Çamlıhemşin'in Sosyalist Belediye Başkanı İdris Lütfü Melek ile Söyleşi: Biraz Emek, Biraz İnat, Biraz Sabır, Biraz Akıl

Melek, 1960’da Çamlıhemşin’de doğdu. Ege Üniversitesi Gazetecilik bölümü mezunu. 1984-1988 yılları arasında Odak ve Gün dergilerinin yazı işleri müdürlüklerini yürüttü. Çeşitli sol siyasi partilerin ilçe başkanlıklarında ve yönetim kurulu üyeliklerinde görev aldı. Ege Çamlıhemşin-Hemşin Derneği ve Ege Kaçkar Derneği üyesi. TÜSTAV mütevelli heyeti üyesi. 29 Mart yerel seçimlerinde Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde girdiği seçimde beş rakibini geçip oyların %46.2’sini alarak seçimi kazandı.

Çamlıhemşin’deki adaylık süreciniz nasıl başladı?

Çamlıhemşin’deki bu çalışmanın aşağı yukarı dört yıllık bir geçmişi var. 2004 seçimlerinin hemen sonrasında Çamlıhemşin için çok da bir şey yapılamayacağı ortaya çıkmıştı, ilk altı ayda. Ve insanlarda bir arayış vardı, bir beş yılın daha kaybedildiği duygusu vardı. Tabii siyasi bir takım sıkıntılar da vardı. Diyebilirim ki, ta o zamandan bir beş yıl kaybettik, şimdi ne yapabiliriz arayışı vardı. Ama tabii bununla birlikte, artık Çamlıhemşin için bir şey yapılamaz, umutsuzluğu da vardı. İşte biz o dönemde devreye girdik. İstersek mutlaka bir şeyler yapabiliriz diye düşünüyorduk. Düğünlerde, cenazelerde, yemeklerde... her türlü ortamda, her Çamlıhemşinli gibi biz de bunu tartışıyorduk. Sonra bu tartışmalar yayılmaya başladı. İzmir’deki Çamlıhemşinliler olarak da biraz daha fazla yaptık bu tartışmayı. Ankara’daki arkadaşlar da, bize tartıştığınız, konuştuğunuz, bize de gönderin dedi. Onlar da bu yazılı metin üzerinden düşüncelerini bizlerle paylaşmak istediler. İzmir’deki 5-6 arkadaş olarak ne yapılabilirin halini kâğıda döktük ve bunu, sadece Ankara’daki arkadaşlara değil, ülke genelinde ve ağırlıklı olarak tabii Çamlıhemşin’de yaşayan arkadaşlarımıza gönderdik. Yani biz 100 kişiye mektup göndererek, şöyle bir şey yapılabilir, bir yol haritası çıkarılabilir, bu konuda istekli olan, elini taşın altına sokmak isteyen tüm Çamlıhemşin sevdalılarıyla birlikte böyle bir çalışmaya varsanız, biz de varız dedik. Mektuba çok olumlu tepkiler geldi ve bunun üzerine 2006’nın Ağustos’unda ilk toplantımızı yaptık ama o zamana kadar da daha küçük ölçekte bir dizi toplantı, görüşme yapmıştık. 2006 Ağustos’unda yaklaşık 30-40 kişiyle bir toplantı yaptık. Ve o toplantılar yılda iki kere olmak üzere, seçime kadar devam etti. 100 kişiye gönderdiğimiz mektupta 10 maddelik bir yol haritası önermiştik, diyebilirim ki o günden bugüne önerdiğimiz o yol haritası hiç sekmeden, sıralamasında bile değişiklik olmadan uygulandı. Bunu yaparken tabii, partiler üstü bir yaklaşım içinde olduk. Yani çok farklı siyasi partilerin üyelerinin de içinde olduğu bir çalışmaydı ama hiç kimse parti kimliğini öne çıkarmadı. Bizim ortaklaştığımız bir tek şey vardı, Çamlıhemşinli olmak ve bir tek kriterimiz vardı, Çamlıhemşin’i sevmek ve onun geleceği için kaygı duymak. Muhtarların da içinde olduğu mahalle temsilcileri oluşturduk. Her mahalle temsilcisi olan ekip, kendi mahallesiyle diyalog kurdu. Temsilciler projeleri anlattı ve halkın geniş kesiminden destek gördük. Bir tür doğrudan demokrasi deneyimi yaşadık diyebilirim. Hatta son aşamaya gelindiğinde her mahalle kendi aday adayını önerdi. Bu aday adayları arasında, mahalle temsilcilerinden oluşan bir ilçe meclisi oluşturmuştuk. Bu heyet, ilçe meclisi yani, belediye başkan aday adayları arasında da seçim yaptı. Ben bağımsız aday oldum ve seçildim ama bu benim bireysel tercihim değildi. Bu Çamlıhemşin halkının, mahalleler birliğinin ortaklaşa ürettiği bir durumdur. Aday adayıyken, ön seçimle aday oldum. Buna Çamlıhemşin halkı karar vermiş oldu. Hatta bunu bir adım daha ilerleterek, belediye meclisi listesine koyacağımız arkadaşlarımızı da yine mahalleler kendileri belirledi. Her mahalle kendi temsilcisini önerdi. Hatta kimi mahalleler de belediye meclisindeki sıralamayı bile belirledi. İşte böylesi bir aşağıdan yukarıya, halkın katılımıyla; açık, şeffaf bir doğrudan demokrasi deneyimi yaşadık.

