Post-Kemalizm'in hermeneutiği: Nemo sacer'den homo sacer'e bir hayaletin peşinde

GİRİŞ

Kemalizm’den Post-Kemalizm’e geçiş süreci, bu süreçte Kemalizm’e yönelik eleştirilerin yöntemi, özellikle Türkiye sağ ideolojinin Mustafa Kemal’e karşıt figürler oluştururken yaşadığı çelişkiler çoğu zaman görmezden gelinmiştir. Söz konusu meselelerden hareketle bu yazıyı iki parça halinde tasarlamayı uygun buldum. İlk bölümde Post-Kemalizm’e geçiş sürecinin Türkiye sağının ideolojisini temsil eden dergilere nasıl yansıdığını ve bu süreçteki eleştirilerin yöntemini Giorgio Agamben’in Homo Sacer kavramından hareket ederek göstermeye çalışacağım. İkinci bölümde ise Mehmet Akif Ersoy’dan bir İslâmist yaratmaya çalışan sağ ideolojinin çelişkilerine ve Mustafa Kemal’in karşıt figürü olarak II. Abdülhamid imajı yaratmaya çalışan Necip Fazıl Kısakürek’in Ulu Hakan eserindeki boşluklara dikkat çekeceğim.

KEMALİZM: HOMO SACER’DEN NEMO SACER’E

Mustafa Kemal’e ve Kemalizm’e yönelik eleştiriler 1938’den 2000’lere kadar çeşitli değişimler geçirir. İlk eleştirilerde Mustafa Kemal, partiden ve Kemalizm’den ayrı tutularak eleştiriler CHP’ye, İsmet İnönü’ye hatta bazen Celal Bayar’a yöneltilir. Atatürk’ü Koruma Kanunu ile başlayıp 1990’lara kadar giden süreçte Mustafa Kemal’e direkt olarak eleştiride bulunulmaz. Bunun yerine Mustafa Kemal’in karşısına Kazım Karabekir, II. Abdülhamid gibi alternatif figürler çıkartılır. 1990’lardan itibaren ise eleştiriler artan bir şekilde Mustafa Kemal’in şahsiyetine yönelik bir hal almaya başlar.

2.1.Kemalizm’in Doğuşu

Türkiye Cumhuriyeti’nde Kemalizm tabirinin ve Kemalist ideolojinin ortaya çıkış sürecinde önem arz eden birkaç tarihten bahsedilebilir. Bunlar; 15-20 Ekim 1927, 15 Mayıs 1931, 9-16 Mayıs 1935 ve 5 Şubat 1937’dir.[1]

15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında toplanan Cumhuriyet Halk Partisi İkinci Büyük Kurultayı’nda Mustafa Kemal, Milli Mücadele dönemini değerlendirdiği Büyük Söylev’ini okurken aynı zamanda daha sonra sayısı altıya çıkacak olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin dört temel prensibinin altı çizilir. Kurultayda önemle üzerinde durulan 4 temel prensip Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik ve Laiklik’tir.[2]

15 Mayıs 1931’de toplanan Cumhuriyet Halk Partisi Üçüncü Büyük Kurultayı’nda Kemalizm’in prensiplerinin sayısı Devletçilik ve Devrimcilik ilkelerinin katılmasıyla altıya yükselir. “Böylelikle CHP’nin sembolü haline gelen ve ‘Altı Ok’ ile simgelenen Kemalizm’in temel ilkeleri, bu kurultayda bir bütün olarak parti programındaki yerini almıştır.”[3] Kemalizm’in altı ilkesinin belirlenmesinden sonra özellikle Ülkü ve Kadro dergileri Kemalizm üzerine yorumlar üretmeye başlar. Ülkü dergisi resmî söylemin temsilciliğini üstlenirken Kadro dergisi sol bir Kemalizm yorumu geliştirmeye çalışır.[4]

9-16 Mayıs 1935 tarihleri arasında toplanan Cumhuriyet Halk Partisi Dördüncü Büyük Kurultayı’nda “Kemalizm” ilk defa parti programında kendisine yer bulur. Bu altı ilkenin partinin esasını oluşturduğu şu şekilde ifade edilir: “Yalnız birkaç sene için değil, istikbale de şâmil olan tasavvurlarımızın ana hatları burada toplu bir halde yazılmıştır. Partiye esas olan bütün bu prensipler (Kamâlizm) yoludur.”[5] Ayrıca parti programının üçüncü maddesinde anılan ilkelerin öz-Türkçe karşılıklarının kullanılması da önemlidir: “Devletin esas kuramı: Türkiye; Ulusçu, Halkçı, Devletçi, Lâik ve Devrimci bir Cumhuriyettir. (...)”[6]

Kemalizm’in altı ilkesinin parti programına girmesinden iki sene sonra 5 Şubat 1937’de İsmet İnönü’nün öncülüğünü yaptığı bir önerge ile birlikte Kemalizm anayasanın ikinci maddesinde de yer almaya başlar. Böylece hem Kemalist ideoloji devlet tarafından koruma altına alınır hem de devletin tüm aygıtları Kemalist ideolojinin emrine verilir. Bu durum parti-devlet anlayışının son aşaması olarak da değerlendirilebilir.[7]

Foto: Hüseyin Türk

Kısacası 1927’den 1937’ye kadar olan 10 yıllık süreçte önce reformlara yön veren prensipler belirlenerek Kemalist ideolojinin altyapısı oluşturulmuş, daha sonra yeni gelişen şartlara karşı uygulanan politikaların prensipleri ilk belirlenen ilkelere eklenmiş, böylece Kemalist ideolojinin etki sahasının sınırları çizilmiştir. Sayılan ilkelerin parti programına girmesiyle CHP o güne kadar yoksun olduğu ideolojik zemine oturtulmuş ve son olarak Kemalist ilkelerin anayasada yer almasıyla parti-devlet bütünleşmesi sağlanmıştır.

2.2.Mustafa Kemal’siz Bir Kemalizm Eleştirisi: Nemo Sacer

CHP’ye ve partinin dayandığı ideoloji olan Kemalizm’e yönelik eleştiriler Mustafa Kemal’in 1938’deki ölümünden sonra İsmet İnönü’nün hem partinin başına hem de cumhurbaşkanlığı makamına gelmesiyle birlikte artar. 1948’den itibaren ise zaman zaman Celal Bayar ve Demokrat Parti’nin Kemalist ideolojiyle uzlaşma eğiliminde olan mensupları da eleştirilerden nasibini alır. Görünürde CHP’ye ve Kemalizm’e yönelik yapılan bu eleştirilerde Mustafa Kemal partiden ve Kemalist ideolojiden ayrı tutulur. Bu bakımdan parti ve İnönü eleştiriler için kullanışlı bir figüre dönüşürler. Ben bu dönemi Agamben’in Homo Sacer kavramından yola çıkarak türettiğim Nemo Sacer kavramıyla adlandırmayı uygun buluyorum. Latince nemo (hiç kimse) ve sacer (kutsal) sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan bu kavram Türkçe’ye kutsal hiç kimse olarak tercüme edilebilir.

