Korona Günleri (II): Dünden Bugüne

Sene 1993, mevsim sonbahar...

Tıpta Uzmanlık Sınavı’nı kazanamamış bir hekim olarak mecburi hizmet için Hatay’ın Samandağ ilçesindeyim. Alilerin diyarında bir Osman olarak... Ama içimde hiçbir tereddüt yok; kalbim solda atıyor ne de olsa.

Altı aylık sıkıcı ve zorlu bir devlet hastanesi acil tecrübesinin ardından sağlık ocağına görevlendirme ve sağlık ocağı tabibi olarak çevre sağlık hizmetleri sorumluluğunu alma.

Ama öncesinde sağlık ocağını tanıma. Pek çoğu hayatım boyunca dost kalacağım insanlarla tanışma...

Sağlık Ocağı

Büyük bir mekân sağlık ocağı. Üç katlı. Alt kat bodrum, kaçak masa tenisi sahası aslında. Orta kat hastaların muayene ve işlemlerinin yapıldığı asıl alan. Üst kat ise dinlenme odaları ve sorumlu hekimin makam odası.

Ocakta oda çok. Ama odalar personele göre değil işbölüşümüne göre paylaşılmış. İki oda var, çok dikkatimi çekmekte -ne de olsa birinci basamak hekimliğini öğrenmeye çalışıyorum. Bu odalardan ikisinde de sabah mesainin ilk saatinde birkaç kişi görmekteyim. Sonra gördüğüm insanlar sırra kadem basmaktalar akşamüzeri saat 4 civarına kadar.

Kıdemli hekimlerden birisine soruyorum: “Ne iş yapar bu insanlar?”

Öyle ya sabah 9 gibi uğruyorlar ocağa, sonra 4’e kadar yok oluyorlar. Olur mu böyle devlet memurluğu!

Gülerek yanıtlıyor yıllarını ve alın terini sağlık ocağına akıtmış hekim olarak: “Onlar sahadalar.”

-Saha?

“Ebeler için saha mahalle demek,” diyor ve ekliyor: “Akşama kadar ocağa bağlı mahallelerde her bir eve gider ebeler.”

-Niçin?

“Ev halkını tespit etmek için,” diye devam ediyor.

Tespit kelimesinin benim dünyamdaki tek karşılığı bir şeyi bir yere bağlamak. Bir ebe mahalledeki bir evde neyi neye bağlar?

Devam ediyor kıdemlim: “Evde yaşayanı ocağa bağlar ebe.” Elindeki Ev Halkı Tespit Fişi’ne kaydeder evdeki ahaliyi. Gittiği hanedeki erkeği, kadını, çocuğu, yaşlıyı, duymayanı, görmeyeni, zihin engelliyi,.. velhasıl her şeyi kaydeder.

-Sebep?

Bilmek için. Gerektiğinde ulaşmak için. Toplumu sağlıklı tutmak ve hastalık geldiğinde de o hastalık grubundaki riskli kişiye yaşadığı evde ulaşmak için. Onların sağlığını ve hastalığını, onlar sağlık kurumuna gelmeden korumak ve gerektiğinde çözmek için. Aile planlanmasından şişmanlığa, tütün kullanımından aile içi şiddete kadar her sorunda yardım istemeden onlara yaşadıkları yerde destek vermek için...

Sene 94, mevsim ilkbahar. Ben Anadolu’da bir hekimim sağlık ocağında; işini önemseyen. Ve memleketin dört bir yanındaki sağlık ocaklarında binlerce ebe yaşadıkları yerde ulaşmakta ev ahalisine. Gözlemekte onları. Kaydetmekte onları var mı bir sorunları diye.

Sene 2020, mevsim yine ilkbahar. Ben yine hekimim ama bu kez İstanbul’da bir hastanede. Yine önemsemekteyim işimi. Ama bu kez COVID salgınında ulaşamamakta ebeler evlere. 65 yaş üstündeki riskli grubu takip edememekte sağlık ocakları. Kaydedememekte öksüreni ve nefesi daralanı. Ölçememekte ateşlerini. Alamamakta evlerinde COVID-PCR örneği. O nedenle de yasaklamakta dışarıyı hepsine. O nedenle çevirmekte evlerini âdeta hapishaneye.

