6. Dünya Sosyal Forumu'nun Latin Ayağının Ardından

Daha önce dört kez Brezilya, Porto Alegre’de, bir kez de Hindistan’ın Mumbai şehrinde düzenlenen Dünya Sosyal Forumu (DSF), bu sene 19-23 Ocak tarihleri arasında Afrika forumu olarak Mali, Bamako’da, 24-29 Ocak tarihleri arasında Venezuella, Caracas’ta gerçekleştirildi. Diğerleri ile eşzamanlı olarak Pakistan’ın Karaçi kentinde yapılması planlanan Sosyal Forum ise, Pakistan’da yaşanan deprem nedeniyle Mart ayına ertelendi.

2001 yılında Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’na alternatif olarak Brezilya’nın Porto Alegre şehrinde start alan Dünya Sosyal Forumu, altıncı yaşına tarihinde ilk defa çok-merkezli bir kutlamayla girdi. Öncesinde doğduğu şehir olan Porto Alegre’de dört kez, Hindistan’ın Mumbai (Bombay) kentinde de bir kez düzenlenen DSF bu yıl üç kıta üç merkezi içine alan bir coğrafyada çok-merkezli olarak düzenlenmiş olacak (Karaçi toplantısı da nihayete erdiğinde). Bir olasılık, Avrupalılara bu sene üç kıtaya dağılma olanağı vermek için Avrupa bu ayaklara dahil edilmedi. Malum, gezegeni turlama kapasitesi en yüksek “forumcu” Avrupa’da ikamet ettiğinden, organizasyon komitesi zengin kıtanın aktivistlerinin vize ve finans bariyerlerini aşarak tüm ayaklara da dahil olabileceğini tahmin ettiler.

29 Ocak Pazar günü sona eren, 6. çok merkezli Dünya Sosyal Forumu’ndan birinin ayağı olan Caracas’taki toplantıya akredite olan 80 bin katılımcı, 2000’e yakın etkinliği (atölye çalışmaları, sunumlar, seminerler, paneller) izleme olanağı buldu. 2.500 örgütten 19 bin delegenin hazır bulunduğu forumun iyi işleyebilmesi için, 3 bine yakın gönüllü forum bölgelerinde katılımcılara yardımcı olmaya çalıştılar.

Forum yalnız atölye çalışmaları ile de sınırlı değildi. Tüm bu etkinliklerin yanında, kentin birçok bölgesinde sürekli olarak takip edilecek kültürel etkinlikler, sergiler ve konserler de vardı. (Bir konunun altını ehemmiyetle çizmek gerekir. O da Latin Amerika’nın hangi köşesi olursa olsun, dahil olacağınız politik bir aktivitede, yoğun dans ve müzik sağanağı altında kalmanız yüksek olasılık. Ve tecrübeyle sabittir ki, bundan zerre rahatsızlık duymuyorsunuz. Lakin sağlıklı bir sosyal forum takibi, kendinizi bu keyif alanlarından uzak tutma kapasitenizle de doğru orantılı.)

Bunların yanında MST (Brezilya Topraksızlar Hareketi), Via Campesina (Uluslarası topraksız ve küçük topraklı tarım işçileri ağı), Caritas gibi örgütlerin kamplarının yanında Küba, Kolombiya ve Brezilya kampları da katılımcılara -forum süresi boyunca- kamp olanakları dışında yiyecek-içecek ve sosyal-kültürel etkinlikler gibi “önemli” hizmetleri de sağladılar. Her sene olduğu gibi, “Gençlik Kampı” bu yıl da kendi alanı, konuları ve eğlenceleri ile gezegenin birçok köşesinden gelen genç ziyaretçilerini ağırladı.

Foruma paralel olarak düzenlenen Dünya Parlamenterler Forumu, Dünya Yerel Yönetimler Forumu gibi geniş katılımlı etkinliklerin düzenlediği 6. Çok Merkezli Dünya Sosyal Forumu’nu 4 bin 900 gazeteci izledi. Foruma en yüksek katılım ise başta ev sahibi ülke Venezuella’dan olurken, bunu Kolombiya ve Brezilya takip etti.

