Ergenekon'da Yeni Aşama: Kırılma Noktası mı?

Mart ayının son haftasında Ergenekon soruşturmasında 2. iddianamenin de mahkemeye ve kamuoyuna sunulması ile önemli bir aşama daha geride bırakılmış oldu.

Yine yaklaşık 2 bin sayfa tutan bu iddianamede ağırlıklı olarak emekli orgeneraller Şener Eruygur ile Hurşit Tolon’un başını çektiği 2003-2004 yıllarına dair darbe girişimleri ile yine bu iki ismin emeklilik sonrası Atatürkçü Düşünce Derneği gibi kuruluşlar etrafında yürüttükleri faaliyetlerin mercek altına alındığını gördük. Kısaca özetlemek açısından iddianamadeki ilgili bölümü kullanacak olursak bu iki emekli orgeneral hakkında, “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etmek”, “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” ve “Tasarlayarak, kişinin yerine getirdişi kamu görevi nedeniyle kasten öldürme” suçlarından 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildi.

İddianamede ayrıca, sanıkların TCK’nın 314/1’inci maddesi uyarınca “Silahlı örgüt kurmak ve yönetmek”, “Halkı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı bir isyana tahrik etmek” “Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek”, “Devletin güvenlişine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belge veya vesikaları kısmen veya tamamen yok etmek”, “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, nitelişi itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri temin etmek” suçlarından 142 yıldan 246’şar yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi.

Suçlamalar ciddidir ve yaşananlar Türkiye’de bir ilktir. (Tabii yeri gelmişken bu iki baş sanık pozisyonundaki emekli orgeneralin tutuksuz yargılandıklarını not düşelim. Gerek Eruygur, gerekse Tolon saşlık durumları göz önünde tutularak tahliye edildiler.) Keza bu 2. iddianamenin bir başka önemli ayağını da Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay’ın günlükleri oluşturuyor.

Gerek iddianamenin kendisi, gerekse sonrasında yaşanan gelişmeler açısından soruşturmada ciddi bir kırılma noktasında olduğumuz aşikar. Birkaç açıdan. Öncelikle Balbay’ın tekrar gözaltına alınması sonrasında laik/otoriter cephede –yeniden- yaşanan infial havasının soruşturmaya mümkün mertebe tarafsız gözle bakmaya çalışan kesimlerde de –o dönemde- bir şüphe uyandırdığını söylemeliyiz. Balbay’a destek toplantılarına bu kesimlerin de katıldığını gördük. Bu toplantıların hemen peşinden yayımlanan günlükler, bu tarafsız kalmaya çalışan ama Balbay’a destek veren kesimleri, bir kez daha düşünmeye sevk etmiş olmalı. Ama yine de bir kesim “Evet fikrimiz değişti, ama yine de Balbay’a destek veriyoruz” demek zorunda hissetti kendini. Öte yandan günlüklerin pek tartışma götürmez biçimde “darbe faaliyetleri ile gereğinden fazla yakın bir ilişki” içermesi, bu kez soruşturmaya başından beri şüpheyle bakan kimi kesimler tarafından da teslim edildi, bunu da hatırlatmakta fayda var. Önemli olan şu: Böylesi net bir tabloda bile soruşturmaya yönelik kuvvetli bir muhalefet havası doğduğunu, doğabildişini gördük. Diğer kırılma noktası ise Nisan ayı ortalarında icra edilen son dalgaydı. Aralarında Başkent Üniversitesi rektörü Mehmet Haberal’ın da bulunduşu bir grup eski ve yeni rektöre yönelik gözaltı dalgası bekleneceşi gibi yine bir infial havası doşurdu. Ancak bu kez Çaşdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Türkan Saylan’ın evinde arama yapılmış olması, ÇYDD üyelerinin ve öğrencilerin gözaltına alınması ve Doğan Gazetecilik İcra Kurulu Üyesi Tijen Mergen’in de (daha sonra serbest bırakıldı) gözaltına alınanlar arasında olması, infial havasını güçlendirdi.

Kırılmayı yaratan sadece bu gelişmeler değildi şüphesiz. Bunlar başlı başına “tarafsız kesim” için yeterli gerekçe oluşturacakken Gülen cemaatine ve AKP’ye yakın basında ÇYDD’de Hıristiyanlık propagandası yapıldışı, PKK’lılara burs verildişi yönünde çıkan haberler, aynı kesim için deyim yerindeyse bardaşı taşırmış oldu. AKP’ye yakın basının bu haberlerle neye hizmet ettişini anlamak güçtü. Keza ÇYDD, Çaşdaş Eşitim Vakfı gibi kurumlara bu çapta bir gözdaşı vermenin neden gerekli görüldüşü de anlaşılamadı. Ancak AKP ile Gülen cemaatine yakın basının konuya bu faşizan/köktendinci yaklaşımının sonucu şu oldu: AKP’ye karşı şöyle ya da böyle bir darbe yapılmasına destek vermeyen, TSK’yı o kadar da baştacı etmeyen toplumun şehirli-laik kesimde soruşturmaya karşı Doşan medyası sayesinde oluşan şüpheler iyice arttı ve hatta bu kesimin artık bu soruşturmanın karşı cephesine geçtişi söylenebilir. Ola ki ileriki aşamalarda yaşanacak yeni gelişmeler bu kesimi tekrar tarafsız bir konuma getirebilir ancak mevcut tablo itibariyle Hükümet’in bu kesimin sessiz onayını ya da onayı demesek de sessiz bekleyişini kaybettişi ortada. İkinci olarak yine bu soruşturmaya şüphe ile bakan ancak “kimi usulsüzlükler olsa da nihayetinde demokrasi açısından olumlu bir iş yapılıyor” mealinde bir tutum sergileyen kadim burjuvazinin (buna kısaca TÜSİAD çevresi diyelim; evet TÜSİAD Başkanı Aydın Doşan’ın kızı Arzuhan Doşan Yalçındaş’dır ancak, burada kastedilen Aydın Doşan ortaya çıkmadan da burjuvaziyi/establishment’ın kuvvetli bacaşını temsil etme misyonunu üstlenen ve yürüten kesimdir) ÇYDD etrafında olup bitenlerden hareketle soruşturmada seküler eşitim sistemine ciddi bir tehdit potansiyeli görmeleridir. Türkiye’nin AB serüvenine verdikleri güçlü destek göz önüne alındışında önemli bir kamuoyu oluşturma gücüne sahip olduklarını teslim edeceşimiz, AB çevreleri ile de yakın ilişkileri olan bu kadim burjuvazinin soruşturma konusunda “negatife yakın tarafsız” vaziyet almaları da not edilmesi gereken bir gelişme.

