Meksika'da Kriz

Meksika, ’80’li yılların ikinci yarısından başlayarak yeni dünya ekonomik düzeninin parlayan ülkesi olarak temayüz etmişti. Hemen hepsi ABD’nin üst düzey üniversitelerinden diplomalı teknokrat kadrosunun dünyada benzeri bulunmadığı, uluslararası finans çevrelerinde yaygın kabul görüyordu. Dünya kapitalizmine entegrasyon için gereken her şey yapılmıştı.

Meksika iç piyasasını serbest ticarete açmakla kalmamış, ABD ve Kanada ile serbest ticaret antlaşması imzalayıp, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması’nın (NAFTA) üyesi haline gelmişti. Ülkenin kapıları yabancı yabancı sermayeye açılmış, malî piyasalar liberalleştirilmiş, kamu iktisadi kuruluşları büyük ölçüde özelleştirilmiş, enflasyon aşağı çekilebilmişti.

Bu arada, kişi başına gelirin hâlâ 1980 düzeyini yakalayamaması, gelir dağılımının iyice bozulması, servetin sınırlı sayıda ailenin elinde yoğunlaşması, eğitim ve sağlık standartlarının gerilemesi “detay” olarak görülmüştü.

Derken, Aralık 1994’te Zedillo’nun başkanlığı devralmasını takiben finansal kriz patladı. Ulusların tarihinde unutulmayacak yıllar olduğu bilinir. Ama, 1994 Meksikalılar için öyle bir yıl oldu ki, bu kadar sayıda önemli olay on yıla sığsaydı bile, o on yıl tarihe unutulmaz bir dönem olarak geçerdi.

1 Ocak 1994’de, NAFTA yürürlüğe girdi. Aynı gün Chiapas bölgesinde Zapatista ayaklanması başladı. Mart 1994’de, 65 yıldır iktidarda bulunan Kurumsal Devrimci Parti’nin (PRI) başkan adayı Colosio bir suikast sonucu öldürüldü. Mayıs 1994’te, Meksika, Türkiye’den sonra ikinci GOÜ (Gelişmekte Olan Ülke) olarak OECD’ye üye oldu. Ağustos 1994’te, Yale Üniversitesi mezunu ekonomist Ernesto Zedillo başkanlık seçimini kazandı (Tansu Çiller’in de yolu Yale Üniversitesi’nden geçmiş bir ekonomist olduğunu hatırlayalım). Eylül 1994’de PRI Genel Sekreteri Ruiz Massieu da bir suikaste kurban gitti. Aralık 1994’de, Zedillo’nun görevi devralmasını izleyen günlerde pezo değer yitirmeye başladı ve finansal kriz patladı.

Şimdi Meksika, ABD destekli bir kurtarma operasyonunun ardından, bilinen IMF patentli kemer sıkma politikaları izliyor. Faturayı da toplumun “malûm” kesimleri ödüyor.

SANCILI DENEYİMLER (1910-1988)

Meksika, yüksek faiz oranları, vergi cennetleri, sözde politik ve döviz kuru istikrarı peşinde tüm dünyada akıp duran aşırı miktarda, çok oynak ve spekülatif sermaye kitlesinin nelere neden olabileceğinin yaşayan örneğidir. Bu sermaye, tüm ülkeleri mevcut sermaye birikiminden de edip arkasında derin bir tahribat bırakarak çeker gider”.[1]

Bu sözler Meksika’nın yaşadığı 1994 Aralık finansal krizinden sonra değil, 1982’de Meksika’nın içine düştüğü dış borç krizi ertesinde o zamanki Devlet Başkanı Lopez Portillo tarafından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na hitaben söyleniyordu. Zaten, genellikle Meksika’da ekonomik konjonktür dalgaları 6 yıllık başkanlık seçimlerine endeksli olarak şekilleniyor, bizde yaygın deyişle, her başkan arkasında bir enkaz bırakarak görevi devrediyor. Meksika’nın diğer bir özelliği de, zaman zaman “Meksika mucizesi” olarak adlandırılan, artık gelişmiş ülkeler safına katılmasına ramak kaldığı hülyası yaratan iyimserlik dönemleri yaşaması, ama ardından hep şiddetli ekonomik krizler gelmesi.

Modern Meksika ekonomi tarihinde birinci “Meksika mucizesi” 1955-70 arasına rastlar. Bu dönem sabit nominal döviz kurları, düşük bütçe açıkları, ithalat lisansları ve yüksek gümrük korumaları, pozitif faiz oranları ve çok düşük sermaye kazancı vergileriyle şekillenir. Yatırımların GSMH’ya, oranın 1955’te % 14.3’ten, 1970’te % 22.7’ye yükseldiği bu dönem, % 6.7 büyüme, % 3.8 enflasyon ortalamasıyla başarılı bir ithal ikameci büyüme uygulaması kabul edilebilir.[2] Diğer taraftan, gittikçe artan gelir dağılımı bozukluğu, eğitim ve tarım alanına yapılan yatırımların durmadan gerilemesi dönemin diğer özelliğidir. Zaten, sanayide düşük ücret-yüksek sömürünün sınırına gelinmesi, desteklenmeyen tarım üretiminin gerilemesi sonucu kalabalıkların büyük şehirlere göçü ve içe kapalı ekonominin dış açıklarının durmadan kabarması dönemin sonunu getirmiştir. 1968’de en fakir % 20’nin toplam gelirdeki payının % 3.4, buna karşın en zengin % 20’nin % 58.0 olması[3] bir fikir verir herhalde.

Meksika’nın ekonomik gelişim sürecine gözatarken daha gerilere dönersek, 20. yüzyılın ilk muzaffer sosyal devrimi olan 1910 Meksika Devrimi’nden başlayarak 1917 Anayasa’sında da yer alan bir sosyal kontrat, burjuvazi, işçiler ve köylüler arasında daima var oldu.[4] Bu sosyal kontrat, kurulduğundan beri (1929) iktidarda olan devlet partisi PRI’de her kesimin çıkarlarının minimum düzeyde de olsa temsilini getirdi. Ama halk kitlelerinin hatırı sayılır kazanımlar elde ettiği iki dönem olarak, PRI’ın sol kanadından Lazaro Cordenas’ın (1934-40) ve Lois Echeverria’nun (1970-76) başkanlık dönemleri gösterilebilir. Meksika büyük ve küçük burjuvazinin radikal ve ulusalcı kanadını temsil eden[5] Cardenas’ın başkanlığı döneminde, toprak reformu yapılarak toprak sahibi oligarşiya bir darbe indirilmesi, yabancı petrol şirketlerinin ulusallaştırılması, işçi sınıfının yüksek ücret ve daha iyi çalışma koşulları ile desteklenmesi gibi reform adımları atılabilmiştir.