Yaklaşık 100 örgütten oluşan Hazırlık Komitesi’nin aldığı kararla, seneye Kenya’nın başkenti Nairobi’de düzenlenmesine karar verilen DSF, yaşanan her türlü olumsuzluklara ve organizasyonel problemlere rağmen her sene olduğu gibi bu sene de toplumsal hareketlerin ve sivil toplumun deneyim ve fikirlerini paylaştıkları, somut işbirliklerine ve koalisyonlara karar verip, etkili protesto mekanizmaları yarattıkları gezegenin en “kalabalık ve sosyal sınıf”ı olmayı başardı.

On binlerce aktivistin katıldığı forumda; barış aktivistleri, topraksız köylüler, sendikacılar, öğrenciler, çevreciler, yerli hakları savunucuları, kadınlar, adil ticaretçiler, ve daha birçok aktivist atölye çalışmalarıyla mücadelelerinden toparladıkları yerel deneyimleri birbirleriyle paylaşırken, bölgesele ve küresel olarak geliştirecekleri işbirliği biçimlerini de tartıştılar ve bazı somut sonuçlar da çıkardılar. Başta ABD ve savaş politikaları olmak üzere, G8, IMF, WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi zengin klüpler bu sene 6. Dünya Sosyal Forumu’ndan çıkan bu somut kararlarla ciddi muhatap olacak gibi gözüküyor.

Birkaç örnekle, konuyu açalım: Misal; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Code Pink (Kod adı Pembe) adlı örgüt, “Kadınlar Savaşa Hayır Diyor” başlığı altında toplaya geldikleri imzalarını dünyanın birçok köşesindeki ABD elçilik ve konsolosluklarına “takdim edecekler.” Örgüt hem imza toplama sürecinde hem de takdimler esnasında gezegenin tüm toplumsal hareketlerini (erkekler de dahil) yanlarında görmek istiyorlar. Misal; Sosyal Forum içerisinde düzenlenen “Toplumsal Hareketler Asamblesi”nde alınan karar ışığında; 18 Mart, tüm dünyada, Irak’taki ABD işgalinin ve savaş politikalarının protesto edileceği gün olacak. Bu tarihten, yaklaşık bir hafta sonra da Kahire, Mısır’da 24-27 Mart tarihlerinde, ABD işgaline ve savaşa karşı 5 gün sürecek uluslararası bir konferans düzenlenecek.

Forum vesilesiyle 2006 senesinde yapılması kararlaştırılan ulusal, yerel, bölgesel, kıtasal ve küresel yüzlerce eylem, kampanya, etkinliği bir kenara koyup iki kampanyadan daha bahsedip, forumun diğer anlamları üzerine konuşmaya devam edelim: 17 Kasım’da düzenlenecek olan Dünya Öğrenciler Günü’nde, parasız, halkçı ve seküler eğitimin savunulması ve ABD’li aktivist Ariana Flores önerisi ile: “Katil Coke” kampanyası ve protestosu. Yani, kısaca Kolombiya’da 8 sendikacının öldürülmesinde parmağı olduğu ve işçi haklarını ihlal ettiği konusunda ciddi iddialara muhatap olan Coca-Cola şirketinin protesto edilmesi.

DSF’NİN GELECEĞİ VE

GEZEGENENİN

BAŞAĞRILARI

Gezegenin en maharetli ve etkin aktivistinin bile tümünden haberdar olması imkansız olan 2 bine yakın konu ve gündemin dağıldığı alanlar, her zaman olduğu gibi 6 tema altında toplanmıştı. Bunlar:

• İletişim, kültürler ve eğitim: Dinamiklerin demokratikleştirilmesi ve alternatifler

• Çeşitlilik, kimlikler ve hareketimizden genel görüntüler

• Emperyalist stratejiler ve halkların direnişi

• İktidar, politikalar ve toplumsal özgürleşme için mücadele

• Doğal kaynaklar ve yaşama hakkı: Yağmacı sivil modellere karşı alternatifler

• Emek, sömürü ve yaşamın üretimi

Bu gündem maddeleri altında, 2 .500 örgütten oluşan “küresel toplumsal hareket camiası”, birbirleriyle gezegeni, melanetleri, çözüm önerilerini olası işbirliği projelerini konuştular.