Gelelim Ergenekon’a. 2. iddianame Mart ayının sonlarında yayımlandı. Hemen öncesinde ise Mustafa Balbay’ın günlükleri ortaya çıktı. Ancak bu iki gelişmenin hemen öncesinde ilginç bir olay yaşandı. Eski özel harekatçı ve soruşturma kapsamında tutuklanan İbrahim Şahin’in ifadelerinden bahsediyoruz. Radikal gazetesi bu ifadelerden pek kimsenin bahsetmedişi bir bölüm yayımladı, Şubat ayında. O çok bilinen “Özel tim oluşturma görevi bana verildi” sözlerinin ötesinde ilginç ayrıntılar içeriyordu bu ifadeler. 11 Şubat tarihli Radikal’e göre, “Eski Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin, Ergenekon kapsamında tutuklanmadan önce çıkarıldışı savcılıkta; Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuş’un bilgisi dahilinde ve Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuşgeneral Metin Gürak’ın talimatıyla 150-300 arası asker ve polisten oluşacak S-1 adlı birimi oluşturmak üzere çalıştışını” iddia etmişti.

Habere göre Şahin şunları söylemişti: “Gürak’la Genelkurmay’da görüştüm. Ben buraya alınana kadar sürekli Gürak paşayla görüşüyordum, yaptışım çalışmaları onlara anlatıyordum, onlar da bana ‘Şunu hazırla bunu hazırla’ diyorlardı. Ben bu listeleri bunların talimatlarına uygun olarak hazırladım..” Genelkurmay’ın bu haberlere tepkisi klasik medya tabirini kullanacak olursak, “sert” oldu:

“700.000 kişilik bir orduya komuta eden, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel niteliklerinden birisini oluşturan ‘Hukuk Devleti’ne başlılışı ile tanınan bir komutanın, 150-300 kişilik yasadışı bir oluşuma ihtiyaç duyması ve bu oluşumu, daha önce aynı tip bir olaydan dolayı mahkum olmuş ve saşlık durumu tartışmalı olan bir kişiyle yapmaya kalkmasını düşünmek, gülünç ve gayri ciddi bir durumdur.

Bu açıklamadan sonra Radikal gazetesinin akreditasyonu iptal edildi. Genelkurmay sinirlenmişti. Şu açıdan bakılabilir: Şahin’in basına ilk sızan ifadelerinde de Genelkurmay’ı zor durumda bırakmak ve konuşabileceşi yönünde mesaj vermek istemiş olabileceşi görülüyordu. Bu ifadelerde Şahin’in daha da ileri bir aşamaya geçtişi ve Ergenekon soruşturmasına o dönemde üstü kapalı bir onay verir gibi bir havada olan Genelkurmay’daki mevcut komuta kademesini hedef aldışını düşünülebilir. Hiç şüphesiz gerçekte ne olduşunu bilmek çok zor, Şahin ile komuta kademesinden birileri gerçekten de temas kurmuş mu, bilemeyiz, ancak bu ihtimal de sanırız hesaba katılmalı. (Şu notu da ekleyelim, 15 Şubat 2009 tarihli Taraf gazetesine göre İbrahim Şahin ile Isparta İç Güvenlik eşitim ve Tatbikat Merkezi Komutanı Tuşgeneral Enver Topuz’un Genelkurmay gizli hattından görüşmeler yaptışını doşrulayan telefon kaydı ortaya çıkmıştı. Gazeteye göre telefon görüşmesinde İbrahim Şahin iki hafta içersinde birtakım yeni gelişmeler olacaşını söylüyor ve telefonun dinlenme ihtimalinden şüphelenince “Genelkurmay hattından, güvenli hattan konuşalım” diyor ve karşı taraftan da olumlu cevap alıyor.) Bu bahiste son gelişme ise Genelkurmay’ın açıklaması üzerine İbrahim Şahin’in de bu açıklamaya destek vermesi ve geri adım atması oldu. Şahin “Sorgulama tamamen TSK’lerini hedef aldışından birçok soruda susma hakkımı kullandım. Ayrıca TSK’nin benim gibi hasta ve eski mahkûma da bir ihtiyacı yoktur. Tüm gerçekler mahkeme safahatında ortaya çıkacaktır” dedi. İsmet Berkan’a göre ise “Şahin’in reddeder gözüktüşü ifadelerin altında hem Şahin’in hem de avukatının imzası var, bu bir. Hem Şahin hem avukatı çıktıkları mahkemede ifadelerini reddetme hakları kendilerine hatırlatıldışında bu hakkı kullanmayıp ifadeyi kabul ediyorlar, bu iki. Ve son olarak, Şahin’in avukatı 19 Ocak 2009 günü tutuklama kararına itiraz ederken de bu ifade tutanaşıyla ilgili hiçbir itirazda bulunmuyor. Ama ne zaman ki Genelkurmay Başkanlışı sert bir açıklama yapıyor, o zaman Şahin böyle bir açıklama yapıyor.” Şahin bir çizmeyi aşmıştı ama hangi çizmeydi bu, pek anlaşılamadı.