PRI’ın korporatist bir devlet partisi olmaya evrilmesi de bu döneme rastlar. Burjuvazinin tüm kanatları yanında işçi, köylü, ordu ve bürokrasinin de temsil edildiği parti, iktidar mücadelesinin verildiği, sınıfsal çıkarların çatıştığı temel arena haline gelir. Ama, 1970’e gelen süreç içinde sermaye birikimi ve sanayileşme sancıları arasında, daha önce de vurguladığımız gibi dengeler emek aleyhine sistemi sarsacak ölçüde bozulur.

Gene partinin sol kanadından Luis Echeverria döneminde hükümet, sosyal kontratı yenileyerek yeniden güç toplamaya girişir.[6] “Paylaşımcı Kalkınma” diye adlandırılan bu dönemde[7] özellikle sosyal nitelikli kamu yatırımlarıyla büyümeyi sağlama, gelir dağılımını düzeltme çabası gösterilir. Ama, hükümetin bu çabaya kaynak sağlayacak vergileri arttırma gücü olmaması nedeniyle makro ekonomik dengelerin bozulması önlenemez. Bu sorunlara, güçlenen sendikalar ve yükselen toprak mücadelelerinden huzursuz olan burjuvazinin muhalefeti yükseltmesiyle “paylaşımcı kalkınma” dönemi kapanır; IMF’nin önerdiği istikrar programı uygulanmaya başlanır.

Lopez Portillo dönemi (1977-82) büyük sermayenin çıkarlarını ön plana alan, işçi sınıfını sindirmeyi amaçlayan bir istikrar programıyla başladı.[8] Fakat yeni petrol yataklarının keşfi ve petrol fiyatlarındaki büyük artış, ikinci kez Meksika mucizesi hülyalarını canlandırdı. Artacak petrol üretimi ve yüksek petrol fiyatları varsayımıyla yapılan planlar, sınırsız bir borçlanmayı, aşırı değerlenen döviz kuru ise ithalat patlamasını doğurdu. Kaynak bolluğu, sosyal programları destekleme böylece IMF programının kitlelere yükünü geçici de olsa azaltma olanağı getirdi. Hesapsız harcamalara petrol fiyatlarındaki düşüş ve diğer ihraç ürünlerinde olumsuz dış ticaret hadleri de eklenince Meksika 1982’de dış borç ödemelerini askıya almak zorunda kaldı.

Döviz kontrollerinin tekrar yürürlüğe konmasıyla, tahminen 20-22 milyar dolar mertebesinde sermaye yurt dışına kaçtı. Diğer bir tahmine göre de, 3 yıl içinde 39 milyar dolar ülkeyi terketti; 25 milyar dolarlık kısım ABD’de gayrımenkûle yatırıldı. Portillo’nun, krizden sorumlu tuttuğu bankacılık sistemini kamulaştırması halk arasında heyecan yarattı, büyük kitlelerin katıldığı coşkun gösteriler düzenlendi.[9] Şimdi geriye bakılınca, hükümetçe bu adımın, uluslararası bankaların alacaklarını üstlenip, dış aleme güven vermek için atıldığı yorumu yapılıyor. Kısaca, ikinci Meksika mucizesi de hüsranla son buldu.

1982 Aralık’ı, başkan de la Madrid’in göreve başladığı tarih olduğu kadar, neo-liberal projenin başlangıcı, sosyal kontratın feshi tarihi olarak da kabul edilebilir. Bu dönem (1982-1987) en ortodoks IMF programlarının uygulandığı, asgari ücretin % 42, ortalama sanayi ücretlerinin % 29 düştüğü bir dönem oldu. İşsizlik % 8’den, % 24’e fırladı.[10] Geçmiş dönemin popülizmi suçlanırken, sosyal programlar bütçe dengesini sağlama çabalarına kurban edildi, özellikle eğitim büyük darbe yedi.[11] Neredeyse, ülkenin tüm potansiyeli dış borç servislerini zamanında yapabilmeye hasredildi. Yurt dışına büyük kaynak aktarımı, emekçi sınıfların sefaleti pahasına gerçekleştirildi.

SALİNAS YILLARI

Carlos Salinas de Gortari, 1989’da PRI’ın muhtemelen seçim kazanamayan ilk başkanı olarak göreve başladı. Çünkü sol muhalefet, 1988 seçimlerinde toplumsal muhalefeti örgütleyerek, adayı Cuauhtemoc Cordenas’ı iddialı duruma getirmişti. Yaygın kanaate göre, seçimi Cardenas kazanmasına karşın, usulsüz oy kullanımı, hileli sayım ve tüm seçim denetim organlarının iktidar partisinin kontrolünde olması gibi nedenlerle, Salinas seçimin galibi ilân edildi.

İktidarın gedikli partisi PRI’ın bu başarısızlığını hazırlayan en önemli neden, de la Madrid döneminde korporatist yapının çatırdamasıydı. IMF denetiminde uygulanan neo-liberal proje geniş toplumsal ittifaklara izin vermiyordu. Brezilya’dan sonra uluslararası finansal sisteme en çok borcu olan GOÜ Meksika’nın “emin ellerde” olması gereği, dış ticaretinin 1988 sonu itibariyle % 80’i ABD ile olan bir ülkenin (ihracat ve ithalat sırasıyla, 24 ve 21 milyar dolar)[12] maceraya atılmasına izin verilmeyeceği gerçeği, seçim marifetlerine “tolerans” gösterilmesini mümkün kıldı.