Öteki Oda

Pekiyi ya öteki boş duran ikinci oda. O hangi sırrı saklamakta boşluğunda.

Sordum kıdemlime o odayı da 94’ün ilkbaharında.

Dedi: “Sıtmacı onlar…” Geliyorlar ocağın kapısı açıldığında saat 9 gibi. Giriyorlar odalarına. O odadaki siyah defterde isim isim kayıtlıdır sıtmalı hastalar. Mahalle mahalle, ev ev... Alırlar dolaptan sonra kinini -hani şimdilerde COVID salgınında kullandığımız ilacı. Sonra düşerler yola, varırlar sıtmalı hastanın yanına ve içirirler kinini elleriyle. Eğer uzakta, köyde falansa hasta, haftada bir sağlık ocağının arabası alır onları götürür hastaların yaşadığı köylere. O gün muhtar bekler onları. Onlar kontrol ederler hastayı. Muhtar alır onların getirdiği bir haftalık kinini. Hafta hafta devam eder durur bu döngü hasta hastalıktan kurtulana kadar.

Sene 94, mevsim ilkbahar. Anadolu’da ulaşılmakta sıtma salgınında hastalara isim isim, mahalle mahalle, köy köy. İçirilmekte kinin tek tek hem de bilâbedel.  

Sene 2020, mevsim yine ilkbahar. Sıtma değil ama bu kez COVID sarmış memleketi. Ve ne tesadüf ki ilacı aynı kinin. Ama bu kez ulaşılamamakta hastalara isim isim, mahalle mahalle, köy köy. İçirilememekte ilaçları. Mart’ın sonunda yağmur gibi yağmakta hastalar İstanbul’daki hastanelere. Evlerinde, yaşadıkları köylerde kontrol altına alınamamakta salgın onca yıl sonra. Ve ödemekte hastalar bir dolu para devlet güvencesinde olmalarına rağmen.

Aile Hekimim

Sene 2020’nin 10 Nisan’ı. Önce kayıtlı olduğum mahallenin muhtarı ve sonra aile hekimim aradı beni.

Türkiye’de ilk COVID hastasının tanı almasının üzerinden 30 gün geçmişken telefonda içten ve canlı bir ses tanıttı bana kendisini aile hekimim olarak. Sonra devam etti aynı içtenlikle: “Bugüne kadar tanışamadık ama ben aile hekiminizim. Dün COVID-PCR incelemesi yaptırmanız nedeniyle isminiz bana bildirildi ve bundan sonra 14 gün boyunca telefonla arayacağım sizi…”

“Ama,” dedim ve ekledim: “COVID hastalarını takip ettiğim için ilk günden beri kendime PCR incelemesi yaptırıyorum, neden 30 gün sonra bu telefon?”

Samimiyetle yanıtladı sistemin ismimi ilk kez ilettiğini.

“Olsun, gecikmeli de olsa memnun oldum,” dedim.

Nasıl memnun olmayayım; Düzce’de aile hekimliği sisteminin başlamasından 5.840, COVID salgınının başlamasının üzerinden onca gün geçtikten sonra ulaşmış devlet bana.

Her şeye rağmen mutlu oldum meslektaşımın ulaşmasına. Çünkü bilmekteyim ki ancak filyasyonla, isim isim, mahalle mahalle, köy köy ulaşabilirsek hastalara kontrol altına alınır bu salgın.

Çünkü bilmekteyim ki, salgınlar hastanelerde tedavi edilerek önlenemez. Onlar sahada yetkin birinci basamak sağlık hizmeti ile kontrol altına alınır.

Çünkü bilmekteyim ki, ikinci ve üçüncü basamak hastanelerdeki tedavi edici hizmetler çok para kazandırsa da, bir ülkenin sağlıklı olmasını belirleyen, birinci basamak hizmetleridir.

İnanmayan baksın “koca” ABD’nin COVID salgınında düştüğü çaresizliğe.

Ya da baksın 93’ün ilkbaharında Samandağ’da verilen birinci basamak hizmetine...