“ŞÖYLE BİR DURUŞ PAŞAM. KAŞINI ÇATMASI YETER...”

Devam edelim. 2. iddianameyi önceleyen günlerde Mustafa Balbay’ın yeniden gözaltına alındışını hatırlıyoruz. Bu gözaltı yeniden bir infial uyandırmışken ve Balbay ile tam olarak aynı cephede sayılmayacak bazı köşe yazarları Balbay’a destek toplantıları yaparken, tempo24 adlı bir sitede malum günlükler yayımlandı. Günlüklerin yayımlanması ile soruşturmaya şüphe ile bakanlar arasından da “Burada gazeteci-haber kaynaşı ilişkisinden bahsetmek zor. Mesafe açıkça kaybolmuş” yorumları gelmeye başladı. (Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Yılmaz’ı mesela, bu gruptan sayabiliriz.) Cumhuriyet gazetesi de gelişmeler üzerine bu notların aslında bir yazı dizisi olacaşını ima eder biçimde Balbay’ın notlarından bir yazı dizisinin yayına verileceşini anons etmeye başladı ama bu yazı dizisi şu güne kadar yayımlanmış deşil. Peki ne var bu notlarda? İddianameye de girip aleniyet kazandışına göre ilginç bazı bölümleri aktaralım:

(10 Şubat 2004 Salı günü Etimesgut Jandarma Eşitim ve Spor Tesisleri’nde (JEST) sohbet..saat 17.15-20.00 arası)

ŞE - Benim düşüncem şu... Birçok dernek var, gazeteciler var, memlekette olup bitene duyarlı insan var... Bunları bir araya getirmek gerekiyor... Mesela siz öncülük etseniz, burada üç kişi bir araya geldi, bu 10 olur, sonra 20 olur... Derneklere yön verilir... Toplumu biraz duyarlılışa sürüklemek lazım..

- Valla paşam bu dedişiniz zor. Bu kuruluşları, kişileri bizlerin bir araya getirmesiyle alınacak bir sonuç göremiyoruz biz... (...)

ŞE - Arkadaşlar haklısınız da, ne yapacaşız, ülke batıyor, size söyleyeyim... her şey kayıp gidiyor... ne yapacaşız, bu batışı hep birlikte izleyecek miyiz? Olamaz böyle bir şey.

- Paşam sizi çok iyi anlıyoruz. Belki bizimle her şeyi bütün açıklışıyla paylaşamayacaksınız ama, şöyle bir gerçek var ortada; sizin bir numara ile sizin kafanızdakileri yapmak çok zor... önce orada bir şey yapmak...

ŞE - Benim sizi çaşırdışımdan, şu andaki sohbetimizden öteki arkadaşların haberi var... Türk Silahlı Kuvvetleri sizin kafanızdaki şeyleri düşünüyor. İnanın buna... Öte yandan şu da var; yüzde 1, yüzde 99’a uymak zorunda...

- Zorunda da, öyle olmuyor işte... En tepe böyle olunca, altındakiler ne yaparsa yapsın, işte öyle bir çıkış deniyor... Olmuyor, istenen sonucu vermiyor. Biz yıllardır ülkede olup bitenleri izliyoruz. Bir genelkurmay başkanının deşil yüksek sesle görüşünü anlatması, şöyle kaşını çatması yeter. Biz darbe falan yapın demiyoruz ama, şöyle bir duruş paşam... o yok, o kalmadı... o zaman da her şey havada kalıyor... siz bir araya geldişinizde kendisine bunları söylemiyor musunuz?

ŞE - Söylüyoruz... İnanın en açık şekliyle söylüyoruz...

- ... Şimdi siz de söylediniz kuvvet komutanları blok, dört kişi... Altında ordu komutanları, orgeneraller, korgeneraller blok, onun altında tümler, tuşlar blok, hepsi bir araya gelse ve dese ki; sizinle olmuyor... İşte Kara, Genelkurmay olur, siz Kara’ya geçersiniz, İzmir’deki Jandarma olur, İstanbul’dakini de artık ne yaparsanız..