Ama işin ciddiyetini gören Bush yönetimi, Salinas’a geniş destek verilmeden işin yürümeyeceğini anladı. Ulusal büyük burjuvazi ve uluslararası sermaye arasında devletin ekonomiden çekilmesi, yaygın özelleştirmeler, dış ticaretin liberalleşmesi, ülkenin yabancı sermayeye açılması “konsensus”uyla sonuçlanan adeta gizli bir pakt imzalandı. Burada korumacılığa alışkın yerel sermayenin liberalleşmeyi nasıl kolayca kucakladığı sorulabilir. Meksika büyük burjuvazisi, bazı kanatların muhalefetine karşın, iktidarının birinci teminatının uluslararası sermaye ile bütünleşmek olduğunu sonucuna varmıştı. Bazı iş alanlarından çekilmek gerekse de, yeni iş alanlarına girmenin, çok uluslu şirketlerle ortak üretim yapmanın daha rasyonel olacağına inanmıştı.

Peru’lu yazar Mario Vargas Llosa tarafından “mükemmel diktatörlük” olarak adlandırılan politik sistemde, Llosa’ya göre amaç:

Bir kişinin değil Parti’nin sürekliliğidir. Parti iktidara çöreklenmiştir; parti kendi çıkarına hizmet ettiği ölçüde eleştirilere açıktır; böylelikle, demokratik bir parti olduğunu da göstermiş olur. Fakat, iktidarının devamını tehlikeye düşüren eleştirileri de her yolu kullanarak bastırır”.[13]

İşte Salinas böyle esneklik sahibi bir gelenekten geliyordu. Bir yandan, “petrol bölgelerini Başkan değil biz yönetiriz” diyen Petrol İşçileri Sendikası Başkanı La Quina’yı iktidara gelişinden henüz bir ay sonra, kapısına orduyu yığarak yolsuzluk ve silah taşımak suçlamasıyla hapse tıkıyordu.[14] Salinas dönemi boyunca neo-liberal projeden zarar gören işçi ve köylü örgütlerini zayıflatmak, onların ücret ve yönetime katılma çabalarını boşa çıkarmak için her yol deneniyordu.

Charros adı verilen partiye yakın sendikaların bağımsız demokratik sendikaların varlıklarını tehdit etmesinden korkup, hükümetle her türlü işbirliği ve dalavereden kaçınmamaları ciddi bir işçi muhalefetini engelliyor, Salinas’ın işini kolaylaştırıyordu.

Diğer yandan, toplumun en yoksul kesimlerine yönelik olarak uygulanmak üzere Millî Dayanışma Programı adı altında bir program başlatıldı. Böylece hem organize emeğe karşı kollamacılık yoluyla bir karşı güç yaratılacak, hem de keyfî harcamalar yapılabilecek hazır bir kaynakla yeni bir siyasî rüşvet mekanizması oluşturulacaktı.

Salinas döneminin önemli özelliklerinden biri de, iş çevreleri, sendikalar ve hükümet tarafından yapılan “pacto” anlaşmasıyla “gelir politikası” uygulamalarıdır. İşçilerin ücretleri ve fiyatlar üzerinde “uzlaşma” arayan, önce 3-6 ay için yapılan, sonra giderek 12 aya uzatılan “pactolar”[15] sonucu emek gelirleri Salinas döneminde millî gelirin % 24.7’sine kadar geriledi.[16]

Başkan Salinas, tam, “ağzında gümüş kaşıkla doğmuş” tabirine uygun bir şekilde, zengin bir bakanın oğlu ve Meksika’nın en güçlü iki işadamının torunu olarak doğmuştu. Harvard Üniversitesi’nde kamu yönetimi ve ekonomi tahsili yaparken Machiavelli’nin Savaş Sanatı ve Prens klasiklerini de dikkatle okuduğu gözden kaçmamıştı.[17]

Salinas döneminde ekonomik büyüme % 3’ün ancak biraz üstüne çıkabilmiş, 1982 öncesinin % 6’lık büyüme hızlarına yaklaşamamıştı.[18] Nüfus artışı da gözönüne alınınca kişi başına GSMH, 1982 düzeyini bir türlü yakalayamamıştı. Krize varan süreçte cari işlemler açığı 20 milyar dolara ulaşmış, ABD sınırındaki üretim birimleri, “maquiladoralar” sayılmazsa 1980-92 arasında imalat sanayiinde istihdam % 14 gerilemişti.[19] Bu olumsuz göstergelere karşın, Salinas’ın, en azından ekonomik krize kadar, efsanevi başkan olarak nitelendirilebilmesinin sırrının, iyi bir Machiavelli okuru olmasıyla bağlantısı bilinmiyor.

NAFTA’YA GİRİŞ

Amerikan Kongresi’nin onayından sonra 1 Ocak 1994’te yürürlüğe giren NAFTA’nın, önce isminin biraz yanıltıcı olduğunu vurgulamakta yarar olabilir. Çünkü anlaşmanın asıl etkisi serbest ticaret alanında değil, yabancı sermaye yatırımları ve sermaye mobilitesi üzerinde görülüyor.[20]

Meksika açısından bakıldığında, 1982’de başlayan liberalleşme sürecinde ortalama gümrük tarifesinin 1992 sonu itibariyle zaten % 13’e gerilediği farkediliyor.[21] NAFTA Antlaşmasını Uluslarüstü Şirket Stratejisi çerçevesinde değerlendirmek daha anlamlı görülüyor.[22] Bu stratejinin birinci ayağı, düşen kâr oranlarına karşı üretim maliyetlerini ucuzlatmaktır. İkincisi ise, sermayenin mobilitesini sağlayarak, sermayenin kolaylıkla en kârlı üretim veya spekülasyon seçeneklerini kovalamasını sağlamaktır.

Sermayenin böyle bir serbestlik kazanmasını sadece en ucuz maliyetli üretim alanlarını seçme, farklı ülkelerin emekçilerinin taleplerini karşı karşıya getirme olanağı bulmasında değerlendirmemek gerekir. Aynı zamanda, sosyal programlar, çevre ve işgüvenliği standartlarına karşı kendini daha rahat koruma olanağı bulması da önemlidir. Sermayenin mobilitesine karşı, emeğin serbest dolaşımının bulunmaması, özellikle Meksika’daki işçiler açısından emeklerini en uygun yer ve şartlarda satabilme hakkının önündeki en büyük engeli oluşturdu.

