Direnişlerin Küreselleşmesi ve Neo-liberalizme Karşı Mücadeleler

Bugün bütün kıtalarda, ekonomik ve toplumsal alanlarda sayısız inisyatif ve toplumsal hareketin, milliyetçi, bölgeci, dinî akımlar tarafından toplumsal çözülüşe karşı gösterilen kültürel tepkilerin tam bir çoğalışına tanıklık ediyoruz. Özetle, dünya ölçeğinde, bir dizi çok çeşitli ve görünüşte aralarında pek de ilişki olmayan kıpırdanmalar toplumsal alanı bir uçtan öbürüne kaplamış durumdadır.

Bu toplumsal olguların gitgide daha fazla ekonomik sistemin meşrûiyetini tanımamaya doğru yönelmelerini tespit ediyor olmamız da çarpıcıdır. Çünkü kapitalizm, görünürde yalnızca sermaye-emek ilişkisinin doğrudan içerdiği işçilerin çıkarlarını değil, ekonomik sistemin mantığı, yani - hammadde fiyatlarının sabitlenmesi, borçlanma, faiz oranları, sermaye kaçışı vb. malî mekanizmalar aracılığıyla dolaylı biçimde zarar gören dünya nüfusunun giderek çok daha çeşitli kesimlerini de hırpalamakta. Şüphesiz her şey bu bilinç düzeyine erişmiyor ama, Seattle’da, Washington, Cenevre ve Prag’da görüldüğü üzere bu olgu belirginleşmektedir.

Elbette, meşrûiyetin reddi yeterli değildir. Alternatifler ileri sürmek gerekir, belirtilmelidir ki bu alanda, direniş ve mücadelelerin kaynamakta oluşu, küçük boyutları aşacak fazla bir şey üretmez. Doğu Avrupa sosyalizminin çöküşü ve çoğu sosyalist rejimlerin pazar ekonomisine giderek daha fazla intibak etmeleri zihinlerin açılmasına pek de katkı yapmış değil. Entellektüel çevrelerde geliştirilmeye çalışılan yeni analizler de eylem düzeyine derinliğine sirayet etmiş sayılmaz henüz.

Çağdaş direniş ve mücadelelerin dinamiğini daha iyi kavrayabilmek için neo-liberal biçimi altında kapitalist ekonominin halihazır küreselleşmesinin bütün dünyada -orta sınıfların geniş katmanları da dahil- halk tabakalarını nasıl etkilediğini özetle hatırlatmak yararlı olacaktır.

ÇAĞDAŞ KAPİTALİST KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE SOSYAL ETKİLERİ

Toplumsal haberleşme, iletişim araçlarının pek çoğunda küreselleşme karşıtı hareketlerden söz edilmekte. Bu ifade ediliş, istensin veya istenmesin sorunun anlamını ifade etmektedir. Gerçekten de politika dışılaştırıcı kutsi, cezbe uyandırıcı kaynaşmalar, milliyetçi veya dinci fundamentalizmler hariç tutulursa, az önce bahsettiğimiz tepki hareketlerinin çoğunluğu insanî ilişkilerin evrenselleşmesine hiçbir biçimde karşı çıkmamakta; sadece bu olgunun ekonomik güçlerce temellük edilmesine itiraz etmektedirler.

Çağdaş Küreselleşmenin Toplumsal Özellikleri: Sermayenin ve ekonomik kararların küreselleşmesi insan hayatının çeşitli yönlerini etkilemekte. Bunun doğrudan doğruya ekonomik düzeyde olanlarını gayet iyi bilmekteyiz, ama kültür, sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim de dahil olmak üzere insan hayatının giderek daha da yaygınlaşan alanlarına piyasa mantığının sokuluşunun da altını çizmek gerekiyor. Bu alanlara duhul eden ticari mantık, bunları bireylerin ödeme gücüne göre mezata çıkarmak için, onların toplumsal mücadelelerle geliştirilerek edindikleri insan hakkı olma özelliklerini zayıflatıyor. Bu mantık kendi içinde yoksulların dışlanmasını, dahası onları bir sadaka nesnesine indirgemeyi içeriyor. Bunu destekleyen bilgi ve haberlerin gitgide çoğalması hiç de şaşırtıcı değil.