Kanaatimce, en manidar tartışma ise; Sosyal Forumun dünyanın gündemine çıktığının iki sene sonrasından beri, özellikle Latin Amerikalılar ve Avrupalılar arasında vuku bulan “forumun yan anlamları” üzerine olan muhasebeler, bu yıl her zamankinden daha çok kendini hissettirdi. Hatta Venezuella (yeni resmi ismi Venezuella Bolivar Cumhuriyeti) devlet Başkanı Hugo Chavez’in de bir şekilde dahil olduğu ideolojik ve yöntemsel tartışmanın merkezine yerleşen; forumun politik bir örgüte ve somut perspektiflere er geç kavuşması gerekliliği ile sürecin daha yavaş olması ve forum alanın deneyim paylaşımını, çoğulculuğu, katılımcılığı ve kapsayıcılığı öncelemesi gerekliliği arasına yerleşen iki farklı görüş idi. Ki bu tartışmanın daha çok süreceği aşikar.

Nispeten eski gücünü yitirdiği ve Venezuella’da düzenlenmesiyle Chavist (ki forumun 14 maddeden oluşan prensipleri dikkate alındığında, DSF’nin devlet başkanlarına, politik partilere, bakanlara ve bilumum resmî ekiplere kapalı olduğu herkes tarafından bilinir) havadan etkilendiği eleştirileriyle muhatap olan forumun geleceğini, organizatörlerinden dinlemek istedim. Asya ve Afrika temsilcilerinin yaptığı teknik konuşmanın yanında, Venezuellalı konuşmacı Jacobo Torres de Loan, ‘forum organizasyonu kültürü olmamalarının dezavantajından’ bahsederken, forumun Chavizm etkisi altına girmesini kendilerinin de istemediklerini ve devletin bu konuda hiçbir faaliyetinin olmadığını söyledi.

Forumun nereye gittiği konusunda ise en ilgi çekici görüşler Dünya Sosyal Forumu fikir-babalarından olan Brezilyalı Candido Gryzbowski tarafından dile getirildi. Politik ve kültürel çeşitliliğe, çoğulculuğa ve çoklu temsile (DSF’nin somut hedeflere sahip ve ortak politik perspektif taşıyacak bir yapıya dönüşmesi için daha erken olduğunu düşünenlerin en yaygın kelamı) sürekli vurgu yaptığı konuşmasında, sosyal hareketler ve örgütler olarak, Müslüman bir ülkede forum yapma fikrini ciddi ciddi tartıştıklarını söyledi. Özellikle Avrupa ve Amerika’da da yaşayan “Müslüman Toplumu”nu da etkin katılımını sağlayacakları bir mekanizmanın -en kısa zamanda- yaratılmasının da son derece önemli olduğunu söylerken, en çok bu toplumların terörle savaş altında, yabancı düşmanlığına, toleranssızlığa ve ırkçılığa yoğun bir şekilde muhatap olduğunu da sözlerine ekledi.

Avrupa basınında Hz.Muhammed’in karikatürün yayımlanması ile neredeyse tüm İslam ülkelerini saran şiddet-yoğun, Müslümanların yaşadığı Avrupa ülkelerini de içine alan mutedil protesto dalgası dikkate alındığında, “Doğu”nun “direniş biçimleriyle” kurulacak, Batılı kodların hegemonyasından azade empatik ilişkinin gezegenin geleceği için ne kadar yaşamsal olduğu, herhalde hepimizce aşikar. Bu vesileyle, Dünya Sosyal Forumu’nun Doğulu (şiddet tartışmasını da dışlamadan), özellikle de İslamcı toplumsal hareketleri de kapsayacak mekanizmaları zorlaması, geleceğin (hem teorik hem de pratik olarak) en heyecan verecek gelişmesi olacağını düşünüyorum.

İŞGAL TOPRAĞINDA “İŞGALCİ”Yİ PROTESTO

Forumun ilk gününe damgasını vuran ve forum için özel çıkartılan Terraviva (Ne yazık ki, her şey gibi o da İspanyolcaydı) gazetesine manşet olan toplantı ise, ABD ordusunda asker olan çocuklarını savaşta kaybeden bir baba ve annenin oldukça duygulu toplantısı idi: Fernando Suarez ile Cindy Sheehan, “United for Peace and Justice” ile “Code Pink”in ortak olarak düzenlediği toplantıda, çocuklarını kaybetmekten çok, Iraklı çocukların ve sivillerin savaştan nasıl etkilendiklerini ve onlara yardım etmek için işgale ve Bush politikalarına karşı küresel olarak direnmek gerektiğini söylediler.