Nemo Sacer sürekli kendisine göndermede bulunulan fakat asla o anda ve orada olmayan/olamayan şeydir. “Hiç kimse”dir çünkü var olması, görünür hale gelmesi engellenmiştir. Kutsaldır çünkü koruma altına alınmıştır. Aynı zamanda kutsallığın en saf halidir çünkü bir isme sahip değildir. Kutsal sıfatından önce bir isme sahip olsaydı kutsallıktan ayrı bir öze daha sahip olduğunu söyleyebilirdik. Kutsaldan başka hiçbir tanımı olmayan şey kutsalın kendisinden başka bir şey değildir. Böyle bir durumda kutsaldan ayrı bir şey olmayan şey kutsallıktan ayrı bir özün taşıyıcısı da değildir. Metafiziksel bir atıfla anlatmak gerekirse Nemo Sacer, üçe bölünmüş İsa figürünün tam tersidir. Meryem’in rahmine düşmesine izin verilmeyen ve koruma altına alınan, bu yüzden de asla insanlığın günahları için haça gerilemeyecek olan, yani her türlü cezadan korunan şey Nemo Sacer’dir. Agamben’in Homo Sacer kavramı da kurban ritüeliyle ilişkili olarak kullanıldığı için Nemo Sacer’i de bu bağlamda değerlendirebiliriz: Nemo Sacer, İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme hikâyesindeki kurban İsmail’dir. İbrahim’in oğlu olan İsmail hikâye boyunca görünürdür. O ânda ve oradadır. Kurban İsmail’in ise var olması ve görünür hale gelmesi engellenmiştir. Sürekli kendisine göndermede bulunulmasına rağmen (İbrahim’in rüyasından, kurban edileceği bıçağa, Tanrı tarafından gönderilen koça kadar) o anda ve orada değildir. Çünkü eğer o anda ve orada bulunursa yani bir kez üzerinden koruma kalkar veya görünür hale gelmesine izin verilirse kurban edilmesi gerekir. Aynı, İsa’nın haça gerilmesi gibi. Bu bakımdan Kurban İsmail’e en açık göndermede bulunan koçun Tanrı tarafından gönderilmesi ile hem koruma en üst seviyeye ulaşır hem de Kurban İsmail’in Nemo Sacer oluşunun altı kalın bir şekilde çizilir. Peki, buraya kadarki bütün bu anlatı CHP’ye veya İnönü’ye yönelik ilk dönem eleştirilerine ve Mustafa Kemal’in bu eleştirilerdeki yerine nasıl uyarlanabilir?

1938’den itibaren CHP’ye ve İnönü’ye karşı eleştirilerin arttığını fakat bu eleştirilerde Mustafa Kemal’in partiden ve ideolojiden ayrı tutulduğunu söylemiştik. Bunun en iyi örnekleri 17 Eylül 1943’te yayım hayatına başlayan, hem yöneticiliğini hem de başyazarlığını Necip Fazıl Kısakürek’in yaptığı Büyük Doğu dergisinde görülebilir. 9 Kasım 1945 tarihli Büyük Doğu dergisinin kapağında içki şişeleri, Batı resim sanatından örnekler, Batı taklitçiliğini simgeleyen bir maymun resmi, futbol ve kadın resimleri içeren bir kolaj vardır. Kapaktaki yazı bu kolajı göstererek “Genç Adam! Ruhuna bu unsurlardan başka ne verilebildi?”[8] diye sorar. Kemalist inkılaplar ve Batılılaşma hamleleri bu şekilde eleştirilir. Yine Büyük Doğu dergisinin 18 Ocak 1946 tarihli sayısının kapağında kadın giyim tarzından çeşitli örnekler sunularak “Bugün kılıkta bile bir kök ve şahsiyet sahibi değiliz” şeklinde bir değerlendirme yapılır. Aynı derginin 31 Mayıs 1946 tarihli sayısının kapağında 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı etkinliklerine katılan kız öğrenciler gösterilerek “Bunlar Mektep ve Aile Kızlarımızdır” yorumu yapılır. Aynı kapakta bu konuyla ilgili şu ifadelere yer verilir:

Hayır, Bu Manzara Avrupada Yoktur!! Bu manzara yalnız (Foliberjer)de veya (Holivut) gösterilerinde vardır!.. Avrupada kız talebe, bacaklarını yakan ve ısıran keçe gibi kalın simsiyah çoraplar giyer; ve çenesinden topuğuna kadar hicap ifade eder.

27 Ocak 1950 tarihli Büyük Doğu kapağında ise fareye saldırmaya hazırlanan bir kedi resmi kullanılır: “CHP Türk Milletini Böyle Görüyor!”

Mustafa Kemal, parti ve Kemalizm’den o kadar ayrı tutulur ki kimi zaman Kemalizm’in ilkelerine karşı Mustafa Kemal’in kendisinden destek bulmaya çalışılır. Bunun en iyi örneği Sebilürreşad dergisinin Mayıs 1949 tarihli kapağıdır. Kapakta Millet Meclisi’nin dualarla açıldığı bir fotoğrafa yer verilerek Celal Bayar’ın sözleri eleştirilir:

Milli Mücadele böyle başladı. Atatürk Allaha böyle yalvardı. Ulema bu dâvaya canla, başla böyle hizmet etti. Millet zaferi bu imanla kazandı, İstiklâl ve inkılâbın temelleri din ve imandır. Millet imanında sadıktır. O zamanın Galip Hocası Celâl Bayar, şimdi din ve şeriat düşmanı Gladiston mu oldu? “Türkiyede İslâm şeriatını yaşatmayacağız” Müslüman Türk Milletinin mukaddesatına hakaret eden bir adam Türk milletinin lideri olamaz.

Aynı dergi Eylül 1950 tarihli sayısının kapağında Milli Şef sıfatına sahip olan İnönü üzerinden Kemalizm’i eleştirir fakat yine Mustafa Kemal’e doğrudan bir atıf yapmaktan kaçınılır:

Azgın delâlet devirleri bir daha hortlayamaz. Halk ister başı açık gezer, ister bere giyebilir. Tarihî, gayrı tarihî şefler, mefler, mukaddes şahıslar, h[u]rafeler, efsaneler yıkıldı. Nurcuların Demokrat kardeşlere tavsiyesi Komünistlikle mücadel[e]de irşad yolu.

