21. Yüzyıl Sosyalizmine Bolivarcı Paraf

Caracas sokaklarında dolaşırken, insan siluetine ilintilenmiş iki renkten azade olmak imkansız gibiydi. Birincisi, Bolivarcı Devrimi sembolize eden, Chávez’in de takım elbise dışında sürekli tercih ettiği “kızıl” renk iken, diğeri de resmî üniformalardan yansıyan “haki” renkti. Belki de bu ikili renk hali Venezuella’da olan bitenin en kaba anlatımı.

Kızıl renge bürünen sadece Chávez değil tabii, Venezuella’da düzenlenen 6. Çok Merkezli Dünya Sosyal Forumu boyunca forum alanını dolduran binlerce Chavist Venezuellalının –Bolivarcı Çember (Bolivarian Circle) destekçileri- da süreci desteklediklerini ifade etmek için üstlerine giydikleri, önü-arkası sloganlı tişörtlerin tümü de kızıl renkteydi. Ve metrodan, bina önlerine, yollardan, otobüs duraklarına ortalıkta gözüken envai çeşit üniformalı asker, polis, askerî polis, milis kuvveti, özel birimler, askerî öğrenciler... Aslında bu kızılla yeşilin buluşması uluslararası “sosyalist” tarih dikkate alındığında çok da garipsenecek bir durum değil elbet. Lakin, buluşmanın adresi, “haki rengin” temsil ettiği zihniyetten bir asır boyunca çokça çekmiş olan Latin Amerika olunca, ortaya oldukça ironik bir görüntü çıktığını da kabul etmek gerekir. Elbette her 10 yılda bir demokrasisi “haki”ye boyanan bir milletin solcu efradından biri olunca, nereye giderseniz gidin bu durumdan ciddi rahatsızlık duyuyorsunuz. Hoş, rahatsızlık duyan sadece siz de olmuyorsunuz: Eğer yanınızda bir Brezilyalı, Arjantinli veya Şilili varsa (ki örnekler çoğaltılabilir), sosyal foruma katılmak için Caracas’a gelmiş insanların çoğu bu görüntünün ne kadar kötü olduğunun altını çiziyor. Ama eklemeden de geçemiyorlar, “Venezuella için ayrı bir parantez açmak gerekebilir!”

Bu yazı aslında oldukça zor bir şeye niyetlenmiş durumda: İzlediği dış politika ve anti-emperyalist/sosyalist söylemle sadece Latin Amerika’da değil, tüm dünyada ilgiye (Üçüncü Dünya halkları nezdinde de yoğun sempatiye) mazhar olan bir ülkeye ve onun karizmatik liderine, sürecin önemli dinamikleri eşliğinde bakmaya çalışmak... Hal böyle olunca, Chávez’i ve bugünün Venezuella’sını anlamak için Simon Bolivar’dan başlayıp, petrol rezervlerinin keşfine, sonrasında bu kaynaklar üzerinde ülkeyi yöneten elitlere yönelik isyanlara, diktatörlükler dönemine, gerilla savaşlarına, ülkeyi 41 yıl cendere altına alan Punto Fijo sözleşmesine, iki partili siyasi tarihe, askerî darbe girişimlerine, ordu içinde hiç bitmeyen sol örgütlenmelere, tek adam kültü ve nihayetinde Hugo Chávez’in orijinine doğru tarihsel bir yolculuk yapmak oldukça elzem gibi gözüküyor. Lakin, bunu yapmak demek, “Bolivar Devrimi”nin 21. yüzyıl sosyalizmine yaptığı ve yapacağı katkılara da çok fazla yer ayırmamak demek olacaktır ki, bu da bu süreci anlatırken yapılacak en mühim yanlışlık olur.

DEMOGRAFİK BİLGİ

Chávez’in iktidara geldiği yılın hemen ertesinde (1999’da) Ulusal Meclis’in Anayasa’da yaptığı önemli değişikliklerden biri ülkenin ismini değiştirmek oluyor. 5 Eylül 1811’de ülkeyi İspanyol egemenliğinden kurtarıp bağımsızlığına kavuşturan Simon Bolivar’a yapılan gönderme ile Venezuella’nın yeni resmî adı artık Venezuella Bolivar Cumhuriyeti.

23 idari eyalete bölünmüş Venezuella’nın nüfusu yaklaşık 25 milyon civarında. Oldukça genç bir nüfusa sahip ülkenin yurttaşlarının çoğunluğu kentlerde ikamet ediyor (%85). Başkent Caracas ise, ülkenin en önemli sanayi, ticaret ve kültür başkenti. Her 5 Venezuellalıdan biri Caracas’ta yaşıyor. Başta petrol ve doğalgaz olmak üzere demir cevheri, altın, elmas, boksit gibi yeraltı kaynakları açısından son derece zengin olarak bilinse de, yıllarca görmezden gelinmiş oldukça geniş ve verimli toprak ve su rezervlerine de sahip. 882 bin km2’lik toprağın sadece %3’ü ekiliyor.

Her Latin Amerikalı gibi dinlerine bağlı bir topluluk. Nüfusun %96’sı Roman Katolik. Çok fazla olmasa da, ülkeye belli dönemlerde göç etmiş ama çok da kalabalık olmayan etnik gruplar da mevcut: İspanyollar, İtalyanlar, Portekizliler, Araplar, Afrikalılar ve Latin Amerika yerlileri. Kolombiyalılar ülkede yaşayan en kalabalık grup.

15 yaş ve altındaki her çocuğun okuryazar olduğu Venezuella’da 2003 yılında %93.4 olan okur-yazarlık oranı 2005’de Chávez iktidarıyla beraber % 99’a yükseltilmiş durumda. Venezuella, kıtada Küba ile beraber okur-yazarlık sorununu gündeminden kaldırmış iki ülkeden biri.

Ulusal Meclis ve başkanlık seçimlerinin 5 senede bir düzenlendiği ülkede son seçim 4 Aralık 2005’te yapıldı. Referandum ve bir önceki seçim dikkate alındığında katılımın çok da yüksek olmadığı son seçimden Chávez’in partisi Beşinci Cumhuriyet Partisi (MVR), Ulusal Meclis’teki 167 koltuktan 114’ünü alarak zaferle çıktı. Diğer koltuklar ise anti-Chávez cephe içinde yer almayan PODEMOS’a (15), PT’ye (11), 2’si yerli gruba, geri kalanlara da 25 olarak dağıldı. Anti-Chávez cephenin (Demokratik Koordinasyon-Coordinadora Democratica) önde gelen ve ülkenin en eski iki partisi COPEI ve AD ile beraber 1971’de ideolojik ayrılık nedeniyle Venezuella Komünist Partisi’nden kopan MAS (Sosyalizme Doğru Hareket) ise seçimleri boykot etti.

CHÁVEZ KARŞITI CEPHE: COORDINADORA DEMOCRATICA

Chávez’in yönetimden ayrılması ve Bolivarcı Devrim’in durdurulması talebiyle biraraya gelen hareket 350 gruptan oluşurken, içersinde sadece siyasi partileri barındırmıyor. Yine de cephenin en güçlü grupları; COPEI (Hıristiyan Demokratlar), AD (Action Democratica-Sosyal Demokratlar) ve MAS gibi yakın tarihin önemli siyasi partileri. Bu partilere ek olarak, cephe içinde Marksist/Leninist soldan -Bandera Roja (Kızıl Bayrak)-aşırı sağa -Primero Justicia (Öncelikle Adalet)- siyasi gruplar da mevcut.. Cephenin içinde işadamı örgütleri (Fedecamaras), bazı sendikalar (CTV) ve sivil toplum örgütleri de bulunuyor. Cephe Nisan 2002 darbesinin öncesinde gerçekleşiyor. Darbe öncesi büyük sokak gösterileri ve kampanyalar düzenliyorlar. İçindeki en etkin gruplar bu askerî müdahaleyi destekliyor. Darbe fiyaskoyla sonuçlandıktan, 2003’te ülkeyi ciddi krize sokan ve petrol bakanlığı bürokratlarınca gerçekleştirilen “petrol grevini” destekleyip, örgütlenmesine katılıyorlar. 2004’teki referanduma kadar sert muhalefeti sürdürmeye devam ediyorlar. Chávez’in referandumdan da zaferle çıkması cephenin gücünü önemli ölçüde etkiliyor. Sosyal Forum başlamadan önce yaptıkları gösteri kendileri için de hayal kırıklığı oldu.

