Silâhlı Kuvvetler ve Resmî İdeoloji

Siyasal tartışmaların merkezine oturan resmî ideolojinin yarattığı sorunlar Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana yetmiş yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen aşılamadı. Resmî ideolojiye sahip olmayan bir devletin varlığından söz etmenin olanaksızlığı dikkate alındığında, Türkiye'de yaşanan sorunun ne olduğu sorusu akla gelir. Sistem-rejim karşıtlarının resmî ideolojiyi sürekli eleştirmeleri ve tartışmanın merkezinde tutma çabaları kadar anlaşılabilir bir şey olamaz. Doğal olmayan ise, sisteme muhalif olmayan insanların da rahatsızlık duymaya ve son zamanlarda eleştirilerini açıkça dile getirmeye başlamalarıdır. O halde sorun olan, resmî ideolojinin gündelik yaşam içindeki olumsuz etkileri ve artık değişimin önünde sürükleyici olmaktan çok, engelleyici bir faktör durumuna gelmesidir. Yani resmî ideolojinin yukarıdan devrim döneminde kazanmış olduğu nitelikler zaman içinde toplumsal dönüşümlerin önündeki engeller durumuna geldi. Bu değişim, resmî ideolojinin tarihinin aslî işlevleri ve sonuçları bakımından farklı dönemlere ayrılabilmesini olanaklı kılar. Fakat, bu dönemler siyasal yaşamda görülen değişimlere -Tek Parti döneminden çok partili yaşama geçiş- denk düşmez. Bu nedenle herhangi bir olay ya da tarihi esas alan ayrıştırmalardan kaçınmak gerekir. Cumhuriyet tarihinin kuruluş diye adlandırabileceğimiz ilk dönemi bilinçli bir tercihten bağımsız olarak aşıldı. Eski egemen sınıflara karşı verilen siyasal mücadelenin kazanılması ve kitleler arasında yaygın olan ideolojinin etkinlik alanının daralmaya başlaması ile birinci dönem çeşitli açılardan sona erdi. Fakat, resmî ideolojinin özellikleri ilk dönem tarafından belirlendi ve koşulların değişmesiyle ortaya çıkan işlevsel farklılaşmaya rağmen bu durum aşılamadı. İlk dönemde genel olarak bir saldırı pozisyonuna sahip olmakla birlikte zaman içinde koruma işlevi öncelik kazandı. Fakat, sınıflar üzerindeki farklı etkileri düşünüldüğünde toplumun tüm bölümleri için eşzamanlı bir dönemleştirmeden söz etmek olanaksızlaşır. Resmî ideoloji ikinci dönemde, pazar ilişkilerine dahil olmamış (doğal olarak zaman içinde sayıca azalan) ve modern kültür içinde tanımlanamayacak kitlelere karşı saldırı pozisyonunu korurken diğer muhaliflere karşı (sol, Kürtler, liberaller) savunma özelliği öne geçmektedir. (Burada saldırı ve savunma sözcükleri demokratik/anti-demokratik uygulamaların varlığına göre anlamlandırılmamaktadır. Eski egemen ideolojinin etkin olduğu ve buna uygun ilişkileri sürdüren kitlenin fethedilmesi amacı saldırı sözcüğünü kullanmaya yol açarken, rejimin-sistemin sınırlarını aşmak isteyenler karşısındaki duruş biçimi savunma sözcüğünü kullanmama neden olmaktadır. Gerçekte savunma da saldırı üslûbu içinde gerçekleştirilir.) Bu sürecin ikinci evresinden söz etmemizi olanaklı kılan değişime rağmen ilk dönemin dinamiklerinin bütünüyle tasfiye edilememesi nedeniyle resmî ideolojinin varoluşu karmaşıklaşmaktadır.

Resmî ideoloji üzerine daha kapsamlı değerlendirmeler yapılabilmesi, oluşturulmasının, yeniden üretilmesinin ve kitleler üzerinde hegemonya kurmasını sağlayacak zeminin hazırlanmasının nasıl gerçekleştirildiği sorularının yanıtlanmasına bağlıdır. Öncelikle belirtmek gerekirse, tabandan gelen, bürokrasi ve aydınların yukarıdan müdahalelerini etkileyebilecek bir devinimin bulunmaması, resmî ideolojinin halk tarafından içselleştirilmesini önleyen bir özellik kazanmasına yol açtı. Bu nedenle, kök saldığı kitleler arasında bile varoluşuna ilişkin önemli sorunlar bulunmaktadır. Resmî ideolojinin rejimi yerleştirmeye yönelik amacı kendini savunmasını sağlayacak anti-demokratik özelliklerle donanmasına neden oldu. Fakat, kendini korumak bir amaç durumuna gelince, eski üretim ilişkilerinden kopup pazar ilişkilerine görece geç dahil olan büyük bir kitle üzerinde resmî ideolojinin mutlak egemenlik kurması neredeyse olanaksızlaştı. Siyasal mücadele iki kutuplu (cumhuriyetçi-saltanatçı/hilafetçi) gerilime dayalı olmaktan çıkıp farklı dinamiklerin siyasal alanda etkinlik kazanmaya başlamasıyla, Cumhuriyet'in kuruluş koşulları içinde şekillenen resmî ideoloji, daha sınırlı amaçların gerçekleştirilmesinin -sistem içi güç ilişkilerinin düzenlenmesinin- aracı haline geldi. Köylülüğün büyük oy gücü özellikle çok partili dönemde resmî bakışa aykırı gelişmelerin yaşanmasına neden olurken, resmî ideoloji artık önemli ölçüde rejimi yerleştirme mücadelesinin değil, hükümet olmanın aracıydı. Fakat, tablo bu noktada karıştı. Resmî ideolojiyi rakiplerine karşı kullanmaya çalışan siyasal güçleri çok daha geniş bir çerçeveye göre denetleyen bir üst merkezin ortaya çıkması kaçınılmaz hale geldi. Çünkü, resmî ideolojinin rejimi yerleştirme mücadelesinde kazandığı bütünsellik siyasal mücadele içinde zedelendi. Resmî ideolojiyi gündelik siyasal eylemlerinin meşrûiyet kaynağı olarak görenler ortaya çıkan bu hiyerarşiyi de meşrûlaştırdılar. Böylelikle, yaşanan bu gelişmelerin en üst denetleyici konumuna taşıdığı Silahlı Kuvvetler’in eylemlerinin kabul edilebilirliğini sağlayacak zemin de güçlendi.

