Gösteri ve Fikr-i Firarda Olanlar Üzerine Bir Şeyler

Kapitalizm yönetir. Batı’da, büyük ‘serbest teşebbüs’ler ve orta halli ülkelerinkine denk bütçelere sahip çok uluslu dev anonim şirketleri. Doğuda tekelci âlem (Japonya Ltd. hariç: ABD’nin basuru) iki büyük şirket, Rus Ltd. ve Çin Ltd. Taiwan ve Güney Kore, gelecekte ‘katil’ olacak ‘uşak’. Ya halk? İnsan kışlalarında ölüme mahkûm edilmiş.

Modern teknolojisiyle (mass media, hızlı ulaşım sistemleri, bilgisayarlar, ağlar/matrix-rahim, ekonomik planlar, Ltd’lere endeksli işlemler vs.) kapitalizm hayatın tüm koşullarını kontrol edebiliyor. Gördüğümüz dünya, algılamaya çalıştığımız dünya, hakikî dünya değil, görmeye/algılamaya şartlandırıldığımız dünyanın görünümü. “Onlar konuşuyor. Onlar planlıyor. Onlar kuruyor...” Yaşamın kendisi, herhangi bir izleyicinin tasarladığı (bir) ‘show’ olmuş. Ve bu izleyici ‘proletarya’dır. (19. yüzyıldakilerin dünyayı değiştirme gücünü gördükleri bu sınıf, şimdi, kısmen de olsa tüm topluma yayılmıştır.) Ve şimdi gerçeklik, tecrübe ettiğimizden ziyade baktığımız ve düşündüğümüz bir şeydir, elbette bize sunulan. Bu da gündelik hayatımızın yapısının, kapitalizm tarafından eşya ilişkisi üzerine dayandırılmasını tamamlıyor. Proletarya’nın kaderi. Gösteri’nin zaferi.2

Paketlenerek sunulan imajlar –yaygın kullanımı kabul edersek– her yanı istilâ etmiş durumda. Bireyin/toplumun dışında bir ‘olay’, gösteri.

Gösteri, ‘bize’ ‘sunulan’ imajlar topluluğundan ziyade, insanlar arasında, onların aracılığıyla kurulan sosyal ilişkidir veya medyalaştırılan imajlar sayesinde... Gösteri, genel olarak, yaşamın somut altüst edilmesi, yaşam-dışı varlığın bağımsız hareketidir... (Yalancı kendine yalan söylemiştir)... Bir zamanlar doğrudan yaşanmış olan her şey bir temsil, tasvir içinde uzaklaşıp gider... Temaşa nesnesi...3

Hakiki hayatta mümkün olan, sadece, hayallerimizin sınırları ve kaynakları tarafından tayin edilir. Lâkin, bu hakiki hayatın üstüne tamamen sahte bir hayat, sanal değil, kurulmuştur. Gösteri, kurulmuş hakikattir. Ve bu âlemde/Gösteri’de yaşam hakkında konuşmak, kendini iple asmış kişinin evinde ‘ip’ten bahsetmek gibidir... “Mümkün olan ne” artık “Gösteri’de mümkün olan ne”ye dönüşmüştür.4

Gösteri toplumunda bize imajlar sunulur, hakikat değil. Bu bir rüyanın veya daha ziyade bir kâbusun gerçekleşmişidir. Tatmin etmez, edemez de. (Gark olmanın bile mümkünatı yok...) Sadece tatmin olmanın rüyasını takdim eder. Hattâ, zaman zaman bu rüya, uyanık olmanın hayalini bile içerir. Böylece kendini toplumun bir kısmı ve birleşme aracı olarak sunar.

Gösteri olarak ‘kültür’ de her şeyi kapsar, onun içinde doğarız, onda okula gideriz, çalışırız, dinleniriz ve öteki insanlarla onun içinde ilişkiye gireriz. Hattâ, ona karşı başkaldırsak da, başkaldırışımı her zaman onun tarafından tarif edilir. O hepimizi birden kendimizin seyircisi yapmaktadır. En ‘aykırı’lar bile kendi eylemlerinin seyircileri olmak istiyorlar. Sanki hakikat sadece bir şeyi yapmaktan ziyade yapılan bir şeyi görmeyi geçerli hale getiriyor.