Suarez, oğlunu savaşın başlamasından hemen sonra kaybediyor ve ardından Irak’a gidiyor. Savaş bölgesine giden ilk ebeveyn. Şu anda ise, hayatının büyük bir çoğunluğunu, ABD liselerinde ve yüksek okullarında gençlere savaşa ve orduya katılmamaları için konuşmalar yaparken geçiriyor. Bizdeki tabirle, oldukça sıkı bir “halkı askerlikten soğutucu”...

Her sosyal forumun o yılki toplantıya damgasını vuran, ünlüleri olurdu. Bir yıl Jose Bove, bir yıl Noam Chomsky, bir yıl Arundathi Roy, bir yıl Eduardo Galeano, vb. Bu yılda foruma damgasını vuran iki kişi vardı. Biri (doğal olarak) ev sahibi ve Venezuella devlet başkanı Hugo Chavez, ki forumun prensipleri gereği damgayı dışarıdan vurmak zorunda kaldı, diğeri ise Amerikalı barış aktivisti Cindy Sheehan’dı. Malum, oğlunun kaybettikten sonra Bush’un Teksas’taki çiftliğinin önünde çadır kuran o ünlü asker annesi. Diğer bir deyişle, yürüttüğü bireysel eylemle ABD’de düşüşe geçen savaş karşıtlığına ciddi bir ivme kazandıran ve önemli bir kamuoyu desteğine münevver olan bir aktivist. Sheehan, Suarez’den sonra söz alıp, oğlunun anısını ancak barışı ve adaleti yayarak kutsayacağını belirtti ve devam etti: “Mücadeleyi asla bırakmamalıyız. Bir daha aynı şeyleri yaşamamak için tüm gücümüzle mücadele etmeliyiz. Uluslarımızın ekonomisini, savaş ekonomisinden barış ekonomisine çevirmeliyiz... Herkesin ekmek, giysi ve ev sahibi olmasını sağlamalıyız. Dünyada her insanın nesi varsa paylaşmayı öğrenmesi lazım. Adaleti bulmak, barışı bulmakla aynı şeydir...” İkisinin de, yaşadıkları yeri tanımlarken kullandıkları cümle ise oldukça ilginçti: “İşgal altındaki Meksika toprağında yaşıyorum: Kaliforniya’da...”

Önceden de belirttim, burada bahsi geçen toplantılar, forumun genelinden ufak kırıntılar. Lakin, tamamen subjektif değerlendirmeler neticesinde izlediğim ve önemli bulduğum toplantıları da aktarmanın faydalı olacağını düşünüyorum. İşte bu katıldığım toplantılardan biri de; “Yağmacı Kapitalizm ve Toprağın/İnsanoğlunun Temel İhtiyaçları” paneli idi. Bizde Kürt meselesi ile ilgili çıkışları nedeniyle çok da muhabbetle anılmayan ama Latin Amerikalı toplumsal hareketleri nezdinde son derece popüler olan Daniella Mitterand’ın da katıldığı toplantıda “Madam”a niyet Uruguaylı aktivist Silvia Robeiro ile Bolivya yerlisi aktivist Oscar Oliviera’ya kısmet bir deneyim yaşamış oldum.

Silvia Robeiro, trans-genetik tohum ve nano-teknoloji ile toprağın ve insanın kâr uğruna yok edilmek istendiğini inanılmaz örneklerle açıklarken, “Marketlerde satılan 700’e yakın üründe, laboratuvarlarda üretilen bu “nano” ürünlerin bulunduğunu ve doğal çevremize ait olmayan bu ürünlere karşı da insan bünyesinin ciddi tepkiler verdiğini” de öğreniyorduk. Uruguaylı aktivist konuşmasının sonunda ise, çokuluslu şirketlerin bize ihtiyacı olduğunu ama bizim onlara ihtiyacımız olmadığını ve bu şirketlere karşı mücadele edip iyi bir dünya için umudumuzu korumamız gerektiğini söyledi.