ORDU-RESMİ İDEOLOJİ İLİŞKİLERİ

Silahlı Kuvvetler gerçekleştirdiği eylemlerin sonuçlarını şöyle değerlendirir; “Türkiye’nin askeri idare altında çağdaşlaşma yolunda attığı en önemli adımlar millî bütünlüğü sağlayacak sınırları tayin ve tesbit etmek ve yeni sosyal sınıfları siyasi gidişe yaklaştırmak olmuştur.”[1] Çağdaşlaşma, millî bütünlük ve sınıfların bu amaçlarla uyumunun sağlanması amacını açıklayarak, resmî ideolojinin Batılılaşmacı, milliyetçi çerçevesiyle uyum içinde olduğunu gösteren ordu, hedeflere uluşılmasında da yukarıdan müdahaleci anlayışa paralel bir tarz tutturmuştur.

Ordu eylemlerinin kaynağını ve müdahalelerinin gerekçelerini çok daha açık sözcüklerle ifade etmektedir; “Atatürk çağının Türkiye’nin siyasi bakımdan gelişmesindeki rolü büyük ve önemlidir. Bir zamanlar bir hükümdar idaresi altında, çok milliyetli ve dine bağlı olarak yaşanmış olan devlet İstiklal Savaşı içinde milliyetçi, laik ve cumhuriyetçi esaslar üzerinde yeni baştan kurulmuştur. ... 1920’lerde, Kemal ile beraber sivil hayata geçen subaylar hükümetin yürütücü ve yasamacı kollarında önemli rol oynamışlardı. 1930 larda Kemalist çağın ilk sıralarında Avrupa usulünde eğitim görmüş bürokratlara doğru bir eğilim görülmeğe başlamıştı. 1940 larda ise, doktorlar, hukukçular, iş adamları ve dar hükümet çevresi dışından gelen daha bir çokları devlet idaresi içinde daha yüksek yerler işgal etmeğe başlamışlardı. Köylüler, 1920 lerde yeniden tesis edilen diktatörlük sistemi karşısında daha ziyade eski pasif durumlarına dönmüşlerdi. Ancak 1940 lardaki yoğun tarımsal gelişmelerden sonradır ki, şehirlerin dışında yaşayan müreffeh köylülerle şehirlere göç eden eski köylüler siyasi hareketlere doğrudan katılmağa başlamışlardı.”[2] Cumhuriyet tarihini bu şekilde değerlendiren ordu, 1950’li yıllardaki saptanan hedeflere ve gerçekleştirilen uygulamalara yani, resmî ideoloji ile çelişen gelişmelere kendini uzak hisseder. Sınıflar sahip oldukları ideolojiye göre askerler tarafından değerlendirilmektedir. Resmî ideolojinin mücadele ettiği sınıf ve ideolojilerin çok partili yaşama geçilmesi ile etkinliklerini arttırmaları, ordunun kendine bakışını ve rejimle/devletle ilişkisini yeniden şekillendirmesine yol açtı. Aşağıdaki cümleler bu değişimi ve ordunun müdahalelerini nasıl gerekçelendirdiğini özetlemektedir; “1950 sosyal karışıklıklarının ön plana getirdiği şehir ile köy arasındaki nisbetsizlik, askerlik müessesesi de dahil olmak üzere, bütün kültür hareketini tesiri içine almaktadır ve 1960 dan beri ordu yine kültürel değişiklerin yarattığı siyasi karışıklıklarla meşgul olma sorumluluğunu üzerine almış durumdadır. Gerek ordunun ve gerekse toplumun geleceği daha ziyade, genel bir bakışla gelenek ile asrilik arasındaki ihtilaf sayılan köylü ile şehirli arasındaki ihtilafın ortadan kaldırılmasına bağlıdır.”[3]

