İran Devrim Tarihinin “En Sağlıklı“ Seçimi!

İran’da 12 Haziran 2009 tarihinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimleri ruhani lider Ayetullah Ali Hamaney’in açık desteğine sahip Mahmud Ahmedinecad’ın açık ara zaferiyle sonuçlandı. Ancak, seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz ülke İslam Devriminden bu yana belki de en karmaşık günlerini yaşamaya başladı.

12 Haziran’dan önceki yaygın kanaat Cumhurbaşkanlığı yarışının Ahmedinecad ve eski Başbakanlardan Mir Hüseyin Musavi arasında geçeceği, adayların ilk turda çoğunluk sağlamalarının güç olacağı, bu çerçevede ülkenin yeni Cumhurbaşkanının ikinci tur seçimler sonucunda belirleneceği idi. Beklentilerin aksine Ahmedinecad ilk turda %60’ın üstünde oy alarak Cumhurbaşkanlığına tekrar seçildi. Tabii bu ‘ilan edilen’ sonuçtu. Reformculuğuyla değil ama Ahmedinecad karşıtlığıyla tanınan Musavi ve destekçileri, öğrenciler, kadınlar ve sol gruplar resmî sonuçlar ve usûlsüzlük iddiaları karşısında soluğu sokakta aldılar. Seçim sonrasındaki iki haftada yaşanan protesto gösterileri ve eylemlerde en az yirmi kişi hayatını kaybetti, yüzlerce protestocu gözaltına alındı, bir o kadarı da yaralandı.

İran seçimlerine neredeyse yarısı 30 yaşın altında 46 milyon seçmen katıldı. Yani İslam devrimine giden süreci ve devrim anını yaşamamış birçok genç, ülkenin kaderini ve rejimin gidişatını belirlemede söz sahibi oldu. Seçimlerle ilgili bir diğer önemli sayısal unsur katılım oranının yüksekliğiydi. Nisan 2008’de yapılan Parlamento seçimlerindeki katılım oranının %30’lar civarında kaldığı düşünüldüğünde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerçekleşen %80’i aşkın katılımın ne denli yüksek olduğu rahatça anlaşılabilir.

Ancak katılım oranının seçim sonuçlarına evvelce beklendiği gibi bir etki yapmadığı söylenebilir. Çünkü seçim öncesindeki hâkim değerlendirmelerden biri, seçimlere katılım oranının yüksek olmasının ‘ılımlı muhafazakâr’ Musavi’nin işine yarayacağı yönündeydi.

Neticede Lübnan’daki genel seçimlerde ‘Batı yanlısı’ 14 Mart Hareketi’nin tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde etmesinin ardından İran’da da ‘ılımlı, angajmana açık’ bir Cumhurbaşkanının görevi Ahmedinecad’dan devralabileceği yönündeki umutlar suya düşmüş oldu.

Seçimler ardından patlak veren protesto gösterilerinin odağında usulsüzlükler, manipülasyon ve oy hırsızlığı iddiaları vardı. Değişik kesimden muhalif grupların itiraz ve eylemleri bu iddialar çerçevesinde şekillendi. Örneğin Ahmedinecad’ın İran’ın Doğu ve Batı Azerbaycan vilayetlerinde dahi çok yüksek oylar alması,[1] binlerce taşınır-hareket edebilir sandığın varlığı, Devrim Muhafızları’nın askerî garnizonlardaki oy verme işlemlerini ‘denetleyebiliyor’ oluşu gibi unsurlar seçimlerin üzerine düşen gölgenin ne denli koyu olduğunu da ortaya koymaktaydı. Bu nedenle, 12 Haziran seçimlerinin, rejimin bekası açısından önemli görevler üstlenen Koruyucular Konseyi tarafından 1979 sonrasında yapılmış seçimlerin en ‘sağlıklısı’ olarak ilan edilmesi tatminkâr olmak bir yana, trajikomikti.

Oysa Chatnam House tarafından İran’daki oy verme alışkanlıklarına yönelik olarak yapılan yeni bir araştırma, Ahmedinecad’ın 12 Haziran seçimlerinde 2005 seçimlerindeki toplam muhafazakâr oydan 13 milyon fazlasını aldığını, diğer bir deyişle %113’lük bir artış sağlayarak 24 milyon oyu aştığını ortaya koymakta; Mazandaran ve Yazd gibi vilayetlerde katılım oranının %100’e yakın çıkması gibi örnekler ise seçim sonuçlarından şüphe etmeyi doğal kılmaktadır.[2]

Esasen, seçimlere dair Batı ülkelerindeki genel algılayış biçiminin de ‘iyiler ve kötüler’ indirgemeciliğine takılıp kaldığı söylenebilir. Oysa seçimde yarışan tüm adayların muhafazakâr ‘establishment’a şu veya bu şekilde biat etmiş/ediyor oluşu, seçimlere dair indirgemeci bir reformcular-statükocular dikotomisini geçersiz kılıyor. Bu yüzden yapılacak analizlerde İran’ın, özellikle 1979 sonrası iç siyasi dünyasının kendine özgü dinamik yapısı dikkate alınmak zorunda.[3]

