Hangi Atatürk?

Ölümünün üzerinden 67 yıl geçen Mustafa Kemal Atatürk’ü, onun ismi etrafında oluşturulan olağanüstü kişi tapınmasına kapılmadan nasıl değerlendirebiliriz? Bu değerlendirmeyi, böyle bir tapınmaya karşı duyulabilecek tepkiye bütünüyle teslim etmekten nasıl kaçınabiliriz? Bugün Türkiye’de Atatürk’ün tarihî kişiliği konusunda yapılacak değerlendirmeleri bekleyen iki kapan var. Birincisi, bağnazlaşan, zaman zaman dünyevi bir din görünümü alan bir ululamaya kendini kaptırma veya bu ululama nedeniyle sessiz kalma, gerçek düşüncesini açıklamama kapanı. İkincisi ise, sadece bu ululamaya karşı duyduğu tepkiyle motive olduğu için, tepki duyduğu şeyin sonuçta esiri kalmaya mahkum bir sığ ironi ya da inkarcılık kapanı. Türkiye’de sol düşün, Mustafa Kemal Atatürk hakkında günümüzde yapması elzem olan soğukkanlı değerlendirmeyi, düşün dünyasını fakirleştirmek, hatta dumura uğratmak için kurulmuş bu iki kapanı dikkate alarak, bunlardan itinayla sakınarak gerçekleştirmek zorundadır.

12 Eylül darbesi sonrasında dozu birkaç derece artan Atatürk kültünden etkilenmemeye çalışmak, bu kültü münhasıran bir inceleme konusu yapmaktan kaçmak anlamına gelmez. Ama resmî kült konumunda olan Atatürk tapınmasını eleştirmek amacıyla, kült konusu olan tarihî şahsiyeti salt olumsuzluklar manzumesi olarak ele almak tuzağına işaret eder. Bu bir tuzaktır çünkü böyle bir tepkisel sığ yaklaşım, Atatürk’ün kişi, düşünce ve eylem olarak eleştiri konusu olabilecek yönlerinden başkasını ele almayarak, Atatürk tapınması, Kemalizm veya Atatürkçülük ideolojilerine karşı etkili bir mücadele yürütülebileceği yanılgısı yaratır. “Siz bembeyaz diyorsanız ben de kapkara derim işte” türünden bir yaklaşımdır bu. Atatürk ideolojisinin bekçilerinin bunu savuşturması son derece kolaydır. Aslında bunun için özel ceza kanunlarına bile ihtiyaç yoktur. Sadece Türkiye’nin değil, 20. yüzyılda dünyada öne çıkmış örnek siyasal kişilikler arasında yeri olan bir ismin düşün ve eylemlerinde doğal olarak var olan olumlu yanları, onun ayırt edici olumlu özelliklerini hatırlatmak, böyle bir mutlak inkarcı veya salt ironik eleştirinin nesnellik ve içtenlik eksikliğini göstermeye yeterli olacaktır.

Bugün Türkiye’de solun Mustafa Kemal’i değerlendirmeye başlarken, önce bu şahsiyeti bugünkü halleri içindeki Atatürk milliyetçiliği ve çeşitli Kemalizmlerden ayırması olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Hemen belirtelim ki, böyle bir ayrım çabası, bugün bir anayasal dogma konumunda olan Atatürk milliyetçiliği ve sol ve sağ Kemalizmler Mustafa Kemal’in düşün ve eylem dünyasından bütünüyle farklıdır türünden bir püritenizme savrulma tehlikesi içerir. Bu tehlikeyi de dikkate alarak, Mustafa Kemal’i tarihî ve toplumsal ortamı içinde, ölümünden yarım yüzyıl sonra değerlendirmek, yani Atatürk’ü epigonlarından ayırmak, günümüzde Atatürk fetişizminin yarattığı karşılıklı saplantılardan sıyrılmanın ilk adımıdır.