Silahlı Kuvvetler köye/köylüye karşı kenti/kentlileri tercih ederken onların yaşadıkları ilişkileri ve sahip oldukları ideolojileri de karşıtlıkları içinde ele almaktadır. Yaşanan deneyime bakarak, Atatürk döneminde “milliyetçi, laik ve cumhuriyetçi esas üzerinde yeni baştan kurul”an devletin ancak kentli sınıflar tarafından korunabileceği düşüncesini ileri sürmektedirler. Çünkü, yeni devlet sadece siyasî ve idari yapının dönüştürülmesine denk düşmeyip, çağdaşlaşma ile özetlenen bir değişim amacının sürdürücüsü olmuştur. Bu gerekçeler anılan sınıfların resmî ideolojinin tabanı olarak görülmesine neden olmaktadır.

TSK’nin resmî ideoloji ile farklı düzeylerde ve karmaşık bir ilişkisi bulunmaktadır. Her şeyden önce ordu, eylemlerini resmî ideolojinin sağladığı meşrûiyet zemini üzerinde gerçekleştirir. Bu düzeyde ilişki en yalın biçimiyle ortaya çıkar. Fakat, diğer yandan, ordunun resmî ideolojinin oluşumuna, yeniden üretimine yaptığı katkılar çok daha karmaşık ilişkilerin gelişmesine neden oldu. Ordunun resmî ideoloji ile çeşitli düzeylerde kurduğu ilişkileri şöyle özetleyebiliriz;

• Askerler oluşumuna aktif olarak katıldıkları resmî ideolojinin yeniden üretimine katkı yaptı.

• Ordu çizilen sınırların dışına çıkıldığında normalleştirmeye yönelik müdahaleleri gerçekleştirirken resmî ideolojiyle meşrûiyetin kaynağı ve rejimin sınırlarının belirleyicisi olması niteliğiyle ilişkiye girdi.

• Resmî ideolojinin kitleler arasında etkinlik sağlaması için ordu sistemli bir mücadele yürüttü.

Bunları kısaca açalım; Osmanlı’da modernleşme hareketinin başlamasıyla ordu, salt değişimin merkezinde kalmakla yetinmeyip etkin bir kurum olarak siyasal mücadelenin içinde de yer aldı. İşgale karşı yürütülen savaş ve ulusal devletin kuruluş aşamasındaki etkinliği nedeniyle ordunun önemi artarken, cumhuriyetin ilânından sonra siyasal yaşamda askerler ağırlıklı bir yer edindi. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın önder kadrolarının iktidarın önemli isimleri arasında yer alması, ordu ve rejim arasındaki ilişkileri belirledi. Silahlı Kuvvetler rejimin korunmasında, baskı aygıtı olmanın dışında farklı işlevlerle de donatıldı.

Askerlerin orduyu, hükümetlerin denetiminde basit bir araç gözüyle görmeyip, rejimin kollanması ve korunmasıyla görevli bir kurum olarak rejimin temellerinin güçlendirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesinden de sorumlu gören bir bilinç geliştirmeleri, siyasal yaşamı normalleştirici müdahaleleri gerçekleştirmelerini olanaklı kıldı. Bu süreç içinde ordu ve resmî ideoloji, birbirlerinin meşrûiyet zeminini güçlendirdiler. Silahlı Kuvvetler’in resmî ideolojinin gelişimine katkıları, askerî müdahalelerle toplumun denetlenmesi-yönlendirilmesi ve askere gelen gençlerin dönüştürülmesi şeklinde iki yolla sağlanırken bunlardan ikincisi, resmî ideolojinin kitleler arasında yaygınlaştırılmasına yönelik çabaların anlatıldığı kısımda ele alınacak.

Silahlı Kuvvetler’in eylemleri salt resmî ideolojinin meşrûluk zemini üzerine oturmaz. Aynı zamanda TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinde “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır”[4] denilerek ordunun müdahaleleri için yasal dayanak oluşturulmuştur. Askerler sahip oldukları bilinçle bu yetkiyi çeşitli dönemlerde farklı tarzlarda gerçekleştirdikleri müdahalelerle kullanmışlardır. Açık müdahalelerin yanı sıra ordunun aktif bir rol üstlendiği sıkıyönetim uygulamalarının sürelerinin toplamı cumhuriyet tarihi içinde önemli bir yer tutar.* Sıkıyönetim ilânına gerekçe oluşturan olaylar resmî ideoloji ve ordu arasındaki ilişkinin niteliği üzerine en açık göstergeleridir.** Kronolojik olarak bakıldığında, eski egemen ideolojinin önderliğinde gelişen olaylar karşısında ilân edilen sıkıyönetimler daha sonra yavaş yavaş sistem içi gerilimlere müdahale amacıyla devreye sokulmaya başlandı. Bu değişim daha önce belirtilen, resmî ideolojinin saldırı pozisyonundan savunma durumuna geçişi tespitiyle uyum göstermektedir. Resmî ideolojiyi içselleştiren askerler her iki dönemdeki müdahalelerini de ondan aldıkları güçle gerçekleştirmişlerdir.