Gösteri’nin edilgen tefekkürü ile birleşen/bir olan küresel ‘cemaat’ler hilekârdır; bütün herkesten ve her şeyden yabancılaşan yabancılar –birbirini tanımazlar– kalabalığı. Hep beraber sevinirler, hep beraber nefret ederler, hep beraber ağlarlar, hep beraber ‘ay inanmıyorum’laşırlar; reaksiyoner insanlığın ‘boktan’ dayanışması. Ama, yabancılaşma iyidir ve ihtiyaçları arttırır, çünkü, hiçbirini yerine getirmez. Ve yeni ihtiyaçlar yaratmak, verimliliği teşvik eder. Gösteri’nin engin verimliliği de, onun merkezî problemidir. Müthiş enerji kendini de kaynaklarının kârlı israfına (silahlanma, reklam vs., vs.) adamıştır. Bütün bunlar insanlardan/kullardan sosyal kurtuluşun bütün önşartlarının zaten hazır olduğu fikrinin gizlenmesi için varılan ittifaktır.

MESELLERDEN ÖNCE

(1968’de duvarın birine tebeşirle yazılmış bir ‘şey’. Biraz değiştirdim tabiî...)

gözyaşları çorbasına düştü

çorbayı fırlattı attı

kaldırımtaşları etine düştü

eti fırlattı attı

patates kızartmasına ölü bir kişi düştü

ve soğuttu

onu da fırlattı attı

sonra NAFTA peyniri geldi

ve yedi

dondurmayı Çeçenya gibi altüst etti

ve zorla sindirmesine rağmen, mutluydu

Fakat biz daha ölmedik

daha içilecek kahve var

BİRİNCİ MESEL: EZLN

(Express, 2 Nisan 1994, Bülent Kozanoğlu

Söz, 18 Şubat 1995, Seyfi Öngider ve Internet’teki bilimum Chiapas/Zapatista dokümanları)

Yılbaşı gecesi Televisia, Chiapas’ın kasabalarında ‘birtakım densizlerin’ (belki de ‘çapulcu’ demek istemiştir) “Hükümet birlikleri duruma hâkim, endişe edecek bir şey yok.” 1 Ocak 1994’te, Meksika’da NAFTA’nın yürürlüğe girdiği gün, EZLN, tüm ezilenler adına Meksika Hükümetine ‘kahve’yi sundu.5

Bu ‘kandırılmış’, ‘densiz’, ‘çapulcu’ köylülerin ikramına karşı Meksika Hükümeti iktidarların bildik yöntemlerini kullandı, baskı, hapis, işkence, cinayet, hava hücumları, bombardımanlar vs. EZLN’ye karşı başlatılan hareket telaşıyla 20 Ocak günü ‘af’ ilân etti. Ve EZLN’nin cevabı, “... ne için af dileyeceğiz? Ne için bizi affedecekler? Açlıktan ölmediğimiz için mi? Sefaletimizi haykırdığımız için mi? Aşağılanmışlığın ve terkedilmişliğin büyük tarihî ayıbını kabullenemediğimizden mi? Diğer bütün yolların kapalı olduğunu görüp, silaha sarıldığımız için mi? ... Kimin affetmesi gerekir ve kimin affetmeye yetkisi vardır?”

Aciz kalan Meksika Hükümeti, yüzleri maskeli –ki kurtuluş gününe kadar maskelerini çıkartmayacaklarını söylüyorlardı– ve ‘kimlik’leri bilinmeyen EZLN gerillalarına6 görüşme önerdi, kimlikliler ile ‘kimllik’sizlerin barış görüşmeleri.7

Mekanizma çalışmaya başlamış, dünya hep beraber Subcommandante Marcos’u konuşmaya başlamıştı. Her türlü endüstri Marcos/EZLN hakkından gelmek için seferber olmuştu. Marcos tişörtleri, Marcos bebekleri, Marcos prezervatifleri, Marcos posterleri vs. vs. Tıpkı Che gibi, punklar gibi içini boşalt ve sun. Islah edemediğini ‘kabul et’ ve piyasada parçala...

Hattâ, Ernesto Zedilla (Aralık 1994’te iktidarı devraldı), ‘kimlik’siz Subcommandante Marcos’a ‘kimlik’ verme adına düzenlenen ‘tören’de, Marcos’un gerçek adının Rafael Sebastian Guillen Vicente olduğunu açıkladı. Ardından, ABD’de yayımlanan San Fransisco Chronical dergisi Marcos’un San Fransisco’da bir restoranda çalışırken ‘gay’ olduğu için işten atıldığını yazdı. Hükümet ve ona bağlı basın için mükemmel bir koz. EZLN bu iddiayı yalanlamadı ve tam tersine kabullenen tarzda soruna yaklaştı. Muhteşem açıklama;

“Marcos’un gay oluşu ile ilgili olarak:

