Kadınlar Toplumsal Barış İstiyor

Nazım Hikmet, tek romanında, kahramanlarından birine şöyle söyletir: “Yoksulluktan en çok söz ettiğimiz zaman, gerçek yoksulluğu bilmiyorduk. Şimdi, aç yattığımız günler oluyor fakat yoksulluk kelimesini ağzımıza almıyoruz.”

Barış sözcüğü için de durum bu: Ondan ne kadar uzaksak, o kadar çok söz ediyoruz.

Türkiye’de Barış sözcüğünün en sık telaffuz edildiği dönem, son 25 yıldır.

Biliyorsunuz, Barış’ın davası bile geçti bu tarihe. İnsanlar barış istedikleri için yargılandılar, hapsedildiler.

Bu 25 yılın genel özelliklerine baktığımızda, siyasetin geniş kesimler için yasaklandığını, demokratik taleplerin şiddetle bastırıldığını, cezalandırıldığını görüyoruz.

Toplumun birarada yaşamasının temel kurallarını belirleyen, bu anlamda Toplum Sözleşmesi niteliği taşıyan Anayasa, 1982 yılında yeniden yapıldı ve topluma dayatıldı. Hatırlıyor musunuz seçilmiş Meclisin yaptığı son Anayasa hangisiydi? 1924 Anayasası. Yani seksen yıldır biz kendi Anayasamızı yapmıyoruz, seksen yıldır, Toplum Sözleşmesi, topluma sormadan yapılıyor…

1982 Anayasası, toplumsal barışa yönelik en büyük saldırıydı; çünkü uzlaşma ve müzakerenin yerine şiddeti geçirmişti.

12 Eylül darbesi, öncelikle işçi sendikaları ve sol muhalefeti ezdi. Ama bununla kalmadı, adım adım toplumun her kesimine yayılan bir şiddeti yürürlüğe soktu.

Bütün baskı dönemleri, toplumlarda benzer etkiler yapar; örgütsüzleşme, güçsüzleşme ve siyasetin güdükleşmesi. Böyle bir dönemde, en çok canı yananlar, canlarının yandığı yerden seslerini yükselttiler: İşkence ve hapishanelerdeki insanlık dışı koşullardan canı yananlar, insan hakları mücadelesine başladılar örneğin.

12 Eylül sonrası ilk büyük sokak eylemi, Dayağa Karşı Yürüyüştü. Kadınların canını en çok yakan konu, aile içi şiddetti çünkü.

Kürt hareketi 1980 Diyarbakır cezaevinin acılarını hatırlamadan anlaşılabilir mi?

Hepimizin canı yandı. Farklı noktalardan, farklı yerlerden. Ve biz, ister istemez, elimizi bu acıyan yerimize bastırdık, en çok orayı gördük.

Bence 12 Eylül’ün en büyük başarısı buydu: bizi daha iyi bir dünya hayal etmeye, dünyayı değiştirmek için harekete geçmeye cüret eden siyasal özneler olmaktan çıkarıp ufku kendi yarasıyla sınırlı insanlara dönüştürdü.

Oysa hatırlamalıydık ki, dostumuzun yarası bizi de incitir. Acıların bizi birbirimizden farklılaştırmasına, uzaklaştırmasına izin vermemek mümkündür.

Toplumsal barış, şiddetle kurulmuş bu ayrışma, kompartmanlaşma aşılmadan sağlanamaz. Bu haldeyken yapabileceğimizin en iyisi, işbirliğidir. Oysa bize gereken, çok daha fazlası. Anadilde eğitim hakkı talep eden öğrencinin şiddetle susturulmasıyla evdeki dayak, Ermeni konferansının yasaklanmasıyla işçi haklarının gaspedilmesi arasındaki sürekliliği görmeye ihtiyacımız var. Başını örttüğü için yüksek öğrenim hakkı elinden alınan kızın da, namus cinayetinden kaçmak için tanımadığı bir kente gelen kadının da yarasına el uzatabilmeye ihtiyacımız var. Tarlabaşı’nda üç aile iki göz odada yaşayanın yarası, bizim yaramız olmalı…

Çünkü hepimiz, şiddetin farklı bir yüzüyle karşı karşıyayız ve tek bir yüzünü görerek şiddete karşı mücadele edilemediğini artık anlamalıyız.