Askerler, resmî ideolojiye kitle içinde yaygınlık kazandırılmasında ordunun önemli görevler üstlenebileceği düşüncesine ulaştılar ve zaman içinde sistematik hale getirilen çalışmaları başlattılar. Cumhuriyet’in ilânından sonra ideolojik aygıtların gelişimindeki yetersizlik orduyu aslî görevleri dışında da bir kısım faaliyeti (askere gelen gençlere okuma-yazma öğretilmesi, meslek edindirme kurslarına devamlarının sağlanması, bilgi ve görgülerinin arttırılmaya çalışılması...) yürütmeye zorlamıştır. Silahlı Kuvvetler zorunlu askerlik sisteminin sağladığı olanaktan yararlanarak bir ideolojik aygıt gibi faaliyette bulunmuştur.*** Böylelikle, resmî ideolojinin oluşumuna katkıda bulunan, içselleştiren ordu, onun kitleler arasında egemenlik kurması için de doğrudan ve yoğun bir mücadele içine girdi. Bu türden faaliyetler ordunun rejimi-devleti kollama ve koruma görevi gibi yasal bir çerçeveye oturtulmuş ve askere gelen gençlerin resmî ideolojiyle tanışmaları zorunluluk -içselleştirecekleri tartışmalı olsa da- kabul edilmiştir. İç Hizmet Kanunu’nda ilgili madde şöyle düzenlenmiştir;

“Madde 39- Silahlı Kuvvetlerde askerî eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve millî duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.

Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirine yardım etmek, intizamseverlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”[5]

TSK İç Hizmet Kanunu’nun “Umumi Vazifeler” bölümünde, askerin sahip olması gereken vasıflar arasında rejimin korunmasıyla ilişkili bir maddenin bulunması anlamlıdır; “Cumhuriyet, Yurt, Millet ; askerin mukaddesatındandır. Bunlara içerden ve dışardan vaki olacak her türlü tecavüzü karşılamak, def etmek ve lüzumunda bu uğurda hayatını fedadan çekinmemek her askerin borcudur.” [6]

Resmî ideolojinin kitleler içinde yaygınlaşmasının uzun bir zaman dilimine yayıldığı dikkate alındığında, askere yüklenilen görevler çok daha farklı bir anlam kazanmaktadır. Silahlı Kuvvetler resmî ideolojinin kitleler arasında yaygınlaştırılması mücadelesini, onun sağladığı meşrûluk zemininde yürütür. Ordunun eski tarihlere uzanan bu türden faaliyetleri 1950’li yılların sonlarına doğru sistematize edilmeye çalışılmış, ancak 27 Mayıs sonrasında çok daha kapsamlı ve programlı bir çalışma içine girilebilmiştir. Ordu askere gelen gençler üzerinden resmî ideolojinin toplumdaki etkinlik alanının genişletmesini amaçlarken çalışmalar çeşitli düzeylerde yürütülür. Toplum içinde özellikle köylülük arasında yaygın olan ideolojinin temellerinin yok edilmesi ve çözülmesi ilk hedefi oluşturmaktadır. Bir sonraki aşama, resmî ideolojinin gelişimini sağlayacak altyapının hazırlanması ve egemen ideoloji konumuna getirilmesidir. Bunun gerçekleştirilmesi için sürdürülen mücadele iki farklı alanda yürütülmüştür. Resmî ideolojinin altyapısını oluşturacak soyut çerçevenin ortaya çıkmasını sağlayacak ögelerin tohumlarının atılması ve rejime ait simgelerin sahiplendirilmesine yönelik çabalar ilk alanın sınırları içinde gerçekleştirilen faaliyetlerdir. Diğer alanda yürütülen çalışmalarla da resmî ideolojinin kök salıp güçlenmesini sağlayacak somut bir zemin yaratılması hedeflenmektedir. Yani, eski üretim ilişkileri içinde yer alan insanlar arasında resmî ideolojinin etkinlik sağlaması çok zor olduğundan yeni üretim ilişkilerinin yaygınlık kazanması gerektiği bilinciyle hareket edilmiştir. Bu iki alandaki çalışmalar aşağıda açılacak.

Silahlı Kuvvetler askere gelen gençlere askerliğin gereklerini öğretmenin yanı sıra onları rejim tarafından şekillendirilmiş birer insan olarak sivil yaşama göndermek amacını da gütmektedir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için gençlerin askerlik boyunca öğrenmesi gerektiği düşünülen bilgiler İç Hizmet Kanunu’nda şöyle sıralanır; “Erbaş ve erler mesleğine ait bilgileri öğrenmeye mecbur olduğu gibi bir yurttaş olmak sıfatı ile de milletini, memleketini ve dünyasını tanımak ve yurttaşlık hak ve vazifelerini bilmek yolunda umumi bilgilere de sahip olmalıdır.