Marcos, San Fransisco’da bir gay, Güney Afrika’da bir zenci, San Ysidro’da bir chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal’ sokaklarında bir maya yerlisi, Mexico City’nin teneke mahallesi Neza’da bir çete mensubu, folk müziğinin kalesi Ulusal Üniversite’de bir rocker, Almanya’da bir Yahudi, Savunma Bakanlığı’nda bir uzlaştırıcı, Soğuk Savaş sonrası çağda bir komünist, ne galerisi, ne müşterisi olan bir sanatçı... Bosna’da bir barışçı, Meksika’nın herhangi bir kentinde bir ev kadını, grev yapmaya asla yeltenmeyen sendika CTM’de grevci, başkaları için kitap yazan bir gazeteci, gece saat 10’da metroda yalnız başına bir kadın, topraksız bir köylü, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci, serbest piyasacılar arasında bir muhalif, ne kitabı, ne okuyucusu olan bir yazar ve tabii Güneydoğu Meksika dağlarında bir Zapatacı...

Kısacası yeryüzündeki tüm diğer insanlar gibi bir insan Marcos. Tüm sömürülenler, dışlananlar, tüm ezilen azınlıklar birer Marcos’tur. Kave erkek tüm direnenler ve ‘Basta’ [yeter] diye haykıranlar!”

Zapatalarla ilgili en önemli şey ise, klasik gerilla taktiklerinin yanında bilgisayarı nasıl kullandıklarıdır. İletişimin Bellvari türünün gün geçtikçe kırıldığı ve ‘küreselleşmek’ten öte cybertribe olma yolundaki ülkeler bilgisayarı hayatın her noktasına sokmuş durumda. (Alışverişten bilgi tüketimine kadar her şey bilgisayarlar aracılığıyla yapılabiliyor. Bunun için bir ara birim olan modeme ihtiyaç var. Artık evde oturup her şeyi yapabilirsiniz. Cyberspace/cyberâlem size bu olanağı sunuyor.) Cyberâlemde her türlü bilgi, elbette Gösteri’nin arzuladığı bir biçimde bir yerden bir yere ‘zart’ diye ulaşabiliyor. Ama arada sırada pürüzler çıkmıyor değil, tıpkı EZLN meselesinde olduğu gibi. Newsweek’in ‘Technology ’95’ sayısında aktarıldığı üzere, Zapatalar dünya ile iletişimi Internet aracılığıyla sağlıyorlar. Meksika Hükümet güçleriyle karşı karşıya kaldıklarında, çanak antenlerini ve dizüstü bilgisayarlarını hemen çatışma bölgesinden uzaklaştırıyorlar, çünkü, bütün bu nesneler Zapataların dünya ile iletişim kurdukları, olup bitenin kayda geçirilip aktarıldığı araçlar. Oradan oraya, buradan şuraya... Ve bu olay bir TV kanalı kurmaktan çok daha ucuz. Geleceğin dünyası cyberâlemde varolma, Meksika Hükümeti’ni dumura soktuktan sonra –hükümetin hiç beklemediği bir tekme idi–, hükümet Internet’e bağlanma işini engellemeye çalıştı, Hattâ, Internet’teki Chiapas/Zapata dosyalarını imha için ABD hükümetine başvurdular bile. Ama nafile. Devletler, her ne kadar veya şimdilik, Internet üzerinde bir baskı uygulamıyorlarsa da bu gelecekte olamayacak bir şey değil.)

Şu anda EZLN bir adım önde. Belki de bu kapitalizmin bir kere daha kendi kalesine gol atmasıdır. Yıllar sonra ilk ‘kahve’.

İKİNCİ MESEL: BASAYEV VE

İSLAM MÜCAHİDLERİ

Rusya’nın güneyindeki Budennovsk kentini basıp, yüzlerce rehineyle hastaneyi ele geçiren Çeçen direnişçiler, dünyanın yüzünü birden Rus-Çeçen Savaşı’na çevirdiler. Rus Ltd.’nin kendi çıkarları doğrultusunda bu savaş, Bosna’da olduğu gibi binlerce insanın ölmesine yol açtı. Batı Ltd., her zamanki davranışını sergileyerek kenara çekildi, çünkü, kapitalizm/gösteri beklemez ve çıkarlar hep ön plandadır.

Şamil Basayev önderliğindeki grubun, para vererek yollardaki kontrolleri geçtiklerini, amaçlarının Moskova’da eylem yapmak olduğunu, ama paraları yetmediği için Budasnovask’taki hükümet binalarına salldırdıklarını ve binden fazla kişiyi rehine alarak hastaneye sığındıklarını, çeşitli gazetelerden öğrendik. 14 Haziran 1995’te başlayan bu eylem, Rusya Başbakanı Viktor Çernomirdin ile varılan anlaşma ile bitirilmiştir. Çeçen grup yanlarına aldıkları gönüllü insanlarla 20 Haziran’da Çeçenya’ya ulaşmıştır.

