Kuzey İrlanda: Üçüncü Olasılık

Adana’daki gibi, pek de şiddetli olmayan depremlerin ülkemizde niçin ağır hasara neden olabildiği sorusuna uzmanların verdiği yanıt hayli ilginç ve düşündürücü. Uzmanlar, fay hatları üzerinde yapılaşmaya engel olunmadığını, hattâ depremle yıkılan binaların hemen aynı yerde yeniden yapıldığını, üstelik bilindiği halde depreme dayanıklılığın çoğunlukla gözetilmediğini, bunun da özellikle kamuya ait binalar için söz konusu olduğunu bildiriyorlar.

Kısa süre içinde İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu ateşkes ilan etti, sonra siyasî kanadı Sinn Fein görüşme masasına kabul edildi, Başbakan Tony Blair, Sinn Fein liderinin elini sıkınca kıyamet koptu, Stormont Şatosu’na kapatılan Protestan ve Katolik liderler birbirlerinin yüzüne bakmadılar, toplantıları terkettiler, ne var ki saptanan tarihe kadar taraflar uzlaşma adına milim ilerleme kaydedemedilerse de son birkaç gecede antlaşma Kuzey İrlanda halkının önemli bir kısmını temsil eden örgütlerce kabul edildi, bir ay sonra referanduma sunuldu, bir ay sonra da özerk Kuzey İrlanda’nın parlamentosu için seçime gidildi.. Barış antlaşmasını destekleyen partiler parlamentoya ezici bir çoğunlukla girdiler.

Varılan antlaşma, oluşturduğu son derece karmaşık siyasî sistem ile uzlaşmanın ne kadar hassas bir zemine oturduğunu yansıtsa da her şeyden önce İngiltere ile İrlanda arasındaki sekiz yüz yıla yakın mücadelenin tarihinde belli başlı bütün tarafların onayını alan bir antlaşma ilk kez imzalanıyor.

Bundan iki yüz yıl önce 1798’de İrlanda, İngiltere’nin egemenliğine karşı ayaklandığında toplumlar yer yer birlikte hareket etmişler, ancak ayaklanma hem başarısız olmuş, hem de İrlanda’nın Katolikleriyle Protestanları arasındaki ayrımları daha da keskinleştirmiş, Dublin’de oluşturulan ayrılıkçı parlamento ancak iki yıl ayakta kalabilmişti. 1916’da Dublin’de patlak veren ve kanla bastırılan ayaklanma ve ardından gelen İngiltere ile müzakere süreci ile güneyde İrlanda Cumhuriyeti’nin temelleri atılsa da, Katolik cumhuriyetçilerin kendi aralarındaki ayrılıklar yıllarca süren bir iç savaşa dönüşmüş ve bir kez daha adada Protestan ve Katoliklerin arasındaki yabancılaşma, güvensizlik ve düşmanlıkları tırmandırmıştı. 1968’de Kuzey İrlanda’daki cumhuriyetçilerin ayrımcılığa karşı başlattığı barışçı eşit haklar mücadelesi, Kuzey İrlanda’nın ağırlıkla İngiltere’ye bağlılık yanlısı Protestanların denetimindeki polisinin sert müdahalesi ve Protestanların çeteler oluşturup, Katolik halka yönelik şiddet eylemlerine girişmesi, ardından da Katoliklerin IRA etrafında birleşip, hızla silahlanmasıyla son otuz yıldır süren silâhlı mücadelenin başlangıcına dönüştü.. İngiltere’nin bölgeye gönderdiği askerler, yalnızca çatışmaların hızlanmasına yol açtı.. İngiltere’de geçen yıl seçimi kaybeden Muhafazakâr Parti’nin son başbakanı John Major’ın başlattığı barış müzakereleri süreci de silahlı grupların çoğunun bir süre için ateşkes ilân etmesine rağmen bir türlü meyve vermedi.

Böyle bir antlaşmaya niçin tarihin bu noktasında varılabildiğinin arkasında, bölge halkının şiddetten usanmışlığı ve gerginlikten yorgunluğunun yanında önemli dış etkenler var. En belirgini de Amerika Birleşik Devletleri’nin bir yandan Sinn Fein’e meşrûiyet kazandırarak, cumhuriyetçilerin önemli bir kesiminin görüşmelere dahil olmasında önemli rol oynaması, diğer yandan da Protestanıyla, Katoliğiyle bölge halkına vaadettiği ekonomik destek. Diğer önemli etken ise güneydeki İrlanda Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği içinde gönenen ekonomisiyle artık İngiltere ve Kuzey İrlanda ile ilişkilerine bakışında meydana gelen değişiklik. İngiltere, İrlanda Cumhuriyeti’nin güçlü bir ortağı artık ve 1921’den bu yana birleşmeyi arzuladığını ifade ettiği Kuzey İrlanda ise gereksiz ve sorunlu bir yük.. Buna bir de İngiltere’nin, parlamentoda ezici bir çoğunluğa sahip ve kendine güvenli İşçi Partisi’nin, başarısız olma ve Protestanları kızdırma riskini göze alabilmesini eklemek gerek. İşçi Partisi hükümeti bir yandan son otuz yıldır muhatap almadığı bağımsız ve birleşik İrlanda yanlısı ve IRA ile sıkı bağları olduğu bilinen Sinn Fein’i görüşmeye çekmek için silahsızlanma konusunu ertelerken, bir yandan da Protestanların partilerine, en azından çok önemli bir kısmına, görüşmelerden çekilmemeleri için yeterli asgari dozda tehdit ve güvence bileşimini vermeyi başardı.

