Oyunlar, Oyuncular ve Seyirciler

Türkiye son yıllarda siyasetin ve siyasal düzenimizin mantığı açısından bakıldığında pekala mümkün sayılabilecek olan; ama “aktörler”inin daha önceki konumlanış ve davranışlarından hareket ettiğimizde ise sürekli olarak beklenmedik, şaşırtıcı “sonuçlar”ın birbirini izlediği bir süreç yaşıyor.

Belirli bir kesitle kendisini tanımladığımız bir aktör bir başka kesitle karşımıza bambaşka bir kimlikle çıkıyor, dün şu oyunu oynayan aktörler, bugün eski rol arkadaşlarını terk edip yeni bir oyundaki rol arkadaşlarıyla oynarken bir yandan da bir sonraki oyunun rolünü de ufak ufak oynamakta oluyor.

Ama bu durumun değişmeyen bazı özellikleri de yok değil. Aslında sahnesi tüm toplum olması gereken bu modern siyaset taklidi -veya uyarlanması- oyun alanında “oyuncular” ve seyirciler ayrımı bozulmadan durabiliyor. -Oynanan oyunları beğenmediklerini söyleyen bir çoğunluk hep var ise de.- Ne seyirciler arasından sahneye fırlayan yeni oyun ve oyuncu adayları çıkıyor, ne de hattâ her ne olursa olsun oyuncular sahneden indirilmiyorlar. Ayrıca oyunlar ve oyuncu gruplarının bu sürekli yer değişimi her bir oyunun seyirci ve alkışçı sayısında da pek değişiklik yapmıyor, oyunların ve aktörlerin her toplu yer ve rol değiştiriminde hem oyuncuların aktör sayısı hem de her oyunun seyirci ve alkışçı sayıları arasında her defasında oran ve denge durumu neredeyse değişmeden kalabiliyor. Bir yandan da, en azından ünlü 28 Şubat’tan beri “birileri”nin çıkıp tamam oyunlar bitti deyip perdeleri kapatma ihtimali sürüyor. Ama son zamanlarda bu ihtimalin de oynanmakta olan oyunların bir parçası, genel oyun sahasının şu veya bu yerin de rolünü oynayan bir oyuncu haline gelmiş olması gibi bir durum var.

Hasılı oyun ve oyunlar sürüyor ve şimdi toplum -seyirciler- olarak bazı aktörler -sonbahardaki yeni oyunlara katılmak üzere- gitmiş ilkbahar oyunlarının sıkıcı sonunu gözucuyla izlerken; oyuncular cephesinde o bahsettiğimiz seyirci dengesini bu kez lehte değiştirmek için yeni oyunlar ve oyuncu çelme manevraları “son aşaması”na gelmiş gözüküyor.

Gerçi her oyunlar döneminde o “denge”yi lehe çevirme umudu ve gayreti vardır, ama bu kez çok daha önemli bu nokta. Çünkü gündem seçim. Yani oyuncuların önümüzdeki sezon baş veya yardımcı rolde mi yer alacakları yoksa figüranlığa mı inecekleri tayin edilmiş olacak. O nedenle bu sonbahardan seçime kadarki dönemde oyuncular ne denli “küçük” oyunlara katılmış olurlarsa olsunlar bu rollerini mümkünse başrol oyuncularına has bir performansla oynamak, gerekirse “rol çalmak” zorunda hissedeceklerdir kendilerini. Komediden trajediye, dramdan vodvile her tür oyunda “yetenekli” olduklarını gösterebilmek de bir yöntem elbette.

Nitekim, örneğin Mehmet Ağar’ın oğlunu evlendirme töreni hemen anında onun da başrol oyuncularından biri olmaya sıvandığı biçiminde değerlendirildi. Düzene katılan davetlilere bakılarak onun başrol oyuncusu adaylığının onaylanıp onaylanmadığı “ölçüldü”.

Ve yine örneğin hemen aynı tarihlerde Çiller’in DYP’si ile - Çiller ile yanyana durduklarında adı daha da bir mana kazanan- Fazilet Partisi, yine pek manalı bir kişilik olan Mehmet Barlas’ın evinde bir “demokrasi cephesi” için konuşmaya oturduklarında, herkesin hemen aklına gelen soru bu oyunda kimin başrol, kimin yardımcı rolde gözükeceği idi. Yapılan açıklamalardan anlaşıldı ki, bu oyunun sahnelenmesine karar verilir ise, başrol oyunculuğu Fazilet Partisi’nin de onayıyla DYP’ye, Tansu Çiller’e ait olacaktır. Yardımcı rolde de gözükse tam bir başrol oyuncusu performansı sergileyeceğinden gayet emin olan FP bizzat kendisi DYP’ye başrol oynaması teklifini yapmış bile olabilir. Son dört yıldaki oyunculuk kariyeri ile DYP ise, 1999 baharının -rol hiyerarşilerini belirleyecek- seçiminden ikinci derecede bir başrol oyuncusu olarak çıkabilmesi için “sonbahar oyunları”nda da başrol oyuncusu gözükmek zorundadır. Çünkü bir parti, oyuncu olarak yetenek ve performansından çok, bu punduna getirip rol kapabilme maharetine, bu kozuna güveniyor sadece. Gerçi oyunlardaki yeteneksizliği, rolünü inandırıcı biçimde oynayamaması onun başrol oyuncusu statüsünü epey indirdi ve aşındırdı ise de, bu rol çalma ve kötü de oynasa dikkat çekebilmeyi, becerme maharetine “tav olanlar”ın sayısı onu başrol çizgisi civarında tutmaya yetebildi şimdiye kadar.