Bu bağlamda 12 Haziran seçimleri, öncesi ve sonrasıyla, Humeyni rejiminin İran toplumuna aşılamak istediği ‘kültür devrimi’ açısından yeni ve önemli bir kırılma noktası olmuştur diyebiliriz. Seçim sonrasında gerçekleştirilen protesto gösterileri ve sivil itaatsizlik eylemleri, rejimin 30. yılında hem akademik, hem de siyasi çevrelerde yeniden değerlendirildiği bir döneme denk gelmiş, bu da devrim ideallerinin topluma ne ölçüde empoze edilebildiğinin bir kez daha yoğun biçimde tartışılmasına yol açmıştır.

Kültürel devrimin İran’daki öğrenci hareketi ve üniversiteler üzerindeki etkisini incelediği makalesinde Reza Razavi, devrim sonrası öğrenci hareketinin kanlı biçimde bastırılışından yirmi sekiz yıl sonra bugün, Ahmedinecad yönetiminin yeni bir kültür devrimi hazırlığında olduğunu, askerî-siyasi elit ile öğrenci hareketi arasındaki mücadelenin genel planda tüm İran toplumu açısından önemli sonuçları olacağını ifade etmektedir.[4]

Bu görüşü destekler nitelikteki bir başka makalede ise Saeed Rahnema, 1979 devrimi sonrasında ülkenin başına musallat olan dinî oligarşinin otuz yıl içinde önemli dönüşümlerden geçtiğini, ancak ne Humeyni döneminde ne de Humeyni’nin ölümünden sonra işbaşına gelen (ve son seçimlerde Ahmedinecad’a karşı Musavi’yi açıkça destekleyen) Haşimi Rafsancani veya reform sloganıyla 1995-2003 yılları arasında iki dönem Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Muhammed Hatemi dönemlerinde sol ve diğer demokratik hareketler üzerindeki baskının azaldığı; 2005 yılında Cumhurbaşkanlığı görevini devralan Ahmedinecad döneminde ise ‘geleneksel muhafazakâr sağı’ bile geride bırakacak bir ‘asker-molla’ ittifakının tahakkümü altına girildiğini vurgulamaktadır.[5]

Rahnema, Ahmedinecad yönetimindeki İran’ın faşizan ve teokratik bir askerî rejime doğru evrildiğini, ancak bu olumsuz atmosfere rağmen sendikalar, kadın örgütleri, öğrenci hareketi ve sivil toplumun diğer kesimlerinin sisteme kafa tutmaya devam edebildiğini kaydetmektedir.

12 Haziran seçimlerine ilişkin en can alıcı sorulardan birisi de işte bu ‘rejim nereye gidiyor?’ sorusudur. Şurası çok açık ki son seçim sonuçları Ahmedinecad’ın Hamaney ve mollalar güdümündeki bir kukla olduğu yönündeki savı çürütmüştür. Ahmedinecad tarzı milliyetçi popülizm özellikle İran taşrasında kabul görmektedir: İster seve seve, ister cebren ve hile ile.

Öte yandan seçimler Ahmedinecad ile önemli destekçilerinden Devrim Muhafızları ve sivil Besiç milislerinin konumunun güçlendiği, dinî lider Hamaney’in ise tam da bu yüzden görece zayıfladığı bir durum yaratmıştır. Bu bakımdan İran’daki militarist eğilimler bundan sonraki dönemde teokratik hassasiyetlerin önüne geçebilecektir.

Ruhani lider Hamaney’in ‘oyunun kuralını’ bozarak seçimlerde Ahmedinecad’a açık destek vermesi ve oylamayla ilgili tüm usulsüzlük iddialarına karşı adı geçene sahip çıkması kontrolünü arttırmasından çok yitirmesine yol açacaktır: Ahmedinecad açısından artık kritik eşik aşılmış, rüşt ispat edilmiştir.

İran’ın dış politika alanında yapacağı manevralar da iç siyasetin tanziminde önemli rol oynayacaktır. Özellikle uranyum zenginleştirme ve nükleer silah edinme konusunda atılacak adımlar ve dünyanın (ama özellikle ABD ve İsrail’in) buna vereceği tepki rejimin ne yöne evirileceğine ciddi biçimde etki edecektir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin hâlihazırda İran üzerinde uyguladığı yaptırımlar ve ülkenin karşı karşıya olduğu ekonomik izolasyon, dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerinden biri üzerinde oturan bu kadim toplumun sahip olduğu imkânları yeterince kullanamaması anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, küresel finansal krizin etkisiyle enerji fiyatlarında yaşanan düşüş İran toplumuna bütçe açığı olarak geri döndükçe, İran yönetiminin toplumun refahını arttıracak sürdürülebilir bir kalkınma sağlaması da mümkün değildir.