Tüm eleştirilerde Mustafa Kemal’in üzerindeki dokunulmazlık halesi varlığını sürdürmüştür. 14 Mayıs 1950 seçiminde Demokrat Parti’nin %55 oy alarak iktidara gelmesiyle birlikte Kemalizm’e karşı muhalefet güç kazanmıştır. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi bir nevi Mustafa Kemal’i koruyan fanusun camını çatlatmıştır. Kemalist ideoloji tarafından dışlandığını düşünen (ki bu düşünce gayet olağan ve haklıdır) gruplar CHP’nin iktidardan düşmesini bir rövanş fırsatı olarak görmüşlerdir. Böylece Mustafa Kemal’in Nemo Sacer’den Homo Sacer’e geçme tehlikesi ortaya çıkmıştır.[9] Durumun tehlikeli boyutunu kavrayan Demokrat Parti iktidarı 31 Temmuz 1951’de yürürlüğe giren 5816 numaralı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkartmak zorunda kalmıştır. Böylece Kemalizm ve Mustafa Kemal için 1950’lerden 1990’lara kadar sürecek olan bir ara evre, Hominem Sacer evresi başlamış olur.

2.3.Kemalist Dönemden Post-Kemalist Döneme Geçişte Bir Ara Evre: Hominem Sacer

Latince hominem (adam) ve sacer (kutsal) kelimelerinin birleşmesi yoluyla oluşturulan bu kavram “Kutsal Adam” olarak ifade edilebilir. Hominem Sacer görünür hale gelmesine izin verilen, görünür hale geldiği için kendi kutsallığı tarafından korunamayan, bu yüzden de üst bir yapı tarafından korunmaya muhtaç olan şey’dir. Kutsal Ruh’un (Nemo Sacer) kendi kutsiyetinden başka bir şey olmayan özü artık bölünmüştür. Nemo Sacer’den farklı olarak bir isme ve bir bedene sahip olan Hominem Sacer (artık hiç kimse değil bir adamdır) kendisinden üstün olan bir güç tarafından korunmak zorunda kalır. Yine metafiziksel bir atıfla açıklamak gerekirse; Kutsal Ruh olarak tanımlanan İsa, Meryem’in rahmine düştüğü, yani görünür olmasına izin verildiği anda Baba’nın korumasına muhtaç hale gelir. Lacan’ın Baba’yı aynı zamanda yasa olarak görmesi de bu kavramın Kemalizm ve Mustafa Kemal bağlamında değerlendirilmesinde oldukça yardımcı olacaktır. Nasıl ki ete kemiğe bürünen Hominem Sacer İsa, Baba tarafından korunuyorsa, Hominem Sacer evresindeki Mustafa Kemal de Baba metaforunun simgelediği yasa yoluyla yani Atatürk’ü Koruma Kanunu tarafından korunup kollanır.

Bu ara dönemde Kemalist eleştirilerin temelini contra-figuration (karşıt figürasyon) çalışmaları oluşturur. Atatürk’ü Koruma Kanunu ile eleştiri hakkı elinden alınan kesimlerin memnuniyetsizliği ve belki de bir noktada hıncı, bu kesimleri Mustafa Kemal’in karşısına tarihten figürler çıkarma veya Kemalizm’in alternatifi olarak yeni ideolojik söylemler geliştirme yoluna iter. Bu maksatla II. Abdülhamid’e karşı yoğun bir ilgi gösterilir. Öyle ki 1909’da tahttan indirilen devrik sultan yeniden keşfedilir. Başyazarlığını ve imtiyaz sahipliğini Kadir Mısıroğlu’nun yaptığı Sebil dergisi 27 Ağustos 1978 tarihli kapağıyla Sultan Abdülhamid Haftası icat eder: “Sultan Abdülhamid Haftası 1876-1976.” 10 Şubat 1978 tarihli kapağında ise II. Abdülhamid’in resmine şu ifadelerle yer verir: “Ölümünün 60’ıncı Sene-i Devriyesinde Seni Rahmetle Anıyoruz.”

Mustafa Kemal ve Kemalizm eleştirisi için Kazım Karabekir suskunluktan kurtarılır. Kazım Karabekir’in bastırılan sesi söz konusu kesimlerin yayınlarında, yazılarında yer bulmaya başlar. Mehmet Akif Ersoy ön plana çıkartılır. Hilal dergisi Ocak 1960’ta Mehmet Akif Ersoy’u; Sebil dergisi ise 2 Ocak 1976 tarihli sayısında Kazım Karabekir’i kapağına taşır. Necip Fazıl Kısakürek bu dönemde de önemli bir yere sahiptir. Hem Ulu Hakan, Son Devrin Din Mazlumları gibi eserleriyle karşıt figür oluşturma çalışmalarına katkıda bulunur, hem de İdeolocya Örgüsü gibi eserleri ve şiirleriyle Kemalizm’e alternatif bir ideolojik söylem yaratmaya çalışır. Yazının ikinci bölümünde Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Akif Ersoy isimleri üzerinde duracağım için şimdilik bu örnekler yeterlidir.

Kısacası bu dönemde Kemalizm’i eleştiren kesimler kendi Hominem Sacer’lerini yaratmaya çalışmışlardır. Bu yaratım süreci yazının ikinci bölümünde de gösterileceği gibi birçok çelişkiyi içinde barındırır. Bu kesimlerin kaçırdığı nokta yaratılan Mustafa Kemal imajının çağının geist’ini taşımasıdır. Mustafa Kemal isminin simgelediği mitik imaj bu geist çerçevesinde, tam da orada ve o anda oluşturulmuştur. II. Abdülhamid, Kazım Karabekir gibi isimlerden bir Hominem Sacer yaratma çalışması ise tarih sayfalarına bakıp, nostaljik tahayyüller üretme çabasından ileri gidemez. Çünkü karşıt figürasyon hamlesinde bulunan kesim seçtikleri figürlerin içinde bulunduğu çağın geist’ine aşina değildir. Diğer bir önemli nokta da bu kesimlerin yarattıkları Hominem Sacer’lerin bir Baba’nın/yasanın korumasından mahrum olmalarıdır. Bu kesimler iktidarda olsalar bile devlet aygıtlarına bu dönemde hâkim değildirler. Söz konusu durum 1990’lardan itibaren, özellikle de 2002’den sonra, değişmeye başlamış, Post-Kemalizm olarak adlandırılan süreçte Mustafa Kemal Homo Sacer’e dönüşürken diğer figürler Baba/yasa tarafından korunan oğullar olmaya hak kazanmışlardır.