Peki, bu sürece kadar sizin ÖDP içinde de siyaset yapmış biri olduğunuzu bilerek, biraz ÖDP’den konuşalım isterim. ÖDP’nin Hopa deneyimi, yerel siyasetteki durumu ile ilgili neler düşünüyorsunuz? ÖDP’nin yerel siyasette kendini ifade etmeyle ilgili sıkıntıları nedir?

Buna geçmeden önce şunu belirtmek istiyorum. Belediye başkanlığını % 46.2 oyla kazandık. Ama seçimi kazanmasaydık bile Çamlıhemşin yine kazanmış olacaktı. Zaten seçim sloganımız da, “Çamlıhemşin kazanacak”tı. Radikal’de Erkan Goloğlu’nun bir tespiti var, çalışmamızla ilgili. Bir toplantımıza tanık olmuş. Diyor ki, böyle bir çalışma modeli, böyle bir yöntem, yani halkın içinde olduğu bir çalışmadan bahsediyor, sandıktan çıkmasaydılar da, Çamlıhemşin kazanmış sayılırdı. Gerçekten de sonuç ne olursa olsun bu çalışmanın kendisi bir kazanımdır. Çünkü yıllarca Çamlıhemşin’deki mahalleler arasında bir kamplaşma vardı. Bir mahalle öbür mahalleye güvenmiyordu, ilişkiler inanılmaz derecede zarar görmüştü. Bu çalışmayla biz esasında Çamlıhemşin halkının birliğini de sağlamış olduk. Çamlıhemşin halkı gözle görülür bir biçimde özgüvenini kazanmıştır, komşusuna güvenmeyi öğrenmiştir ve birlikte bir şeyler yapabilmenin mümkün olduğunu görmüştür. Yani sandıktan biz çıkmasaydık bile, bütün bunlar tek başına da Çamlıhemşin için büyük bir kazanımdır. Esasen böyle bir durum sosyal boyutuyla bakıldığında, işin bu yanı bana çok daha anlamlı geliyor.

Yerel siyasette sıkıntı sadece ÖDP’de değildi. Bütün solda genel olarak bir sıkıntı var. Sosyalist düşünce şunu aşamadığı sürece, yerinde saymaya mahkûmdur: Birincisi 12 Eylül’den bu yana devam eden, ettirilmek istenen o kısır siyasi rekabetçi, çatışmacı anlayışın aşılması gerekiyor. Küçük hesaplarla, grup hesaplarıyla yola çıkmak değil önümüze koymamız gereken genel çıkarlar olmalı. Halkın çıkarlarını önümüze koymamız gerekiyor. Hopa’da yaşanan esasen budur. Orada bir defa sosyalist hareketin ve kadroların kendilerini aşmaları gerekiyor. 12 Eylül’den önceki çatışmacı kültürün bir yana atılması gerekiyor. Bence ÖDP’nin kurulmuş olması bile esasen 12 Eylül öncesinin reddiyesidir, özeleştirisidir. Fakat bunu ne yazık ki hâlâ bazı arkadaşlarımız söylemde devam ettirmelerine rağmen, eylemde buna uygun bir tutum sergilemiyorlar. Bence mesele budur ve Hopa’daki kayıp sadece ÖDP’nin değil Türkiye Sosyalist hareketinin kaybıdır. Tabii her şeyden önce de Hopa halkının kaybıdır. Mesela bizim Çamlıhemşin’de kazanmamızın çok önemli bir nedeni de şudur: Çamlıhemşin’de ne biz ne de bir başkası hiçbir zaman siyasi kimliğini ön plana çıkarmadı. Ortak aklı yakalamaya çalıştık ve yakaladık, buna inanıyorum. Zaten Çamlıhemşin’de örgütlü gelenekten kimse de yoktu. Kimse kusura bakmasın ama başarımızın bir nedeni de budur. Yani halkla birlikte hareket ettik.