Bu noktada, ABD’nin ve Obama yönetiminin İran’la nasıl bir angajmana gireceği bölgede merakla beklenmektedir. Örneğin İran’ın ne çok güçlü ne de çok zayıf olmasını isteyen diğer Körfez ülkeleri diyaloga dayalı bir angajman fikrinden rahatsızdırlar. Ancak bu ülkeler ve daha birçokları İran’ın istikrarsızlığının bölge açısından ne gibi olumsuz sonuçları olduğunu/olacağını yakından bilmektedir.

Netice itibariyle Tahran Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörlerinden Nasser Hadian’ın kavramıyla ifade edersek,[6] İran yönetimi, tehdit algısının ana unsurlarından olan ‘stratejik yalnızlıkta’ ısrar ettiği, Batı dünyası ise bu ülkeye yönelik kibir ve indirgemeciliğinden kurtulmadığı sürece sağlıklı bir ilişki kurulması mümkün olamayacaktır.

Zizek, İran seçimleri ve ardından yaşanan olayları değerlendirdiği yakın tarihli bir makalesinde, İran’da ortaya çıkan protesto hareketini (Humeyni devrimi sürecinde) ‘bastırılanın geri dönüşü’ olarak niteliyor.[7] Hareketin ve İran’ın geleceği üzerindeki belirsizliğin sürdüğünü vurgulayan Zizek, sonucu ne olursa olsun içinden geçilen dönemin ‘Batı yanlısı liberaller ve Batı karşıtı köktenciler’ karşıtlığı çerçevesine sığmayan büyük, ‘özgürleştirici’ bir deneyim olduğunu, yaşananların bu boyutunun ıskalanması halinde, bizatihi Batı dünyasının ‘kendi Ahmedinecad’larını’ karşılamaya hazırlanması gerektiğini söylüyor.[8]

Seçim sonrasında ortaya çıkan ‘moment’in özgürleştirici bir boyutu bulunduğuna şüphe yok. Ancak bu momentin oylumlu bir sürece dönüştürülmesi için kadın, öğrenci, işçi örgütleri ve hatta liberal hareketlerin kuracağı ‘denklikler zincirine’ dayalı karşı hegemonik bir bloka ihtiyaç var. Bunun kurulup kurulamayacağı İran’ın daha ‘sağlıklı’ bir ülke olup olamayacağını da belirleyecek.

[1] İran Azerilerinin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin değerlendirmeleri için bkz. Shahin Abbasov, ‘Iran: Azeris Cautious About Supporting Native Son Mousavi in Tehran Political Fight’ www.eurasianet.org 23 Haziran 2009.

[2] Sebastian Abbot, The Washington Post ‘Analysis casts doubt on Ahme-dinecad’s victory’ http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2009/06/22/AR2009062201725.html, 22 Haziran 2009

[3] Bütün bu iddialara karşı, İran yönetici eliti seçimlerde yaşanan ‘ufak tefek’ usûlsüzlüklerin dış mihraklar tarafından istismar edildiğini öne sürerek geleneksel reflekslere sarılma yolunu tercih etti. Bu bağlamda yapılan değerlendirmelerde, özellikle İngiltere’nin sokak gösterilerini ve isyanı teşvik ettiği iddia edildi. Hatta tartışmalar İran ve İngiltere’nin karşılıklı olarak bazı diplomatları persona non grata ilan etmelerine ve İran’ın Tahran’daki İngiliz Büyükelçiliğinin yerel çalışanlarını gözaltına almasına kadar gitti.

[4] İslam Devrimi ve İran siyasi elitinin Humeyni’den Ahmedinecad’a kadar iç dönüşümü hakkında detaylı bir analiz için bkz. Eva Patricia Rakel ‘The Political Elite in the Islamic Repuplic of Iran: From Khomeini to Ahmedinecad’ Comparitive Studies of South Asia, Africa and the Middle East, cilt 29, no:1, 2009.

[5] Reza Razavi, ‘The Cultural Revolution in Iran, with Close Regard to the Universities, and its Impact on the Student Movement’ Middle Eastern Studies cilt 45 no:1 s. 17. 2009 - Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın konuya yaklaşımını benzer biçimde ele alan bir başka yazı için bkz. Yüksel Taşkın ‘İslam Devriminin 30. Yılında İran’ı yeniden düşünmek’ Birikim sayı: 242 S.10-15, 2009.

[6] Saeed Rahnema, ‘Lessons (Not) Learned: Reflections on a Failed Revolution’ Comparitive Studies of South Asia, Africa and the Middle East, cilt 29, no:1, 2009.

[7] Aktaran Nader Entesar, ‘Iran’s Nuclear Decision-Making Calculus’ Middle East Policy, cilt 16 no: 2 S.33, 2009.

[8] Slavoj Zizek, ‘Populism, Democracy and Iran: Will the Cat Above the Precipice Fall Dow?’ 25.06.2009 www.payvand.com/news/09/jun/1280.html