2.4.Post-Kemalizm’in Yükselişi: Homo Sacer

Giorgio Agamben Kutsal İnsan adlı eserinde Homo Sacer’i Festus’tan alıntı yaparak şu şekilde tarif eder: “Kutsal insan, bir suçtan dolayı halk tarafından yargılanan kişidir. Bu kişinin kurban edilmesine izin verilmez. Fakat bu kişiyi öldüren birisi cinayet işlemiş sayılmaz.”[10] Bu kavram ilk olarak Roma ceza hukukunda kullanılmıştır. Kutsal olanın kurban edilememesi ama aynı zamanda öldürülmesinin suç olmaması bu şeyin kutsallığını muğlaklaştırır. Aslında bu durum sacer’in yani kutsalın çift anlamlı doğasından gelir. Sacer hem kirletmeksizin hem de kirlenmeksizin dokunulamayacak olan şeyi ifade eder. Bu yüzden sacer hem kutsal hem de lanetlidir.[11] “(...) [H]omo sacer, toplumdan dışlanmış, yasaklı bir adamdır, tabudur, tehlikelidir... (...)”[12] Homo Sacer her türlü haktan yoksundur. Herhangi bir yasanın koruması altında değildir. Önceki bölümlerde yaptığımız gibi metafiziksel bir atıfla açıklarsak Homo Sacer, İsa’nın haça gerildiğinde söylediği şu sözlerde karşılığını bulur: “Elohi, elohi, lema sabaktani (Tanrım, Tanrım beni neden terk ettin?)”[13] Üzerindeki korumanın kalktığını düşünen Homo Sacer İsa, Tanrı’ya şaşkınlıkla ve sitemle böyle seslenir.

Kemalizm hakkındaki eleştiriler 1990’lardan itibaren artan bir şekilde Mustafa Kemal’in şahsına yöneltilmeye başlar. Mustafa Kemal’in kutsallığı aynı Homo Sacer’deki gibi muğlak bir hal almaya başlamıştır. Mustafa Kemal direkt olarak kurban edilemez çünkü sağ kesim için hilafeti kaldırması gibi sebeplerle; sol kesim için ise Mustafa Suphi cinayeti gibi olaylara olan dahliyle kirlenmiştir. Mustafa Kemal kurban edilemez belki fakat öldürülmesi de suç sayılmaz. Bu durumda Homo Sacer’e dönüşen Mustafa Kemal sürekli olarak saldırılara açık hale gelir. Onun şahsiyetine yapılan saldırılar artık mazur görülecektir.

İslâmist çizgideki Yörünge dergisinin 3-10 Kasım 1990 tarihli sayısı “Atatürk Öldü! 10 Kasım tartışılıyor. ‘Gülelim mi, ağlayalım mı?’” kapağıyla çıkar. Aynı derginin “Resmi Tarih’e Son Darbe Ceylan’dan” başlığıyla çıkan 23-29 Nisan 1995 tarihli sayısının kapağında şu ifadeler yer alır: “Atatürk’ü Samsun’a Sultan Vahdeddin Gönderdi”, “Vahdeddin Atatürk’e 800 bin reşat altını verdi”, “Atatürk padişah fermanıyla geniş yetkilerle donatıldı”, “Bandırma ‘Taka’ değil dev bir vapurdu”. Yörünge’nin 2-8 Temmuz 1995 tarihli sayısının kapağında ise direkt olarak Mustafa Kemal’in resmi yer almakta ve resmin üzerinde şu satırlara yer verilmektedir: “Alman yazarlardan Jürgen Holtorf ve Karl-Heinz Lock’a göre adı masonlar listesinde geçiyor”, “Atatürk Mason muydu?”. 10-16 Ağustos 1997 tarihli 339. sayısında Yörünge Mustafa Kemal’e Mustafa Kemal’in ağzından saldırır: “Atatürk diyor ki: Lâyıkız dedik, dinle ilişiğimizi devlet olarak kestik. ‘Cumhuriyet’ dedik, rejimimizi tehlikeye düşürmemek için saltanat devrini kötüledik, kazanılmış büyük zaferleri bile birkaç satırla geçiştirmeye başladık. Latin harflerini aldık, yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişinin hazinesinden yoksun bıraktık.”

1994’te yayımlanmaya başlanan ve 35 sayı çıkan, Necip Fazıl Kısakürek ile Salih Mirzabeyoğlu’nun düşüncelerinin ve İBDA-C adlı örgütün temsilcisi olan Haftalık Taraf dergisi 14-20 Ekim 1994 tarihli sayısını “Ne Ölüler Vardır Gebertilecek” manşetiyle çıkarır. Bu manşetin üzerinde Mustafa Kemal ile Turgut Özal’ın fotoğrafları yer alır. Bu iki isim “Terörist Batı Sömürgeciliği” olarak tanımladıkları yapının ajanı olarak gösterilir. Aynı düşünce çerçevesinde 2007’den itibaren yayımlanmaya başlayan ve halen yayın hayatını sürdüren Baran dergisinin 29 Aralık 2011 tarihli sayısı “Dersim Katliamı’nın Baş Sorumlusu: Mustafa Kemal Atatürk” kapağıyla çıkar.

İmza dergisi ise 41. sayısında Mustafa Kemal’in kara tahta önündeki fotoğrafına yer vererek “Müslümanlar İçin Alfabe Oyunu Yine Gündemde” başlığını atar. 2002-2016 tarihleri arasında yayımlanan Vuslat dergisi Aralık 2015 tarihli 174. sayısında İskilipli Atıf Hoca’yı kapağına taşır. “Zalimler İçin Yaşasın Cehennem!” başlığı ile çıkan bu sayının kapağında Mustafa Kemal’in ve İskilipli Atıf Hoca’nın fotoğrafına yer verilir.

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi post-Kemalist dönem, entelektüel eleştiriler bir tarafa bırakılırsa, Mustafa Kemal’in hedef tahtasına oturtulmasına ve bir saldırı nesnesi haline getirilmesine sebep olmuştur. Homo Sacer’in bir örneği olarak Mustafa Kemal’in şahsiyeti her türlü saldırıya açık hale gelmiştir. Öyle ki kimi gazetecilerin Mustafa Kemal’i “diktatör” olarak nitelemeleri, sosyal medyada Mustafa Kemal’i tanımlamak için Ataput gibi ifadelerin kullanılması da buna dâhildir. Tüm bunlara rağmen Mustafa Kemal ve Kemalizm hâlâ Türkiye siyasetinde etkisini sürdürmektedir. Öyle ki İlker Aytürk yeni dönem için Post-Post Kemalizm gibi yeni bir tabir kullanmaya gerek duymuştur. Peki Kemalizm’i ve Türkiye siyaseti bağlamında bu kadar hâkim kılan veya onun eskimesini engelleyen nedir?