İşçilerin en azından kısmen kendi lehlerine esnetmeyi başarmış oldukları toplumsal mücadele kurumları, bugün sermayenin yeniden fethetme konusu haline gelmiş durumda. Bu bahiste önce hem ekonomik hem de siyasal işlevlerine saldırılan devlet var, ardından da giderek -Dünya Bankası, IMF ve DTÖ gibi- malî ve ticari kuruluşlarca yönetilmekte olan ve çok uluslu şirketlerce gerçekten sömürgeleştirilmiş hale gelen uluslararası kuruluşlar ve Birleşmiş Milletler örgütü geliyor.

Bütün bunlar bir birikim süreci mantığına oturuyor ve bu durumu açıklamak için herhangi bir komplo teorisine müracaat etmek de gerekmiyor.

Neoliberalizm, Keynesyen modelin tükenişinin yol açtığı göreli üretkenlik düşüşünün ve periferi ekonomilerin yeniden sömürgeleştirmesini mümkün kılan yeni fırsatları takiben, sermayenin yoğunlaşma kapasitesini yeniden gerçekleştirmek için uygulanan yeni stratejiden başka bir şey değildir. Bu strateji, ona ekonominin kendisininkinden başka temeller üzerinde örgütlenmesi yönündeki tüm girişimlere karşı baskı uygulayabilme imkânı vermiştir. Dolayısıyla söz konusu yoğunlaşma sürecinin hızlanması, bir yandan emeğe öte yandan da devlete karşı yönelen ikili bir saldırı anlamına geliyordu. Bu amaçla ekonomik, kültürel, siyasal ve askerî tüm araçlar kullanıldı.

Direnişlerin Çeşitlenmesi, Yaygınlaşması ve Ayrışması: Bu hareketlerin çeşitlenmesi, sermaye-emek ilişkisine doğrudan dahil olmayan kurban toplulukların sayısının artışıyla açıklanmaktadır. Bahsedilen doğrudan olmayan ilişki milyonlarca insan için söz konusudur ve bunlar kendilerini küresel ekonomiyle birleştiren bağların bilincinde olmadıkları gibi, bunun kendi varoluşları üzerindeki yıkıcı etkilerini de hissetmemektedirler. Gerçekten de bu sonuçlara yol açan bağlantılar açıkça görülebilir değildir ve örneğin monetarizm ile halk kitlelerinin satın alma gücü kayıpları, malî cennetler ile istihdamın azalışı arasındaki bağlantıyı kurmak için analiz ve soyutlamaların somut gerçekliklere uygulanması gerekmektedir.

Direnişlerin yaygınlaşması kapitalist ekonominin küreselleşmesinin sonucudur. Yoksullaşmanın daha ziyade kadınlarda belirgin oluşu feminist hareketlerin radikalleşmesine, ekolojik zenginliklerin özelleştirilmesi ve tahribi, çevre korumacı gruplar yaratılmasının teşvikine, kültürel yıkımlar çoğu kez gerici tepki hareketlerine yol açıyorken, bütün bunlara uyarlı bir analiz eşlik etmiyor.

Ayrışma, coğrafi ve sektörel ayrılıkların ürünüdür. Oysa direnişler asıl olarak hâlâ yerel nitelikteyken sermaye özellikle çağdaş kapitalist birikimin neo-liberal sahasına egemen olan malî sermaye, kendi yeniden üretiminin maddi temellerini giderek artan biçimde dünya ölçeğinde temellük ediyor. Direnişlerin toparlanması gibi bir eğilim var ve her ne kadar bugün internet yeni iletişim imkânları veriyor ise de, araç yokluğundan dolayı toparlanma hayli zordur.