Kuzey İrlanda barış antlaşması, tarihî olarak bir ilk, ama uluslararası düzeyde benzerleri var. 20. yüzyılda yaygınlık kazanıp bir tarz haline gelen, bütün tarafları tehdit ve şantaj ve biraz da ekonomik destek vaadiyle bir odaya kapatıp, iyice yorgun düşüp sersemledikleri anda isteksizce, ama mecburen belgeleri imzalamalarıyla sağlanan bölgesel barış antlaşmalarından, uzlaşmalardan yalnızca biri. Ama Oslo’dan, Dayton’dan biliyoruz ki, antlaşmaların imzalanması her zaman silahların susması ya da yüreklerin yumuşaması ya da haksızlıkların ve hoşgörüsüzlüğün sonu anlamına gelmiyor.

Kısa vadede başarı, silahlara vedanın devamı, antlaşmayla oluşturulan özerk yasama ve yürütme kurumlarının işletilmesi ve Kuzey İrlanda’nın demokratikleştirilmesi ve kaderi üzerinde söz sahibi olması ise Kuzey İrlanda’da varılan antlaşma kısa vadede başarılı olmanın bazı koşullarına sahip. Yapılan referandum ve ardından gelen parlamento seçimleri Protestanı, Katoliği, ayrılıkçısı, birlikçisiyle halkın yüzde 80’e yakınının bu çözümden bir umut beklediğini gösteriyor her şeyden önce. Sonra, antlaşmayı izleyen günlerde açılan Kuzey İrlanda ekonomik paketlerinin yarattığı etki, belli başlı silahlı grupların kabulü önemli faktörler. Ama yine de kısa vadede aşılması gereken sorunlar da var. Protestanlar açısından en büyük sorun IRA’nın silahlarını teslim etmesi. Katolikler açısından ise Protestan milislerin silahsızlandırılması kadar, bölgede kendilerine karşı güdülen ayrımcılığın sembolü haline gelen uygulamaların sona ermesi ve kurumlarda reform büyük önem taşıyor. Bunların başında yüzde 93’ü Protestanlardan oluşan polis gücü var. Birlikte siyaset yapma ve ortaklaşa yönetim geleneği olmayan ve birbirlerine büyük güvensizlik besleyen Protestan birlikçiler ve Katolik cumhuriyetçilerin ortak bölge yönetiminde ne kadar bocalayacakları da bilinmiyor.

Antlaşmanın uzun vadedeki başarısının ölçütleri ise daha tartışmalı. Paskalya Antlaşması bölgede farklı siyasî sistemler özleyen iki toplumun varlığını kabul ediyor ve çoğunluk tarafından destek bulursa bölgenin statüsünün değiştirilmesine olanak tanıyor. Antlaşmanın imzalandığı gece pazarlıkların tamamlandığı Stormont Şatosu’ndan çıkan cumhuriyetçi ve birlikçi liderlerin taraftarlarına verdikleri “zaferi biz kazandık” mesajları gelecek açısından düşündürücü. Katolik ve cumhuriyetçi partiler açıkça veya imâyla, yalnızca daha yüksek olan nüfus artış hızlarıyla bile, yirmi bilemediniz otuz yıl sonra bölgenin İngiltere’den ayrılmasını sağlayabilecekleri mesajını verirken, Protestan birlikçiler de İrlanda Cumhuriyeti’nin artık kuzey üzerindeki hak iddiasından vazgeçmesiyle, İngiltere’yle birliği garantilediklerini söylüyorlardı.

Uzun vadede başarının ölçütü, Kuzey İrlanda’nın İngiltere’den ayrılması ya da birlikte kalması, o zamana kadar da iki farklı toplum arasında resmen eşitlik sağlanması ya da Protestan ve Katolik liderlerin aralarında çeşitli uzlaşmalar sağlanması değil de, şu ya da bu nedenle aynı topraklar üzerinde yaşamak durumunda olan farklı geleneklerden insanların çeşitli ortak siyasî ve sosyal alanlar yaratabilmesi, yakınlaşması olarak da görülebilir. Belli başlı partilerin bugünkü konumlarına bakıldığında, bugün için bu konuda fazla umut verici bir işaret yok. Partilerin kısa vadede iktidar yapısı içindeki güçlerini koruma kaygısıyla ayrılıkları kalıcı kılmayı tercih etmesi tehlikesi var. Ancak, yolun çok daha başında olunmasına rağmen, Protestan ve Katoliklerin birlikte örgütlendiği partiler ve koalisyonların da barış sürecinde önemli rol oynaması ve toplam oyların yüzde 10’a yakınını almış olmaları gözardı edilemez. Kimbilir belki de geleceğin Kuzey İrlanda’sındaki, üçüncü olasılığın; bağımsızlıktan yana Protestanların, muhafazakâr Katoliklerin, Katolik ve Protestan sosyalistlerin ya da yeşillerin ve nice başka sivil örgütlenmenin öncülleridirler..

KUMRU BAŞER