Bolivya yerlisi Oscar Oliviera ise Evo Morales’i iktidara taşıyan hareketin en önemli parçalarından birinin, Bolivya’nın Cochabamba bölgesinin suyunu özelleştirmeye çalışan ulusötesi şirkete karşı verilen meşakkatli mücadele ve bunun sonunda elde edilen zafer olduğunu ifade etti. Suyun özelleştirilmesinin ne kadar ciddi bir mesele olduğunu ise, bir And yerlisine yakışır şekilde etkileyici bir metaforla kuvvetlendirdi: “Su, doğa anamızın kanıdır. Onu özelleştirmek varoluşumuzu köleleştirmek demektir, bu yüzden suyu hayatımızı savunur gibi savunduk, savunmaya da devam edeceğiz...”

AŞINAN YOLLARDAN “İKTİDARLAR”A

Her ne kadar mevzu Dünya Sosyal Forumu ise de, Latin Amerika’nın herhangi bir ülkesinde düzenlenen forumdan bahsederken konuyu bu kıtanın “sosyalizm” ve “toplumsal hareketler” tasavvurlarından azade kılmak pek olası olmuyor. Ki, kendi ülkesinin “makus demokrasi tarihi” kadar Latin Amerika’nın da tarihine oldukça teşne bir memleket evladı olarak, mevzuyu ne yapıp ne edip “Neler oluyor? Simon Bolivar’ın hayali ile Che’ninki mi birleşiyor acaba?”ya getiriyordum. Lakin, birazcık külliyat taraması, program okuması ve tarihsel takip neticesinde, Latin Amerika’nın 21. yüzyıla “sol”dan çaktığı selamın çok da yeknesak olmadığına kanaat getiriyordum. Şöyle ki: Konumuz, Latin Amerika’da yükselen sol hareketler ve kazanılan seçimler olunca, şu alt başlığı da düşmekte fayda var: “Birkaç sol var soldan içeri”. Bachelet’in solu ile, Evo Morales’in solu birbirinden ne kadar farklı ise, Chavez’in solu da Lula’nın solundan o kadar farklı.

Belki de ortak noktaları, dıştan gözüken yüzleri, yani ABD ile işbirliği konusunda can atmamaları, diyebiliriz. Lakin programatik olarak hiç de aynı yolun yolcusu gibi durmuyorlar. (bu konu oldukça genişlemeye meyyal. Mevzunun hakkını verebilmek için, hattı en kısa zamanda terk etmekte fayda var.)

İşte böyle bir havada, 6. Çok-Merkezli Dünya Sosyal Forumu, Şehir Üniversitesi’nden Paseo Los Proceres meydanına kadar yapılan açılış yürüyüşü ile resmen başladı. Oldukça renkli geçen yürüyüşün, öncekilerden farkı, katılımın daha az olmasıydı. Bunun nedenini bu sene forumun 3 merkezde yapılıyor olmasına bağlasak da, “resmî” olarak desteklenmesine rağmen, Chavez’e bu denli muhabbet gösteren Venezuellalı kardeşlerimizin belli ki yurtdışından gelen dostları ile turlamak konusunda çok da istekli değillerdi.

Beklenen katılımı gösterememiş olmalarına rağmen, ev sahipleri yine de kortejin en kalabalık grubuydu: Onlardan sonra sırasıyla Brezilya delegasyonu, Kolombiyalılar, Bolivyalılar, Kübalılar, Arjantinliler ve diğer Latin Amerika ülkeleri geliyordu. Amerikalı, Kanadalı ve Avrupalı aktivistler ise, birkaç pankartın dışında tüm eyleme dağılıp, her kortejden tat almaya bakıyorlardı. Ki buna da değerdi.

Pankartlarda yükselen belirgin konular ise, başta ABD ve George Bush olmak üzere savaşın, emperyalizmin, ırkçılığın, ayrımcılığın yerel, bölgesel, evrensel muhataplarına karşı yükseltilen öfke idi.

Bunun yanında Amerika’nın Latin Amerika’da ısrarla uygulamaya koymaya çalıştığı ve Peru, Meksika, Kolombiya dışında çok da destekçisinin kalmadığı FTAA (Free Trades Areas Agreement-Serbest Ticari Bölgeler Anlaşması), Kolombiya Planı, WTO tarım politikaları gibi anlaşmalar da eylemcilerin öfkesinden nasibini aldı.