Mustafa Kemal büyük bir tarihi şahsiyettir. Dağılmış bir imparatorluğun içinden yeni bir devlet kurulması mücadelesine önderlik etmiş, Cumhuriyet’in kurulmasında en önemli rolü oynamıştır. O olmasaydı da İstiklal Savaşı yapılır ve kazanılırdı, Cumhuriyet kurulurdu türünden spekülasyonların, bu değerlendirme içinde anlamlı bir yeri olamaz. O tarihte bu Cumhuriyetin kurulmasında can alıcı adımı atan ve attıran kişiler içinde en ön sırada Mustafa Kemal’in yer aldığı gerçeği tüm çıplaklığıyla durur. Bunun yanında Mustafa Kemal, Cumhuriyet inkılâplarını ilk düşünen kişi değildir elbette, ama bunların o tarih dilimi içinde, radikal bir tarzda hayata geçirilmesinin mimarıdır. Bir toplumsal düşünün ilk kaynağı değil ama en önemli yoğunlaşma noktasıdır. Toplumun büyük bölümü tarafından paylaşılan ulusal modernleşme hedefinin etrafında yoğunlaştığı ana figürdür. 19. yüzyıldan beri süregelen bu modernleşme ülküsünün somut siyasal duruşa dönüşen halidir. Bu çerçevede, Türkiye’de Cumhuriyet döneminin başlangıcından günümüze kadar istisnasız bütün düşünce hayatını etkilemiş yegane kişi, Mustafa Kemal’dir. Bu etkileme tekelinde, yaşamı sırasında başlayan ve sonra dozu gittikçe artan, resmî ve sivil bir kişi kültünün nesnesi olmasının önemli bir rolü vardır elbette. Ama bunun yanında, kaynağı Ziya Gökalp olan bir kültürel milliyetçiliği, maceracı bir mecradan göreli barışçı bir yörüngeye oturtarak, bunu iktisadî ve kültürel alanlarda bir toplumsal modernizasyon ülküsünün asli ivmesi konumuna getirmeye çalışan, bunda büyük ölçüde başarılı olan bir şahsiyetin düşün dünyasını etkileme gücü söz konusudur. Medeniyette beynelmilel olmak, kültürde milli kalmak zıt kutupları arasında hayata geçen bu milliyetçiliğin bir ayağı etnik-dinî bir milliyetçiliğe basar. Bu etnik damar, can alıcı anlarda kendini açık biçimde gösterir. Ama başka can alıcı anlarda da kendini bastırmayı bilir.

İktisat ve kültür alanlarında kendini ifade eden bu modernleşme ideali, siyasal alanda pragmatik bir otoriteryanizmi benimsemeye eğilimlidir. Demokrasiyi ilke olarak dışlamaz ama modernleşme sürecinde en az gerekli, dolayısıyla en kolay vazgeçilebilir ilke ve pratikler bütünü olarak bunu değerlendirir. Doktriner olmaktan ziyade pragmatik bir düşünce yapısına sahip olan Mustafa Kemal’in, içinde bulunduğu dönemde egemen olan siyasi iklimden etkilendiği unutulmamalıdır. Pragmatik otoriterizminde ve toplumsal ilişkilerde korporatist yapılara eğilim duymasında bu siyasi-ideolojik iklim önemli bir rol oynamıştır. Bu iklimin etkisi incelenirken, önemli bir iç etmenin varlığı da dikkate alınmalıdır. Mustafa Kemal’in şahsının, meşruti monarşiden Cumhuriyet’e geçişin asli köprüsü işlevi görmesi, onun siyasal-toplumsal tahayyül ve duruşu üzerinde başat bir etki yaratmıştır.

Mustafa Kemal, meşruti monarşiden göreli ılımlı bir biçimde -ne monarkın kellesi uçurulmuştur ne de bu geçiş kapsamlı bir fiziki iç temizlik girişimine veya bir iç savaşa yol açmıştır- Cumhuriyet’e geçişte, kopuş ve sürekliliği şahsında toplayan kişidir. Bu anlamda, Cumhuriyetin ilanından veya TBMM’nin kuruluşundan onun ölümüne kadar geçen göreli kısa dönemi, katı bir kişi diktatörlüğünden ziyade bir monarşik cumhuriyet dönemi olarak tanımlayabiliriz. Halifelik ve sultanlığın lağvedilmesiyle ortaya çıkan boşluğu dolduran figürdür Mustafa Kemal. Değişim içinde sürekliliği temsil etmiştir. Ölümünden önce başlayan ve ölümünden sonra hızla yükselen kişi kültünü de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Cumhuriyet’ten önce özgün bir cumhuriyet tasarımı olmayan bir kadronun ve hatta toplumun büyük bir bölümünün cumhuriyetle monarşi ideali arasında kurduğu sentezi Mustafa Kemal imgesinin temsil ettiğini söyleyebiliriz. Böyle bir imge, Mustafa Kemal’in ardından hiç kimse tarafından o yerin doldurulmasına olanak vermediği için de, günümüz Türkiye siyasal rejimi açısından işlevsel bir öneme sahiptir.

Mustafa Kemal’in tarihî konumunda değerlendirilmesi, onun işgal ettiği o merkezî anlamlandırma noktasının günümüz Türkiye toplumunun siyasal ve kültürel yaşamı üzerinde yarattığı etkiyi özgür, demokratik ve dayanışmacı bir Türkiye ufku açısından ele almak için gereklidir. Böyle bir değerlendirmeden hareketle, kaynağı itibarıyla temel özelliği dönüşüm gibi gözüken bir düşünce sisteminin, daha doğrusu düşünce tarzının günümüzde muhafazakarlaşmasının nedenlerini bir ölçüde anlayabiliriz. Sol düşünce ve duruşların büyük bir bölümünün de muhafazakârlaştığı günümüz Türkiyesinde, toplumsal geleceği yeni bir sol ufuktan tanımlamak için, Atatürk’ü dönemi ve ortamı içinde anlama uğraşı önemini korumaya devam ediyor.

Radikal İki, 6.11.2005'te yayımlanmıştır