Çamlıhemşin’in sol ve sosyalist bir menşei yoktu zaten. İnsanlar sizin bu gelenekten geldiğinizi bilmelerine rağmen ve bir takım tereddütler yaşamalarına rağmen size güvendiler. Ama siz parti kimliğiyle aday olmadınız ve bağımsız olarak aday oldunuz. Bir sosyalist partiden aday olsaydınız seçilebilir miydiniz?

Olmayacaktı, mümkün değildi. Bir kere Çamlıhemşin’de benim ÖDP’li, eski TİP’li olduğumu ve tüm TİP, TBKP, SBP, BSP, ÖDP süreçlerinde aktif görevler yaptığımızı Çamlıhemşin’de bilmeyen yok. Özgeçmişimi yazdığım seçim broşüründe açık açık belirttim. Hangi vakıfların yöneticisi olduğumu, hangi partilerde görev yaptığımı. Yani herkes biliyor. Sol-sosyalist kimliğimi bütün Çamlıhemşin halkı hatta çevre biliyor. Ama buna rağmen insanlar bu güveni duydular çünkü her şeyi onlarla birlikte, şeffaf ve açık bir biçimde yaptık. İnsanlar neyin yapıldığını görmekle kalmadılar bizzat kendileri yaptılar. Mesele bunu yapabilmekte zaten. Masa başında oturup, yönetim kurulu toplantılarında ahkâm kesmekle bu işler yürümüyor. Çok iyi şeyler söylüyoruz fakat bu söylediğimiz şeyleri kapıdan çıktıktan sonra unutuyoruz. Dışarı çıkınca herkes yine bildiğini okumaya başlıyor. Bunu aşmak gerekiyor yani bir şey yapmak gerekiyor. Konuşulanları, kararları hayata geçirmek için bir defa oturduğumuz yerden kalkmamız, sokağa inmemiz, halkın içine girmemiz gerekiyor. Türkiye sosyalist hareketinin yapmadığı bence budur. Eğer istenirse yapılır. Biz bunu Çamlıhemşin’de yaptıysak, Türkiye’de yüzlerce, binlerce Çamlıhemşin var, hepsinde başarılabilir. Yeter ki istensin. Biraz emek, biraz inat, biraz sabır, biraz akıl: Bu işin reçetesi budur. Ahkâm kesmekle, bir takım sözcükleri büyük harf yapmakla, bir takım sözleri kendini yırtar gibi hançereden yüksek sesle bağırmakla, slogan atmakla filan olacak şeyler değil bunlar. 49 yaşındayım, 17 yaşından beri kesintisiz bir biçimde sosyalist hareketin içindeyim. Yeterince deneyimim var bu konuda, sloganlarla hiçbir yere varılamıyor. Önemli olan ayaklarını yere basmak, bir hedef koymak, bu hedefe doğru da emin adımlarla, inatla, sabırla ve akılla yürümek, bunun başka yolu yok. Bir şey yapacak mısın, bunu yap! Biz bunu, TBKP döneminde çok iyi yaptık. 30-40 yıldır, “141-142’ye hayır” diye sokaklarda slogan attık fakat 141-142’ler ve DGM’ler devam etti. Fakat biz 90’lı yılların başında fiili durum yarattık, TBKP’yi kurduk, 141-142’yi fiilen işlemez hale getirdik. Ve gittik kendimizi ihbar ettik Cumhuriyet başsavcılarına. İşte biz buyuz dedik, buyurun yargılayın. Onlar düşünsün! Şimdi de bir fiili durum yaratmak gerekiyor. Bu her şey için geçerli. Bir de şöyle bir şey var bakın. Yüzde doksan bizim arkadaşlarımız soruyor, ne yapacağız diye. Bu soruyu değiştirip, önce ‘ne yapacağım?’ demek lazım. ‘Ne yapacağız?’ dediğin zaman kendini en baştan o işin dışına çıkarmış oluyorsun. Biz buradan hareket ettik. Biz bu çalışmaya başlarken partili, partisiz arkadaşlarımızla şunu tartıştık: 12 Eylül’den önce sol hareket bölünmüştü, parçalanmıştı, dolayısıyla bir şey yapamadı. 12 Eylül’den sonra da TBKP, SBP, BSP, ÖDP gibi bir birlik sürecine girildi, sol hareket birleşti ama yine bir şey yapamadı. Birlikte gibi göründü ama içeriden parçalıydı. Ben latife olarak, bırakın ben şimdi tek başıma bir şey yapmak istiyorum, dedim. Bir de bunu deneyeyim, kaybedecek bir şeyim yok. Parçalanmışken bir şey yapamadık, birleştik yeni olmadı, o zaman ben tek başıma bir şey denemek istiyorum Çamlıhemşin’de, bana izin verin dedim. Bunu şunun için vurgulamak istedim, birey olarak bile bir şeye başladığınız zaman, eğer sizin hattınız ve hedefiniz doğruysa ve yönteminiz benimsenirse mutlaka insanlar sizinle birlikte hareket edecektir. Çamlıhemşin küçük bir yer, orada başarmak zor, denildi. Böyle değil işte. Çamlıhemşin küçük, bir takım özgünlükleri var, avantajları var… hepsine evet ama küçük olmasından dolayı birçok dezavantajı da var tabii. Bunu kimse görmek istemiyor.