Direnişlerin alan farklılıklarına göre ayrışmasına gelince, bu kapitalist mantığın sonucunun bir parçasıdır. Gerçekten de bu hareketler arasındaki en büyük ayrım çizgisi, toplumsal olarak doğrudan emek-sermaye ilişkisine oturanlar ile bununla ancak dolaylı biçimde ilişkide olanlar arasındadır. Yapısal olarak barikatın aynı tarafında olmalarına rağmen her birinin özgül çıkarı ötekilere zıt değilse de çok farklı görünmektedir. Öte yandan sermayenin çıkarı, emeğin örgütlü kesimlerinin (sendikaların) eylemlerinin kayıtdışı veya yeraltı ekonomisinden gelenlerinki ile uzlaşmaz zıtlık içinde olduğunu göstermektir. İlk bahsettiklerimizin (ünlü emek aristokrasisi) ikinciler karşısındaki imtiyazlarından bahsetmek kolaydır gerçekten de. Kadınlar, yerli halklar, küçük çiftçi ve esnaflar, ekolojist hareketler, kültürel örgütlenmeler vb. diğer kesimler toplumsal üretim ilişkileri düzeyinden hareketle verilen mücadelelere hayli yabancı görünmektedir. Bunların o bilinen kaypaklıkları, içlerinden her birinin uyumlu bir birliktelikle çatışmaları için bir baskı/cevap stratejisi geliştirmeyi hayli kolaylaştırdığından piyasa egemenliği ve onun siyasal geleceği açısından gayet kullanışlıdır.

Tüm bu direnişler sivil toplum denilen şeyin tezahürleridir. Ancak burada sivil toplumun daha alt katmanları da eklenmiştir. Gerçekten de Gramsci tarafından gayet belirgin biçimde yerli yerine oturtulmuş bu kavram, hayli titiz bir biçimde hem ekonomik alanın devlete müdahil aktörlerini tanımlamak hem de sivil toplumu iyi ve övgüye değer olan her şeyle, yani NGO’la.. gönüllü kuruluşlar, dinî örgütlenmelerle vs. sınırlayacak bir içerikle temellük edilmiştir. Oysa kavram bir toplumsal mücadeleler alanını işaret eder. Kavramın yararlı kullanımı için analitik anlamını yeniden yerli yerine oturtmak gerekir.

Bugün, toplumun bağrında çeşitli kesimler arasında bir ortak davranma başlangıcına tanık olduğumuz doğrudur. Bu, daha önce belirttiğimiz gibi çeşitli toplantılarla kendini göstermektedir. Bu düşünüşü teşvik etmek ve teorik olarak derinleştirmek için yapılan girişimler arasında, 1999’da toplanan farklı beş kıtadan, farklı beş alanın önemli toplumsal hareketini, Brezilya’nın topraksızlarını, Güney Kore işçi sendikalarını, Burkina Faso’nu tarım kooperatiflerini, Quebec Kadın Hareketi’ni ve Fransa’nın işsizlerini biraraya getiren “Öteki Davos” adlı toplantıyı işaret edebiliriz. Alternatifler Dünya Forumu, ATTAC, DTÖ’ne karşı komite tarafından düzenlenen Le Monde Diplomatique’in desteklediği bu toplantı, Samir Amin, Francois Chenais, Ricardo Petrella, Suzan George, Bernard Cassen gibi bazı analizcileri de bir araya getirmiş ve çeşitli dillere çevrilen bir kitapla sonuçlanmıştı.

YÖNEŞME, AMAÇ BİRLİĞİ STRATEJİLERİ

Dünya ölçeğindeki mücadele ve direnişlerin güncel gereksinimlerine çok daha uygun gözüken bir süreç söz konusu olduğu için, eğilimsel olarak çoğul tarzda yöneşmelerden söz ediyoruz. Bu nedenle bir strateji ihtiyacından konuşmak için ilkin yöneşme tiplerini ele alacağız.