Muhalefetin önde gelenlerinin de kabul ettiği iki gerçekten biri: “Öyle veya böyle, Chávez, tüm dinamizmini kaybedip, yozlaşmaya ve çürümeye meyletmiş geleneksel Venezuella siyaset sistemini allak bullak edip, kendine getirdi”, ikincisi “muhalafetin Chávez’in karizmasının karşısına koyabilecek hiçbir adayı bulamaması”.

Misal, devamlı değişen adaylardan ikisi, işadamı Pedro Carmona ile darbeci general Nestor Gonzalez Gonzalez. 2002 başarısız Askerî darbenin iktidara-başkanlığa getirdiği Venezuella Sanayi ve Ticaret İşadamları Konfederasyonu (Fedecamaras) başkanı Pedro Carmona’nın ilk işi seçilmiş Ulusal Kongre’yi dağıtmak ve peşinden tüm Chavist reformların feshedildiğini duyurmak oluyor. Eva Golinger’in CIA dokümanlarına göndermeyle verdiği bilgilerde; Venezuella muhalefetinin ve darbesinin ABD tarafından desteklendiği aşikar. 2001 senesinden beri Kongre tarafından fonlanan sivil-kamu karışımı kuruluşlar Demokrasi için Ulusal Gelir Sağlama Ajansı (NED) ile Uluslararası Gelişim için ABD Ajansı’nın (USAID) muhalefete sağladıkları kaynaklarbu dokümanlarda ifşa ediliyor.

Muhalefetin diğer lider adaylarından olan ve 2002’deki darbeye katılan general Nestor Gonzalez Gonzalez’in bir yürüyüşte, katılımcılara söylediği şu sözlerde, muhalefetin psikolojisini anlatmak açısından oldukça manidar: “Diktatörlüğe karşı ölümüne mücadele etme ve durum hangi metodu gerektiriyorsa onu yapmak.”

Joe Grim Feinberg ise Znet’teki makalesinde muhalefetin son seçimlere katılmamasını zekice planlanmış bir taktik olarak değerlendiriyor. Ki, kendini anti-Chávezci olarak tanıtan insanların bile bu geleneksel partiler hakkında ne düşündüklerini dinleyince, katılmama gerekçesinin ardında varoluşsal bir nedenin olduğu da anlaşılıyor. Özellikle AD ve COPEI’nin artık iyiden iyiye sönükleşen popülariteleri, ağır seçim yenilgisiyle beraber katmerlenecek ve siyasal alandaki pozisyonları ciddi bir şekilde silikleşecekti. Bu da 1990’larda olduğu gibi bu sefer de, Chávez’e alternatif olarak, kendileri gibi kirli ve yıllanmış bir maziye sahip olmayan çok daha “solda” olan hareketlerin yükselmesine veya bu grupları dışarıda bırakacak yeni siyasal oluşumlara gidilmesine neden olacaktı.

Öte yandan muhalefet boykotunun diğer bir amacı, seçimin meşruiyeti konusunda uluslararası kamuoyunda şüpheler uyanmasına ve Chávez’in başkanlığını tartışılır kılmaya da sebep vermekti, ki bir ölçüde de başarılı oldular. Lakin, bu taktik 2004’de muhalefet tarafından “Anayasa’nın sağladığı hak nedeniyle” organize edilen, bağımsız gözlemcilerin de iştiraki ile gerçekleşen ve Chávez yönetiminin iktidardan çekilmesini sağlayacak referandumdan Chávez’in zaferle çıkmasıyla fiyaskoyla neticelenmiş oldu.

Muhalefetin siyasi resminin dışında aslında ciddi bir sınıfsal arkaplanı da var. Venezuella’daki asli muhalefet orta sınıf ve burjuvazi. Ülkenin en önemli ve tekelci medyanın görüntülerinden ve manşetlerinden sarkan öfkenin de en basit okuması bu. Muhalefet yanlıları ile konuşurken, rahatlıkla, “Chávez, gettoları ve onun sefaletini kapımızın önüne kadar getirdi” diyebiliyorlardı. Bu “tersine” sınıfsal tepkinin aslında öncesi de var. Gecekondularda (barrios) yaşayan yoksulları salak ve rüşvetçi olarak gören elitlerin, onlara taktıları bir lakap bile var: “Monos”, yani “Maymunlar!”

Muhalefetin, hararetle destekledikleri 2002’deki darbeye dair sonradan geliştirdikleri teori de oldukça enteresan: “Chávez’in azalan popülaritesini arttırmak ve ordudaki karşıtlarını tasfiye etmek için kendi kendine organize ettiği darbe!”

Öte yandan, neredeyse tüm gün boyunca Chávez karşıtı yayın yapan, darbe olduğu gün “darbeyi alkışlayan” ülkenin en önemli gazeteleri El Nacional, El Universal ve televizyon kanalları Globovision, Venevision’un kullandığı dil ve üsluptan muhalefet içersindeki birçok grup bile rahatsız.

Bu arada muhalefet içinde, geçmişte de darbenin en önemli finansörü İşadamları Federasyonu yakınlarda hükümetle işbirliği yapmaya “samimi” bir şekilde niyetli olduğunu açıklaması, daha önceden orta-sınıf içinde başlayan kırılmanın, başka saiklerde de olsa burjuvazide de başladığının en manidar göstergesi.

Genelde yukarıdan aşağıya değişim gibi gözüken, nispeten de öyle olan “Bolivarcı Devrim”, 2002 darbesine karşı çıkan Caracas gettolarının sokaklara dökülüp, kamyonlar üstünde megafonlarla tüm mahalleleri gezerek yüz binleri sokağa dökmesi neticesinde ordunun çözülmesi ve darbenin iflası sonrası kendini tekrardan yapılandırma sürecine evrildi. Tepkinin aşağıda kendiliğinden örgütlenmesi ile ortaya çıkan yüz binlerin sokak gösterilerini görmezden gelen medyaya karşı alternatif iletişim araçlarına ne kadar ihtiyaç olduğu da bir kez daha anlaşılmış oldu. Venezuella barriolarının genelde dedikodu, gevezelik ve eğlence için harekete geçirdiği kulaktan kulağa “radyosu”, “Radio Bemba” olarak adlandırılan bu ünlü alternatif iletişim şebekesi, bu sefer kayıp olan Chávez için harekete geçmişti. Binlerce ağzın taşıdığı mesaj ise çok basitti: “Chávez söylenin aksine istifa etmemişti ve yaşayıp yaşamadığı konusunda hiçbir bilgi yoktu!”. Nihayetinde çok kısa sürede, Caracas’ı çevreleyen “yoksulluk” tepelerinden küçük gruplar olarak Miraflores’e inen ve başkanlık sarayını kuşatan kalabalıklar başkanlarını istediler. Küçük grupların sayısı bir gün sonra, Financial Times’a göre 300.000, Caracaslılara göre bir milyonun üstüne çıktı. Böylece, ABD ve oligarşi destekli darbenin ömrü de sadece iki gün sürdü. Elbette burada darbeye destek vermeyen ve Chávez’i kurtarmak için harekete geçen Caracas dışındaki taburların komutanı General Raul “El Tao” Baduel’i de anmakta fayda var.

Sonuçta darbe oligarşiye ve ABD’ye daha devrimci politikalara ve toplumun örgütlenmesine her şeyden daha çok önem veren yeni bir siyaset anlayışı olarak geri döndü.

GERÇEK MUHALEFET: ABD

Elbette konu Chávez ve ülkede gerçekleştirilmeye çalışılan Bolivar Devrimi olunca, Chávez de dahil herkesin gözü, “Latino” tecrübe gereği ABD’ye çevriliyor. Ki bu öngörü hem Bush yönetimi hem de ABD’li örgütler nezdinde doğrulanmakta. Örneğin, geçen yıl ABD’de. Amerikan Senatosunca belirlenen bir komite tarafından “Küresel İstihbarata Dair Yeni Açılımlar: Uzun-dönem Açılımlarla Uzun Dönem Stratejileri Eşlemek” konusunda yapılan çalışmanın ardından CIA başkanı Porter Gross, Venezuella’yı Latin Amerika’nın en çok dikkat edilmesi gereken ülkesi olarak gösterirken, bölgeyi “Potansiyel İstikrarsızlık Bölgesi” olarak niteledi. Venezuella’yı takip eden diğer ülkeler de -özellikle yaklaşan seçimler nedeniyle- Kolombiya, Haiti ve Meksika. (Haiti’deki seçim de yakın zamanda ABD’nin istemediği şekilde sonuçlandı.)