Bu da yetmez. Şiddetin üretiminde kendi payımızla yüzleşmeliyiz. Bu ne demek? “Halk bunu istiyor” diye diye bizi Gelinim Olur musun çamuruna çeken televizyoncularınkine benziyor: “Bizim insanımız buna hazır değil daha” diyen çok demokrat, çok aydın muhalefet mensupları da bir tür şiddet jenaratörü işlevi görüyorlar. Neyi mi kast ediyorum; mesela bir eşcinsel hakları komisyonu kurulmaya kalkıldığında “ben bu derneğe ibne derneği dedirtmem” diye önünü kestiğinizde, İnsan Hakları Derneği de bizzat hak ihlalcisi olur. Ya da kadınlar için kota istediğinizde, bunu başka araçlarla, başka yollarla desteklemezseniz, yaptığınız şey, bazı kadınların ötekilerden daha eşit olmasını sağlamaktan öteye gitmez- o öteki kadınları bir de siz dışlamış olursunuz. Kürt kadınlar aile içi şiddetle mücadele etmek için yola çıktıklarında onlara hareketi böldükleri suçlamasını getirirseniz, onları her türlü kamusal varoluştan tecrit etmeye kalkarsanız, siz ne kadar mağdur olursanız olun, aynı zamanda, hak ihlalcisisiniz.

Şimdi, toplumsal kutuplaşmanın hiç olmadığı kadar kışkırtıldığı bir zamanda barış, birbirine “hoşgörü” göstermek değil, birbirini anlamak, yanında durabilmektir. Siyaseti toplumun her kesimine açabilmek, bunun için ısrar ve inat etmektir. Seçim kotalarının indirilmesi, kadınların katılımının yollarının açılması, yasal ve fiili yasakların kaldırılması, iyi bir başlangıç olabilir.

Toplumsal barış sağlanabilecekse, ancak böyle bir siyasallaşma süreciyle, demokratikleşmeyle olacaktır. Çünkü adalet, ancak adalet taleplerinin dile getirilebileceği, temsil edileceği bir siyasal alanın açılabilmesiyle gerçekleşir ve adaletin olmadığı yerde, barış da olmaz.

(2. Kızıltepe Kültür ve Sanat, Kadın ve Çocuk Festivali (23-25 Eylül 2005) konuşması)

2. KIZILTEPE KÜLTÜR SANAT KADIN VE ÇOCUK FESTİVALİ

(23- 25 Eylül 2005)

“ KADINLAR TOPLUMSAL BARIŞI TARTIŞIYOR”

KADIN FORUMU SONUÇ BİLDİRGESİ

2. Kızıltepe Kültür Sanat Kadın ve Çocuk Festivali kapsamında yapılan “Kadınlar Toplumsal Barışı Tartışıyor” başlıklı kadın forumunda; değişik çevrelerden kadınlar olarak toplumsal barışı ele aldık. Birbirimizi dinledik, birbirimizi anladık ve birbirimiz anlayınca toplumsal barışın daha kolay gerçekleşebileceğini fark ettik. Bu bir kadın toplantısıydı ama sadece kadın sorunları konuşulmadı; insanlığı tehdit eden ortak sorunlar, çevre kirliliği, ormanların yok edilmesi, salgın hastalıklar, yoksulluk ve toplumsal çatışma konuları da tartışıldı, çözüm önerileri gündeme getirildi.

Böyle anlamlı bir buluşmayı gerçekleştirmede ev sahipliği yapan Kızıltepe Belediye Başkanı Sayın Cihan Sincar’a ve emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.

Yapılan toplantıda oybirliğiyle şu sonuçlara ulaşıldı.

? Farklı kültürel özelliklere, farklı kimliklere, farklı dünya görüşüne ve farklı siyasi tercihlere sahip kadınların, öncelikle kadın olma ortak paydasından hareketle yeni ortak paydalarını keşfetmeleri ve farklılıkları da zenginliğe dönüştürmeleri gerekir.

? Kadınlarla, hukukun, adaletin, kardeşliğin ve barışın sesini daha çok yükselterek demokratikleşme ve özgürleşme adımlarımızı hızlandırabiliriz. Kürt sorununun çözümünde de demokrasinin çözümleyici gücüne inanıyoruz.

? Bu birlikteliği yaygınlaştırarak ve derinleştirerek sürdürme kararındayız.

FORUM KATILIMCILARI

Ayşenur Kolivar Abadoğlu-Grup Helesa Solisti

Aksu Bora -Ankara Üniversitesi KASAUM

Şaneşin Cevheri-Pedagog

Kayush Chalikman Gavrilof-Hay- Gin Ermeni Kadın Örgütü

Selma Aliye Kavaf-AKP Kadın Kolları Genel Başkanı

Gültan Kışanak-Demokratik Özgür Kadın Hareketi

Filiz Koçali-SDP Genel Başkanı

Fatma Şahin -AKP Gaziantep Milletvekili

Gülcihan Şimşek-Van Bostaniçi Belediye Başkanı

Cihan Sincar-Kızıltepe Belediye Başkanı

Av. Aysel Tuğluk-Asrın Hukuk Bürosu

Feleknaz Uca-Avrupa Parlamentosu Milletvekili

Prof. Serpil Sancar-Ankara Üniversitesi KASAUM

Fatma Nevin Vargün-Demokratik Özgür Kadın Hareketi

Azize Yiğit-Diyarbakır Barış Anneleri İnisyatifi