NAFTA, GATT kurallarının da ötesine giderek, bölge içindeki tüm yatırımcıları yerli, yabancı eşit koşullara tâbi tutmayı gerektirdiği için ulusal sanayii destekleme, sanayileşme politikaları uygulama olanağını ortadan kaldırmaktadır. Aynı zamanda, ihracat yapma veya ithal ikamesi sağlama zorunluğu, girdileri sağlama şartı, kâr transferi zorunluğu gibi yönlendirici hiçbir uygulamaya izin vermemektedir.[23]

Buna karşılık, 2000 sayfalık NAFTA metninde emeğin uyum sorunları ve çevre konuları ile ilgili sınırlı sayıda değinme ve çok sınırlı yaptırım bulunmaktadır. Metin, sosyal programlar, politik sistemler, genel ekonomi politikası uygulamalarıyla ilgili hiçbir şey söylememektedir. Meksika’da kriz sonrası uygulamaları, NAFTA şartlarına uyum maliyetlerinin büyük ölçüde toplumun dezavantajlı kesimlerinin sırtına yıkılacağını göstermiştir. Ekonomik eşitsizlikler arttıkça, bozulan sosyal dengeler, büyük şirketler ve uluslararası sermayenin politik süreçleri etkileme gücü de iyice baskın hale gelecektir.

Sermayenin, ucuz üretim faktörleri, düşük vergiler, “deregülasyon” olan yerlere gitmesi, hükümetlerin ekonomiye müdahale alanlarını iyice daraltmıştır. Artık sermaye, özelleştirme, finansal serbesti, en sınırlı sosyal uygulamalar neredeyse oraya akarken, sosyal demokrat yaklaşımların bile bu blokta yeri olmayacaktır. Kanada Ontario’da Yeni Demokratik Parti tarafından oluşturulan hükümet, sermaye kaçışı tehdit ve gerçeğiyle zor duruma düşmüş, bir çok fabrika Ontario’yu terketmiştir.[24] Böylece gelecekte seçmen tercihleri üzerine güçlü sermaye lobilerinin daha kolay ipotek koyabileceği ortaya çıkmıştır. Son dönemin hızlı kalkınma örnekleri olan Doğu Asya ülkelerinin başarılarının hükümet müdahalelerine ve ihracat teşviklerine dayalı olduğu düşünülürse, Meksika için bu yol da kapanmaktadır.

Meksika’nın kuzeyinde ABD sınırına yakın bölgede üretim yapan fabrikalara maquiladora denilmektedir. Maquiladoralarda Meksika’lı işçilere yaklaşık 500 bin kişilik istihdam olanağı sağlanmaktadır.[25] Meksika’nın maquiladoralardan yaptığı ihracat 1993 yılında 22 milyar dolarla toplam ihracatın yarıdan fazlasını oluşturmakta, bu ihracatın hepsi ABD’ye yapılmaktaydı. Ama maquiladoralarda girdilerin hemen hepsi ABD kaynaklı olduğundan girdi ithalatı da 16.4 milyar doları bulmuştu. Maquiladoraların 1991 itibarıyla ortalama saat ücreti 1.95 dolardı ve 15.60 dolarlık ABD ortalamasının ancak sekizde birini oluşturmaktaydı.[26] Maquiladoralarda çalışma şartları çok ağır olduğundan, işçiler büyük ölçüde bu nedenle bölgede ortalama 6 ay çalıştıktan sonra, memleketlerine dönme veya ABD sınırından sızma yolunu seçmektedirler. Örneğin, Ford’un bu bölgede dünya standartlarında üretim yapan tesisleri varsa da, bu işçi örgütlenmelerine, grev girişimlerine tolerans gösterilmemesi, hükümetin bağımsız sendika girişimlerini öldürmeye varan bir sertlikte bastırmayı göze alması gerçeğini değiştirmemektedir. Kısaca, maquiladoralarda yarım milyon işçinin sefaletten kurtulma olanağı mevcut olmakla birlikte, insanca yaşam sağlayacak standart ve sosyal haklardan söz edilemez. Bölgenin çapı da Meksika’nın istihdam sorununu çözmeye yeterli değildir.

ZAPATİSTALAR AYAKLANIYOR

NAFTA’nın yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1994 günü, Meksika’nın güney eyaletlerinden Chiapas’ta Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) öncülüğünde bir ayaklanma başladı. EZLN sözcülerine göre, bu ayaklanma için Guetemala sınırındaki dağlarda 10 yıla yakın süredir hazırlık yapılıyordu.[27] Bölgenin fakir köylüleri geçimlerini kamu mülkiyetinde olan küçük ölçekli topraklarda çoğunlukla mısır ekerek sağlıyorlardı. Salinas döneminde, yapılan “reformlarla” kamuya ait toprakların serbest piyasa koşullarında alınıp satılması olanaklı hale geldi. Bölgedeki topraklar büyük ölçüde, büyük çiftlik ve plantasyon sahipleri, az sayıda zenginleşen köylü ve çiftçinin elinde toplanmaya başladı.[28]

Chiapas bölgesindeki gerilimin çok sayıda ekonomik nedeni var. Chiapas yüzölçümü olarak Meksika’nın % 3.8’ine, 85 milyonluk nüfusun da 3.5 milyonuna sahip. Buna karşın, eyalet Meksika’nın hidroelektrik gücünün yarıdan fazlasına ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Chiapas en büyük kahve ihracatçısı, ikinci petrol üreticisi, ülkenin temel gıda maddesi mısırın üretiminde de üçüncü sırada. Tütün, muz, kakao, soya, kereste üretiminde Chiapas hep ilk üç sırada bulunuyor.[29] Buna karşın, Meksika’nın 32 eyaleti arasında sefalet ve marjinalleşme kriterlerine göre en kötü durumda olanı da Chiapas. Aktif nüfusun % 19’unun hiçbir geliri yokken, geri kalanların % 39’unun geliri de asgari ücretin altında. Chiapas, çocuk ölüm oranı, okullaşma oranı gibi sosyal göstergeleri de en bozuk eyalet. Chiapas’taki modern üretim birimlerinin de vasıflı eleman ihtiyacını başka eyaletlerden sağlaması, buna karşın bölge yerlilerinin kuzey eyaletlerde en sağlıksız işlerde çalışma zorunda olması ayrı bir tepki kaynağı.[30]

