Faşist ve Devrimci Miras Arasında Şili

Ülkenizde yaşayan her 18 kişiden birinin eylem koymak için sokaklara çıktığını düşünün. Sokağa çıkamayacak kadar küçük çocukların ve hasta yaşlıların dahil olduğu 18 milyonluk bir ülkenin 1 milyonun üzerinde yurttaşının protesto yürüyüşü yaptığını gözünüzün önüne getirmeye çalışın. 25 Ekim Cuma günü Şili Cumhuriyeti böyle bir gün yaşadı. Ülke, tarihinin en geniş katılımlı sokak gösterilerine sahne oldu.

Her şey Pinera hükümetinin günde 3 milyonun üzerinde yolcunun kullandığı metroya %4 zam yapmasıyla başladı. İlk günlerde zamdan en çok etkilenen grup olan Şilili öğrenciler turnikeden atlama eylemleriyle biletsiz binmeye çalışarak küçük bir tepki koymuşlardı. Ardından devrin İçişleri Bakanı Andrés Chadwick bu tepkiyi koyan kişileri “toplu ulaşımın güvenliğini tehlikeye atan kişiler” olarak tanımlayıp 1958 tarihli “Devlet Güvenlik Kanunu” hükümlerinin uygulanacağını açıklamıştı. Bu kanun hükümlerine göre suç isnat edilen kişilerin yargılaması hızlandırılabiliyor ve alacakları ceza artabiliyordu.

Kolluk kuvvetlerinin öğrencilere sert müdahalesi sonrası zaten gelir dağılımında adaletsizliğin hüküm sürdüğü Şili’de neoliberal Pinera hükümetinin uygulamalarıyla yoksullaştırılmış halk yığınları sadece ulaşım zammını değil, sosyal adaletsizliği, hayat pahalılığını ve bunların doğal sonucu olan işsizliği protesto etmek amacıyla sokaklara aktı. Barışçıl gösterilere son derece orantısız müdahalede bulunulması üzerine eylemciler yer yer araçları ateşe verdi, bazı yerlerde de yağma olaylarının yaşandığı bildirildi.

Bunun üzerine eylemcilere güç kullanmaktan çekinmeyen hükümet güçleri, faşist askerî diktatörlük Augusto Pinochet döneminden bu yana yalnızca deprem kuşağında bulunan ülkede doğal afetler dışında hiç ilan edilmeyen “Acil Durum” tedbirine başvurdu ve eylemcilerin yoğun olduğu eyalet ve bölgelerde güvenliği orduya devretti.

Silahlı Kuvvetler, asıl amaçları doğrultusunda yurt savunma ve dış saldırıları safdışı bırakmak üzerine eğitilirler. Doğaları gereği dost ve düşman algısına göre hareket ederler. Bu yüzden aklı başında hiçbir demokrasi yurt içinde kendi halkına karşı orduyu sokaklara çağırmaz. Bu basit kuralın hilafına hareket eden Pinera hükümeti bu davranışının feci sonuçlarıyla karşılaştı. Tazyikli su ve biber gazıyla yetinilmeyerek barışçı göstericilere ateş açıldı; farklı yerlerde 19 kişi hayatını kaybetti, bine yakın kişi yaralandı, yüzlercesi gözaltına alındı.

Pinera hükümeti metro zammını geri çektiğini açıklamasına karşın, ölümler sonrası kitleler bu kez hükümetin istifası dışında bir yola ikna olmayacak kararlılığa eriştiler. Şili’deki en büyük sendikal konfederasyon olan İşçilerin Birlik Merkezi (CUT) acil durumun ve ordunun geri çekilmesi, göstericilerin taleplerinin değerlendirilmesi amacıyla 48 saatlik genel grev çağrısına olumlu yanıt aldı. Zaten iç savaş görüntüleri yaşayan ülkede hayat iki günlüğüne durdu.

Geri adım atmak zorunda kalan Pinera hükümeti otoban ücretlerinde ve su fiyatlarında indirimine gideceğini, bir dizi sosyal reform paketini yasalaştıracağını duyurdu.

İstifa edilmedikçe sokakların terk edilmeyeceğini Şili tarihinin en büyük protesto gösterisinde 1 milyonun üzerinde kişi haykırdı.

Pinera Başkanlık Sarayı’ndan yaptığı açıklamada meydanları dolduran insanların taleplerini herkesin duyduğunu, gereken dersin çıkartılacağını, ordunun kışlasına çekileceğini, “Acil Durum”un kaldırılacağını beyan etti. Bununla beraber aralarında maliye ve içişleri bakanlarının da bulunduğu sekiz bakanı görevden alarak yerine yeni atamalar yaptı.

Eylemciler bu açıklamaları ve kabinenin değişikliğini yeterli bulmayarak Pinera’nın istifasını istemeyi sürdürüyorlar. Pinera’nın özrü, “ben iyiyim de çevrem kötü”ydü manevrası, Birleşmiş Milletler’in müdahaleler esnasındaki insan hakları ihlallerini incelemek üzere bir heyet göndermesi neler getirecek göreceğiz.

1970’lerden beri neoliberalizmin laboratuvarı gibi kullanılan Latin Amerika ülkesi Şili Pinochet diktatörlüğü döneminde sadece siyasal değil, ekonomik olarak da saldırıya uğradı. CIA destekli bir darbeyle yönetimi ele geçiren Pinochet sadece zorba iktidarı ile polis devleti kurmadı, aynı zamanda sağlık hizmetleri ile ulusal eğitimi metalaştıran, kamu kaynaklarını yağmalatan bir neoliberal teknisyenlik icra etti. Bu mirasın üzerinde inşa edilen görece demokratik Şili Cumhuriyeti bile hâlâ darbe artığı anayasa ve düzenlemelerle yönetiliyor. Sadece ultra milyarder Başkan Pinera değil, yeri geldiğinde merkez sol ya da sosyal demokrat hükümetler bile bu yasalar söz konusuyken bırakın devrimci olmayı, reformcu bile olamayabiliyorlar. Salvodor Allende’nin ülkesi olduğu kadar ne yazık ki Augusto Pinochet’nin de ülkesi. Tam da bu yüzden Şili sarkacın bir o yanına bir öbür yanına yaklaşıyor. 

Halkın haklı isyanı merkezî hükümetin verdiği tavizlerle ateşi düşen sokak gösterileri olarak mı kalacak? İlk seçimde o kadar da radikal olmaya gerek yok denilerek halk tercihini merkez soldan yana mı kullanacak? Yoksa sosyalist ajandaya sahip devrimci bir hükümet mi devralacak bu enkazı?

Pinochetvari uygulamalara, askerî diktatörlük heveslerine çok da uzak olmayan hükümet müdahaleleri diktatörlük altında yıllarca bedel ödemiş halkın refleksiyle şimdilik durdurulmuş gözüküyor ve fakat sorunun sebebi olan Pinera gitmeden reform paketlerine numara vermekten ve şimdi indirim yapıp iki ay sonra tekrar zam yapmaktan öteye gidilemeyeceği de ortada.

Kitlesel gösteriler sırasında açık hava konserlerinde çalındığı, ordu kuşatmasındaki sokaklarda isimsiz bir gitaristin tek başına söylediği ve meydanları dolduran yüz binlerin haykırdığı gibi "El pueblo unido, jamas será vencido!"

Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez![1]



[1] 1973 Faşist Pinochet Darbesi'ne karşı slogana dönüşen, Şili direnişinin sembolü denilebilecek şarkı ''El pueblo unido jamás será vencido'', Şilili sanatçı Sergio Ortega tarafından yazıldı.