Nedir peki dezavantajları Çamlıhemşin’in?

Örneğin Çamlıhemşin’de 100 kişiye birer laptop dağıttınız zaman siz o seçimi kazanamazsınız. Atacağınız her adım, herkes tarafından, her an görülebilir durumdadır. En küçük bir hatanız yarım saat içinde bütün seçmenlere ulaşabilir, ulaşıyor da zaten. Olumlu yanlarla olumsuz yanlar iç içedir her zaman. Diyalektik bir ilişkidir bu. İkincisi size başka bir şey söyleyeyim; çalışma yöntemimiz daha önce bizim kullandığımız ve sağ güçlere kaptırdığımız yöntemlerdi. Biz Çamlıhemşin’de bunu yeniden geri aldık ve uyguladık. Mesela, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü aynı zamanda Mevlit kandiline denk geldi. Ve biz Çamlıhemşin’de, belediye meclisi adayı kadın arkadaşlarım ve eşimle yüzlerce karanfil dağıttık, bütün evleri dolaştık, birimiz karanfil verirken, diğerimiz lokma verdi. İlk etapta solcu arkadaşlarımızdan bazıları buna tepki gösterir gibi oldular ama sonucu onlar da gördüler. AKP’li arkadaşlarımız açık açık şunu söylediler bize: Yahu Mevlit kandilimizi de elimizden aldınız! Şaşırdılar tabii. Biz de onlara, o kadar çok değerlerimizi sahiplendiniz ki, bir Mevlit kandilini de biz sizden aldık, ne var yani dedik!

’70’lerde sol siyaset her vesileyi kullanarak halka ulaşabiliyorken, 12 Eylül’den sonra bu tarzı, yöntemi sağa kaptırdı, mı diyorsunuz?

Evet, bu siyaset tarzı kaybedilince başarısızlık geldi. 12 Eylül öncesinde partideki ağabeylerimiz parti lokallerinden bizi kovarlardı. Ne işiniz var burada deyip, bizi fabrikalara, okullara, mahallelere gönderirlerdi. Oradaki insanlarla, emekçilerle konuşmamızı, vakit geçirmemizi, yiyip içmemizi isterlerdi. Parti lokalinde birbirimize ahkâm kesmemizi istemezlerdi. Şimdi de, belki ağır gelecek ama kimse kusura bakmasın, -zaman zaman ben de bunun içine girdim o yüzden kendimi de eleştiriyorum-, parti lokallerinde ve meyhanelerde solculuk yapmayı bırakmamız gerekiyor. Beş kişi bir araya gelip, bir şeyler başlatalım. İnanın hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir. Bir şey yapın; olmuyorsa en azından olmadı diyebilirsiniz. Oluyorsa zaten çok güzel şeyler oluyor. Demek istediğim budur.