Gross’un yorumları Chávez yönetimini “Teknik olarak legal taktiklerle muhaliflerini tasfiye edip, gücünü pekiştiren ve bölgeye müdahale eden” güç olarak diplomatik bir şekilde betimlerken, bizzat eski ABD başkanı Jimmy Carter’ın gözlemciliğiyle de onaylanan referandumdan sonra Hugo Chávez’e yakıştıracak yeni yaftalar peşinde de olduklarını gösteriyorlardı. Gazeteci Eva Gollinger makalesinde; bilinçli olarak kullanıldığına inandığı “teknik olarak legal taktikler” ifadesiyle ABD’nin Venezuella’yı uluslararası diplomoside özel bir terminoloji ile ötekileştirilme çabasına giriştiğini söylüyor. Bush yönetimi, Chávez ve yönetiminden her bahsedişinde “semantiğe” dikkat ediyor ve özel seçilmiş ifadeler kullanıyor. Gollinger bu “özel ifadelerden” bazılarını da sıralamış: “Otoriter demokrasi”, “Seçilmiş diktatörlük”, “Bölgenin negatif gücü”, “Demokrasiye tehdit”. İronik bir şekilde Chávez’i en çok benzetmeye çalıştıkları lider de 1990’ların ortasında Peru’yu otoriter metodlarla yönetmiş olan Alberto Fujimori. Ki 1992’de Peru Ulusal Kongresi’ni dağıtan, ülkesini demir yumrukla yönetirken, muhaliflerine ve basına karşı son derece sert olan Fujimori ile, anayasal garantileri bir kere bile askıya almayan ve Anayasa’da belirtilen kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal etmeyen Chávez’in ne benzerliği olabilir?

Aslında, asıl üzerinde durulması gereken konu, ABD’nin Venezuella’yı ve bölgeyi “Kolombiya Planı” ile sıkıştırma projesi. Caracas’ta Dünya Sosyal Forumu nedeniyle toplanan tüm Latin Amerikalı sosyal hareketlerin eylemlerde ve toplantılarda üzerinde en çok durdukları konulardan biri de bu konu oldu.

James Petras, ABD’nin Venezuella ve peşinden Küba hükümetlerini devirmek olarak tasarladığı plana dair yaptığı çıkarımlara ek olarak bahsettiği “üçgen strateji”nin (Kolombiya’dan askerî işgal - ABD harekatı hava ve deniz saldırılarına ek olarak anahtar noktalara suikastlar ve ona eşlik edecek olan Venezuella’ya sızmış teröristler ve Chávez-karşıtı subaylar tarafından organize edilecek ayaklanma ve bunu destekleyecek ve finanse edecek olan tekelci medya ve oligarşi) emareleri bölgede yaşanan son gelişmelere bakınca çok da akıl-dışı görünmüyor. Kolombiya’yı yöneten Alvaro Urribe hükümetinin iç savaş sırasında yüzlerce katliama katılmış olan para-militerlere yönelik af çıkarması, Venezuella sınırında petrol borularına yönelik sabotajlar, suni gerilimler yaratma politikaları vb. gibi gelişmeler de Kolombiya’nın da bu sürece ısınmaya başladığının göstergesi, sanki. Ama yine de en önemlisi üçgenin ABD ayağı. ABD “uyuşturucu ile savaş” adı altında piyasaya sunduğu “Kolombiya Planı” çerçevesinde bu ülkeye yıllık 3 milyar dolar yardımda bulundu. Ki bu yardım sayesinde Kolombiya Ordusu sayısal gücünü üçe katlayabilecek ve buna ek olarak da yeni helikopterler, savaş uçakları ve en mühimi “gelişmiş askerî teknoloji” satın alabilecek.

ABD’nin bölgedeki varlığı Kolombiya ile de sınırlı değil. Peru, Ekvator, Kosta Rika ve Dominik Cumhuriyeti’ndeki askerî üsler dışında 16 bin ABD askerini ihtiva edecek askerî havaalanı ve üssün inşası/organizasyonu için uçaklar ve mühimmatla donanmış tam 500 asker de Paraguay’da konumlanmış olarak bekliyor. Kolombiya’daki 800 askerin sayısı da Bush yönetiminin kararıyla 2004’te 1400’e yükseltildi.

ABD’nin Venezuella meselesi üzerine daha da fazla eğilmeye kararlı olduğu kanısı yaygın. Bunu yaparken de Venezuella’nın Irak, bölgenin de Ortadoğu olmadığı öngörüsü ile hareket edecek gibi.

DEVRİMCİ SUBAY CHÁVEZ VE FAN

1958’de Perez Jimenez diktatörlüğüne son veren asker-sivil karışımı ayaklanmanın ardından 1960’lar ordu içindeki başarıya ulaşamayan irili ufaklı sol kanat ayaklanmalarla geçer. 1970’lere gelindiğinde ise ordu içindeki üst rütbeli komutanlar da dönemin politikacıları gibi rüşvet ve yolsuzluk batağına iyiden iyiye saplanmışlardı. Bu da, özellikle alt rütbeli subaylarda tepkiyle karşılanırken, sol kanatın güçlenmesine yol açıyordu. “Andres Bello” planının yarattığı entellektüel dönüşüme ek olarak 1989 Caracas (Caracazo) ayaklanması ve en nihayetinde 1992’deki başarısız “sol” darbe girişimi ordu içindeki güç dengelerini altüst ediyordu. Chávez’e yönelik 2002’deki darbenin iki gün sürmesindeki en önemli etken de, bu süreçlerin sonunda emir-komuta zincirinin baştan aşağıya dumura uğraması olarak gösterilebilir. Özetle, Chávez’e yönelik darbeye genç subayların soğuk durmasının veya katılmamasının yanında, bazı üst düzey generallerin de müdahaleye katılmayıp Chávez’e destek vermelerinin arkasında aslında Venezuella ordusu içinde on yıllardır süren dönüşümlerin ve ideolojik birikmenin potansiyeli vardır.

Venezuella sosyalist hareketinin yaşayan en önemli figürlerinden Douglas Bravo kendisiyle yapılan mülakatta bu durumu, ordunun kendisini desteklemesi gereken sınıftan yeterince “destek” alamayışına bağlıyordu: “Burjuvazi, petrolün bulunmasıyla beraber, bütün dikkatini ‘nasıl daha fazla kâr edebilirim’e verdiği için, FAN (Venezuella Silahlı Kuvvetleri) üzerine çok da fazla düşünme gereği duymamıştı. Bu vesileyle, orduyu, aynı Kolombiya’da olduğu gibi, kendi ekonomik planlarının arkasına yedeklemeyi ihmal ettiler ” diye anlatıyordu.

Lakin, FAN içindeki en önemli kırılma ve dönüşümün adresi olarak 1970’lerin ilk yarısında uygulamaya konan Andres Bello Planı’na bakmakta fayda var. Ordu mensuplarının kışlalardan çıkıp üniversitelere eğitime gitmesine olanak veren plan sayesinde birçok subay sosyoloji, mühendislik, felsefe, tıp vb. alanlarda yüksek eğitim aldı. Aslında planın temel mantığı ulusun yeniden inşası ve gelişiminde askerin de önemli rol oynamasıydı. Bu girişim bazı yerlerde, askerî tesislerin kapısının halka açılıp, yoksullara okuma-yazma eğitiminden, temel sağlık hizmeti sağlamaya kadar evrildi. Bu kuşağın en önemli temsilcilerinden biri olan ve 2002’deki Chávez karşıtı darbeye katılmayarak Caracas dışındaki Maracay kışlalarında emrindeki askerler ve kendisine katılan sivillerle beraber darbeye direnmeyi planlayan General Raul Baduel de Doğu Felsefesi ve meditasyon konusundaki uzmanlığı nedeniyle “El Tao” olarak anılıyor.

İşte tam da bu dönemlerde orduya katılan Hugo Chávez’in sol-kanatla tanışması da ağabeyi sayesinde oluyor. Annesi ve babası öğretmen olan Chávez’in aile tarihinde ise kendisine daha sonra popüler lider olmasında katkı sağlayacak önemli figürler var. Misal; Chávez’in Büyük-büyük büyükbabası 1840’larda büyük toprak sahiplerine karşı mücadele veren “Halkın Egemenliği Ordusu”nun başkanı Ezequiel Zamarano’nun altında gerilla komutanı olarak savaşmış. Babaannesinin babası ise diktatör Juan Vincente Gomez’e karşı mücadele etmiş olan efsanevi figür Maisanta.