Bölgede büyükbaş hayvancılık hızla gelişirken, küçük köylüler için ekim alanları daralmış. Küçük hayvan yetiştiricileri de ürünlerini ancak büyük çiftlik sahiplerine düşük fiyatlarla satabiliyorlar. Salinas döneminde, devletin ekonomiden çekilmesi anlayışı, çiftçilerin ürünlerini, özellikle kahveyi uygun fiyatlarla satabildikleri devlet satınalma ofislerinin de piyasadan çekilmesi sonucunu doğurmuş. Küçük üreticiler böylelikle daha da zor duruma düşmüşler.

NAFTA antlaşması, Meksika mısır üretiminin bir süre daha sınırlı ölçüde korunmasına izin veriyor.[31] Ama yapılan araştırmalar, modern üretim teknikleri ve makineleşmenin etkinliği arttırdığı tahıl üretiminde ABD’nin, emek yoğun üretim gerektiren sebze ve meyve üretiminde Meksika’nın mukayeseli üstünlüğü olduğunu gösteriyor. Meksiko City’nin 200 mil kuzeyindeki bir bölgede ABD’nin en büyük konserve ve donmuş gıda üreticileri konuşlanmış durumdalar. Her ne kadar, bu sektör belli bir istihdam olanağı yaratıyorsa da, işler düşük ücretli ve çoğunlukla mevsimlik.[32] Ayrıca Chiapaslılar’a bu gelişmelerden doğrudan bir pay düşmüyor.

Chiapas’taki ayaklanmayı belki de en iyi bir Chase Manhattan Bankası uzmanının gizli notu özetliyor. Not, “Meksika’daki parasal kriz Meksika işçi sınıfının daha uzun bir süre ücret düşüşleri ve gerileyen yaşam standartlarını kabul edip etmeyecekleri sorusunu gündeme getiriyor” dedikten sonra, bankayı, EZLN ve Meksika işçilerinin zapturapt altına alması için Zedillo’ya baskı yapmaya çağırıyor.[33]

MEKSİKA PLÜTOKRASİSİ

Meksika ekonomisinin % 27’sini Meksika İşadamları Konseyi’nin üyesi 40 grup kontrol etmektedir. TÜSİAD gibi bu konseye de üyelik sıkı koşullara bağlı olup, genellikle milyar dolar mertebesinde serveti olanlar kabul edilmektedir. Amerikan finans çevrelerinin dergisi Institutional Investor bile kriz sonrası değerlendirme yazısında, Meksika ekonomisini bu sanayi ve finans devlerinin yönlendirdiğini vurgulayıp, yazıya “İktidar Plütokratlara” başlığını koyuyor.[34]

Amerikan Senatosu Ticaret, Bilim ve Ulaşım Komitesi Başkanı Ernest Hollings ise, “Meksika’da tüm önemli ekonomik kararları 300 kişilik çok müreffeh küçük bir grup alır” diyor.[35] Salinas başkan olmadan önce Forbes dergisinin milyarder zenginler listesinde sadece bir Meksikalı varken, Salinas döneminde bu sayı 13’e yükseldi.

Meksikalı milyarderlerin çoğu özelleştirme uygulamalarıyla servetlerini katladıkları gibi, genellikle Salinas’ın yakını ve PRI’ın destekçisi kişiler bu “pastadan” daha büyük pay aldılar. Örneğin, Başkan’ın politik müttefiki bir banker olan Carlos Slim Helu telefon şirketi Telmex ve bir kamu bankasının kontrolünü ele geçirdi; diğer bir PRI finansörü Pablo Brener’e Meksika Havayolları sunuldu; yakın bir arkadaş Jorge Larreo’nun payına kocaman Cananea bakır madeni düştü.[36] Özelleştirme yoluyla büyük servetler kazanılan diğer bir alan otoyol imtiyazları oldu.[37]

Forbes dergisine göre, en zengin 25 ailenin serveti, –Salinas öncesi milyarder, medya kralı Azcarraga da dahil edilirse– 44.4 milyar doları buldu.[38] Meksika özelleştirme programları rekabetçi açık teklif sistemi uygulanmadığı için eleştirilere uğradı. Yabancı şirketlerin çoğunluk hissesi bulundurmaları yolunun kapalı oluşunun da, kamu kuruluşlarının yerel tekeller tarafından ucuza kapatılmasını kolaylaştırdığı söylenebilir. 1982-92 arasında, kamu kuruluşu sayısı 1.155’-ten 217’ye geriledi.[39]

Ünlü politika bilimcisi Jorge Castenada’ya göre, yeni güçler dengesi sanayi gruplarının hükümetten şimdiye kadar görülenden daha fazla taviz koparmasını olanaklı kıldı. Buna karşılık, Salinas aracılığıyla hükümet de sermayeden hizmetlerinin karşılığını elbette talep etti. 1994 başkanlık kampanyasına fon sağlamak için Başkan Salinas, Meksika’nın 27 büyük sanayici ve bankacısını “seçkin bir akşam yemeği”ne davet etti. Her katılımcının parti kasasına 25 milyon dolar gibi mütevazi bir katkı yapması isteniyordu. Meksika medya baronu, Televisa’nın sahibi Azcarraga’nın bu talebe, 70 milyon dolarlık bir bağışla onay verdiği öğrenildi.[40]

Büyük finans çevrelerinin dergisi Institutional Investor Meksika plütokrasisi ile ilgili makaleyi, hiçbir ekleme gerektirmeyen aşağıdaki paragrafla bitiriyor: “Plütokratlar, uluslararası rekabetin gruplarını vurabileceği daha riskli bir dünyaya hazırlanmalı. Muhtemelen, uzun dönemde kişisel servetleri tehlike altında olmayacak. Meksika’da zenginlerin borsadaki sermaye kazançları vergilendirilmez, veraset vergisi alınmaz. Ayrıca elit zenginler daima politikacı arkadaşlarına güvenebilirler. Fakat fakirlerin bu kadar şanslı oldukları söylenemez.[41]