Okuyup yazmak, hesap öğrenmek, tarih ve coğrafyadan basit ve kafi bilgi edinmek, yeni ziraat usul ve kaidelerini bilmek, vergi kanunlarını, seçim ve adliye usullerini, idare teşkillerini öğrenmek, umumi bilgilerin kısımlarıdır.”[7]

Askere gelen gencin yurttaş olarak tanımlanması her şeyden önce, köylülük içindeki egemen ilişkilere karşı ciddi bir saldırı anlamına gelmektedir. Diğer eğitim konuları da eski egemen ilişkilerin ayaklarının altındaki toprağın kaydırılması ve yeni rejimin toplum içinde kök salması, güçlendirilmesi amacına uygun seçilmiş, eski siyasî-idari yapıya karşı cumhuriyet, geleneksel üretim tarzı ve ilişkilere karşı kapitalizm uygun bir dille savunulmuştur.

Ordu tarafından yürütülen eğitim çalışmalarına ilişkin bilgi verebilecek kaynaklara bakıldığında, saltanat ve hilafete karşı yoğun bir saldırının varlığı gözlenirken onun yerine, insanların gündelik yaşamını doğrudan ve olumlu biçimde etkileyen/etkileyecek girişimler üzerinden yeni rejim kabullendirilmeye çalışılmaktadır. Bu çalışmalar sırasında tarih bir araç konumuna indirgenmekte ve resmî tarih paralelinde “bilgi”ler aktarılmaktadır. Büyük Erkanı Harbiye tarafından ordu için kabul edilmiş bir kitapta tarihin amacı şöyle tanımlanır; “Tarih; her milletin geçmişini kendisine öğretmekle milletin insanlarına benliğini, varlığını kazandırır; hele hep göğüs kabartacak görgülerle dolu (TÜRK TARİHİ) ni öğrenen her Türk kendi atalarının yüceliğini bilmekle göğsü kabarır kendi benliğine sahip olur.

İnsanlar geçmiş günlerini göz önüne alarak iyilik ve yükselme yollarına gitmek, fenalık ve alçalma yollarından sakınmak için tarihten dersler alır .... İşte tarih herkese öğüt veren böyle faydalı bir bilgidir. Tarihimizi dikkatle okuyalım ve milletimizi en eski ataların yükselttikleri gibi yükseltelim.”[8]

Kendi varlık koşullarını güçlendirmeye çalışan rejim, yaratmış olduğu resmî tarihi halk arasında egemen kılma mücadelesine önem verdi. Türk milletini kökleriyle buluşturma iddiasını taşıyan yaklaşım İslamiyet dönemini atlayarak daha gerilerde arayışını temellendirmeye çalıştı. Eski egemen ilişkilerin ve ideolojinin toplum içindeki etkinliğini kırmanın yolunun geçmişle hesaplaşmaktan geçtiğini düşünenler tarihi bir araç olarak gördüler. Resmî ideoloji ve resmî tarih birbirinin meşrûiyetini ve yeniden üretimini sağladı. Yukarıda görüldüğü gibi Silahlı Kuvvetler de benzer bir anlayışla çalışmalarını sürdürüp, rejimin olağan yollarla ulaşamadığı insanları şekillendirmeye çalıştı.

Osmanlı döneminin olumsuzlanması üzerinden rejimin meşrûlaştırılması eğilimi bu anlayışla kaleme alınan çalışmalarda önemli bir yer tutmaktadır. “Artık yer yüzünde miskin, haysiyetsiz, hasta adam denilen (bir Osmanlı İmparatorluğu) kalmamış, hatırı sayılır milletler ve devleler arasına katılmış, şerefli çalışkan, kuvvetli bir (Türkiye Cumhuriyeti) parlamaktadır”[9] türünden ifadelere askere yönelik hazırlanmış kitaplarda sıkça rastlanmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı yayınlarından olup 1981 yılında basılan Askerin Din Bilgisi adlı kitapta, “Devlet Nedir? Hükümet Nedir? Devlet ve Hükümete Karşı Görevlerimiz Nelerdir?” başlığı altında yapılan açıklamalarda rejimin bu konudaki egemen anlayışı sergilenmektedir/tekrarlanmaktadır;[10] İnsanların devletsiz yapamayacağı, fakat devletin de faaliyetlerini yürütürken vatandaşların yardımına gereksinim duyacağı belirtildikten sonra, bu sistemin sağlıklı işleyebilmesi için vatandaşların devlete karşı görevlerinin bulunduğu söylenilmektedir. Bu görevler; yasalara uymak, vergi vermek, askerlik yapmak ve seçim hakkını kullanmak şeklinde dört başlık altında toplanmıştır. İlk bakışta bir olağanüstülüğün bulunmadığı söylenilebilse de gerçek böyle değildir. Uyulması gereken yasalar Cumhuriyet’in yasaları olup askerlik görevi bu devlet için yerine getirilecektir. Yani askerlik dünyevileşecektir. Vergi vermek ise köylü kimliğinin değişmesi anlamına gelmektedir. Görevlerden seçim hakkının kullanılması, demokrasi bağlamındaki tartışmaları bir kenara bırakarak söyleyecek olursak, eski egemen ilişkilerin parçalanması ve toplumsal kimliklerin yeniden tanımlanması amacına hizmet etmektedir. Görüldüğü gibi belirtilen ödevler İç Hizmet Kanunu’nda görev ve sorumluluk anlayışıyla çizilen rejime ilişkin çerçeveyle uyumludur.