Chávez’in orduyla buluşması 17 yaşında, 1971’de oluyor. İlk önemli çıkışı, 1977’de bir grup subayla biraraya gelip Venezuella’da sol radikal değişim üzerine tartışmaya başlamasıyla beliriyor. 1980’lerde Douglas Bravo ile tanışıyor ve siyasi fikri iyiden iyiye kafasında belirmeye başlıyor. 1980’lere gelindiğinde ise Chávez artık Caracas’ta Askerî Akademi’de herkesin tanıdığı ve etrafında çok sayıda subayın toplanmaya başladığı karizmatik bir hoca olmuştur. 1983’te ordu içinde Bolivar Devrimci Hareketi-200 (MRB-200), Bolivar’ın 200. doğum yıldönümüne) adlı gizli bir hücrenin kuruluşunda yer alıyor. 1992’de La Causa Radical adlı grubun gerçekleştirmeye çalıştığı “sol darbe”nin yenilmesiyle de cezaevine giriyor. Sol kamuoyunun ve halkın tepkisi ile 2 yıl sonra cezaevinden çıkan Chávez artık Venezuella yoksulları için bir umut, geleneksel siyasi elit içinse ciddi bir rakipti.

SÖZLEŞMELİ DEMOKRASİDEN KATILIMCI DEMOKRASİYE

1958’de nihayete eren Perez Jimenez diktatörlüğünden sonra, egemen politik partilerin yapısal uyum politikası altında, ekonomik istikrarı sağlamak için imzaladıkları Punto Fijo Paktı da Chávez’i iktidara getiren diğer önemli dinamiklerden biri olarak sayılabilir.

Punto Fijo, yani “Sözleşmeli Demokrasi” olarak adlandırılan 41 yıllık dönem bir şekilde politik elitlerin siyasi ve ekonomik alanı başarıyla tek tipleştirdikleri ve muhaliflerini marjinalleştirerek, 300 milyar dolarlık petrol kaynakları iç ettikleri bir dönemdir. Bunun da topluma maliyeti; 1989’da gelindiğinde, Carlos Andres Perez başkanlığındaki ülkenin, 24 milyon dolarlık dış borç yükünün altına girmesi ve yoksulluğun %75’lere yükselmesi olmuştur.

Perez’in, “sözleşmeli demokrasi”nin iflasını ertelemek için IMF’in de direktifi ile uygulamaya koyduğu kemer sıkma politikalarının bir sonucu olarak bir anda benzin fiyatlarındaki sübvansiyonu azaltmasıyla, ulaşım ücretlerinin iki katına çıkması bunun sonucunda da temel ihtiyaç ürünleri fiyatlarındaki artış, yüz binlerce Venezuellalının aynı gün sokakları doldurmasına yol açtı. 27 Şubat 1989 günü başlayan birkaç gün süren ve Carazaco (Caracas Patlaması) olarak adlandırılan gösteriler 3 bin insanın hayatına malolurken, ülke siyasetinde görece istikrar döneminin artık sonuna gelindiği anlaşılıyordu.

Bu dönemin en önemli yan anlamı ise; kanlı Carazaco olaylarının da etkisiyle, artık halkla geleneksel partiler arasındaki “sözleşmeli ilişki”nin feshi ve tüm dinamizmini yitiren siyasi alanın tamamen paralize olduğu bir zaman dilimi olmasıdır. İşte, Chávez’in herhangi bir sol partiye katılarak siyaset yapmayıp da kendi partisini (MVR- 5. Cumhuriyet Partisi) kurup, hızla güçlenmesinin nedenlerinden biri de budur.

Ve 1998’de yapılan seçimlerde, MVR oyların %56’sını alarak açık farkla iktidara gelirken, Venezuella, artık kırk yıllık “sözleşmeli demokrasi”nin bitip “katılımcı demokrasi”nin başlayacağı döneme merhaba diyordu.

DEĞİŞİM BAŞLIYOR

Chávez’in seçildiği döneme kadar olan 28 yılın sonunda ülkede kişi başına düşen gelir %35 gerilerken (ki bu rakam 1999’da bölgedeki en kötü gösterge) Chávez’in hükümete gelmesiyle bu rakam önce donduruluyor, sonrasında artmaya başlıyor. Venezuella Ulusal İstatistik Enstitüsü rakamlarına göre ekonomik büyüme 2004’te %17’ye ulaşırken, bu rakama 2005’in ilk iki yarısında sırasıyla %7.5 ve %11 oluyor. Üçüncü yarıda da %10 kaydediliyor. Muhalefetin söyleminin aksine işsizlik %14.5’lerden % 11.1’e düşerken yoksulluk oranlarında da ciddi düşüş yaşanıyor.

Chávez’in ulusal gelişim programlarına ve Misiones’lere sağladığı fonların en önemli kaynağının 2002’de petrol fiyatlarında yaşanan artış olduğunu söylemekte de fayda var. Bu gelir sosyal programlara ve kooperatiflere oldukça yüklü mali kaynak ayırarak, toplumsallaştırılıyor.

Venezuella’nın bu ekonomik büyümede Ortadoğu dışında bilinen en ciddi hidrokarbon rezervlerine sahip olması ve yeni yönetimin topladığı vergileri arttırması ve neredeyse hiç vergi vermeyen sermaye çevrelerini de vergilendirmesi bu kaynağın oluşmasındaki iki ana etken olarak sayılabilir. Kendisine yönelik muhalefetin ve darbenin de finanse edilmesinin en önemli maddi temeli sayılan bu uygulama, sonrasında daha da geliştirildi. Yakın zamanda Venezuella Petrol Bakanlığı (PDVSA), Orinoco nehri havzasındaki petrol projelerini işleten dört yabancı şirketten alınan gelir vergisinin %30’dan %50’ye yükseltilmesi yasasını Ulusal Kongre’den geçirdi. Yine bu yabancı şirketlerle görüşerek yeni bir ortaklık anlaşması imzalıyor ve şirketlerin ortaklık pastasındaki payını %49’a çekti. Hatırlatmakta fayda var: Bu oranlardan da anlaşıldığı üzere, Venezuella’nın ne petrol rezervlerinin ne de gelirlerinin hepsi kendine ait. Sadece Exxon-Mobil’in reddettiği anlaşma 1 Ocak 2006’dan itibaren yürürlükte. Diğer bir gelişme de, Venezuella Merkez Bankası’nın dolar egemenliğinden kurtulmak için euroya geçtiğini açıklaması. Muhtemel ki, bu petrol satışlarına da yansıyacak.

BOLİVAR DEVRİMİ VE CHAVİZM:

Bolivar devrimi, kısaca, dayanışmacı, ulusalcı ve “LatinoAmerika Entegrasyonu” temelli bir sosyalist retorik! Peki, Chavistler bu süreci nasıl değerlendiriyor diye sorulduğunda ise, en basit cevap, milyonlarca insanın hayat kalitelerinde ciddi değişimler olduğu ve geleceğe dair ilk defa umutlandıkları... Öte yandan, bunun politik yansımaları da şu şekilde beliriyor: Birçok Chavist için, bu süreç zenginlerle yoksullararasındaki sosyo-ekonomik uçurumu ortadan kaldıracağı için, bir uzlaşıya da işaret aslında. Her ne kadar zenginler toptan sürece karşı olsa da, yoksulların dolayısıyla yoğunluklu bir Chavist grubun böyle bir inancı var. Bunun yanında, ülkedeki “süreci” destekleyen ama eleştirilerini de ihmal etmeyen sol gruplardan Troçkistler ise “oligarklara karşı daha sert muhalefet” edilmesi ve “burjuva mülkiyetinin kamulaştırılmasını” savunuyor. Venezuella Komünist Partisi ise bu talebe temkinli yaklaşırken, geçişin daha yumuşak olması gerektiğini düşünüyor. Radikal Tupamarolar gerekli olduğu an yoksul toplulukların, kendilerini korumaları veya olası bir gerilla savaşı için silahlandırılmaları gerektiğini savunuyor. Bunlar, Chávez’in yanında duran, süreci destekleyen grupların yaklaşımları ve Venezuella’nın sosyalist başkanı ciddi kararların arifesinde bu yaklaşımlardan da faydalanmaya çalıştığını ifade ediyor.

Lakin muhalefetin ve büyük medyanın dillendirdiği söylemin aksine Chávez ülkedeki burjuvalara ve onların mülklerine karşı bir girişimde bulunmuş veya bu yönde siyasi ve yasal bir sürece evrilmiş değil. Bırakın, ülkede son derece az olan büyük burjuvaların mülkiyetlerinin kamulaştırılmasını, 2002’deki darbeyi desteklemiş olan ve 2004’teki referandum öncesi son derece provokatif yayın yapan tekelci medya ve büyük şirketlerin mülklerinin kamulaştırılması üzerine de tek kelime edilmiş değil. Chávez, büyük medya ile mücadele yöntemi olarak daha sistematik ilerlemeyi tercih ediyor. Buna göre, kıtasal anlamda Tele-Sur televizyonu projesine yüklenirken, ulusal anlamda taban, kamu ve alternatif medya projelerini destekliyor. Sivil toplumun, mahallelerin radyo projeleri ve yayımlanacak yerel gazete ve dergileri için kamusal fonlar seferber ediliyor.