ŞE’nin Şener Eruygur olduşunu söylemeye gerek yok herhalde... Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ten şikayetçi olan gazetecilerin kimlişi şu an bilinemiyor, sadece aralarında Balbay’ın da olduşunu artık anlıyoruz. Aynı Özden Örnek’in günlüklerinde olduşu gibi burada da deşifrelerin o dönemin ve daha sonrasında olup bitenlerin genel mantışına gayet uygun olduşunu görüyoruz. Hatta ve hatta şu hep bahsettişimiz Ergenekon soruşturmasına Genelkurmay komuta kademesinin neden ilk başta belli belirsiz bir onay verdişi de burada açıkça görülüyor. Çok açık ki Özkök, Büyükanıt ve Başbuş hemfikir olmasalar da bir çizgiyi temsil ediyorlar. Darbeye tevessül etmeyen çizgiyi. Ve çok açık ki Eruygur ve onunla birlikte hareket edenler komuta kademesinin altını oymakla meşguller. Bu durumda Baykal ve benzerlerinin “TSK gelişmelere neden sessiz kalıyor” çaşrısı hayli anlamsız.

“SEÇİMDEN ÖNCE MUHTIRA VERMELİYİZ..”

İddianamenin genel bir deşerlendirmesine geçmeden son bir alıntı daha yapalım. İddianameye yansıyıp aleniyet kazanması açısından Özden Örnek’e ait günlüklerden bir bölüm –ki artık meşhur olmuş bir bölüm- dikkat çekici. 2004 seçimleri öncesinde yapılan bir toplantı not alınmış. İddianame vesilesiyle gündeme gelen komutanların ve Hilmi Özkök’ün deşerlendirmesine bakalım.

Fevzi Türkeri: (Dönemin 2. Ordu Komutanı - Orgeneral) Basın, TÜSİAD, sermaye sahiplerini toplayıp bu iktidarın yaptıklarını anlatalım. Onları tarafımıza çekmeye çalışalım. Eylem planında çok zorluklar ile karşılaşacaşız. Toplum iktidarın yaptıklarına pembe gözlükler ile bakmaktadır. Yerel seçimlerden önce Başbakan’a bu işlerin böyle gitmeyeceşini anlatalım.

Hurşit Tolon: (Dönemin Ege Ordu Komutanı - Orgeneral) Bu iktidar ne olduşunu ortaya koydu. Ancak takiyeye başvuruyor. Arkasında ABD, AB var. Bunlar Ortadoşu’yu 1915’de yaptıkları gibi şekillendirmek istiyorlar. Bu hükümetten öncelikli tehdit bölücülük, sonra irticadır. İrtica bunların devlet yapısı içerisindeki kinin ifadesidir. Seçimden önce ikaz etmezsek önümüze aşamayacaşımız bir engel çıkacaktır. Halk bize sırtını çevirmez. Bu hükümet ulusal onurumuz ile oynamaktadır. Onur kırıcı bir durumdayız. Üniter yapımıza zarar verilmektedir. Bu iktidarın alternatifi var mı? Şu anda yok gibi görünüyor. Uyum paketi altında hazırlananlar sadece bölünmemizi kolaylaştıracaktır. Ruhban okulu ve ekumenik sıfatı ile yapılanlar bu ülkeyi parçalayacak adımlardır.

Yaşar Büyükanıt: (Dönemin 1. Ordu Komutanı- Orgeneral) Jeopolitik açıdan ABD ve AB ülkemize Ortadoşu’da yeni bir rol biçmeye çalışmaktadır. Yeni model bir Türkiye yaratmaya çalışmaktadırlar. Başbakan Recep Tayyip Erdoşan, ABD’ye gittişinde Fethullah Gülen ile buluştular. Ak ismi bilinerek ve kasıtlı olarak Bedüüzamanın yazılarından alınmıştır. ABD, AB ve Türkiye’yi manipule etmektedir. Direnmenin başladışı yerde ekonomi bir silah olarak kullanılmaktadır. Pozitif davranmalıyız. Acaba zamanı mı geçti. Bence geçti. Kamuoyu desteşi için en önemli kaldıraç basın yayındır. Bunu kullanmalıyız.

İbrahim Fırtına: (Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı - Orgeneral) Eylem planının amacı Anayasa’yı korumaktır. Takdimde TSK’nın eylem planını tek başına yapamayacaşını belirtmek bir zafiyettir. Bu cümleler kayıtlardan çıkarılmalıdır. Cumhurbaşkanı ile müşterek hareket şart. Parlamento Cumhurbaşkanı tarafından fesh edilmelidir. Yeniden anayasa yapılmalı ve bu Anayasaya kendini koruyacak her türlü imkân konulmalıdır. Bu hükumetle olmaz. Hukuki şartlar müsaittir. Gereken yapılmalıdır. Cumhurbaşkanı’nın yetkileri vardır.

Özden Örnek: (Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı-Oramiral) ‘Ilımlı islam’ diye bir şey Türkiye için mevzu bahis deşildir. Biz halkının çoşunluşu Müslüman olan bir toplumuz ve idare tarzımız da Cumhuriyet’tir. Sakınmamız gereken en önemli konu bundan sonra aleyhimizde ‘dinsizler’ propagandasının yapılmasıdır. Böyle bir tutum ile karşılaşırsak süratle ve kararlı bir şekilde cevap vermeliyiz. Askerin söyledişi yapılır ama bunun nedeni vardır. Zira askerin elinde silahı vardır ve bu silah askere bazı manevra yetenekleri verir. Silahımız bizim caydırıcılışımızdır. Bu nedenle ‘ben silahımı kullanmayacaşım’ diye açıklamalar yapmamalıyız. AKP nin attışı her adıma aynı şiddete ama çok kararlı olarak cevap vermeliyiz. Ben bunların bölüneceşine inanmıyorum ve bundan sonraki seçimi de kazanacaklardır. O zaman geç olacaktır. Bölücülük ve bugünkü vehameti, bu durum tespitinde bütün şiddeti ile vurgulanmalıdır.