Tüm ailesini kaybetmiş ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Basayev, Marcos gibi maskeli değil, ama o da ‘kimlik’siz. Basayev ve arkadaşları kendilerini İslâm mücahidleri diye tanımlıyor. Daha önce Abhazya ve Gürcistan arasındaki savaşta Abhaz saflarında bulunmuşlar ve Bosna’ya gitmek isterlerken Rusların saldırısıyla Çeçenya’da kalmışlar.

Rusya’nın kendilerini ‘terörist’ olarak suçlamasına “... Savaştayız. Bunun adı terörizm deği, sabotajcılık” diye karşı çıkan mücahidler artık birer ‘efsane’; ama Gösteri’nin yaratmış olduğu belli.

Onlar EZLN gibi bilgisayar takviyeli değiller, sadece silâhları var. Cyberâlem de pek yakınlarda değil. Hâlâ söylediklerini yazıp yazmayacaklarını bilemedikleri gazeteciler var etraflarında, doğrudan bir iletişimleri yok. Onlara güveniyorlar. Ve çok eski bir taktiği kullanıyorlar; Beşinci kol.

Budennovsk’a yaptıkları eylemin de hediyesini aldılar, savaş bir süre ertelendi veya bitti. Rus güçleri Grozni’de/Çeçenya’da fellik fellik onları arıyor. Kimbilir Moskova’ya ulaşsalardı neler olurdu? Zaten aylar önce Çeçenya Devlet Bakanı Cahar Dudayev, savaşı Moskova’ya taşırız dememiş miydi? Fakat Dudayev, Basayev ve arkadaşlarının eylemlerini onaylamadığını açıkladı – ki bir süre önce Dudayev, “kobay faresi gibi yokedilmeye böyle devam edemeyiz hâlâ. Her halk kendini savunmalıdır” diyordu. Tipik bir iktidar hamlesi. Gösteri’nin içinden. Mücahidler ise dışarıda. Sunulan bir ‘kahve’ daha.

SONUÇ

Kapitalizm ve devlet hakikî sosyal yapılardır, fakat sosyal yapıların hepsi gibi batınîdir, öyleyse hepimiz devletiz. Bu kafalarımızdadır ve biz günbegün onu varederiz. Gündelik hayatın sıradanlığı banallikleri, bir sürü işin anlamsızlığı, ötekilerden kendimizi tecrit etmemiz ve eşya olarak muamele görmemiz, kapitalizmin/Gösteri’nin ürünleridir, sosyal kontrolün anahtar mekanikleridir.

1) Hans Magnus Enzensberger 13 Mayıs 1995 tarihli Express’te yayımlanan açıklamasında:

“... Almanya’da Frankfurt havaalanının ve çevresinin bütün iletişim imkânları kimsenin üstlenmediği bir saldırı ile kesildi. Terörist veya teröristler iletişim araçlarını, optik okuyucuları, bilgisayarları vs çok iyi biliyorlardı... Çok noktasal bir eylemle, sanayi toplumunun kalbini durdurmayı, kaos yaratmayı başardılar” diyor.

2) Noam Chomsky ise Korsanlar ve İmparatorlar adlı kitabına şöyle başlıyor: “St Augustine, Büyük İskender’in esir aldığı bir korsanın hikâyesini anlatır. İskender korsana ‘hangi cesaretle denizlerde saldırganlık yapabildin?’ diye sorar. Korsan, ‘sen hangi cesaretle tüm dünyaya saldırabildin?’ diye cevaplar. Ve sürdürür, ‘ben sadece küçük bir gemiye sahip olduğum için hırsız diye adlandırılıyorum. Sen ise aynı şeyi çok büyük donanmayla yaptığın için imparator diye adlandırılıyorsun.’”

Subcommandante Marcos/İslâm mücahidi Basayev ve arkadaşları, Gösteri’ye ‘kahve’lerini sundular. Ve bu ‘kahve’lerden ötesi boş. Fikr-i firarda olmak lâzım.

[1]‘Kimlik’siz bir delinin zırvalamaları diye de okunabilir.

[2]Yaşamımız ‘iş’ zamanı ve ‘boş’ zaman olarak ikiye ayrılmıştır. Fakat istihare etmek lazım, ‘boş’ zamanlarımızda, ‘iş’ zamanlarımızda ürettiklerimizi geri alıyoruz. Hakiki yaşam başka bir yerde.