MEKSİKA’DA KRİZ NÜKSEDİYOR

Meksika 20 Aralık 1994’de pezoyu % 15 devalüe edince, uluslararası piyasalarda bir şok dalgası yaşandı. Bir gün sonra, dalgalanmaya bırakılmasıyla birlikte pezonun değer kaybı % 39’a yükseldi.[42] Serinkanlı olarak geriye bakanlar, bu sonucun pek de sürpriz olmadığını görebilirler. Sermaye hareketlerini IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası malî kuruluşların da telkiniyle liberalleştiren, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu GOÜ’lerin hemen hepsi böyle bir krizle karşılaşmışlardı. Hele Latin Amerika’da ’70’li yıllarda Arjantin, Şili ve Uruguay’ın hızlı dışa açılmaları sonucu yaşanan acı deneyin belleklerde canlı olması gerekirdi.

Ödemeler dengesinin sermaye hesabını kısa vadeli para girişlerine açan ülkeler, “sıcak para”yı davet etmiş oluyorlar. Hele finansal piyasalarında derinlik yoksa Plata Dulce (tatlı para) yılları başlıyor. Döviz bolluğu kısa sürede yerel paranın değerlenmesini getiriyor. İthalat ucuzluyor, dış tasarruflarla olanakların ötesinde bir refah toplumu görüntüsü ortaya çıkıyor. Kısa süreli arbitraj kârları peşindeki fonlar borsa, hükümetin bono, tahvil gibi borçlanma araçları arasında gidip geliyor; üretim kapasitesini genişletecek yatırımlara yönelme olmuyor. İç talebin canlılığı üzerine, aşırı değerlenen döviz kurunun ihracatın rekabet gücünü iyice yıpratması da eklenince dış açık durmadan artıyor.

Üzerinde oturulan saatli bombanın fitili gittikçe kısalıyor. Faizler yükseltilerek, para akışlarının pozitif olduğu dönemde biriktirilen rezervlerle felaket geciktirilmeye çalışıyor ve sonunda kaçınılmaz an gelip çatıyor.

1994’de Meksika’nın aylık cari işlemler açığı 2.2 milyar dolara, diğer bir deyişle, gayrısafi millî hasılanın % 8’ine ulaşmıştı. Sırf Mart-Kasım arasında pezoyu desteklemek için 15 milyar dolar harcanmış, böylece iktidar partisi PRI’ın seçimleri kaybetme riski ortadan kaldırılmak istenmişti. Salinas döneminde yapılan “yapısal reformlar”ın en önemlilerinden biri olan özelleştirmeyle sağlanan 25 milyar doların büyük kısmı pezo istikrarını sağlamak amacıyla kullanılmıştı.[43]

Peki, Meksika krizinin tüm finansal piyasaları etkilemesinin, dünya ekonomi ve finans medyasının bir numaralı konusu haline gelmesinin nedenleri nelerdi?

• Meksika’nın 1982’de dış borç servislerini askıya alması, diğer GOÜ’lere de sıçrayacak Dünya Borç Krizi’nin başlangıcı olmuştu. Bu sefer de, Meksika’da başlayan krizin yayılmasından korkulmuş, nitekim “tekila etkisi” adı verilen karamsarlık ve panik psikolojisi önce Latin Amerika piyasalarını, sonra Asya piyasalarını etkilemişti.

• Meksika, neo-liberal tüm “yapısal reformları” uygulamış; dış ticaret, para ve sermaye piyasaları liberalleştirilmiş; büyük çapta özelleştirme uygulanmış; yabancı sermayeye ülkenin kapıları açılmıştı. Meksika ekonomisi 1982’de de krize girmişti ama, suçlu gönül rahatlığıyla aşırı müdahalecilik, bütçe açıkları, ulusal kalkınmacılığın iflası olarak ilân edilmişti. Meksika krizi, hem “Bu kriz liberalizmin krizi mi?” sorusunu sordurduğu, hem de “globalleşmenin erdemleri” üzerine şüphe yaratma tehlikesini taşıdığı için belli çevreleri rahatsız etti.

• Meksika, NAFTA Antlaşması imzalanmadan önce de ABD’nin en büyük ticari partnerlerinden biriydi. 1993’te ABD’nin Meksika’ya ihracatı 41.6 milyar doları, ithalatı ise 42.3 milyar doları bulmuştu. 1994’de ise Meksika’daki tüketim patlamasıyla araba, hazır giyim ve bilgisayar ithalatındaki sıçrama ABD’ye 50 milyar doların üzerinde döviz kazandırmıştı.[44] Aynı zamanda Meksika çok-uluslu şirketlerin en fazla yatırım yaptığı ülkelerden olup, 1988-92 arasındaki 18.4 milyarlık doğrudan sermaye yatırımı Meksika’yı Çin ve Singapur’dan sonra bu sıralamada üçüncü sıraya yükseltmişti.[45] Meksika, global dünyanın yeni efendileri denebilecek yatırım fonları için de çok önemli bir ülke. Meksika borsası Bolsa’nın piyasa değeri 1993 sonunda 200 milyar doları geçmişti. Meksika’nın “tesobonos” denilen dolar bazındaki tahvillerinin 1995’te ödenmesi gereken kısmı 29 milyar dolardı (bu borçların yabancı yatırımcılar tarafından elde bulunduran kısmı 18 milyar dolar ki, neredeyse Türkiye’nin tüm iç borçlarına eşit).

KRİZ SONRASI PAKETLERİ

Meksika krizinden kuşkusuz, çoğu Amerikalı yabancı fon yöneticileri de olumsuz etkilendi. Pezo-dolar paritesinin 3.50’den 7’ye yükselmesi Meksika’daki yatırımların piyasa fiyatının dolar bazında yarıya inmesi demekti. Bolsa’ya yatırım yapanlar için ise, hisse senedi fiyatlarındaki gerileme zararın boyutlarını daha da arttırdı.