2.5.Post-Post Kemalizm ya da Kemalizm’in Hayaletimsiliği: Türkiye’de Bir Hayalet Dolaşıyor, Kemalizm Hayaleti

Hayaletimsilik kavramı Jacques Derrida’nın Marx üzerine yorumlarında önemli yer tutar. Marx’ın Hayaletleri adlı eserinde Jacques Derrida, Marx’ın fikirlerinin gücünün hayaletimsilikten geldiğini göstermek için dünya siyasetine egemen olan dikotomiyi yapıbozuma uğratır. 1990’larda SSCB’nin yıkılmasıyla liberal ideolojinin komünizmi yendiği varsayılmış, bu görüşün temsilcilerinden Francis Fukuyama Tarihin Sonu adlı bir eser dahi yazmıştır. Derrida ise bu basit galip-mağlup karşıtlığını kabul etmez. Liberal ideolojinin komünizmin öldüğünü ilan etmesi aynı zamanda bu ideolojinin mevcudiyetinin tekinsizliğini de gözler önüne serer. Derrida bu durumu şu şekilde ifade eder:

(...) [D]ünyanın her yanında, komünizm hayaleti nedeniyle içlerine sıkıntı dolanların sayısı öyle çok ki, bunun (...) ömrünü doldurduğu ileri sürülen bir hayaletten başka bir şey olmadığına öylesine eminler ki. Hayaletten başka bir şey değil ki, diyor herkes, yanılsama, fantazma ya da hortlak yalnızca (...).[14]

Oysa ölenin geri dönmesi her zaman ihtimal dâhilindedir. Hayalet her zaman gelecekte gelme imkânını içinde taşır. Bu durum galip tarafın mevcudiyetini tekinsizleştirir. Bu tekinsizlik hali birincil konumda olanın ikincil konumdakini belirlemesine sebep olur. Oysa karşıdakini belirlemek kendini belirlemekten başka bir şey değildir:

“Birincinin ikinci tarafından belirlenmesi, Derrida’nın Platon eleştirisinde de belirttiği gibi (...), kendini de belirlemek anlamına geldiğinden; liberal demokrasi (birinci), komünizmi (öteki ya da ikinci) belirlerken; aslında kendisini de belirlemekte ve amansız bir indirgemeye mahkûm etmektedir.”[15]

1990’lardan itibaren post-Kemalizm ile birlikte gerçekleşen durum da bundan farklı değildir. İslâmist ideoloji iktidardaki yerini sağlamlaştırdıkça ve devlet aygıtlarına egemen olarak bunları kendi düşüncesi çerçevesinde şekillendirdikçe Kemalist vesayet olarak adlandırılan yapıyı yenilgiye uğrattığını düşünür. Galip olan kesim mağlup olan Kemalist vesayetin öldüğünü ilan eder. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi bu ölüm galip olanların mevcudiyetini sağlamlaştırmaz aksine bu mevcudiyeti tekinsizleştirir. Ölenin her zaman bir hortlak veya hayalet olarak geri gelme ihtimali, galip olanı endişeye sürükler. Cem Küçük’ün 14 Kasım 2018’de Türkiye Gazetesi’nde yayımlanan “Kemalist Vesayet Hortlarken” başlıklı yazısı da bunun en güzel örneğidir. Kemalizm’in gelecekte gelebilecek olması sürekli bir tekinsizlik halini de beraberinde getirir. Yazıda Kemalizm hayaleti şöyle ifade edilir: “ Kemalist vesayet hortlamaya çalışıyor. Yıllarca Atatürk’ün arkasına saklanıp bu millete hakaret edenler artık bunu yapamayacaklar. 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat’lar artık tarih oldu. Bunu kafanıza sokun. (...)”[16] Liberal düşüncenin komünizm karşısındaki konumu gibi İslâmist ideoloji de Kemalizm’i bir hayalet, bir hortlak, bir fantazya olarak göstermeye çalışır. Karşısındakini belirlemeye yönelik bu çabanın sonucu belirleyenin de belirlenene indirgenmesidir. Öyleyse diyebiliriz ki Kemalizm “vesayet” kavramıyla belirlenirken, İslâmist ideoloji de kendisini vesayete indirger. Bunun en belirgin örneği Kemalizm’i her şartta eleştiren, tek-adamcılık ve vesayetçilik ile suçlayan kesimlerin partili cumhurbaşkanlığını savunurken Mustafa Kemal’i örnek göstermeleridir. Birincil konumda olan ikincil konumda olanı gelecekte gelebilecek olanın endişesi içinde ve hayaletimsiliğin etkisi altında tanımlamaya çalışır. Her tanım bir indirgeme olduğuna göre birincil konumdaki kendisini de yaptığı tanıma indirger. Verilen örnekte de görüldüğü vesayetçilik tanımı yeniden üretilir ve varlığını devam ettirir. Bu bakımdan hayalet her zaman orada olmadan olandır. Kemalizm’in bu hayaletimsiliği Post-Post Kemalizm ile birlikte yeniden değerlendirilmelidir.     

III. POST-POST KEMALİZM’E BİR KATKI/İSLÂMİST İDEOLOJİNİN ÇELİŞKİLERİ: MEHMET AKİF ERSOY-NECİP FAZIL KISAKÜREK

Post-Kemalist dönemde İslâmistler pragmatik bir anlayışla hem Mehmet Akif Ersoy’u hem de Necip Fazıl Kısakürek’i birer fikir önderi olarak kabul etme eğilimindedirler. Hatta II. Abdülhamid’e de büyük bir değer atfederek onu anlamadan hiçbir şeyin anlaşılamayacağını savunmaktadırlar. Erol Göka Yeni Şafak gazetesindeki 25 Aralık 2016 tarihli yazısında şöyle yazar:

Osmanlı İslâmcılığının en önemli temsilcisi, prototipi Mehmet Akif’tir. Cumhuriyet İslâmcılığının öncüsü, kurucusu, temel tezlerini, yöntemlerini, üslubunu veren bariz karakteri Necip Fazıl’dır diyor Yıldırım. (...) En iyisi de kahir ekseriyetimiz, hem Mehmet Akif’i hem Necip Fazıl’ı seviyor, büyük beraberliği sağlayacak kuşatıcı düşünceyi arıyoruz…[17]

Oysa Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek böyle toptan bir kabulü mümkün kılamayacak kadar birbirlerinden farklıdırlar. Çağının geist’ini taşımayan bu yaklaşımlar içlerindeki çelişkiler sebebiyle kendi Hominem Sacer’lerini yaratamamışlardır.

3.1.Mehmet Akif Ersoy’dan Bir İslâmist Çıkar mı?

Mehmet Akif Ersoy’un İslâmizm tarafından öne çıkarılmasının en önemli sebebi ümmetçi düşüncelere sahip olmasıdır. Aynı çevreler aynı sebeple II. Abdülhamid’e de büyük ilgi göstermektedirler. Fakat contra-figuration aşamasında Kemalizm karşıtı bir figür olarak kurgulanmak istenen şairin buna şiirleriyle nasıl direndiğini görmemek için en iyi ihtimalle dikkatsiz bir okuyucu olmak gerekir.