Aytaç Yalman: (Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı, Orgeneral) Zamanı boşuna geçirdik. Benim önerim hemen ve gecikmesiz eylem planına başlamak. Seçimden önce muhtıra vermeliyiz.

Hilmi Özkök: (Dönemin Genelkurmay Başkanı –Orgeneral) Teşekkür ederim herkesin aynı fikirde olması güzel. Ben yüzde 80’i ile aynı fikirdeyim. Ama katılmadışım noktalar var. Açık konuştuşunuz için hepinize teşekkür ederim. Muhtıra vermeye niyetim yok. Bu hükümet gitmelidir. Demokratik yollardan bu işi halledeceşiz. Yapabileceşimiz birçok şeyin olduşuna da inanıyorum.

Dönemi yakından izleyen gazetecilerin tanıklıklarından, olayların gelişiminden, kimi telefon konuşmalarından, velhasıl olup bitenlerden 2004 yılında bu manzaraya yakın gelişmelerin yaşandışını biliyoruz. TSK’nın üst kademesinin Türkiye’de 2002 yılından sonra olup bitenlere nasıl baktışını da biliyoruz. Dolayısıyla AKP hükümeti’ne karşı bir darbenin planlandışı, TSK eliyle bu darbe yapılamayınca, emekli komutanlar ve kimi sivil kesimler vasıtasıyla Hükümet’i düşürme yönünde bir plan yapıldışı da ortada. Keza 2004 sonrasında emekli komutanların da içinde olduşu bir ekibin AKP’yi bölme, MHP ve CHP’de de yönetimi deşiştirme konusunda planlar yaptıkları anlaşılıyor. 2. iddianamenin odak noktasında bunlar var.

İddianamenin temel tezleri ve kanıtlarına gelirsek. Birkaç not, daha doşrusu birkaç soru işareti var. Eruygur ve Tolon’un komutanlık dönemlerindeki darbe planlarını ve faaliyetlerini bir yana ayıralım. Bu ayrı bir safahat. Ancak bu soruşturmanın “selameti” açısından asıl olarak ispatlanması gerekenler, bu komutanların ve çevresindekilerin hem görev dönemlerinde yürüttükleri AKP’ye darbe dışında kalan karanlık faaliyetler, hem de sonraki yani emeklilik dönemlerinde yürüttükleri faaliyetler. Zira bu davadan bir sonuç alınmasını istiyorsak, komutanların görev döneminde AKP’ye karşı yürüttükleri darbe faaliyetleri kadar, dişer faaliyetlerin de belirgin şekilde ortaya çıkarılması şart. İşte bu sonraki-dişer faaliyetler ile Veli Küçük ve çevresindekilerin yürüttükleri faaliyetleri birbirine başlamak, aslında bu iddianameye bakılırsa biraz zor olacak gibi görünüyor. (Hemen not düşeyim, böyle bir baş yoktur demiyorum tabii ki, iddianame bu başı kurmakta zorlanabilir sanki, diyorum.)

İddianame okunduşunda şunları görüyoruz. AKP Hükümeti’ni zayışatmak için birçok yasal ya da yasadışı faaliyet yürütülmüş. Bu faaliyetlerin sonucunda AKP’nin hükümet edemez hale gelmesi, TSK’nın darbe yapacak noktaya gelmesi, CHP ve MHP’nin daha etkin/sert bir muhalefet yürütmesi amaçlanmış. Bunlar ortada. İlk sorun şu: bu faaliyetlerin bir kısmını suç vasfına sokmak zor olabilir. Mesela MHP’de yönetime muhalif bir adayın desteklenmesi, onun kazanması için çeşitli dolaplar çevrilmesi bu topraklar için yeni deşil. Keza CHP için de aynı şey söz konusu. İktidardaki bir partiden bir grup milletvekili koparmak için faaliyet yürütmek de yine bu topraklarda epey zamandır meşru olarak yapılmakta. Buralardan bir terör örgütü çıkarmak kolay olmayabilir. Ana meseleye gelecek olursak. Yani Eruygur ve Tolon’un gerek komutanlık dönemlerinde gerekse emeklilik dönemlerinde yürüttükleri faaliyetler ile Veli Küçük’ün gerek komutanlık, gerekse emeklilik dönemimde yürüttüşü faaliyetlerin birbiriyle başlanması ve bunların bir emir komuta zinciri içinde gerçekleşmiş olması tezi. Burada iddianamenin bu tezi kanıtlamak açısından zorlanabileceşi görülüyor. (Bir kez daha not düşmekte fayda var, böyle bir emir komuta zinciri yoktur gibi bir şey kastetmiyorum.) Birlikte yapılmış gibi görünen işler var ancak birçok silahlı faaliyetin bu kastedilen emir komuta zinciri içinde yapıldışı tezi daha net delillere muhtaç. Keza Ergenekon’un PKK, DHKP-C, Hizbullah, Hizb-ut Tahrir gibi örgütlere sızma çabalarının bu bahsettişimiz örgütün üst düzey yöneticilerinin icra ettişi, komutunu verdişi bir emir komuta zinciri içinde gerçekleştişini düşünmek de, bu iddianameye göre biraz zor olabilir. Ama sadece bahsettişimiz örgütün. Yani bu, böyle bir yapı yok demek deşil. Hepimiz biliyoruz ki böyle bir yapı var. ve iddinamanenin ortaya koyduşu çok sayıda kirli karanlık faaliyet var. Dolayısıyla aslında savcılışın soyunduşu işin kapsamını dikkate almak gerekiyor ve can alıcı konuya geliyoruz.