Yöneşme, Amaç Birliği Tipleri: Bizzat, kendi birikim sürecinin yeni safhasına tekabül eden çağdaş kapitalist ekonominin küreselleşmesi tarafından etkilenen kesimlerin çeşitliliği, farklı direniş güçleri arasında bir eklemlenmeyi gerektirmektedir. Buradan, özellikle söz konusu hareketlerin kurumsal olarak bulundukları yerlerde alınacak toplu kararlarda ağırlıklarını duyurmak için Seatle’daki, Dünya Bankası’nın Washington’daki ve BM Sosyal Zirvesi’nin Cenevre’deki toplantıları esnasında embriyon halindeki olan da budur. Gerçekten stratejik bir yöneşmeye ulaşabilmek için katedilecek daha uzun bir yol var ve bunun için böylesi bir hareket açısından, örneğin hareketlerin ve bunların ilişki ağlarının -internet sayesinde- sürekli envanterlerinin tutulması, gerekli ilişkilerin örgütlenmesi ve sistematik bilgi yardımlaşması gibi, kaçınılmaz araçların oluşturulması gerekecektir.

İkinci tip yöneşme, bakış açıları farklılığının gereği olanıdır ve belli noktalar üzerinde ittifaklar oluşturma biçiminde olur. Burada söz konusu olan farklı bakış açılarından hareketle somut hedefleri gözeten taktik bir yöneşmedir. Dolayısıyla geçici süreler içindir ve çok farklı bilinç düzeyindeki örgütlenmeleri bir araya getirmiş olabilir. Üçüncü Dünya’nın borçları konusu örneğin, sol siyasal birliktelikler kadar çoğu kez hayli tutucu olan kiliseleri de harekete geçirmektedir.

Bu tespitler, hakikatin tamamını elde tutan tek bir öncü partinin artık bir anlamı olmadığını düşünmeye götürür. Ancak bu, herkesi aynı sepete koyan ve yalnızca durumların özgüllüğünü, bireylerin şu andaki hikâyesini hesaba katan post-modern akımlara haklılık veren bir mutlak görelilik anlamına gelmez.

Açık Hedefler Üzerinden İşleyen Bir Strateji: Bugün “küreselleşme karşıtı” denilen gülünçleştirilmesi kolay ve dolayısıyla üstesinden gelinebilir ve parçalanabilir bir folklorikleşme tehlikesine doğru gitmekteyiz. Dikkate alınmalıdır ki; böylesi bir eğilim masum olmaktan uzaktır ve toplumsal hareketlerin bu yönde sürüklenmelerinin bedeli ağır olacaktır. Her toplumsal hareketin kendi kültürünü taşıması, bugün hareketlenen gençlerin geçmiş gösterilerin sertliğinden henüz geçmemiş oldukları doğrudur ama anlamlı eylem biçimlerinin anlamın içeriğinin yerini alamayacağı da bir gerçektir.

Öte yandan tüm direnişler, zorunlu olarak anti sistemik yani şu veya bu biçimi altında kapitalist sistemle savaşma amaçlı değildirler. Daha önce her türden fundamentalizmlerden söz etmiştik ki, bunlar gerçekten de genel olarak kapitalist piyasanın toplumsal ilişkilerinin kültürel etkilerine direnmektedirler, ama sorunlarına kültürel bir düzenleme içinde çözüm aramaktadırlar. Periferi ülkelerde de kastlar, etniler, babaerkil yapılar gibi kapitalizm öncesi ilişkileri referans alan sayısız mücadele var. Bu mücadeleler, kapitalist toplumsal ilişkilere doğrudan dahil edilmemiş olan ve büyük ölçüde (yapısal ayarlama programları, sosyal koruma önlemlerinin kaldırılması, ihracata dönük tarımsal üretim ve fiyat düşüşleri vb.) ekonominin küreselleşmesine bağlı bir yoksullaşma sürecine itilen yığınlarla ilişkilidir ve kendi toplumsal tahayyülleri ile yürütülmektedir. Kuzey toplumlarında ise toplumsal hayatın otomizasyonu, tüketim kültürünce kuvvetlendirilen piyasanın ve onun bireyselleştirici etkisinin, egemenliğinin sonuçları söz konusudur ve bu, kimi inisyatifleri şüphesiz geçerli ama birliktelikten koparılmış özgül hedefler üzerinde yoğunlaşmaya götürmektedir.