1923’te kurulan yeni devlet, taşıdığı önem nedeniyle resmî din anlayışını geliştirmiş, ordu da bunun savunucusu olmuştur. Bu nedenle askerlerin şekillendirilmesi çalışmalarında din ayrı bir öneme sahiptir. Askerin Din Bilgisi adlı kitapta Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren savunulan resmî din anlayışı açıktan tekrarlanmaktadır. Siyasal mücadelenin gerekliliklerine göre şekillenen resmî din anlayışı laiklik olarak adlandırıldı ve buna paralel gerçekleştirilen teşkilatlanma ve ilişkiler laikliğin kaçınılmaz sonucu diye sunuldu. Silahlı Kuvvetler bu laiklik anlayışının ve uygulamalarının teminatı olduğu gibi toplum içinde güç kazanması çalışmalarını da yürütmüştür. Yukarıda anılan kaynakta laiklik üzerine şu bilgiler verilmektedir; “Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir. Acaba laiklik ne demektir? ... Laiklik, din işleriyle devlet işlerinin ayrı tutulması, dinin devlet işlerine karışmaması demektir. Din bir inanç sorunu olduğu için, devletin de kişinin inançlarına karışmaması demektir. ...Laik bir devlet, toplumu yönetirken din kurallarına bağlı kalmaz. ... laik bir devlet dinsel buyruklarla yönetilemez.”[11] Askerin Din Bilgisi adlı kitapta, bir yandan din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasından söz edilirken, diğer yandan ayetler ve hadislerden rejimi güçlendirmek için yoğun olarak yararlanılmaktadır. Bu da göstermektedir ki, resmî din anlayışının halk içinde yaygınlaştırılması amacı ordu tarafından da sürdürülmektedir. Tabanda uzun yıllar boyunca etkinliğini koruyan dinsel ideolojiye karşı yürütülen mücadelenin benzeri askere gelen gencin şekillendirilmesi sırasında da yürütülmektedir. Fakat, dinsel ideolojiye karşı mücadeleyi salt Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından temsil edilen anlayışın askerlere ulaştırılmasıyla sınırlandırmamak gerekir. Geleneksel düşünme biçiminin ve inançların ayaklarının altındaki toprağın aşındırılmasına yönelik faaliyetler de aynı zamanda yürütülmektedir. İç Hizmet Kanunu’ndan daha önce aktardığımız bir maddede gençlerin askerlik süresince öğrenmesi gereken genel bilgilerden bahsedilirken sıralanan konuların hiçbiri geleneksellikle bağdaşmamaktadır. Askeri hedefleyen eğitim çalışmalarında çevremizde görülen olayların (deprem, meteorolojik olaylar, dünya, ay, yıldız ve güneş’in hareketleri...) gerekçeleri ilahi kattan indirilip maddileştirilmektedir. Modern ziraat bilgisinin verilmesi bile ilk bakışta teknik bir konu gibi görünmesine rağmen geleneksel anlayışı, düşünme biçimini yıkmaya yönelik işlevlere sahiptir. Yeni rejimi ve ona ait kurumları, ilişkileri tanıtıp benimsetmeye çalışmak da benzer etkilere yol açmakta, dinsel iktidara (zaman içinde din üzerinden politika yapanlara) karşı mücadelenin bir yolu olarak ortaya çıkmaktadır. Yasama, yürütme, yargı üzerine bilgiler verilmesi ve bunların meşrûiyetinin ilahi katlarda aranmaması, bu sisteme dahil olmanın yolu olarak seçimlerden ve vergi ödeme bilincinden söz edilmesi yeni insanı yaratma hedefinin sonucudur. Görüldüğü gibi, yukarıdan müdahaleyi esas alan modernleşme sürecine Silahlı Kuvvetler’in çok yönlü aktif katılımı gerçekleşmiştir.

İnsanların resmî ideolojinin öngördüğü toplumsal ilişkilere dahil edilmesini çeşitli konularda yürüttüğü faaliyetlerle -okuma yazma, meslek öğretimi- desteklemeye çalışan ordu, bu çabaların amacını şöyle özetler;

“a. Türk olmak, Türk eri olmak şeref ve sorumluluğunu duyurmak.

b. Türk tarihini, Türk devrim ilkelerini, millî birlik ve esaslarını, Türk ahlak ve geleneklerini öğretmek.

c. Kanun ve nizamlara uymaya, vatandaşlık ve insanlık görevlerini yapmaya, millî ve insani değerleri tanıyıp korumaya alıştırmak.

d. Bilginin günlük hayatta, askerlik hayatında ve yurt kalkınmasındaki değerini kavratmak. Gerekli bilgi ve hünerleri kazandırmak.

e. Doğru düşünme, iyiyi kötüden ayırma, kendi davranışlarını kontrol etme, sür’atle karar verme yeteneğini arttırmak.

f. Düzenlilik, temizlik, hastalıktan korunma alışkanlıklarını kazandırmak.

g. Yollar ve taşıt araçları üzerine bilgi vermek.

h. Devlet teşkilatı, seçim ve vergi hakkında kısa bilgiler vermek.