ABD, çıkarlarının bu denli yoğun olduğu bir ülkede göz göre göre böyle bir zarara katlanamazdı. Başkan Clinton, daha başından beri, “Meksika’yı Kurtarma” planları önerirken, kaygılarının Amerikan çıkarları olduğunu açıkça telaffuz etti. Kongre biraz ayak diretince, kendi yetkisini kullanarak 20 milyar doları elinin altındaki Döviz İstikrar Fonu’ndan olmak üzere 50 milyar dolarlık bir paket hazırlandı.[46] IMF ve Uluslararası Ödemeler Bankası’nın da katkıda bulunduğu paket, panik havasını önlemede başarılı oldu. Nedeni, “Meksika’nın garantilere fazla bel bağlamasını önlemek” olarak açıklanan ağır paket koşulları, Amerikan hazine bonosu faizlerinin % 2.25 üzerinde bir prim oranı içeriyor. Meksika’nın kamu sermayeli petrol şirketi PEMEX’in gelirleri de paketin güvencesini oluşturuyor.[47] Kısaca, paket Meksika’nın elini ayağını iyice bağlayıp, hareket alanını tümden daralttı.

Ekonomik krizlere döviz kurları, faiz oranları, yerli ve yabancı sermayenin riskleri çerçevesinde bakanlar için, Meksika krizi şimdilik dindi. Bir ara 7.5’e kadar gerileyen pezo-dolar paritesi 6’da istikrar kazandı.[48] Meksika borsası, bu yazının yazıldığı Haziran’ın ilk günlerinde bir haftada % 3.2 değer kazanmış, 1994 sonu itibariyle pezo bazında düşüş oranı % 15’e, dolar bazında % 30’a gerilemişti. 1995’in ilk çeyreğinde ihracat % 32 artarak 18 milyar dolara yükseldi.[49] 17 milyar tesobonos ve 9.49 milyar dolarlık dış borç ödemesi aksatılmadı.[50]

Ama, ekonomik krizlere emeğiyle çalışan kitlelerin penceresinden bakanlar için kriz belki daha yeni başlıyor, daha doğru bir deyişle 1982’de başlayan krizli yaşam zaten hiç bitmemişti ki. Çünkü, Meksika mucizesi çalışanlara pek yansımamış, kişi başına gelir düzeyi 1980 düzeyine bile bir türlü ulaşamamıştı. Nihayet kemer sıkma günlerinin bittiği, tünelin sonunun göründüğü müjdelenirken yeni bir kriz gelmişti. Tam krizin patladığı günlerde Business Week dergisi, yayımladığı “21. Yüzyıl Kapitalizmi” özel sayısında artık “global bir orta sınıftan” bahsedilebileceğini vurguluyor, orta sınıf yaşantısını kovalayan Meksika ailesi prototipi olarak Lopez ailesini tanıtıyordu. Lopezler’in geliri ’80 sonrasında % 30 gerilemiş, ailenin tüm kaynakları üç çocuğun eğitimine ayrılmış, geçmişte yapılan tatiller hayal olmuştu. Lopezler geleceğe refahlarını arttırma, Amerikan mallarını daha kolay tüketebilme özlemlerini giderme umuduyla bakıyorlardı.[51] Business Week’teki Lopez ailesi ne durumda bilinmez ama, Meksika’nın ortalama Lopez ailelerini sıkıntılı günler beklediği açık.

Özellikle, tüketici kredisiyle borçlanan Meksika orta sınıfları yükselen faizlerin de etkisiyle oldukça zor duruma düştüler. Bankalar, haczettikleri binlerce otomobili istif edecek alanlar bulma sıkıntısı içindeler.

“Barzon,” Meksika devrimi öncesi sıkıntılı günleri anlatan hüzünlü eski bir şarkının ismi. Kendilerine Barzon adı veren orta sınıf gruplar şimdi sokaklarda protesto gösterileri yaparak tepkilerini dile getiriyorlar.[52]

Meksika’nın hükümetle işbirliği halinde olan en büyük sendikası 1 Mayıs törenlerini iptal etmesine rağmen, Mexico City’nin en büyük meydanı Zocalo’daki kutlamalara bağımsız sendikalar üyesi 70.000 kişi katıldı. Meksika Maliye Bakanı Guillermo Ortiz tarafından 9 Mart günü açıklanan, dozu kaçmış acı ilaç yorumu da yapılan istikrar paketinin olumsuz sonuçlarının şiddetle hissedilmeye başlamasının da bu yüksek katılımda rolü olduğu ortada.[53]

Krizin başlangıcından Mayıs sonuna kadar işini kaybedenlerin sayısının 800.000’i bulduğu tahmin ediliyor. İstatistikler, işgücünün % 10’unu temsil eden 4 milyon kişinin de haftada 15 saatten daha az mesai yaptığını gösteriyor. 1995’in ilk üç ayında üretimin yıllık bazda % 9.1 düştüğü bildiriliyor. Bu yıl ekonomideki daralmanın 1982 borç krizi sonrasındaki % 4.3’lük gerilemeyi aşması bekleniyor.[54]

Peki, bu 9 Mart istikrar paketi neler içeriyordu? Katma değer vergisinin % 10’dan % 15’e yükseltilmesini; yakıt fiyatlarının % 48.5 artışını; elektrik faturalarına % 32 zammı; parasal genişlemenin % 15’le sınırlanmasını; 12-14 milyar gelir umulan bir program çerçevesinde kalan hemen hemen tüm kamu kuruluşlarının özelleştirilmesini; % 42 enflasyon tahmini altında asgari ücret artışının % 10’la sınırlandırılmasını.[55]

Özelleştirme planı uyarınca petro kimya kuruluşları, limanlar, demiryolları satışa çıkarılıyor. Satış listesinde yer alan Veracruz Limanı, Meksika’nın Fransız ve İspanyol istilacılarına karşı defalarca büyük kayıplar pahasına müdafaa edilmesi nedeniyle simgesel bir nitelik de taşıyor. Ama bu kez, parayı sayana hemen teslim edilecek. Asıl yüklü gelirin, TV uydu frekansları ve telefon imtiyazlarının satışından gelmesi bekleniyor. Telefon tekeli Telmex’in bu ayrıcalığı 1996 ortasında sona ereceği için, ATT ve MCI’ın başını çektiği 8 şirket Meksika pazarını ele geçirmek için sırada.[56]