Dolayısıyla hedeflerin belirlenmesi ve bu amaçla durumların analiz edilmesi zorunludur.

Sürekli Bir Analiz: Bugün neo-liberal biçimi altında küreselleşmiş kapitalist ekonomi, onu karakterize eden toplumsal ilişkiler incelenmeksizin anlaşılamaz “Alternatifler Dünya Forumu’nun Güncel Projesi”. Aşağıdan görülen dünya durumu’nun gereklilik nedeni budur. Onların stratejilerini analiz edebilmek için buna toplumsal hareketlerin ve ilişki ağlarının büyük miktardaki bilgi ihtiyacını da eklemek gerekir.

ALTERNATİFLER TANIMI

Alternatifler diye çoğul bir sözcük kullanmamızın amacı şudur: Aslında, a priori olarak tüm çözümleri içeren tek bir katı modelden söz etmek artık söz konusu değildir. Kapitalist ekonomik örgütlenmenin post-kapitalizme geçişi uzun dönemli bir süreçtir. Bir ipucu ile sürekli ve kollektif biçimde oluşturulacak alternatifler söz konusu olduğunda bu ipucuna, kelimenin olumlu anlamıyla ütopya diyebiliriz. Çünkü neo-liberal ideolojinin tam aksine alternatifler vardır.

Dolayısıyla söz konusu olan, birincisi ütopya, yani nasıl bir toplum istiyoruz sorusu düzeyinde olmak üzere çeşitli düzeylerde alternatifler oluşturmaktır. Küresel ve kollektif biçimde tanımlanmış olan teşvik edici proje işte bu ütopyadır. Etik bir boyut içermeli ve çoğulcu bir temele sahip olmalıdır. Geçmişin silinip atılması ve sosyalizm deneyimlerinin ve düşüncesinin kazançlarından bihaber olmak söz konusu değildir. Ancak bu amaç için dinî ve felsefi geleneklerin tarih ve kendi kültürleri içinde getirebildikleri de savsaklanamaz. Bununla birlikte, uzun dönemde realist olmak için ütopya post-kapitalist olabilir sadece. Var olan toplumsal ilişkilerin basit bir insanileştirilmesiyle ya da ekonomik neo-klasisizmin veya sosyal liberalizmin önerdiği düzenlemelerle de yetinemez.

Öte yandan somutlaştırılmak için ütopya orta ve kısa vade hedeflerini belirginleştirmek zorundadır. Ekonomik, politik, ekolojik, toplumsal, kültürel... kollektif davranışların somut alanlarına oturtmalıdır kendini. Bu önerilerin çerçevesi içinde detaylara girmeyeceğiz. (Ama) bu belirginlik, daha önce, somut toplumsal ilişkilerin ve etkilerinin analizi ile post-kapitalist bir hedef olarak ifade ettiğimiz iki temel ilkeyi çıkmaza sokabilecek değildir. Bu başlık altında birçok somut öneri, kapitalizm daha insanî bir yüz vermek isteyenlerin önerdiği düzenlemelere benzeyebilecek ama burada çok farklı bir felsefe olacaktır. Neo-Keynescilikle post-kapitalizm arasındaki tüm farklılıktır bu.

Direniş ve mücadelelerin küreselleşmesinin dünyada halen var olan inisyatifleri basit bir eklenti olmanın ötesine geçirecek ve milyonlarca insanın hoşnutsuzluğuna örgütlü bir nitelik kazandıracak perspektifi budur. Direnişler elbette her yerde ortaya çıkıyor, ama bunlara uzun vadede etkinlik kazandıracak olan herhangi bir tür küreselleşme değildir. Yol uzun ama mümkündür.

http://www.otherdavos.net/forum