ÖDP’deki siyaset deneyiminizin muhasebesini nasıl yapıyorsunuz?

ÖDP’nin kuruluşundan bu yana içindeyim. Aktif görevler aldım. 12 Eylül’den sonra siyasi çizgimi devam ettirmiştim. TBKP’yi kurduk, ben orada görev aldım, TBKP Sosyalist Birlik Partisi’ne dönüştürüldü, orada da görev aldım. Sonra bu süreç BSP’ye dönüştü, BSP başka güçlerle birleşip ÖDP’ye evrildi; ben bu çizgide partide görev yaptım. Bağımsız aday olunca hem yasal açından hem ahlâkî açıdan ÖDP’den istifa ettim. ÖDP çok önemli bir deneyim bence. Şunu iddia ediyorum: ÖDP belki bir şeyleri başaramamış olabilir ama bu ÖDP projesinin yanlışlığından kaynaklanmıyor, aksine ÖDP projesinin hayata geçirilememesinden kaynaklanıyor. 1996’daki ÖDP projesini aşan bir proje yoktur hâlâ. Bunu proje anlamında söylüyorum, parti anlamında değil. Bence ÖDP projesi hayata geçirilememiştir. ÖDP projesi, isim vermek istemiyorum, ÖDP içindeki insanlar tarafından sabote edilmiştir. Çeşitli aşamalarda ÖDP projesi sabote edildiği için ÖDP başarılı olamamıştır. Yoksa bunca zaman geçmesine rağmen ÖDP’nin önerdiği projeyi kimse önerememiştir, bugün kimi çevrelerde öneriler birtakım projeler var, bundan da haberdarım ama bunlar da esasen ÖDP projesidir. Bu proje beceriksizce ve hunharca çarçur edildiği için, başarı sağlanamamıştır. Bundan sonra nasıl olur, nasıl gider, olur mu olmaz mı, tartışılır. Tabii ilişkileri yıpratırsanız, birbirinizi kırıp dökerseniz bir takım şeyler onarılmaz hale geliyor. Ve bugün ÖDP’nin içinde bulunduğu durum hiç hoş değil. Buradan bir çıkış bulma konusunda her geçen gün umutlar zayıflıyor. Ama şunu da söylüyorum ve savunuyorum; bir şeyin yerine daha iyisini, en azından teorik olarak koymadan, mevcudu da elden çıkarmamak gerekiyor. Yani son dakikaya kadar eldekini düzeltmek, geliştirmek için mücadele vermek gerekiyor.

Uzun bir hazırlık ve uğraştan sonra, düşüncelerinizi pratiğe dökmek için bir imkân elde ettiniz. Şimdi önünüzde 5 yıl var. Bu 5 yılda Çamlıhemşin’de neler yapmayı planlıyorsunuz? Önünüzde ne gibi engeller var? Desteğiniz ne ölçüde?

Çamlıhemşin’in çok büyük sorunları var elbette. Hem Karadeniz’in hem Türkiye’nin dışa açılan yüzü. Burada tabii bizim Çamlıhemşin belediyesi olarak imkânsızlıklarımız daha çok. Bir tek imkânımız var, o da halkın güveni, heyecanı ve Çamlıhemşinlinin elinde bulundurduğu ilişkiler. Bir başka imkân da Çamlıhemşin ve Ayder’in bir marka olması. Birçok özelliği ve özgünlüğü olan, doğallık,tarih ve kültür bakımından da ayrıksı bir yer. Burada biz çatışmak için değil, çalışmak için yönetime talip olduk. Birçok projemiz var tabii. Öncelikle, Çamlıhemşin’in geleceği eko-turizme bağlı. Turizm dışında bir geleceği yok. Dolayısıyla Çamlıhemşin’in ekolojik yapısını, doğal dokusunu bozmadan yatırımlar yapmamız gerekiyor. Bu yatırımların iki üç yolu var. Birincisi Çamlıhemşinli işadamlarımızın oraya dönmesini ya da katkı koymasını sağlamamız gerekiyor. İkincisi devlet olanaklarından yararlanmak gerekiyor. Son olarak da AB fonlarından faydalanmamız gerekiyor. Bunlar için çalışmalar başladık, mesela ilk projemiz şu: AB’nin kadın istihdamına dönük bir programı var. Yaklaşık 70-80 kadın arkadaşımızı kursiyer olarak belirledik. Eğer o proje çıkarsa eko-turizm ve yayla pansiyonculuğu üzerine bir programı hayata geçireceğiz. Bu hem kadınlarımızın istihdamını sağlamış olacak hem de Çamlıhemşin’e bir girdi sağlamış olacak. Çamlıhemşin’i siyasi çatışmalara heba etmemek gerekiyor. Seçim bitti, bence tartışmalar da bitmeli. Şimdi artık hizmet etme zamanı. Mesela belediye meclisine bizim listemizden yedi, AKP’den de iki arkadaşımız girdi. Komisyonları oluştururken biz AKP’li arkadaşları da bu komisyonlara aldık. Yani Çamlıhemşin sadece kazanan listenin değil kaybeden listenin de ilçesi. Bir de etnik yapısı var tabii ilçenin; Lazlar ve Hemşinliler. Nasıl ormanlarında her türlü bitki yetişiyorsa, bu halklar da Çamlıhemşin’in gerçeği. Böyle olduğu için Çamlıhemşin güzeldir zaten. Bu çoğulcu yapı bize zenginlik katıyor. Biliyorsunuz kültürümüzün en temel değeri horondur. Horon el ele, omuz omuza oynanan bir oyundur. Bu el eleliği bütün hayatımıza yansıtmamız gerekiyor.