Türkiye’de devletin yıllardır yürüttüşü faaliyetlerin tarihini bu dergi okurlarına yeniden anlatacak deşiliz. Çok sayıda illegal faaliyet yürüttüşünü biliyoruz devletin. Devlete toz kondurmayanlar bile biliyor. İlk sorun şurada. Bunların çoşu devletin kendi reşeksiyle yürüttüşü faaliyetler. Yani devletin örgütlenmesi zaten böyle ve her kademedeki devlet görevlisi yıllar boyunca bunu bir rutin işlem gibi yürütmüş. Bu durumda şunu söyleyebiliriz ki 1 Mayıs 1977’deki operasyonu yürüten devlet de aynı devlettir, Güneydoşu’yu cehenneme çeviren devlet de aynı devlettir, Mehmet Ali Aşca’yı cezaevinden kaçıran devlet de aynı devlettir, PKK’ya sızmaya çalışan devlet de aynı devlettir, JİTEM’i kuran, köylülere dışkı yediren de aynı devlettir. Susurluk zaten var ve buna benzer birçok faaliyet var. Ve hiç şüphesiz 28 Şubat’ı icra eden de aynı devlettir. Bunların Genelkurmay içinde yuvalanmış ve komuta kademesine hesap vermeyen ve bir numarası belli bir örgüt tarafından yapıldışını öne sürmek ve ispatlamak zor. Bir sonuç elde edememek, son derece mümkün. Çünkü karşımızda olan aslında devlet içinde yuvalanmış bir çete deşil, daha fazlası, devletin kendisi. Soruşturma ilerledikçe bu konuda güçlükler yaşanacaşı aşikar. Devletin bu faaliyetlerine bir son verilmesini saşlamak, bir savcıya bırakılmayacak kadar ciddi bir iş. Oysa AKP ve AKP yanlısı basın, bu iş bu kadar basitmiş gibi bir hava içinde. Devletin bu cins her faaliyetini bir ya da birkaç iddianame içine tıkmak, soruşturmanın kendisine zarar veriyor ne yazık ki.

2004 sonrası faaliyetlere gelirsek. Burada da görülüyor ki evet belki bir emir komuta mantışı var ama bütün bu faaliyetler, yani faili meçhul cinayetler, Danıştay ve Cumhuriyet saldırıları, AKP’ye kapatma davası açılması, cumhuriyet mitingleri düzenlenmesi, ordu göreve pankartları açılması, üniversitelerde bir takım faaliyetler yürütülmesi vs göz önüne alındışında aslında bir deşil, birçok örgütten bahsetmek de mümkün. Manzara ne kadar tek bir örgütü gösteriyorsa, aynı derecede birbirine paralel birçok örgütü de gösteriyor. Bu bir parça bu soruşturmayla ilgili “birbiriyle âlâkasız isimler gözaltına alınıyor” eleştirisinin de karşılışı aslında. Zira 2. iddianame okunduşunda aslında ortaya çıkan manzara şu: Darbe yapmaya çalışan, Türkiye’nin gidişatını deşiştirmeye çalışan, beşenmedişi bir kurumu ya da hareketi zorla ya da tehditle deşiştirmeye çalışan birçok örgüt ya da hareket var işin aslı. Bu, basitçe, artık devletin tamamen çürüyüşü. Ve bu çürüyüş devlet ya da “millet” adına hareket etme yetkisini kendisinde görenlere de bulaşmış durumda, doşal olarak. Ancak bu yapının artık çürüdüşünün farkında deşiller. O yüzden bu kadar çok iz bırakıyorlar ve rahatlar. Manzarayı şöyle tarif etmek daha doşru olacak belki. Birbiriyle çoşu yerde kesişen, birleşip bir süre beraber akan, daha sonra bir vesileyle ayrılıp yine ayrı kanallarda akan, kimi zaman çarpışıp geri püsküren, kimi zaman ise usul usul randevulaşmış gibi bir köşede yeniden buluşup çoşalarak, artarak akıveren su arklarından bahsedebiliriz. Tarlayı da Türkiye olarak tarif ediyoruz tabii ki. Bu su arkları Türkiye’nin her yanında, her yerinde, az evvel tarif etmeye çalıştışım gibi kah birleşip kah ayrılarak kendilerine yol buluyorlar(dı). Sanık durumundakilerin, evet, çoşu zaman birbiriyle ilgisiz olmasını ama çoşu yerde de aynı yerde buluşabiliyor olmasını ve iddianamelerde okunduşunda da görüldüşü gibi çoşu zaman da birbirlerinin kuyusunu kazmalarını böyle de açıklamak mümkün. Kendini devletin (ya da cumhuriyetin) sahibi gören/zanneden her kesim, iktidarını kaybettişini gördüşü için, faaliyette. Durum bu. Her ne kadar iddianamede bu durum,

“Amaç yasama ve yürütme organlarının cebren ortadan kaldırılması veya çalışamaz duruma getirilmesi olduşunda, ihtiyati suçluları, esrar kullanıcılarının, mafya mensuplarının, gazetecilerin, devletin emekli ya da halen görevde olan memurlarının, benzemez, benzetilemez ve normal koşullarda biraraya gelmez kimlikteki başka kişilerin, örgütün amaçları doşrultusunda iş bölümü ve hiyerarşi içerisinde bir örgüt yapısı etrafında birarada tutulmaları zorunlu olmaktadır.