ı. Kurtuluş savaşını ve Atatürk devrimlerini öz bir biçimde öğretmek.

j. Gerekli sağlık bilgilerini vermek.

k.Ormanların değerini ve korunması üzerine bilgi vermek.

l. Tarım alanında bilgili kılmak.”[12]

Genelkurmay Başkanlığı karargahında basın mensuplarına verilen brifingden aktarılan yukarıdaki ifadeler resmî ideolojinin yeniden üretiminde ve toplum içinde yayılmasında ordunun ne düzeyde etkili olduğu konusunda ışık tutucudur. Görüldüğü gibi Silahlı Kuvvetler, resmî ideolojiyi kitlelere yukarıdan bir tarzla taşımaya çalışmış, rejimin toplum içinde kök salıp güçlenebilmesi için yeni bir kültürün ve ilişki biçiminin geliştirilmesi gerektiği bilinciyle hareket etmiştir. Bunları yaparken resmî ideolojiyi güçlendirmiştir. Ekonomik alanda OYAK üzerinden yürütülen faaliyetler de benzer etkiler yaratmıştır. Silahlı Kuvvetler OYAK ilişkisi genellikle ordunun önemli bir ekonomik güç durumuna gelmesi boyutuyla ele alınırken diğer alanlar üzerindeki etkileri gözardı edilmektedir. OYAK kaynak yaratan, pazarı genişleten ve üreten yapısıyla ekonomiye olumlu katkılar yaparken dolaylı da olsa toplumsal ilişkilere ve kültüre etki etti (Ordu Pazarları’nın Anadolu’nun birçok yöresinde tüketim bilincinin yaygınlaşmasında öncü rolünü üstlenmesi gibi).

Silahlı Kuvvetler resmî ideolojinin halk arasında güç kazanması sonucuna yol açan faaliyetlerini sürdürürken Kardeş Köy uygulamasına başvurmuş ve rejime ait birçok simgeyi tabana taşımıştır. Yukarıda söz edilen brifingde Kardeş Köy uygulamasıyla yapılan işler şöyle sıralanır;

“1) Köy okulları, cami ve diğer yapıların onarımı yapılmıştır.

2) Köy yolu, köprüleri, okuma odaları ve sağlık Merkezlerinin yapılmasına ve onarımına yardım edilmiştir. Ayrıca yolsuz ve köprüsüz köylerin yol ve köprü yapımı için bütün hazırlıklar tamamlanmıştır.

3) Askerî birliklere yakın bütün köylere sağlık alanında yardımda bulunulmuş, doktor ve veterinerler tarafından muayeneleri yapılmış, hastalar için gerekli ilaçlar sağlanmıştır.

4) Köylerde sosyal konularda, tarım ve sağlık konularında öğretici filmler gösterilmiş, konferanslar verilmiştir.

5) İhtiyaç gösteren Köy Okullarına çeşitli kırtasiye malzemesi yardımı yapılmıştır. (Okuma kitabı, defter, kalem, silgi, tebeşir vs.)

6) Köy Okullarına yardımcı ders aracı yardımı yapılmıştır. (Harita, Termometre, Barometre ve çeşitli gereçler.)

7) Yüzlerce köye ATATÜRK’ün büstü, Bayrak direği dikilmiş, çerçeveli resimlerle Bayrak sağlanmıştır.

8) Kardeş Köylerimizin muhtaç çocuklarına giyecek yardımı yapılmıştır.

9) Bu köylerin ağaçlandırılmasına yardım edilmiştir.

10) Köylerle telefon bağlantısını sağlamak için çaba gösterilmektedir.

11) Köy kitaplıklarına 50.000 kitap gönderilmiştir.”[13]

Kardeş Köy uygulamasının gerekçelendirilmesinde insanî boyuta vurgu yapan açıklama olasılığını bir kenara bırakacak olursak, Silahlı Kuvvetler rejimi kollama ve koruma bilinciyle hareket etmiştir. Rejimin halk arasında sağlam temellere oturtulması için gerekli görülen konularda adımlar atmış ve öncü konumunu sürdürmeye çalışmıştır. Bunları yaparken de rejime ait simgeleri tabana taşımasına yardımcı oldu. Rejimin altyapısını güçlendirici etkilere yol açacak ideolojiden bağımsız görünen, yol, köprü, su gereksinimlerinin karşılanması, okulların donanım olarak elden geldiğince zenginleştirilmesi çalışmalarının yürütülmesi, sağlık alanında verilen hizmetler ve tarıma dair bilgilendirme çalışmalarıyla halk arasında egemen olan düşünme, inanç ve ilişki biçimi parçalanmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda, bayrak, Atatürk büstü-resmî gibi simgeler de tabana taşınmıştır. (Kimi dönemlerde, toplumsal ilişkilerin ve siyasal yaşamın yönlendirilmesinde bayrak, Atatürk heykeli gibi simgelerin kazandığı önem anımsandığında bu tür faaliyetler daha büyük anlam kazanacaktır.)