Ülkedeki radikal sosyalistler ise sürecin genel ideolojik yapısını, “Kapitalizmle mücadelenin sadece kooperatif modeli ile yürütülmesinin yeterli olmadığı, artık Bolivar sürecinin sınıfsal ve siyasi yanının da netleşmesi gerekmekte” diye değerlendiriyor.

Tüm bunlardan Chávez’in dilinden düşmeyen “Sosyalizm” tasavvurunun emek-sermaye çelişkisine dayanan, sınıf savaşını öne çıkaran geleneksel anlayıştan çok, kendine özgü gelişmeci, yerel ve dayanışmacı bir sosyalizm modeli olduğunu görüyoruz.

FARKLI “MÜLKSÜZLEŞTİRME” DENEYİMİ

İşçilerin yönetime katılımı, neredeyse tüm kamu işletmelerinde belli safhalarda ve büyüklüklerde harekete geçmiş durumda. Zaten devletin ve Venezuella’nın en önemli sanayisini yöneten Petrol Bakanlığı, sürecin en önemli katılımcılarından. (Yalnız maddi olarak gözükse de, 2002’deki petrol grevinde bu bakanlıktaki bürokratların ve çalışanların da önemli bir rol üstlenmesi, Chavist yönetimin bu konuda daha dikkatli davranmasına neden olmuş. Şu anda bakanlık içerisinde etkin yerlere Chávez’e destek vermiş bürokratlar getirilmiş.)

Özel sektör ise varlığını korumaya ve faaliyetlerine devam ediyor. Her ne kadar yeni Anayasa’da mülkiyetin kollektif formları ile ekonomik işletmenin kooperatif formları tanınsa da, özel mülkiyetin birçok formu da anayasal güvence altına alınıyor. Özellikle, dış sermaye (petrol sektöründe yer alan) 7 yıllık Chavist dönemde ülkeden çekilmemiş. Bu kooperatifçilik modeli özel sektörün dolayısıyla özel mülkiyetin kontrol ettiği alanların yapılan siyasi müdahale ile dönüştürülmesini öngörüyor. Mülkiyeti değil, emeği ve üretim sürecini toplumsallaştırarak, burjuvaziyi farklı bir şekilde mülksüzleştirmek...

Küçük işletme modellerinin geliştirilmesi olarak da anılacak bu model, Chavist yönetimin kurmayı hayal ettiği “paralel ekonomi”nin omurgasını oluşturuyor. Bu modele göre, özel veya kamu sektöründe çalışan işçiler yerel yönetimler, kamu kurumları, Venezuella Petrol Şirketi gibi işletmelerin yönlendirmesi ve fonlaması ile kendi koperatiflerini ve/veya küçük işletmelerini kurmaya teşvik ediliyor. Aynı kurumlar, piyasaya ihale ettikleri tüm işlerde de, ihalelere katılan küçük işletmelere ve kooperatiflere yönelik hiçbir ayrımcılığın uygulanılmamasına dikkat ediliyor. Öte yandan Chavist yönetim, desteklerini sadece bu şekilde sunmakla kalmayıp, özel şirketlerde maaşlı olarak “çalışanları” kendi kooperatiflerini kurup ihalelere girmeye cesaretlendiriyor ve işçileri bu konuda teknik, mali donanım edinecekleri kurslara yönlendiriyor. Caracas’taki kamu malı olan hızlı tren istasyonlarının çoğunun işletmesi bu kooperatifler tarafından yapılıyor.

Ulusalcı, pan-Amerikancı, uluslararası dayanışmacı ve sosyalist Bolivar Devriminin tüm bu uygulamalarına rağmen bazı paradokslar da yok değil. Askerî darbeye karşı ama başında eski bir asker var, öz-örgütlenmeyi savunuyor, ama güçlü devletin başında tek bir liderle yönetiliyor. Direkt katılım ve halk katılımı esas olsa da seçimler ve siyasal alan belirgin şahsiyetlerle sınırlı. Sosyalizme doğru olduğunu savunuyor ama sosyalist örgütlenmeler tali rollerde. Öte yandan Chávez’e özellikle Latin Amerika sosyalistlerinden gelen diğer eleştiriler de Ekvador işçi sınıfının yoğun mücadelesine karşı Ekvador’a ucuz petrol sağlamak, Bush’un da katıldığı toplantılara katılmak, “dönek” diye adlandırılan Brezilya başkanı Lula ile işbirliği, OPEC içinde reaksiyoner devletlerle işbirliğine gitmek, gibi...

Öte yandan büyük endüstrinin hâlâ özel işletmelerin elinde olması, petrol sektöründeki yabancı şirket ağırlığı, büyük toprak sahiplerinin topraksız köylülere ve küçük toprak sahiplerine yönelik çeteler oluşturması, hükümetin toprak işgallerine yönelik belirgin bir politikası olmaması, nihayetinde tarımda ve sanayide var olan özel mülkiyete yönelik yapısal ve devrimci reformlara girişmekte yavaş davranılması da Chávez’in ileride sosyalist tutarlılığını sorgulatacak problemler gibi gözüküyor.

BOLİVARCI ÇEMBER’İN ELEMANLARI

Temmuz 2001’de Chavist halk önderlerinin Bolivarcı devrimin savunulması ve ideallerinin yaygınlaştırması için çalışacak bir örgüt kurulması çağrısı üzerine Chávez de organizasyonun kuruluşuna destek vermek amacıyla içinde askerlerin, üniversite profesörlerinin ve veteran politikacıların bulunduğu bir ekibi toplar. 17 Aralık’ta yarım milyon insanın katıldığı yürüyüşte açıklanan programın adı “Bolivar Çemberleri”dir (Circulos Bolivarianos). “Yurttaşlık bilincini yükseltmek, her türden katılımcı örgütleri geliştirmek, bireysel ve toplumsal yaşamın yeniden üretilmesi için yenilikleri ve yaratıcılıkları teşvik etmek... Sağlık, eğitim, spor, kamu hizmetleri, barınma, çevrenin, doğal kaynakların ve tarihî mirasın korunması alanlarında toplum ihtiyaçları ile paralel olarak projelerin koordine edilmesi” olarak özetlenebilecek Bolivar Çemberlerine kısa zamanda 1.5 milyon insan kayıt yaptırdı. Çemberin bir amacı devrim ve yönetimini korumaksa diğer amacı da, yurttaşlarla sürekli ve avantajlı ilişkiler kurmaktı.

Devrim’in uygulamalarına ve aslında uluslararası sosyalist hareket için önemli deneyim biriktiren projelerine Bolivar Çemberleri içinden bakabiliriz. Birbiriyle kesişen, ayrı ayrı olarak da hareket edebilen, ama temel de çemberin elemanları olan Bolivarcı Devrimin anahtar kavramlarından en önemlisi Katılımcı Demokrasi. Kısaca; politik ve sosyal alandaki karşılıklı ilişkiyi, demokrasinin sağlıklı işlemesine neden olacak bileşenlerin yaratımı için harekete geçirerek, katılımcı yurttaşlığa imkan verecek sosyal devlet modelini oluşturmak ve temsilî demokrasiyi katılımcı demokrasi ile tamamlamak. Bu sürece dair hayati önem atfedilen aşama ise bilgi toplumunun yeniden inşasında başlama noktası olan “öğrenme süreci”. Bolivar Çemberinin ortak kümesi “Katılımcı Demokrasi ise”, Kendi Kaynaklarına Dayanan Kalkınma Çekirdekleri (Endogenous Development Nucleus-EDN), Kamunun Zorunluluk Programları (Misiones) Ortak İşletme (Co-management), Kooperatifler, Paraleller ve Yerel Kamusal Planlama Konseyleri’ni (Local Public Planing Councils-CLPP) de çemberin diğer “etkili” elemanları olarak niteleyebiliriz.