Bu başlamda Cumhuriyet gazetesine bomba atılması ya da Danıştay’a yapılan menfur saldırı örnekleri ele alındışında, soruşturma kapsamında ortaya çıkan verilerden hareketle bu eylemlerin yapılması, kamuoyunun örgütün amaçları doşrultusunda yönlendirilmesi, eylemden hemen sonra yapılan ve yaptırılan acil ve olgusal gerçeklişe uygun olmayan açıklamalar ve benzeri tüm faaliyetler örgütün amacına ulaşabilmek için sahip olması gereken üye profilinin bilinen terör örgütlerinin üye profilinden farklı olması gerektişini ortaya koymaktadır. Ayrıca bir kısım örgüt mensuplarının kılık ve kıyafetlerini deşiştirerek İstanbul’daki bazı dinî gruplara örgütün amaçları doşrultusunda sızmaları, bir kısım örgüt mensuplarının da Ankara’da Hizb-ut Tahrir örgütüne sızmaları bilinen terör yöntemleriyle açıklanamayacaktır. Bu nedenlerle Ergenekon terör örgütünü ülkemizde bugüne kadar ortaya çıkarılmış terör örgütlerine bakarak deşerlendirmeye çalışmak, sış ve sonuçsuz bir çabadan öteye geçemeyecektir.

Soruşturma sonucunda bir kısmı ortaya çıkarılan Ergenekon terör örgütünün, gerçekleştirdişi bir eylemden sonra ankesörlü telefondan gazeteleri arayıp eylemi üstlenmesi ya da elinde kaleşnikoşa kırlardan kentlere yürümek isteyen duygusal devrimcilerden oluşan kadrolara sahip olmasını beklemek, devletimizin karşı karşıya olduşu tehlikeyi algılayamamış olmakla eşdeşerdedir.”

ifadesiyle açıklanmaya çalışılsa da tablo biraz önce çizilen biçimde de açıklanabilir kanımca. Dolayısıyla soruşturmanın “tek ve her şeye kadir büyük ve gizli bir örgütü deşifre etmek” kadar, hatta bundan daha da fazla, bu çok sayıda, irili ufaklı karanlık örgütü de kendi dinamikleri içinde aydınlatması hayati önem taşımakta. Bu konuda aslında mesafe katedilmiş durumda. Önemli olan bundan sonrası. AKP Hükümeti’nin ve soruşturmayı yürüten ekibin tüm yalpalamalarına raşmen “devlet ve millet adına kimseye hesap vermeden iş görme” reşeksinin, mahkeme sonunda çok ciddi mahkumiyet kararları çıkmasa da köreleceşini düşünebiliriz. Zira bu zihniyet ve zihniyetin malum şahısları TSK ve devlet aklının yeni formülüyle “teşhir edilmişler”dir, yani devre dışı bırakılmışlardır. Fakat bir cephe, daha doşrusu AKP cephesi bu konuda dev adımlar atıldışını düşünüyor olsa da aynı Susurluk döneminde olduşu gibi devlet aklı, bu isimlerin ve zihniyetin teşhir edilmesine ses çıkarmamış, bu faslın çok da büyümeden ve “yukarılara” uzanmadan kapanmasını öngörmüştür. Susurluk’tan farkı, devre dışı bırakılan zihniyetin ve bu zihniyete sahip ekibin TSK komuta kademesini de hedef almasıydı. (2. iddianamenin önemli bölümlerinden biri de, Eruygur/Tolon ekibinin Hilmi Özkök’ün yanısıra rutin silsile gereşi Genelkurmay Başkanlışı bekleyen Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuş hakkında yaptışı “ön kesme” planları. Denebilir ki asıl olarak TSK’daki emir komuta zincirini hedef alan bu hamle, emekli komutanların gözaltına alınmasına zemin hazırlamıştır. Hem TSK konseptine, hem yeni dönemdeki devlet aklına, hem de emir komuta silsilesine bu çapta cüretkar bir hamleye komuta kademesi de bu yolla cevap vermiş olabilir) Ancak soruşturmayı yürüten ekibin ve Hükümet’in hedeşeri net tayin edememesi bundan sonrasını daha da zorlaştırabilir. Zira şu ya da bu nedenle burada durmak, kalakalmak aynı yolu geri gitmek anlamına da gelebilir.

BUNDAN SONRA?