‘Yürüyüşte kimler vardı’ sorusu zor bir soru olacak. Genelleme yapıp, mevzudan uzaklaşalım: Başta Latin Amerikalı aktivistlerden mütevellit bir “cemaat” içinde topraksız köylüler, savaş karşıtları, feministler, öğrenciler, kadınlar, çevreciler, kampanyacılar (iklim değişikliği, patent terörü, AIDS, çocuk hakları, adil ticaret, temiz enerji, vb...), sendikacılar, işçiler, alternatif iletişimciler, silahlanma karşıtları ve Simon Bolivar, Che Guevara, Hugo Chavez, Fidel, Evo Morales ve Filistin ve Irak ve daha niceleri eylemde cismen ve ruhen hazır ve nazır idiler...

BOLİVAR’IN “VARİSİ”: HUGO CHAVEZ

Her ne kadar DSF’nin politik partilerden ve devlet başkanlarından bağımsız olduğunu kabul etsek de, forumun düzenlediği ülkedeki siyasi ortam kendisi bir türlü bu meselenin dışında koyamadı. Hele, toplantının adresi de siyasi cepheleşmenin son 7 senede oldukça netleştiği ve keskinleştiği Venezuella olunca, forum geçmişten farklı olarak ilk defa bu sene, siyasal çekişmenin enstrümanı haline getirilmeye çalışıldı. Özellikle Chavez karşıtı cephenin en önemli taşıyıcılarından olan “büyük medya”, forumun kente nasıl yük olduğu, gündelik hayatı ne denli zorlaştırdığını birbirinden “maksatlı” ve “angaje” haberlerle “manşetten” duyurmaya çalışırken, Chavez yanlıları da forumculara muhabbet göstermenin türlü yollarını kovalıyordu.

Muhalefet daha forum başlamadan düzenledikleri (katılımcıların tabiriyle geçmişten çok daha zayıf) gösteri ile Chavez’i protesto ederken, El Nacional (muhalif cephenin önemli gazetelerinden) düzenlediği önden-motive anketle Caracas halkının %70’nin, tek amaçları Chavez’e “destek olmak” olan forumcuları kentte istemediğini duyuruyordu. Velhasıl, forumcular olarak biz de istemeden de olsa siyasi kamplaşmanın gönülsüz muhatapları oluveriyorduk.

Tesadüf oldu; ilk üç günü anti-Chavez cephenin simalarıyla muhabbetle geçirdim. Görüşme yaptığım insanlardan biri de Venezuella Komünist Partisi’nin uzun yıllar genel sekreterliğini yapmış, 1948-58 yılları arasındaki Perez Jimenez diktatörlüğüne karşı silahlı mücadele içinde de yer almış, sonradan da partiden ayrılarak 1970’de Sosyalizme Hareket Partisi’ni (MAS) kurmuş Pompeye Marquez’di. Hapisten beraber kaçtığı ve MAS’ı kurduğu iki arkadaşından birini Chavez’e kaptıran Marquez’in Chavez’e yönelik en ciddi suçlaması “Militarizmin ve saldırgan iç ve dış politikanın ülkeyi trajik bir sona hazırladığı ve Chavez’in ülkenin petrolünü Küba, Bolivya, Brezilya gibi ülkelere vererek kendi halkını açlığa mahkum ettiği” üzerineydi. Sonradan bu iddialara cepheden karşı çıkan Chavez yanlılarıyla da konuştum. Konumuz Dünya Sosyal Forumu olduğu için bu konuyu da ileriki sayılara havale ediyorum

Lakin, her türlü amaç ve niyetlerinden azade olarak herkesin birleştiği en önemli nokta, Chavez’in iyiden iyiye yozlaşmaya ve donuklaşmaya başlayan ülke siyasetini tepe takla edip, kendine getirmesi. Chavez karşıtları bile, “Chavez gittiğinde, yerine gelenlerin yine onun sayesinde, temiz-halkçı-dürüst siyaset yapacağını/yapmak zorunda olduğunu” kabul ediyorlar.

Chavez’in ülkenin tarihine geçtiğini, ve kendileri için “her şey” olduğunun iddia eden ülkenin ezilenleri ise, yine Chavez’in kurmaya teşvik ettiği kooperatifleri ile hem kendi hayatlarını değiştirmeye hem de başkanlarına sahip çıkmaya kararlılar. Buna en güzel örnek ise, Caracas’ı dört bir yandan çeviren ve yıllardır son derece sefil koşulların hüküm sürdüğü “favelalar”a (sahici gecekondular) yaptığımız ziyaretti.