Ümmetçi bir anlayışa sahip olduğu söylenen Mehmet Akif Ersoy ümmetçi politikalar güttüğü söylenen döneminin sultanı II. Abdülhamid’e muhalif bir isimdir. Öyle ki II. Abdülhamid hakkında yazdığı dizeleri sol ideolojiye mensup bir başka kişi yazsaydı en ağır hakaretlere maruz kalacağı bir gerçektir. Şair, “Asım” isimli uzun şiirinde Abdülhamid’den şöyle bahseder:

Ortalık şöyle fena, böyle müzebzep işler;/Ah o Yıldız’ daki Baykuş ölüvermezse eğer,/Akıbet çok kötü (...)”[18]

Şiirin devamında II. Abdülhamid’i korkak bir sultan olarak sunar:

“Çoktan beridir vardı benim bir derdim;/Gideyim, Zalim’i ikaz edeyim, isterdim./O, bizim cami uzaktır, gelemez, mani’ ne?/Giderim ben, diyerek, vardım onun camiine./Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,/Âl-i Osman’dan edilmezdi bu korkaklık ümid./Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;/.../ Dedim ki: Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?/Biraz da meydana çıksan da hasbihal etsek./Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören; ne eden;/Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden./Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın;/Ya çünkü korkan adamlar, gerek ki saklansın./Değil mi korkudasın var kabahatin mutlak![19]

“İstibdat” adlı şiirinde ise II. Abdülhamid’i iblise rahmet okutan bir insan olarak çizer:

“Sema-peymâ iken rayatamız tuttun zelil ettin;/Mefahir bekliyen abadan evlâdı hacîl ettin;/.../Hamiyyet gamz eden bir pak alın her kimde gördünse,/Bu bir cani!  dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse./Müvekkel eyleyip casusu her vicdana, her hisse,/Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se ... /Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e![20]

Mehmet Akif Ersoy’la ilgili önemli bir diğer nokta düşünce dünyasının oluşmasındaki Cemaleddin Afganî ve Muhammed Abduh etkisidir. Bu etki genellikle İslâmist kesim tarafından görmezden gelinir. Çünkü bu kesimin çoğuna göre Cemaleddin Afganî ve Muhammed Abduh İngiliz ajanı, mason ve reformizm adı altında İslâm düşmanlığı yapan iki isimdir. Cemaleddin Afganî’nin de II. Abdülhamid’e muhalif olduğu unutulmamalıdır. Mehmet Akif Ersoy bu iki isme o kadar değer verir ki “Asım” adlı şiirinde şöyle yazar:

Mısır’ın en muhteşem Üstâdı Muhammed Abdu,/Konuşurken neye dairse Cemaleddin’le;/Der ki tilmizine Afganlı: «Muhammed, dinle!/İnkılab istiyorum, başka değil, hem çabucak./.../Kıssadan hisse çıkarsak mı, ne dersin Asım!/Anlıyorsun ya, zarar yok, daha iyi anlaşalım:/İnkılab istiyorum ben de, fakat, Abdu gibi...[21]

İslâmist kesimin Mehmet Akif Ersoy ile birlikte fikir önderi olarak kabul ettiği Necip Fazıl Kısakürek İbni Teymiyye’yi değerlendirdiği bir yazısında Afganî ve Abduh ile ilgili şöyle yazar:

Sekizinci Hicrî asrın bu kuru kafası [İbni Teymiyye], kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhabîliğe, ondan bir asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Afganlı Cemaleddin’e (Cemaleddin-i Afganî) uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâm’ı yıkılmak üzere bir bina farz edip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki reformculara doğrudan doğruya veya dolayısıyla dayanak olmuştur.[22]

Mehmet Akif Ersoy üzerindeki Afganî ve Abduh etkisinin başka bir getirisi de Kur’an ve sünnete dayanan bir İslâm anlayışını öne çıkartmak ve tasavvufa mesafeli durmaktır: “Verdiler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı.”[23] Ayrıca Akif yine bu etki çerçevesinde dile getirdiği kimi dizelerinde Ortodoks İslâm anlayışının sınırlarını zorlar:

Kadermiş! Öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru;/ Belanı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu./Taleb nasılsa, tabi’i, netice öyle çıkar,/Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?/Çalış! dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,/Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!/Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,/Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya![24]

Diğer taraftan Necip Fazıl Kısakürek Tasavvuf Bahçeleri adlı eserini şöyle takdim eder:

İrşad edicim, kurtarıcım ve efendim Abdülhakim Arvasi Hazretleri’ne ait dışından öğretici mahiyette bu son asrın en büyük din eserini, en titiz sadakat, en derin dikkat ve en keskin haşyetle sadeleştirirken, kendimden ekleyeceğim biricik ölçü, Büyük Veli’nin muazzez ruhaniyetine sığınmak ve affını dilemektir.[25]

Görüldüğü gibi Mehmet Akif Ersoy kendisinden bir Hominem Sacer yaratmaya çalışan İslâmist ideolojiye hem şiirleriyle, hem Ortodoks İslâm anlayışının sınırlarını zorlayan görüşleriyle direnmektedir. Bu direniş İslâmist ideolojinin Kemalizm karşıtı figürler yaratmadaki çelişkilerini de açığa çıkarmaktadır.

3.2.Necip Fazıl Kısakürek’in Ulu Hakan Abdülhamid Adlı Eserine Giremeyenler

Necip Fazıl Kısakürek gerek Büyük Doğu dergisi gerek İdeolocya Örgüsü, Ulu Hakan, Son Devrin Din Mazlumları gibi eserleriyle İslâmist ideolojiyi önemli ölçüde etkilemiş ve bu kesimin gözünde üstad mertebesine yükselmiştir. Bu bölümde yalnızca Necip Fazıl Kısakürek’in II. Abdülhamid hakkındaki eserine odaklanacak ve contra-figuration sürecinde Necip Fazıl Kısakürek’in II. Abdülhamid’i kendi ideolojisi bağlamında Mustafa Kemal’in anti-tezi olarak nasıl kurguladığını ve bunun nasıl çelişkilere sebebiyet verdiğini göstermeye çalışacağım.