Kendi Kaynaklarına Dayanan Kalkınma Çekirdekleri: Anafikrini Şilili ekonomist Osvaldo Sunkel’in “Latin Amerika için yeni-yapısal yaklaşıma doğru gelişim modeli”nden, yani “ithal ikameci” politikaların, eşit ve insani gelişimin öncelendiği, yerel gelişimin ve kaynakların öznel durumlara göre kullanıldığı bir duruma adaptasyon programından alıyor. “Eşit ve insani gelişimin öncelendiği” kavramı aslında, bu programı en iyi özetleyen kavram, ki ekonomiye bu şekilde müdahale geleneksel kapitalist piyasa işleyişine de müdahale oluyor. Özellikle nüfusu yoğun olan Caracas gettolarında işleyen Kendi Kaynaklarına Dayanan Kalkınma Gelişim Çekirdekleri, diğer bir anlamıyla da kooperatiflerin ortak bir şekilde sürece dahil olmasının adı. EDN’lerin (ve dolayısıyla kooperatif projelerinin) en önemli finansörü devlet petrol bakanlığı PDVSA’nın sadece iki yıl için EDN’lere akıttığı kaynak da yaklaşık 585 milyon dolar.

Kooperatifler: Bolivar Devrimi’nin yüzeydeki ve pratikteki en belirgin göstergeleri. Chávez’in yeni Venezuella’yı ve 21.yüzyıl sosyalizminin inşası olarak tanımladığı modelin taşıyıcıları... Katılımcıların tüm karar süreçlerinde yer aldıkları ve kendi kendilerine yönettikleri kooperatiflerin olduğu bölgede Misiones’lerin dışında kütüphane, toplumsal eylemcilik okulu, çorba mutfağı, okul-öncesi eğitim merkezi, kamusal radyo istasyonu, bilgisayar merkezi ve yerleşimciler tarafından yürütülmesine karar verilen projeler de yer alıyor.

IPS’ten Humberto Marquez’in bu kooperatiflerinden birinin direktörü Ana Guedez ile yaptığı görüşmede maaşların düşüklüğü ile ilgili soruya “Ödediğimiz maaş değil, kâr payı. Ve bu gittikçe artacak” cevabını verirken “çalışma saatleri”ndeki yoğunlukla ilgili olarak da “İş yasalarına göre değil, kooperatif yasalarına göre çalışıyoruz” diye ekliyor.

Diğer bir örnek de “kakao plantasyonu”ndan 19 kişinin biraraya gelip kurdukları “Turist rehberliği eğitimi” projesi: Bölgeye gelecek turistlere birçok alanda hizmet sağlayacak yurttaşları eğitecek program için hükümetten 97 bin dolar kredi almışlq. Hedefleri ise inşaat, ulaşım, el sanatları ve hatta pastane kooperatifleri ile birleşip bölgeyi tursitler için cazip bir alan haline getirip, Kendi Kaynaklarına Dayanan Kalkınma Çekirdeği’ni kurabilmek.

Kooperatif planlaması basitçe şöyle: Yurttaşlar (kooperatif sürecinin dışında kalmamak ve bu süreçten yararlanabilmek için) teknik ve üretim eğitimi kurslarına katılıyor ve bir kooperatifin örgütlenme mantığını öğreniyor. Birkaç ay alan bu eğitim sürecinde kursiyerlere 80 dolar aylık ödeme yapılıyor. Daha sonra, bölgelerindeki insanlarla organize olup, proje yaratıyor ve finans için başvuruyor. 12 ayda 260 bin kişi bu kurslardan mezun olup 6800 kooperatif kurmuşlar. Ki bunlardan %60’ı hemen finanse edilmiş. Kooperatifler, 125 Kendi Kaynaklarına Dayanan Kalkınma Çekirdekleri altında toplanmış. Bu da 200 bin kişinin kollektif olarak çalıştığını gösteriyor.

Chávez’in iktidara geldiği 1998 senesinde 800 olan kooperatif rakamı 2003’te 10 bine, 2004’te 50 bine ve 2005’in Temmuz’unda 74 bine fırlıyor. Şu anda bu rakamın 80 bini aştığı ifade ediliyor.

Caracas’taki Venezuella Merkez Üniversitesi’nde (UCV) yer alan Kooperatif Çalışmaları merkezi “Kooperatiflerin ilk başlama sermayesi edindikten sonra dağılmasının nedeni olarak geleneksel kapitalist yaşam şeklinin bir sonucu olarak görüyor.” Merkeze göre, destekledikleri bazı projelerde, sadece paranın teminini önceleyen gruplar, bu aşamadan sonra parayı başka ihtiyaçlara aktararak, programı yürütemiyorlar. Bu da kaynakların yanlış projeler için kullanılarak, ciddi bir israfa neden olacağı anlamına geliyor. Öte yandan kooperatiflerin kendi-kendine yetebilirliğini sağlamaları için self-finans metotları geliştirmeleri gerekliliğinin de önemle altı çiziliyor. Aksi takdirde programın “devletin petrol gelirinin dağıtımını yeniden organize etmekten başka bir şey”e benzemeyeceği söyleniyor.

Kooperatiflerin Denetlenmesi” Bakanlığı da, programları ve kooperatifleri sürekli ve dikkatlice denetliyor. Halkçı Ekonomi Bakanı Elias Jaua, “Bir tane patronu, maaşlı işçileri olan ve eşitsiz bir kâr dağıtımının olduğu veya sadece kağıt üstünde kalan kooperatifler olduğunu biliyoruz. Bazı çıkar gruplarının bu programları kullanarak eşitsiz öncelikler edinmemesi için çaba gösteriyor ve sıkı bir denetim uyguluyoruz. Şunu da biliyoruz ki, insanların yılların kapitalist hayat biçimlerinden sıyrılması kolay olmuyor.”

Kooperatiflere ve programlara en çok katılım, kadınlardan. Yeni sistem sayesinde, hem kendilerinin hem de ailelerinin hayat kalitesini arttırma şansı bulan kadınların ekonomik ve entellektüel gelişiminde önemli bir değişim yaşanıyor. Bu vesileyle, kadınların daha çok aktif olabileceği programlara da ağırlık veriliyor. Kamu (community kitchen) mutfaklarında çocuklara, yaşlılara, hamile kadınlara yemek veriliyor. Öğrencilere sosyal merkezlerde ayrılan info-centre’lar sayesinde bilgisayar ve internet hizmetleri ile gözetmen verilerek ödevlerini yapmaları sağlanırken, kadınlar da yine aynı sosyal merkezlerde, çocuklarından da ayrı kalmadan projeleri ve işlerini takip etme şansı yakalıyor.

Paraleller (Parallels):

Chávez, birçok niteleme ve kavramla açıklamaya çalıştığı Bolivarcı Devrim için kullandığı diğer bir kavram da “Paraleller yaratan devrim”. Paralel iktidarlar yaratarak geleneksel iktidar bloklarını parçalamak olarak özetlediği bu yönelimin en belirgin örnekleri olarak CNN’e karşı Telesur, paranın egemenliğini önceleyen geleneksel banka sistemine karşı, toplumsal gelişimi önceleyen Banco del Sur (Güneyin Bankası), paralel sağlık ve eğitim programları, paralel uluslararası ticaret vb...

Chávez’in en önemli “paralel” politikası ise ABD güdümlü NAFTA- FTAA diye bilinen Serbest Ticaret Bölgeler Anlaşmasına karşı geliştirilen ALBA, yani “Amerikalar için Bolivarcı Alternatif.” ALBA’nın amacı kısaca; İmtiyazlı elitlerden çok, sıradan insanların yararına olacak sosyal devlet modelini önceleyerek Latin Amerika ulusları arasında kapsamlı bir entegrasyon sürecini gerçekleştirmek... Anlaşmanın bağrında yatan prensipler ise; rekabet yerine birlikte üretim, hükümranlık yerine dayanışma, sömürü yerine işbirliği, gelişmiş ülkeler ve büyük şirketlerin egemenliğine karşı, her ülkenin egemenliğine saygı.

ALBA’nın esaslarından biri, ticareti geleneksel-egemen para ve değer mekanizmalarının dışında kurgulaması. Buna göre, uluslararası bankacılık ve ulus-ötesi şirketlerin himayesindeki ticaret sistemi yerine, temel ihtiyaç metalarının “takas”ı tercih ediliyor. İktisadi ölçüm ise, Dünya Ticaret Örgütü’nün, IMF’in veya diğer ulus-ötesi kurumların tahayyülünün dışında bir ölçüm sistemini dikkate almak; kâr değil, temel ihtiyaç ölçümü. Bu yaklaşıma en iyi örnek ise, Venezuella’nın Küba’yla karşılıklı olarak geliştirdiği siyasi-sosyal ve ticari işbirliği projesi. Buna göre; Venezuella Küba’ya petrol vererek, Küba’dan hekim ve eğitmen (okuma yazma programlarında görev alacak) temin ediyor. Veya, Arjantin’e petrol verip, bu ülkeden sığır ve süt ürünleri temin ediliyor (ithal etmek, ihraç etmek, satmak, almak değil vermek, temin etmek). İki örnekte de hiçbir şekilde nakit para kullanılmıyor. ALBA katılımcısı diğer ülkelere de trampa metoduyla veyahut indirilmiş-hakkaniyetli bir ücretle alışveriş yapmaları önerilirken, Venezuella kendi ülkesindeki küçük işletmelere ve kooperatiflere de Latin Amerika ülkeleri ile yapacakları alışverişte aynı yolu izlemelerini salık veriyor. Bu plan çerçevesinde geleneksel borç sistemi üzerine kurulmuş banka sistemine alternatif, gerçek sosyal gelişimi destekleyecek Banco del Sur tartışmalar da yürütülüyor.

