlış yönlendirmelerine aldırış etmeyerek, Suriyelilerin suç işlemiş olma ihtimalini araştırmaya değer görmüyor. 

Ailesinin babacan reisi olarak Başkomser Nevzat’ın özel hayatında ve işinde kural dışına çıkması da günümüzün popülist ethosuna gayet uygun. Başkomser, Bağcılar’da gençler arasındaki alt sınıf kültürüne hâkim olduğu gibi İstanbul’un “kabadayı alemi”ne de yakından aşina. Rus profesör öyküsünde Karadenizli mafya Osman’ın şüphelenip alıkoyduğu adamı kurtarmak için Nevzat bir başka namlı mafyadan yardım istiyor (tabii mafyanın adı hemen kabadayı oluyor). Polis çemberinden içeri girmesine izin verilen eski “kabadayı”, polis dâhil hiç kimsenin ikna edemediği öbür kabadayıyı ikna ediyor. Bu toplumun ezici çoğunluğunun seveceği bir erkeklik/kabadayılık hikâyesi bu: Devletin yetişemediği yerlere eli uzanan delikanlılar ile polis arasındaki işbirliği. 

***

Bu yazıyı “klişe” bir gözlemle bitireyim: Ahmet Ümit’in epey sürükleyici bir anlatımı var. Yazdıklarını okutmakta başarılı bir yazar. Ama sürükleyicilik edebiyatta ve sanatta her zaman bir erdem değildir. Hayatta erdem olup olmadığı da, bu toplumun yarısının yıllardır hemen hemen aynı değerlerle peşinden sürüklendiği adamlara bakınca, ayrıca tartışılmalıdır.