Necip Fazıl, eserin önsözünde isim vermeden Mustafa Kemal ile II. Abdülhamid’i karşı karşıya getirerek aslında II. Abdülhamid’i belli bir ideolojik çerçeve içinde sunacağını itiraf eder:

Güttüğüm cemiyet dâvasında tarihî şahsiyetlerden biri dâvama tam uygun, öbürü tam aykırı; biri başlıca dost, öbürü baş düşman, iki kutup seçmek ve bildirdiğim ölçülerle bunların (portre)lerini çizmek, öteden beri dileğim, hattâ borcumdu. Tarih (kriteryum)u mücerret bir görüşün müşahhas dünyasını kabartmalaştıracağına göre, fikirlerime destek bulmak için buna muhtaçtım. Çeyrek asırdan beri yakasına yapışmış bulunduğum dost, işte: ULU HAKAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN... Ters tarafından onun kadar ehemmiyetli düşmanıma gelince, Allah’tan duam şu ki, bir gün o borcu da ödeme imkânını bana bağışlasın...

Necip Fazıl eser boyunca II. Abdülhamid’i şeriata sıkı sıkıya bağlı bir dindar, İslâm’ın koruyucusu ve kollayıcısı bir İslâm halifesi, tasavvufa değer veren hatta kendisi de Nakşibendi tarikatının mensubu olan bir mürid olarak resmeder. Dindar Abdülhamid bölümünde II. Abdülhamid’in dindarlığını şöyle ifade eder:

Bütün Osmanoğulları içinde Abdülhamîd çapında dindar ikinci bir padişah bulunup bulunmadığı, sorulmaya değer bir keyfiyet... Kanaatimizce, ne Kosova sahrasında harp sabahının gecesini başı secdede geçiren Murat, ne Fatih Sultan Mehmed, ne Bayezid-i Veli, ne de şu veya bu, dindarlıkta Abdülhamîd’in derecesine ulaşabilir.[26]

Eserin bir başka bölümünde II.Abdülhamid’den şöyle bahseder: “Görülüyor ki, bu şahsiyet, Büyük Doğu idealinin ana temelleri olarak, ruhçu, keyfiyetçi, milliyetçi, ahlakçı, nizamcı karaktere sahiptir; (...)”[27] Sayılan bu prensipler Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü adlı eserinde “Temel Prensipler” alt başlığı altında da yer alır.[28] O halde diyebiliriz ki Necip Fazıl, II. Abdülhamid’i kendi ürettiği Büyük Doğucu söylemin ilk temsilcilerinden biri olarak görür. II. Abdülhamid adeta Batıcı-seküler Mustafa Kemal’in Doğucu-İslâmcı alter egosu olarak kurgulanır. II. Abdülhamid’in bu rolünü zedeleyecek durumlar ayıklanarak steril bir Abdülhamid portresi sunulur.

İdeolocya Örgüsü’nde Necip Fazıl zinayı ve fuhşu büyük suçlardan sayarak şiddetli şekilde cezalandırılması gerektiğini söyler.[29] Bu Büyük Doğu mefkûresi olarak tanımladığı ideolojinin ahlakçı prensibiyle uyumludur. Bu mefkûrenin temsilcisi olarak sunulan II. Abdülhamid’in de ahlakçı özelliğinin altı çizilir. Oysa Osmanlı’da ilk resmî genelevler 1884’te II. Abdülhamid’in emriyle yayımlanan bir yönetmelikle Galata ve Pera’da açılmıştır.[30]

Necip Fazıl yine İdeolocya Örgüsü’nde içkinin yasaklanması gerektiğini yazar.[31] Oysa ilk rakı fabrikası, bu ideolojinin temsilcisi olarak sunulan II. Abdülhamid zamanının “(...) başmabeyinci ve maliye bakanlarından Sarıcazade Ragıp Paşa tarafından Tekirdağ yolu üzerinde Umurca Çiftliği’nde kurulmuştur.”[32] Yine ilk bira imalathanesi de II. Abdülhamid döneminde Bomonti kardeşler tarafından Feriköy’de kurulmuştur.[33] Aynı dönemde Mizrahi ve Fernandes kardeşler tarafından Selanik’te “Olimpos Bira ve Şampanya Fabrikası” açılmıştır.[34] Ulu Hakan adlı eserde II. Abdülhamid devrinde kurulan işletmeler sayılırken bu fabrikalardan bahsedilmez. Bu dönemde alkol üretimi ve tüketimi o kadar yaygındır ki rakıdan alınan yüksek vergiler yüzünden halk kendi içkisini kendi üretme yoluna gitmeye başlamıştır. Hatta Ayşe Fahriye Hanım tarafından kaleme alınan ve 1883’te yayımlanan Ev Kadını adlı yemek kitabında evde nasıl rakı yapılacağı anlatılır.[35]

Aynı eserde II. Abdülhamid’in borsa oynamasına değinilir. II. Abdülahmid’in borsa ile ilişkisinin abartılmaması gerektiği, bunu abartanların sultana düşmanlık edenler olduğu söylenir.[36] Oysa II. Abdülhamid’in borsa ile ilişkisi bu kadar kolay geçiştirilebilecek bir mevzu değildir. Banker Yorgo Zarifi ile yakın ilişkiler kuran Sultan borsadaki spekülasyonları kendi yararına kullanır.[37] Bu yolla büyük bir servet elde eder. II. Abdülhamid’in torunu Orhan Osmanoğlu bu durumu şöyle tarif eder: “Sultan Abdülhamid Han çok büyük servetler edindi. Bunlar içinde yurt içinde ve yurt dışında 6 bin 800’e yakın mülk var. Borsada çok büyük paralar kazandığı söylenir ve doğrudur bu.”[38] Eserde Yorgo Zarifi’nin ismi hiç geçmez.

Münif Paşa da esere giremeyen şahıslardan biridir. Oysa kendisi II. Abdülhamid tarafından Maarif Vekaleti’nin başına getirilmiş ve eğitim alanında yaptığı ıslahatlarla büyük başarılar elde etmiştir. Modern pedagojiye dair Türkçedeki ilk deneme sayılabilecek “Ehemmiyet-i Terbiye-i Sıbyân” adlı makaleyi kaleme almıştır.[39] Aynı zamanda kendisi Osmanlı’da Arap alfabesinin kullanılmasının eğitimde zorluklara yol açtığını tespit etmiş ve alfabenin ıslah edilmesi gerektiğini belirtmiştir.[40] Harf inkılabına muhalif olan ve bunu bir Kemalizm garabeti olarak gösteren Necip Fazıl için II. Abdülhamid’in Maarif Vekili’nin bu tür görüşler ileri sürmesi kabul edilemezdir.

Kısacası Necip Fazıl Kısakürek Mustafa Kemal’in bir anti-tezi olarak II. Abdülhamid portresi oluşturmaya çalışır. Bu süreç yukarıda da belirtildiği gibi Hominem Sacer evresidir. İslâmist sağ kendi Kutsal Adam’ını yaratmaya çalışır. Bu tür çabalar Post-Post Kemalist evrede yeniden değerlendirilmeli, yaratılmaya çalışılan figürlerin çelişkileri açığa çıkartılmalıdır. Böylece Kemalist ideolojinin Mustafa Kemal’i överken düştüğü hataları eleştiren İslâmist ideolojinin kendisinin de nasıl aynı hatalara düştüğü gösterilebilir.