BİTİRİRKEN

TSK resmî ideoloji ilişkisi genellikle açık müdahale dönemlerinden ya da diğer zamanlarda kurumun siyasal alan üzerinde etkinliği bulunmasından hareketle ele alınmaktadır. Ordunun eylemlerinin meşrûiyetini sağlayan resmî ideolojinin gerçekleşen müdahalelerin ardından güç kazandığı kabul edilmektedir. Bu tespitler doğru olmakla birlikte, resmî ideolojinin yeniden üretiminde ordunun işlevleri bütünüyle ortaya konulamadığından eksiktir.

Silahlı Kuvvetler resmî ideolojinin yeniden üretimine çeşitli düzeylerde katkıda bulunmuştur. Askerî müdahaleler ve sıkıyönetim uygulamaları katkının en açık yapıldığı dönemlerdir. Fakat, diğer yandan zorunlu askerlik sistemiyle nüfusun yarısına ulaşma şansı bulan kurum, askere gelen gençleri, rejimin gereksinimleri doğrultusunda şekillendirmeye çalıştı. Bu çabaları yürütürken sistemli bir çalışma içine giren ordu, rejimin mücadele ettiği idelojinin temellerini yıkmaya çalışırken yenisinin tohumlarını attı. Sivillerle askerlik dışı konularda ilişkiye geçilmesi ise, rejimin -ve ordunun- kitlesel bağlarını güçlendirici bir etkiye sahiptir. Rejimi kollama ve koruma bilincini taşıyan Silahlı Kuvvetler bu görevin sınırlarını siyasal alanla daraltılmış olarak görmediği gibi, müdahalelerinin çerçevesini olabildiğince geniş tutmuştur. Bu durum, ordunun müdahalelerinin meşrûiyet kaynağını resmî ideolojinin tarihsel haklılığı varsayımından kitleye doğru genişletti. Fakat, bu süreçte resmî ideoloji de halk arasında güç kazandı.

Yeni rejimin yukarıdan müdahaleci özelliği resmî ideolojinin yeniden üretiminde ordunun etkin bir konuma sahip olmasını sağladı. Ordunun hiyerarşik yapısı yukarıdan müdahalelerin kapsamlı ve kararlı bir şekilde yürütülmesine olanak tanıdı. Bu konuda ordunun faaliyetlerindeki başarı rejim adına meşrûiyet zemininin güçlenmesi anlamına gelse de, demokratikleşme adına sorunların önem kazanmasına yol açtı.

Silahlı Kuvvetler ve resmî ideoloji arasında farklı düzeylerde ve karmaşık bir ilişki bulunmaktadır. Bunlardan bir bölümü ele alınarak ne ordunun eylemlerinin meşrûiyeti ne de resmî ideolojinin özellikleri tam olarak kavranılabilir.

[1]Türkiye'de Ordu, Harb Akademileri Komutanlığı Yayınlarından, Harb Akademileri Basımevi, İstanbul-1970, s. 39.

[2]A.g.e., s. 40-41.

[3]A.g.e., s. 45.

[4]Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, Resmi Gazete ile neşir ve ilanı 9 Ocak 1961- sayı 10702 Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul-1969, s.16.

(*) Zafer Üskül, Siyaset ve Asker adlı kitabında 29 Ekim 1923 tarihinden 19 Temmuz 1987'ye kadar geçen sürenin yüzde 40'ının sıkıyönetim altında -12 Eylül dışındaki uygulamalar kısmi olarak gerçekleşmiştir- yaşandığını belirtmektedir.

(**) Sıkıyönetim ilanını gerektiren olaylar; Şeyh Sait Ayaklanması, Kubilay Olayları, 2.Dünya Savaşı, 6/7 Eylül olayları, Öğrenci Gösterileri ve 27 Mayıs, Aydemir Olayları, 15/16 Haziran İşçi Olayları, 12 Mart'ın ardından, Kıbrıs Harekatı, Irak İç Savaşı, Yaygın Şiddet Hareketleri, 12 Eylül Müdahalesi. (Bu liste, Zafer Üskül'ün Siyaset ve Asker adlı kitabından alınmıştır.)

(***) Bu konuda geniş bilgi için Cumhuriyet Kültürünün Oluşum Sürecinde Bir İdeolojik Aygıt Olarak Silahlı Kuvvetler ve Modernizm (Sarmal yayınevi) adlı kitabıma bakılabilir.

[5]A.g.e., s.17.

[6]A.g.e., s.79, madde-86.

[7]A.g.e., s. 89-90, madde-102.

[8]Askerin Ders Kitabı Her sınıf için: Bir heyet tarafından toplanmış ve Büyük Erkanı Harbiyece Ordu için kabul edilmiştir. Ankara- Büyük Erkanıharbiye Matbaası-1934, s. 222.

[9]A.g.e., s.356.

[10]O.Güngör Feyzoğlu - Ahmet Okutan, - Turgut Durukan, Askerin Din Bilgisi, T.C. Genel Kurmay Başkanlığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Ankara-1981, s. 169-170-171'e dayanarak özet bilgi verildi.

[11]A.g.e., s. 173.

[12]“Basına Özet Brifing 1 Temmuz 1967” (Genelkurmay Başkanlığı Karargahında verilen brifing), s.12-13.

[13]A.g.e., s. 20-21