Yerel Kamusal Planlama Konseyleri:

Planlama ve uygulama mantığı itibariyle Porto Alegre’de 1989’da hayata geçirilmeye başlanan daha sonra tüm Brezilya’yı saran “katılımcı bütçe” deneyimi ile oldukça fazla ortak yönleri olsa da arkasında bıraktığı 17 yıllık deneyim ile Brezilya örneğinin çok daha sofistike ve oturmuş olduğunu kabul etmek gerekir. Elbette bir de, Brezilya’daki deneyimin arkasında bu deneyimin içini dolduran önemli bir toplumsal hareket geleneği olması.

Porto Alegre’deki “Katılımcı bütçe” deneyimine dair kısaca bilgi tazelemesi yapalım: Kent yöneticileri ile yurttaşların bir dizi toplantı sonunda seçtiği temsilcilerin biraraya gelip ulaşım, altyapı, vergilendirme, ekonomik gelişme ve eğitim/ sağlık gibi temel alanlar ve birçok tali alanlardaki kaynak dağıtımına beraber karar verme süreci, aynı zamanda da “vergilerden ve diğer gelirlerden elde edilen kaynakların, eşitlik ve verimlilik kriteri ile adil ve uygun dağıtımı doğrultusunda, toplumun refah gelişimine katkı yapan yönetimsel, teknik ve finansal destek vermeyi amaçlayan kurumlar arası organizasyondur.”

Yerel Kamusal Planlama Konseyleri’nin de mantığı buna benziyor. Konseyler hukuki meşruiyetini ise, nüfusun %70’ine yakınının onay verdiği yeni Anayasa’nın en temel maddesi yani 62. maddeden alıyor: “İnşa süreci, uygulama ve kamusal kaynakların kontrolünde halkın katılımı esas olduğu gibi total gelişimi kişisel ve kolektif olarak garanti edeceği için de gereklidir. Devlet ve toplum bu sürecin harekete geçirilmesinde en uygun olanakları kullanarak birbirine yardımcı olmakla yükümlüdür.”

CLPP’nin kuruluşunu yasallaştıran 182. maddenin temelindeki mantık ise, yerellerdeki yurttaşların temel ihtiyaçlarına ve bu ihtiyaçların çözümüne yönelik politikalara hep beraber tartışarak karar vermeleri. Konseylerin uymakta zorunlu olduğu yasal ve anayasal kurallar da var: 185. maddeye göre CLPP’ler “başkan yardımcısının başkanlık ettiği konsey belediye başkanı, vali, şehir konseyi üyeleri, mahalle örgütleri temsilcileri ve sivil toplumun temsil ettiği 73 üyeden oluşuyor. Bunların 36’sı kurumsal üyeler (önceden seçilmişler: belediye başkanı, 13 şehir konseyi yasama meclisi üyesi ve 22 bölge konseyi başkanları), 37 kurumsal olmayan üyeler, her bölgenin kendi seçtiği delegeler. (Bunların da bir kısmı Konseyden seçilen üyelerle, sağlık-eğitim-spor-kültür-güvenlik-çevre gibi konularla ilgilenen sivil toplum temsilcileri.) Şu anda aralarında Caracas Belediyesi’nin de bulunduğu toplam 7 pilot belediyedeki 3.700 CLPP 563 projeye öncülük ediyor. İktidarın sorumluluğunun dağıtılması (desentralizasyonu) sürecine katkı vermek için katılımcı demokrasinin en önemli nüvelerinden biri olan CLPP’lere bu yıl içinde 1 milyar dolarlık fon ayrıldı. Konseyler, aylık olarak toplanıyor. Sürdürülebilir bir bilgi akışı, tartışma ve ihtiyaçların öncelenmesi için düzenli toplantılar şart. Toplantıların sonuçları da, anında belediye başkanına sonuçlarını raporlanıyor.

Sarah Wagner’a göre ise CLPP’lerin aşmak zorunda olduğu olduğu iki temel engel var. 1. Geliştirilmesi politik demokrasiden daha zor olan “Ekonomik Demokrasi”yi geliştirme süreci 2. Venezuella, katılımcı demokrasiye yönelik attığı bu pozitif adımın karşı karşıya kaldığı vasıfsızlık ve yetersizlik. Wagner, eski Yerel Planlama Bakanı yardımcılığı yapmış ve Bolivar Devrimini desteklemiş olan Roland Denis’le yaptığı söyleşide, Denis yeni katılımcılık yasasının 3 temel konuda problemleri olduğunu ifade ediyor. Ve sırf bu nedenlerle yasanın lağvedilip yeniden formüle edilmesi gerekliliğine işaret ediyor. Denis’in bahsettiği problemler sırasıyla:

Coğrafi bölünme: CLPP’lerin sonucuna dair en önemli değerlendirme Caracas’ın bölündüğü 5 bölgedeki uygulamaların ölçülmesiyle yapılabilir. Caracas nüfusunun çoğunluğu oluşturan (3 milyon) ve çoğunluğu Chavist olan Libertador ve Sucre bölgesiyle, yarım milyon nüfuslu Baruta ve El Hatillo ve çoğunluğu orta sınıf ve Chávez karşıtı nüfusun yaşadığı Chacao arasında farklardan kaynaklanan ölçümlerde yanlış sonuçlara ulaşılmasına neden olacaktır. İki, üç milyon insandan mütevellit bir nüfusun yerelliğini ve katılımda demokratik mekanizmaları ölçmek ne kadar zor ise, Chacao gibi katılımın görece daha rahat olduğu yerlerin sürece karşı olmaları da o denli ironiktir.

Denis son olarak da “Kendi seçim bölgelerin temsil eden bir avuç insan var ve bu insanların çok azı kendi seçmenlerini ve nereden seçildiklerini biliyorlar” diyerek “katılımın meşruiyeti”ne dair sorunları ifade ediyor.

Kaynakların dağıtımı: Zengin belediye, fakir belediye ayrımı ve tanımlaması belirmiş. Hâlâ zenginlere ayrıcalık yapıldığını düşünenler var. Coğrafi bölünmenin yarattığı “sınıf temelli apartheid” ekonomik ayrımcılığa neden olduğu kadar, katılımcı demokrasiye de zarar veriyor.

CLPP’nin en önemli zaaflarından birinin de “eğitimli bireyler”e daha çok hizmet eden bir yapı olduğu ve bu meseleden kaynaklanan ironiyle de programın Chávez’e şüpheyle bakan yerlerde çok daha iyi işlemesi.

İktidar zaafiyeti: Katılımcı demokrasi Venezuella’da hâlâ teorik düzeyde öte yandan hiçbir ülke geleneksel temsilî demokratik sistemi ulusal düzeyde aşıp, böyle bir değişime kalkışmadı.

Her türlü dezavantajlarına rağmen CLPP’ler siyasal alanı, özellikle “alttakiler”in katılımını destekleyerek yeniden örgütlemeyi hedeflemekte ve sırf bu sürecin kendisi bile tüm kesimler tarafından heyecanla izlenmektedir. Konseylere dair son sözü de, süreç içerisinde yer alan Maria Fernando Pirona’nın gözlemlerine ayırmakta fayda var:

“Biraraya gelip uzun uzadıya tartışmak zorundayız. Venezuellalılar olarak şu anda bulunduğumuz nokta, ülkemizin kültürünün bir kısmını değiştirmek. Şu anda daha iyi anlıyoruz ki, sadece kendimizi düşündüğümüz zaman toplum sağlıklı çalışmıyormuş... Herkesin yararına olan projeler üzerine düşünmeli ve çalışmalıyız. Bugün komşumun başına gelecek olanın bir gün benim başıma geleceğini unutmamalıyım. Kirlenme hepimizi etkiler. Toplum içinde yaşıyoruz ve bu cemaat içindeki bir bireyi etkileyen şey bizi de etkiler. İşte kültürümüzün bu tarafını yeniden canlandırıyoruz: Her birey birbirine bağlıdır... Yasayla, CLPP yasasıyla yapıyoruz bunu: var olma, eyleme ülkemizdeki sorunları algılama biçimini değiştiriyoruz...”