Caracas’ı çeviren yüksek tepelerden birinin “terasına” kurulmuş bu Kennedy mahallesi, kentin ve ülkenin tümünde uygulanan ve “Mision” denen programlara evsahipliği yapıyor. Toplumun yaşam kalitesini arttırmayı amaçlayan bu programlardan en önemlileri: Mision Bario Adentro (Bölgeye belli oranlarla inşa edilmiş ufak çaplı klinikler, Kübalı doktorlar tarafından insanların ücretsiz tedavi edildikleri ve sağlık eğitimi aldıkları merkezler. Alt katında faaliyetler sürerken, üst katta doktorların yaşam alanı), Mision Robinson (Okuma yazma programı), Mision Rivas (Lise düzeyinde, pratik eğitim veren program), Mision Mercal (Çok düşük ücretli ve bazen de ücretsiz gıda yardımı)...

Oldukça etkileyici olan, ve ülke fakirlerinin yaşamlarında ciddi değişimler yaratan programlar konusunda Chavez’in söylediği sözü de söyleşi için gittiğim Bolivar Üniversitesi öğretim üyesi Nicmer Evans’tan öğreniyorum: “Bu misyonlar, halkımıza yıllardır verilmeyen doğal haklarının verilmesidir. Yani, basit bir borç ödemedir...”

İçeride birbirinden bu kadar farklı muhabbetlere mazhar olan Chavez, dışarıdan gelenlerle de forumun başlamasından 4 gün sonra, DSF’nin organizasyonu dışında, buluşarak dünya ve DSF üzerine dertleşme şansı buldu. Forumcular da, dünya siyasetinin bu en renkli ve heyecan verici aktörünü dinledi... Konuşmasında, Dünya Sosyal Forumu’nun, devrimci turizme dönme potansiyeline karşı olarak emperyalizme, neo-liberalizme ve serbest ticaret antlaşmalarına karşı güçlü ve enternasyonal politikalar üreten bir merkez haline dönmesinin gerekliliğinden bahseden Chavez, “Katılımcıları, DSF’yi mücadelenin aracı olmaya dönüştürmeliler” diyerek sözlerine devam etti. Beklendiği gibi konuşmasının büyük kısmını “Bush’a ve ABD’nin saldırgan politikalarına” ayıran Venezuella’nın “sosyalist” başkanı, bir Venezuellalı roman kahramanına atfen “Bay Tehlike” olarak adlandırdığı Bush’u dünyanın en büyük teröristi ilan etti. Bush yönetiminin de tarihteki en ahlaksız, kanlı, katliamcı bir imparatorluk olduğunu söyleyen Chavez, kendisini coşkuyla dinleyen 15 bin kişinin “Bush’a hayır”, “Bush defol” sloganları eşliğinde Guantanamo’da ve Avrupa’daki CIA işkence hanelerinde olanlar ortadayken ABD başkanının hangi yüzle insan haklarından bahsettiğinin de altını çizdi. Konuşmasının sonunda DSF katılımcılarına ABD yönetimini kınamalarını salık verirken, ABD halkını bu işin dışında bırakmalarını, çünkü gezegeni kurtarmak için onların katılımının son derece önemli olduğunu söyledi ve ekledi: “ABD emperyalizmini bu yüzyılda kesinlikle tarihe gömeceğiz.”

Velhasıl, Simon Bolivar’ın ülküsünü, Che Guevara’nın ideolojisiyle uyarladığını söyleyen nevi şahsına münhasır devlet başkanın da kahramanlarından biri olduğu 6.Çok Merkezli Dünya Sosyal Forumu’nun en şaşaalı ve etkili ayağı da bitti. Somut gözlemlere yer vermeyi amaçlayan bu yazının konusu olmadığı için DSF’nin geleceğine ve DSF’deki “başka türlü dünya ve yaşam” tahayyüllerine çok da fazla yer veremedim. Lakin, geleceğin adil, eşitlikçi, çoğulcu ve barışçı toplumun kurmayı hedeflemiş “gezegenin vicdan sahiplerinin” en büyük ve fiyakalı araçlarından olan Dünya Sosyal Forumu’na Türkiye’den de daha çok pratik ses ve soluk katmak da fayda var. Hem memleket hem de dünya için...