SONUÇ YERİNE: KEMALİST VESAYET VAR MIYDI YOK MUYDU?

Post-Kemalizm’in iddia ettiği gibi Kemalizm diktatoryal eğilimleri olan bir ideoloji midir? Kemalizm, Mustafa Kemal tarafından özgün-saf bir ideoloji olarak mı tasarlanmıştır yoksa tarihsel gelişim süreci içinde Mustafa Kemal’de karşılığını bularak iktidara gelen uzun soluklu bir düşünce sistemi midir? Mustafa Kemal, II. Abdülhamid’in temsil ettiği Doğucu-İslâmcı tarafın karşısındaki Batıcı-seküler İttihat ve Terakki Partisi geleneğinin temsilcisi olarak eleştiriliyorsa, Mustafa Kemal döneminin eleştirisinde İslâmist ideolojinin yararlandığı Kazım Karabekir’in İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeliği nereye konulacaktır? Kemalist vesayet gerçekten var mıdır? Eğer varsa 1950’deki genel seçimlerle DP, iktidarı nasıl sorunsuz olarak bu vesayetin elinden alabilmiştir? Acaba Kemalist vesayet yoktur da sadece vesayet mi vardır? Ayrıca vesayetçilik Osmanlı toplumundan Kemalist döneme ve en sonunda post-Kemalizm’e hangi mirasları bırakmıştır? Kemalist vesayet eğer iddia edildiği gibi o kadar güçlüyse Mustafa Kemal’in Nemo Sacer’den Homo Sacer’e geçişi nasıl gerçekleşmiştir? Tüm bu sorular yeni bir paradigmayla düşünülmeyi hak etmektedir. Bu yeni paradigma post-Kemalizm’in bütün eleştirilerini yanlış kabul etmek değildir. Aksine bu yeni paradigma doğru ve yanlış ikiliğini ortadan kaldırmalı ve hem Kemalizm’in hem de Post-Kemalizm’in altını oyan çelişkiler açığa çıkartılmalıdır. Bu amaçla Mustafa Kemal’in Büyük Söylev’inden, Kazım Karabekir’in hatıratına, Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü’nden, Sezai Karakoç’un Diriliş mefkûresini yansıttığı eserlerine kadar tüm ürünler yeni baştan, yeni bir tarzda okunmalıdır. Derrida’nın New Internationalism (Yeni Enternasyonalizm) dediği şey ulusal sınırlar içinde yeni bir yurttaş katılımıyla vücut bulabilir. Bu yeni katılım çoğulcu bir düzlemde yaratılabilirse arı bir ideoloji iddiasında olan her kesimin ipliği pazara çıkartılabilir. Böylece daha şeffaf ve geçirgen, birbirlerine sürekli göndermede bulunan, her bağlamda yeni anlamlar kazanan, merkezden yoksun, bu yüzden de yüksek çağrışım gücüne sahip yeni bir düşünce sistemi yaratılabilir.


[1] Mustafa Albayrak, “Kemalizm’in Düşünsel Temelleri ve Tarihsel Oluşumu,” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 77 (2010): 310-317.

[2] A.g.e., s. 310-311.

[3] A.g.e., s. 313.

[4] A.g.e., s. 313-314.

[5] A.g.e., s. 315.

[6] A.g.e., s. 316.

[7] A.g.e., s. 317.

[8] Yazının kalanında ismi geçen tüm dergilere şu adresten ulaşılabilir: http://katalog.idp.org.tr/

[9] Liderliğini Kemal Pilavoğlu’nun yaptığı Ticani tarikatı üyelerinin Atatürk büstlerine gerçekleştirdikleri saldırılar bunun bir örneğidir.

[10] Giorgio Agamben, Kutsal İnsan, çev. İsmail Türkmen (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017), s. 90.

[11] A.g.e., s. 99.

[12] A.g.e., s. 98

[13] Matta İncili.

[14] Jacques Derrida, Marx’ın Hayaletleri, çev. Alper Tümertekin (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2007), s. 69.

[15] Deniz Kundakçı, ”Marx-sız Bir Marx: Derrida’nın Yapısökümünün Marx Üzerinden Bir İzlencesi”, Dört Öge 2 (2012): 230.

[16] Cem Küçük, ”Kemalist Vesayet Hortlarken,” Türkiye Gazetesi, 14 Kasım 2018.

[17] Erol Göka, ”Mehmet Akif ve Necip Fazıl” Yeni Şafak, 25 Aralık 2016.

[18] Mehmet Akif Ersoy, Safahat (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1966), s. 402.

[19] A.g.e., s. 415.

[20] A.g.e., s. 85-86.

[21] A.g.e., s. 440.

[22] Erişim adresi: https://www.zuhurdergisi.com/necip-fazil-kisakurekin-kaleminden-ibn-i-teymiyye_d73.html

[23] Mehmet Akif Ersoy, Safahat (İstanbul: M. Fatih, 2007), s. 344.

[24] A.g.e., 242.

[25] Necip Fazıl Kısakürek, Tasavvuf Bahçeleri, (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları: 2009), “Takdim”.

[26] Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2015), s. 329.

[27] A.g.e., 299.

[28] Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2014), s. 329.

[29] A.g.e., 325-328.

[30]Erişim adresi: https://t24.com.tr/haber/fuhus-osmanlidan-cumhuriyete-miras-kaldi-ilk-genelevler-1812de-acildi,570672

[31] Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2014), s. 323.

[32]Erişim adresi: https://www.turkishnews.com/tr/content/2016/10/05/ilk-raki-fabrikasi-ii-abdulhamid-doneminde-acildi/

[33] Soner Yalçın, ”II. Abdülhamit‘in İzniyle Üretimine Başlanan İçki“ Sözcü, 13 Mart 2016.

[34] Soner Yalçın, ”II. Abdülhamit‘in İzniyle Üretimine Başlanan İçki“ Sözcü, 13 Mart 2016.

[35] Erdir Zat, Rakı: The Spirit of Turkey (İstanbul: Overteam Yayınları, 2012), s. 167.

[36] Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2015), s. 46-47.

[37] Soner Yalçın, ”Ekonomik krizden zengin çıkan bir padişah: II. Abdülhamid” Hürriyet, 14 Aralık 2008.

[38] Akın Aydın, ”2. Abdülhamit borsa zengini miydi?” Yeni Mesaj, 9 Eylül 2017.

[39] Erişim adresi: https://İslâmansiklopedisi.org.tr/munif-mehmed-pasa

[40] Erişim adresi: https://İslâmansiklopedisi.org.tr/munif-mehmed-pasa