Sosyal Gelişim Görevleri: Caracas’ı çeviren yüksek tepelere kurulmuş yoksul ve yoksun gecekondulara verilen hizmetleri anlatan programlar. Bolivarcı Çemberler’in en etkili halkası, Chávez’in arkasındaki yoksullarla sıcak temasını sağlayan, toplumun yaşam kalitesini arttırmayı amaçlayan bu programlar Chávez’in deyişiyle “Bu görevler, halkımıza yıllardır verilmeyen doğal haklarının verilmesidir. Yani, basit bir borç ödemedir...” Yani çok da üzerinde durulmaması gereken sıradan bir minnet duyma seremonisidir. Lakin, pek de öyle değil, Misiones’ler olası bir Venezuella ziyaretinde, Bolivarcı Devrim’le tanışma hamlesinin en görünür, somut ve etkili görüngüleri. Ki, o tüm dünyada da çok yankı uyandıran “Kübalı doktorlar” bu programın içinde görev alıyorlar. Misiones’ler başta eğitim ve sağlık olmak üzere gıda ve barınma alanlarında hükümet tarafından yürütülen programlar. Programları kısaca anlatmak gerekirse;

Mision Bario Adentro (Yüksek standartlarda kamusal sağlık, hastanelerde ve kliniklerde diş bakımı ve temel sağlık eğitimi alanlarında ücretsiz sağlık hizmeti vermek için 3 farklı safhada planlanmış program. Küba ile yapılan karşılıklı anlaşma gereği bu ülkeden gelen 20 bin sağlık elemanının görev aldığı programın en önemli özelliği, gettolara açılan klinikler vesilesiyle doktorlarla halkın içiçe olması.)

Mision Mercal (Özellikle, gelir düzeyi son derece düşük olan topluluklar için kaliteli ve sağlıklı gıda üretiminde gerekli olan hububata, süt ürünlerine ve ete çok uygun fiyatlarda erişim hakkı sağlayan program. Öte yandan Mision Mercal, program kapsamında besin değeri yüksek, güvenli, organik olarak yerel ve ulusal düzeyde üretilmiş gıdaları önceleyerek Venezuella’nın gıda egemenliğini de korumaya çalışıyor. Dünya Gıda Örgütü FAO’nun verilerine göre Venezuella, kendi kendine yeterlilik için gereksinim duyulan minimum gıda üretimi sınırının altında bulunuyor. Bu nedenle, kıtanın en fazla gıda ithal eden ülkelerinden.)

Mision Robinson I ve II (Gönüllülerin yoksullara okuma yazma eğitimi verdiği program.)

Mision Ribas (Yaklaşık 1.5 milyon insanın kayıtlı olduğu bu program tüm ülkeye yayılmış 29 bin eğitim merkezinde yürütülüyor. Lise veya dengi düzeyinde eğitim veren program. Her yaştan insan kayıt olabiliyor.)

Mision Sucre (Yüksek eğitim programı. Mision Sucre’nin uygulamaya geçtiği tarih itibariyle yaklaşık 275 bin insan üniversite seviyesinde programlara kayıt olmuş. Ülkede 1999’dan beri tam 5 yeni üniversite daha açılmış. Chávez öncesi döneminden farklı olarak, üniversite eğitimi ücretsiz.)

Mision Guaicaipuro and Habitat (Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı tarafından yürütülen programın amacı ülkenin yoksullarının ve yerlilerin haklarını, egemen şirketlerin çıkarlarının yol açtığı kaynak ve mali spekülasyonlara karşı korurken, toprağın kamusal mülkiyetini insan haklarını önceleyerek yeniden tahsis etmek. Program 5000 toprak komitesi altında örgütlü 5 milyon Venezuellalıyı temsil ediyor. Nüfusun %20 sine denk gelen bu örgütlülük, aynı zamanda ülkenin en büyük toplumsal hareketi konumunda. Chávez hükümeti bu programı, 50 yıllık geçmişinde işgal ettikleri arazilerde devletten çok yerleşim yeri inşa etmiş yoksullara bir borç ödeme olarak görüyor. Program çerçevesinde ise binlerce bedava hane ve bu hanelerin konumlanacağı altyapısı gelişmiş alanlar yaratmak var.)

Mision Vuelvan Caras (Ülkenin sosyal ve ekonomik gelişime katkıda bulunacak çalışanların hem kendi standartlarının gelişimine hem de ülke standartlarına olumlu etki yapacak iş yeteneği geliştirme programı.)

SONUÇ YERİNE

Bir haftalık ziyaret, görüşmeler, gözlemler ve okumalar vesilesiyle değerlendirilemeyecek kadar karmaşık bir süreç yaşanıyor Venezuella’da. Niyetler ve uygulamalar ne kadar parlak gözükse de emperyalizme ve uluslararası kapitalizme verilecek “sosyalist” cevabın sonuçlarını izleyerek göreceğiz. Bir devrim, elbette istatistiklerin ve süslü söylevlerin arkasına sığınılmayacak kadar ciddi bir iş. Lakin, özelde Venezuella’da genelde Latin Amerika’da şu anda olanlar, kıtanın toplumsal hareketlerinin ısrarlı, süreğen ve kitlesel mücadeleciliğini göstermekle kalmıyor, tüm gezegen gerici, kapitalist ve ayrımcı politikaların cenderesinde iken, “sol” rengin en çok yakıştığı Latin dünyanın nasıl bir tercihli siyasi “anakronizm” izlediğini de gösteriyor. Öte yandan, Venezüalla’nın ve Chávez’in kaderi ne olursa, ülkede siyaset yapan Chávez yanlısı ve karşıtı her bireyin kabul ettiği tek bir şey var ki, ülkenin şu anda tarihindeki en politize kuşağına tanıklık ediyor olması. Bolivar Devrimi’nin bireylerin entellektüel gelişiminde ve örgütlülük kültüründe yarattığı değişim ise, bizim gibi toplumlar için ibret verici düzeyde.

Gelecekte ne olur, Chávez dünya devrimine gaz mı verir, fren mi basar bilinmez. Ama her ne olursa olsun, Venezüella’da gerçekleştirilmeye çalışılan sürecin kendisi izlenilmeyi hak ediyor.

Jardim, Claudia and Jonah Gindin (2004) Interview with Tareq Ali, Venezeula: Changing the World by taking Power, http://www.voltairenet.org/article121531.html#article121531

Lendman, Stephen (2004) Venezuela’s Bolivarian Movement, http://www.zmag.org/content/showarticle.cfm?ItemID=9462

Harnecker, Camila Pineiro (2005) The New Cooperative Movement In Venezuela’s Bolivarian Process, http://www.zmag.org /content/print_article.cfm?itemID=9426&sectionID=15

Feinber, Joe Grim (2006) Beyond the Opposition, Beyond Chávez The Bolivarian Revolution, http://www.zmag.org/content/showarticle.cfm?ItemID=9447

Wagner, Sarah (2004) Participatory Democracy in Venezuela, Parts 1: Citizen Power and Venezuela’s Local Public Planning Councils, http://www.venezuelanalysis.com/articles.php?artno=1314

Wagner, Sarah (2004) Participatory Democracy in Venezuela, Parts 2: The Legal and Practical Basis of Citizen Power in Venezuela, http://www.venezuelanalysis.com/articles.php?artno=1328

Wagner, Sarah (2004) Participatory Democracy in Venezuela, Parts 3: Problems and Opportunities for Citizen Power in Venezuela, http://www.venezuelanalysis.com/articles.php?artno=1331

Wagner, Sarah (2005) Venezuela Experienced Record Growth of 17% in 2004, http://www.venezuelanalysis.com/news.php? newsno=1888

Vera-Zavala, America (2005) Participatory Democracy in Venezuela, http://www.zmag.org/sustainers/content/2005-12/01vera-zavala_.cfm

O’Keefe Derrick (2005) There is an Alternative: Bolivia, Venezuela, and the Struggle Against Neo-Liberalism, http://www.sevenoaksmag.com/commentary/91_comm3.html

Marquez, Humberto (2005) State-Financed Experiments in Venezuela’s Solidarity Economy, http://www.venezuelanalysis.com/articles.php?artno=1614

Golinger, Eva (2005) CIA Classifies Venezuela as Top “Potentially Unstable Country”, http://www.venezuelanalysis.com/articles.php?artno=1378

Parma, Alessandro (2005) Chávez Los Tiene Locos (Chávez drives them crazy): A First-Hand Impression of the Venezuela Opposition, http://www.alia2.net/article131760.html