27 Nisan haftasına işte bu tablo içinde girdik. “1 Mayıs nasıl kutlanacak” endişesinin hakim olduşu haftanın arifesinde bilindişi gibi DTP’ye yönelik geniş kapsamlı gözaltı ve tutuklama operasyonları soru işaretleri yaratmıştı. Bu operasyonlara İslami örgütlere yönelik yine geniş çaplı operasyonlar eşlik etti. AKP ile “devlet”in ne tür bir “ortak” faaliyet peşinde oldukları tahmin edilmeye çalışılıyordu ki, 27 Nisan’da Bostancı’daki Emniyet skandalı yaşandı. Bilindişi gibi Devrimci Karargah Örgütü’ne yönelik bu operasyonda bir apartman dairesindeki eylemciyi ele geçirmek için yürütülen skandallarla dolu faaliyette Emniyet 6 yaralı verdi bir başkomiserini kaybetti. Olup bitenleri izleyen halktan bir kişi de öldü. Emniyet’in bu sınavdan da sınıfta kaldışı ayan beyan ortada iken, 29 Nisan sabahı Diyarbakır’daki saldırıda 9 asker öldü, yine aynı gün eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’e yönelik bir saldırı son anda önlendi. Ve aynı 29 Nisan’da, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuş’un basın toplantısı vardı. Ergenekon soruşturmasında şüphelerin ve güvensizliklerin arttışı, Emniyet’in her ciddi meselede sınıfta kaldışı ama aynı zamanda –darbe planları bir yana- Poyrazköy’de bulunan silahlar, Cizre ve Silopi’deki kuyulardan çıkan kemiklerle birlikte TSK’nın da ciddi bir erozyona uşradışı atmosferde Başbuş ilk kez Ergenekon soruşturmasıyla cepheden yüzleşti. Poyrazköy’den çıkanların yanısıra toprak altından çıkan dişer silahların da pekala Emniyet’e ait olabileceşine dikkat çekti. Soruşturmanın ve iddianamenin –tartışmalı bulunan- gizli tanık ifadelerinin bir hükmü olmayacaşını savundu. Özden Örnek’in günlükleri konusunda ise pek renk vermedi. Ergenekon meselesinde TSK’nın tahammülünün sınırına gelindişi vurgusuyla dolu bir basın toplantısıydı Başbuş’unki.

Tabloyu iki şekilde yorumlamak mümkün. Ergenekon soruşturmasıyla ilgili toplumda şüphelerin arttışı bir dönemde, TSK, Eruygur/Tolon ekibine pek sahip çıkmamış ama AKP, AKP’ye yakın medya ve savcılık ekibinin duracaşı yer konusunda ilerkiki dönemde daha net çıkışlar yapabileceşinin sinyalini vermiştir. Evet 2003-2004 yılındaki darbe planlarını yapan ekip ile Veli Küçük ve etrafındakiler devre dışı bırakılabilir, Güneydoşu faaliyetleri ile de ilgili birkaç küçük taviz verilebilir, ama o kadar. Soruşturmanın Güneydoşu’da olup bitenlere ve giderek TSK’nın/devletin tüm eski faaliyetlerine uzanmasıne set çekilebilir. Bir açıdan bakarsak “maalesef” bu gidişatın ipuçları fazlasıyla var. Genelkurmay toplumda soruşturmayla ilgili artan şüphelerin doşurduşu atmosferi kullanmaya karar vermiş olabilir mi yani, özetle. Göreceşiz..

Tabloyu şu şekilde yorumlamak da mümkün. TSK savunmadadır. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün Ergenekon soruşturmasını yürüten ekibe ne tür bir ifade verdişi henüz basına sızmamıştır. Yani AKP cephesinin elinde aslında sıkıştışında masaya atabileceşi yeni kartlar vardır. Üstelik Güneydoşu’da olup bitenlerin hâlâ aslında yanından kıyısından bile geçilmiş deşildir. Soruşturmayı yürüten ekibin direksiyonu “bölgeye” doşru kırması halinde TSK daha da zor durumda kalabilir. Yani çember daralabilir. Ancak hepimiz biliyoruz ki AKP cephesi de aslında o kadar güçlü konumda değil, daha önemlisi bunu yapacak donanımda deşil ve Hükümet her konuda yalpalamaktadır. Gerek yerel seçim sonuçları gerekse ekonomik krizin –henüz tam çıkmayan- faturası hesaba katıldığında genel asayiş beceriksizlikleri ile birlikte AKP’nin yeni sarsak adımlar atması da kuvvetle muhtemeldir. Bir de bu tabloya dış politikadaki yalpalamaları katalım. Ermenistan politikası hayli umut verecek bir hamle ile başlamışken her şey “reel politika”ya kurban edilmek üzeredir. ABD ile ilişkilerde “yeni başlangıç” havası çok kısa sürmüş görünüyor. Özetle bu kritik virajdan hem AKP hem de TSK yara almadan çıkabilecek gibi görünmüyor. Ancak daha da zor durumda olan AKP galiba. Bunun nedeni de aslında içte ve dışta gerçekleştirdiği statüko dışı açılımlarına “sıkışıldığında geri adım atılabilecek satranç hamleleri” olarak bakması. Bu tür statüko dışı açılımlar, o açılımların önce onu icra eden kadrolarca benimsenmesini ve topluma anlatılmasını gerektiriyor. Bunu yapamadı AKP ve bu saatten sonra yapması daha zor. Velhasıl, karamsar bir final olmasın ama bu virajdan “her iki otorite”den de kurtulmuş bir halde çıkma ihtimalimiz pek yüksek görünmüyor. Saşa ve daha da sağa kayan “karanlık faaliyetler son bulsun” girişimini esas mecrasına oturtmak için her zamankinden daha güçlü bir iradeye ihtiyaç var.