9 Mart paketinde, bankaların ödenmeyen alacaklarının yeniden yapılanması için 9.4 milyar dolar, banka sermayelerinin güçlendirilmesi için 3 milyar tahsisat ayrılmış. Pakette sosyal nitelikli tek kalem, 550.000 yeni iş yaratmak için konulan 245 milyon dolar. Tabiî, ortalama 450 dolara nasıl bir istihdam yaratılabileceği ayrı bir merak konusu. Ayrıca iktidar partisi PRI’ın kırsal tabanına yönelik, temel gıda maddelerinin sübvansiyonuna devam edileceği, kırsal kesimde istihdam yaratmak için kamusal projeler yaratılacağı açıklamaları da Zedillo’nun “popülist” vaatleri olarak değerlendirilebilir.

Başkan Zedillo’nun 9 Mart paketiyle, Meksika halkı ne zaman çıkacağını kestiremediği karanlık bir tünele giriyordu. Ne tesadüftür ki, hemen ertesi gün 10 Mart’ta, 1989-94 yıllarının efsanevi başkanı Salinas, yolsuzluk söylentilerini; daha da önemlisi, Eylül 1994’te suikast sonucu öldürülen PRI Genel Genel Sekreteri, kızkardeşinin eski kocası Ruiz Massİeu cinayetiyle ilgisi olduğu iddialarını geride bırakarak; bu cinayeti planladığı gerekçesiyle hapiste olan kardeşi Raul’u da “adalete” terkederek, dedesinin uçağıyla kendini en yakın hissettiği ülke ABD’ye uçuyordu.

[1] R.N. Taylor, Hot Money, Unwin Paperbacks London 1988, s. 60.

[2] Eliana A. Cardoso ve Stantiago Levy, “Mexico,” Rudiger Dornbusch, F. Leslie, C.H. Helmers (eds.), Open Economy, Oxford University Press, 1988 içinde, s. 348.

[3] Joel Bergsman, “Income Distribution and Poverty in Mexico”, World Banc, 1980. Income.

[4] Ana Cristina Laurell, “Democracy in Mexico: Will the First be the Last?” NLR, sayı 194, 1992, s. 34.

[5] Bernard Rosen, “Unfinished Revolution”, Monthly Review, Mayıs 1994, s. 3.

[6] Laurel a.g.m., s. 36.

[7] Cardoso ve Levy a.g.m., s. 353.

[8] Laurel a.g.m., s. 36.

[9] Taylor, a.g.e., s. 62.

[10] Laurel a.g.m., s. 37.

[11] Cardoso ve Levy a.g.m., s. 364.

[12] Gatt, International Trade, 1994.

[13] Aktaran Ernest F. Hollings, “Reform Mexico First”, Foreign Policy, Kış 1993-1994, s. 95.

[14] Business Week, 27.3.1995, s. 26.

[15] Rudiger Durnbusch, Alejandro Werner, “Mexico: Stabilization, Reform and No Growth,” Brookings Papers on Economic Activity, 1:1994, s. 271.

[16] James M. Cypher, “The Ideology of Economic Science in the Selling of NAFTA”, Review of Radical Political Economics, Vol. 25 (4), s. 150.

[17] Business Week, a.g.m., s. 25.

[18] Cypher, a.g.m., s. 150.

[19] A.g.m., s. 151.

[20] Ricardo Grinspun, “Nafta and Nooconservative Transformation: The Impact on Canada and Mexico”, Review of Radical Political Economics, Vol. 25 (4), s. 18.

[21] Dornbusch, Werner, a.g.m., s. 261.

[22] David C. Ranney, “NAFTA and the New Transnational Corporate Agenda” Review of Radical Political Economics, Vol. 25 (4).

[23] Grinspun, a.g.m., s. 18.

[24] Grinspun, a.g.m., s. 18-19.

[25] Gary Clyd Hufbauer and Jeffrey J. Schott, “Prescription for Growth”, Foreign Policy, Kış 1993-94, s. 106.

[26] A.g.m., s. 106.

[27] Daniel Ricca, “When Protest Rises”, Socialist Review, Şubat 1994, s. 13.

[28] Roger Burbach, “Roots of the Postmodern Rebellion in Chiapas”, NLR, May-June 1994, s. 113.

[29] A.g.m., s. 114-115.

[30] A.g.m., s. 118.

[31] Peter Hakim, “Nafta and After: A New Era for the United States and Latin America?”, Current History, Mart 1994, s. 98.

[32] Linda Wilcox Young, “The Political Economy of Free Trade”, Review of Radical Political Economics, Vol. 24 (2), s. 98-103.

[33] Socialist Review, Nisan 1995, s. 4.

[34] Lucy Conger, “Power to Plutocrats” Institutional Investor, Şubat 1995, s. 28.

[35] Ernest F. Hollings, “Reform Mexico First”, Foreign Policy, Kış 1993-1994, s. 96.

[36] A.g.m., s. 96.

[37] Conger, a.g.m., s. 31.

[38] A.g.m., s. 31.

[39] Dornbusch, a.g.m., s. 261.

[40] Conger, a.g.m., s. 36.

[41] A.g.m., s. 37.

[42] Wall Street Journal, January 13-14, 1995.

[43] Hayri Kozanoğlu, Yeni Yüzyıl, 8 Ocak 1995.

[44] Fortune, 6.2.1995, s. 75.

[45] The Economist, “A Survey of the Global Economy”, Ekim 1994, s. 24.

[46] The Economist, 4.2.1995, s. 73.

[47] The Economist, 25.2.1995, s. 85.

[48] Financial Times, 6.6.1995.

[49] The Economist, June 10-16 1995.

[50] Business Week, 15.5.1995 s. 22.

[51] Business Week, 19.12.1994, s. 58.

[52] Business Week, 27.3.1995, s. 27.

[53] Business Week, 15.5.1995, s. 22.

[54] Financial Times, 2.6.1995.

[55] Business Week, 27.3.-3.4.1995.

[56] Business Week, 8.5.1995.