Gurbette yaşayan Çamlıhemşinlilerin ne gibi katkılar olabilir? Gurbette yaşayanlarla yerleşik olanlar arasında bir anlaşmazlıktan söz edilebilir mi?

Çamlıhemşin hep göç veren bir ilçe. Dolayısıyla gurbetçi bir toplum. 150 yıldır memleketi dışında para kazanmış ve gelip memleketine yatırım yapmış bir halk. Çarlık Rusya’sında dedelerimiz pastacılık, fırıncılık yapmış ve orada kazandığıyla gelip burada bahçe, duvar, ev, konak, köprü ne varsa yaptırmış. Bu gelenek devam ediyor, Çamlıhemşin’in büyük bölümü hâlâ gurbette yaşıyor. Ama Çamlıhemşin’in dışında yaşayan arkadaşlarımız Çamlıhemşin’i bıraktıkları gibi bulmak istiyorlar. Bu onların en doğal hakkı. Ama Çamlıhemşin’de yaşayan arkadaşlarımız da ekmek yemek istiyorlar. Burada tabii bir ayrılık ortaya çıkıyor. Hayattan kaynaklanan bu iki farklı bakış açısını mümkün olduğunca uyumlu hale getirmek gerekiyor. Bunu da Çamlıhemşin’in ortak aklına dönüştürmeye çalışacağız.

Siz de gurbetten buraya gelerek bu göreve talip oldunuz. ‘Dışarıdan’ gelen bir Çamlıhemşinli olarak, buraya bu çalışma için geldiğinizde halet-i ruhiyeniz nasıldı?

Birincisi ben zaten her Çamlıhemşinli gibi Çamlıhemşin’deki imkânsızlıklardan ötürü gurbete gittim. Benim dönemimde Çamlıhemşin’in en yüksek okulu ortaokuldu, lise yoktu. Liseyi okumak için İzmir’e gittim. İzmir’de liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazandım, yine İzmir çıktı, bu sefer İzmir’de kalmak zorundaydım. İş hayatına başladım ama bu süreçte Çamlıhemşin’den kopmadım. Ailem de orada olduğu için her yaz gidiyordum. Ama seçimle ilgili süreç 1999’da başladı. Arkadaşlar beni çağırıyordu ve Çamlıhemşin’de bir şeyler yapalım istiyordu. Ama o zaman bu sadece temenni düzeyinde kalıyordu. 2004 yerel seçimlerinde bu talep biraz daha arttı. Aslında son süreçte aday olmak aklımın ucundan geçmiyordu çünkü bireysel şartlarım buna uygun değildi. 33 yıl İzmir’de yaşamışsın, belirli bir sosyal çevren var ve bir çırpıda hepsini bırakmak zorundasın, ama birilerinin bir şeyler yapması gerekiyordu. Bu sefer ben oldum yarın bir başka arkadaşımız olur. Çok güzel şeyler yapacağımıza inanıyorum. Çünkü arzu ettiğimiz birliği mahalleler birliği çatısında bir araya getirdik. Bizim için seçimi kazanmaktan daha önemlisi bu birliğin devam etmesi.