YENİ EYLEMCİNİN PROFİLİ

Son söz olarak da oldukça ilginç bir anketten bahsetmek istiyorum. Yazının başlarında da ismi geçen Brezilyalı yazar-aktivist ve araştırmacı Candido Gryzbowski’nin genel koordinatörlüğünde DSF organizatörleri ve bazı üniversitelerinde katkılarıyla, 2005 yılında Porto Alegre’de düzenlenen 5.DSF’de katılımcılarıyla yapılmış bir anketten oldukça kısa aktarımlar... Yorumsuz:

2001 ile 2005 yılları arasında düzenlenen forumlara katılan insan sayısı:

2001 Porto

Alegre-Brezilya 20.000

2002 Porto Alegre-

Brezilya 50.000

2003 Porto Alegre-

Brezilya 100.000

2004 Mumbai-

Hindistan 115.000

2005 Porto Alegre-

Brezilya 155.000

2005’te forumdaki katılımcılarının yaşlarına göre dağılım ise gelecek için umut verici. 14-24 arası yaş gurubun ciddi ilgi gösterdiği toplantıdaki en yüksek katılım ise 25-34 ve 35-44 yaş grupları arasından.

Anketin en ilginç sonucu ise, katılımcıların eğitim durumu: Yine 2005’teki DSF’den elde edilen rakamlara göre, Brezilyalı ve Latin Amerikalı katılımcılar arasında yüksek okul mezunu olanların oranı sırasıyla %65.9 ve %71.4. Bu oran diğer kıta temsilcilerinde %58.7. Master ve doktorasını yapmışların yüzdesi ise yine Brezilyalı ve Latin Amerikalı katılımcılarda %10 iken, diğer ülkelerden gelenlerde bu oran inanılmaz yüksek: %29.4. 2003 senesinde yine Porto Alegre’de düzenlenen rakamların da oldukça yakın olduğu istatistiklerin 2004 Mumbai-Hindistan’a gelince çok farklılaştığı ortaya çıkıyor. Mumbai’de düzenlenen 4. Dünya Sosyal Forumu katılımcılarının %40’a yakını yüksek okul mezunu iken, yine %40’ı master veya doktora sahibi insanlar. Yani, tüm katılımcıların %80’e yakını oldukça iyi tahsilli. (yorumsuz dedik, ama insanın kendisini tutması zor oluyor!)

Anketin en güzel sonucu ise katılımcıların cinsiyetlerine göre dağılımı söz konusu olunca çıkıyor. Yine 2005’teki forum baz alınarak açıklanan rakamlara göre, kendilerine cinsiyetleri sorulan katılımcıların %49.4 Kadın derken, %49.6’sı erkek diyor. %1’i de bilmiyorum/fikrim yok diye yanıtlıyor.

Siyasi partilerin, organizasyonel olarak katılımının mümkün olmadığı DSF’de “herhangi siyasi bir partiye üye olunup olunmadığı” ile ilgili olan soruya verilen yanıt da DSF’deki duruma rağmen oldukça manidar. Yaşları 14-24, 25-34 arasında değişen katılımcıların sırasıyla %81.7’si ve %73.8’i hayır derken, diğer yaş gruplarındaki hayır dağılımı ise %60’ın üstünde. Genel “hayır” ortalaması ise %73.6... (Rakamlar yine 2005 DSF’sine ait)

Çok sayıda istatistiksel bilgi arasından son seçimim ise 2003 ile 2005 arasında, katılımcıların “politik pozisyonları” ile ilgili soruya verdikleri cevap. 2003’te katılımcıların %72’si kendisini “solda” tarif ederken %15.2’si “merkez-sol”da, %3.5’i “merkez”de, %2’si “sağ”da görürken, %7.2’si pozisyon belirtmemiş. 2005’teki forumda ise aynı soruya katılımcıların %60.1’i “solda”, %19.8’i “merkez sol”da, % 4.5’i “merkez”de, % 0.6’sı “merkez-sağ”da, %1.6’sı “sağ”da diye cevap veriyor. Bu sefer pozisyon belirtmeyenlerin sayısı ise %13.4.

(Kaynak: World Social Forum: An X-ray of Participation in the 2005 Forum: Elements For Debate, Publication: Petrobras.)

TAN MORGÜL