Ama bu kez vaziyet epey kritik olmalı. DYP ve Çiller, bir oyunda değil, içiçe geçmiş iki oyun sahnelemek ve aynı anda iki rolü birden oynamaya bile kalkışıyor. Nitekim özellikle ANAP’a yüklenilmesinin kararlaştırıldığı o “demokrasi cephesi/platformu” buluşmasının ertesinde Çiller, beklendiği üzre ANAP’a saldırıp onun “tekellerin, kartelci medyanın, rantiyelerin ve hattâ kumarbazların” partisi olduğunu ilân etti. Böylece kendisi ve partisi de orta-küçük işletmelerin, taşra burjuvazisinin, küçük basının ve “namusuyla kazanan”ların temsilcisi rolünde oluyordu. Bu rol de inandırıcı olabiliyor muydu ayrı konu ama, hemen ardından Çiller, ANAP’ın solcu bir parti olduğunu, solun liderliğini yaptığını da ilan ediverdi. ANAP’ın iki karşıt sıfatla birden nitelenmesindeki saçmalık elbette Çiller’i ilgilendirmez; onun içiçe geçmiş iki oyununda ANAP dekorunun çift suratlı bir şey olarak durması gerekiyor ya, gerisine boş verebilir. Böylece tekellere, kartellere karşı tiradını attığı birinci oyunundan hemen ikinci oyuna geçip solcu suratlı ANAP dekoruna Türkiye’nin o pek zengin sol karşıtlığı edebiyatının tüm seçme incileriyle haykırmaya başlayabilecekti.

Seyircilerin bu ani değişiklik karşısında “ne oluyoruz”, oyuncumuz gözlerimizin önünde metamorfoz mu geçiriyor yoksa deyip salonu boşaltmayacaklarından emin görünüyor Bayan Çiller. Onlarla bu kadar olmasa bile benzer “deneyleri” oldu ve ne salon boşaldı ne de sahneden indirildi.

Ama şimdi durum biraz kritik. Seyircilerin salonu boşaltmaları veya sahneden indirmeleri şimdilik gündemde gözükmüyor ama, oyuncuların, hattâ en yakın rol arkadaşlarının onu oyundan çıkarmaları ihtimali var. Ya da sürekli rol arkadaşlarının onu yalnız bırakıp başka oyun gruplarına katılma ihtimali.

Hakkında kurulan soruşturma komisyonları ilk iki ihtimale gebe dururken, üçüncü ihtimal -anlaşıldığı kadarıyla Mehmet Ağar üzerinden- devreye sokulmak üzre.

Birikim’in 110. (Haziran) sayısında da oldukça etraflı biçimde anlatıldığı üzre “Susurluk süreci”nde “polis partisi”nin şefi olarak “Ordu partisi”nin zorlamasıyla -da- tecrit edilen Mehmet Ağar, artık bu iki “parti”nin -ikincisinin inisyatifi altında- uzlaşmasını ardına alarak “siyaset sahnesi”ne çıkma aşamasındadır. Onun bu sahnedeki rolü, “laik-İslâmcı” çatışmasında “ortada duran” MHP ve çevresi ile ister istemez “İslâmcı” kesimin yanına itilmiş ve bundan rahatsız büyükçe bir DYP’li kesimin bir biçimde biraraya getirilmesidir. “Ağar’ın düğünü”ne DTP’nin en üst düzeyde katılması, bu girişimin DYP içinden başlatılması halinde, DTP’nin de buna katılma fırsatı bulacağının işaretidir.

Türkiye siyasal tiyatrosunun seyirci ve oyuncular olarak çoğunluğunu oluşturan sağ, merkez-sağda başrol oyuncu ve oyuncu adaylarının ilk ve yedek oyun provalarının sessiz, ama gergin hareketliliği sürerken, kendileri oyun kuracak mecalde olmayan “sol partiler” de ya DSP gibi herhalde ANAP’la kurulacak oyundaki bir yardımcı rolünü beklemekte ya da CHP gibi tek başına oyunda yeterli seyirci toplayamayacağı endişesiyle Brechtyen bir oyun tasarlayıp sahnede olmayan birilerini -örneğin HADEP veya ÖDP’yi- “oyuna katılan seyirci” pozisyonuna ikna etmenin yollarını aramaktadır. Kendilerine bu “katılımcı seyirci” rolü teklif edilebilecek partileri özellikle ÖDP’yi ele almayı gelecek sayımıza bırakalım.

Çünkü galiba tam da şu sıralarda -Ağustos sonları- cereyan etmekte olan bazı gelişmeler -bazı “büyük” Ülkücü babaların yakalanması veya “teslim olmaları”- sağ ve merkez-sağın -orduyu da bu kategoride ele alıyoruz- bu mafyalar dünyasıyla çok boyutlu girift ilişkileri gözönüne alındığında kaçınılmaz olarak toplumun sağ ve merkez-sağ çoğunluğu içinde hayli dalgalanmalar yaratacaktır. Bu “babalar operasyonunun merkez sağ ve sağ için hayli “sıcak” geçecek bu sonbahar başlarken “devreye sokulmuş” olmasının pek de tesadüf olmadığı kanısındayız. Kim(ler) tarafından ve ne tür bir -siyasal- hesapla devreye sokulduğunu bilemeyiz şimdilik, ama Susurluk olayının da gösterdiği gibi bu tür hesaplarla başlatılan bir operasyon o hesapları hayli aşan, hesap sahiplerinin istemediği ve beklemediği sonuçlara da açık ortamlar yaratabilmektedir.

Tahmin ve spekülasyon yapmak yerine önümüzdeki şu bir iki ay içinde gelişmelerin ve ayrıca bunun “seyirciler” üzerindeki etkilerinin çok dikkatli ve titiz bir gözlemcisi olmak, çok daha gerekli ve önemli görünüyor.