‘’Dayanışma Ezilenlerin Nezaketidir’’

Başlık yerine kullandığım bu söz, yıllardır başta mültecilerle olmak üzere, ezilen birçok halkla gönüllüler ile birlikte dayanışan Cem Terzi tarafından söylenmiştir. Bu sözü gönülden destekleyip, sözün içerisinde barındırdığı anlam denizini o gönüllülerden biri olarak idrak edebildiğimden, Erdoğan Özmen’in Birikim’de kaleme aldığı “İnsan Kalbinin Cevheri: Dayanışma ve Empati” yazısına bir iki cümle sarf etmeden geçemedim. Özmen’in yazılarını takip eden ve beğeni ile okuyan birisi olarak, kendisinin dayanışma üzerine kaleme aldığı yazısının, dayanışmanın ruhu ile bağlantılı olduğunu düşünmemekteyim. Burada, ‘’İnsan Kalbinin Cevheri: Dayanışma ve Empati’’ başlıklı yazısından kimi alıntılarla fikirlerimi ortaya dökmeye çalışacağım.

Özmen, dayanışırken ve karşımdaki ile duygudaşlık kurarken, ‘’onun güçsüzlüğü, zayıflığı ve çaresizliğiyle dertlenir, bunu açıkça gösteririm’’ demekte. Birisi ile dayanışmak ve onunla duygudaşlık kurabilmek için, karşımızdaki canlının illaki güçsüz, zayıf, çaresiz olması gerekmiyor. Aslen güçsüz ve zayıf olmayan, çareleri mevcut olan fakat bu çarelere ulaşmak için belki de atılması gereken adımları, gidilecek yolları kestiremeyenler ve üzerlerinde baskı hissedenler ile kurduğumuz duygudaşlık, onların hayatlarına dahil olmamızı kabul etme nezaketi gösterdikleri ölçüde dayanışma halini alır. Dayanışacağımız canlıları (insan olması da şart değil), güçsüz, zayıf, çaresiz olarak önkabulümüz, o önkabulden sonraki eylemleri bir hayırseverin yardım faaliyetleri haline getirir. Özmen’in yazısında, kendine dönük varoluşsal gelişime dayalı vurgular, aslında bu yazdıklarımın ispatı niteliğindedir.

Özmen, ‘’kendini bulmak, kendine varmak, kendi olmak için biricik yolun kendi dışına çıkıp ötekine varmak’’ olduğunu ve bunun getirisinin, ‘‘bu deneyimin bilgisiyle -ve sevinçle- varlığımızın sarsılması’’ olacağını kaleme almakta. Kendi dayanışma deneyimlerimden hareketle ve de dayanışan yoldaşlarımızın çoğunda gözlemlediğim kadarı ile ötekine varabilmenin en önemli sonucu olarak kendine varmanın, kendini bulmanın görülmesinin ve de bundan içten içe sevinç duyulmasının sonucu, bencil ve samimiyetsiz eylemler ve de duygudaşlık kurulduğu zannedilen kişiye karşı üstünlük sağlanmasıdır. Bu samimiyetsizliği, kendi hayatına bir nezaket ile sizi dahil edenler anlarlar ve o saatten sonra ötekine varamayacağınız gibi, kendinizi de bulamazsınız… Özmen, ‘’nedir ki zaten mucize, kendi içimden başka birini yaratmaktan başka?’’ derken, tam da bahsettiğim, aslında dayanışılan kişiyle alakalı olmayan kendine dönük çiçeklenme, yeşerme umutları besleyen eylemlerin güzelliğinden bahsetmiş oluyor. Fakat ne yazık ki, bahsi geçen bu eylem ve hissiyatların dayanışma ile bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Dayanışırken, gerektiğinde kendinizi tehlikeye attığınız, kendinizden, yaşamınızdan nefret ettiğiniz, hayatınızda önemli yer kaplayanlara sırtınızı dönmek zorunda kaldığınız zamanlar olur. Orada artık kendini bulmak, kendi olmak için yapılanlar değil, daha iyiye, daha erdemli olana doğru gerekirse kendini feda etmek vardır. “Kendimizde, kendimizden fazla olan şeye temas etmek’’ için kurulduğu sanılan duygudaşlık, olsa olsa kendini tatmin sayılır.

Özmen, ‘’İç dünyalarımızda baştan beri var olan aşırılık, uyarım fazlalığı ve karmaşa karşısındaki çaresizlik yüzünden, dehşetli bir varlık/yokluk sınırında kasıla kasıla ilerlemeye çalışırken kendimi ötekine iliştirmeye, ötekine uzanmaya çalışırım. Varlığımı altüst eden acıyı dindirmenin biricik yoludur bu. Bu mümkün olmuyor, ötekinin yanıtı yetersiz kalıyorsa bile, o acıyı ve mutlak acziyeti yine de başka bir şeye, bir ayrılık kaygısına örneğin ya da travmatik bir duruma (demek yine ötekiyle aramdaki bir şeye) dönüştür, dayanılmaz bedensel acı ve güçsüzlüğü neredeyse umursamayacağım bir zihin ve varolma biçimi yaratırım. Demek ötekiyle aramdaki ‘maddenin’ müştereken yontula yontula kıvam kazanması sayesinde, bu ortaklığı icat ederek ve üstlenerek, bu ortaklığa yaslanarak dünyadaki yerime ve kimliğime kavuşurum’’ cümleleri ile bahsettiğim bencillik ve üstünlük kurma hissiyatını perçinliyor. Varlığımızı altüst eden acıyı dindirmenin yolu olarak dayanışma kurulması düşünülüyorsa, fikrimce kapalı bir ortamda yapılacak meditasyonlar eşliğinde okuyup yazarak, varoluşa dair monologlarla bu süreci geçirmek, kâinat ve diğer canlılar için daha hayırlı olacaktır. Böylelikle, “ötekine ilişkin kurduğum hayal ve fantezilerin çokluğu” diğer canlılardan uzakta, onları kullanmadan ve onlara zarar vermeden, bencil emellerime alet etmeden başka bir haletiruhiyeye evirilebilecektir. ‘’Demek, bu hikâyenin diğer versiyonuna, yani çaresiz ve bağımlı durumdayken, dışımızda olana ilişkin hiçbir kontrol ve tasarrufta bulunamıyorken ötekilerin korkunç güç ve insafına/merhametine tabi olduğumuz, bu iktidar durumuna nefret ve kızgınlıkla tepki verdiğimiz, nefretin neredeyse doğal bir tepki olarak hep orada olduğu tezine fazla prim vermemeliyiz,’’ diyor Özmen. Üzgünüm, dayanışma ruhunun hayırseverlik vasfından çıkamaması durumunda, sizi bekleyen intikam ve nefret duygularıdır. Bu bir “eşitlik hikâyesi” değil, olsa olsa “eşitlik mücadelesi”dir.

Bu mücadelede, Özmen’in yazdığı üzere, ‘’şükran ve sevinç duygularıyla, coşkuyla ve nefesimiz kesilerek içimiz içimize sığmaz olur’’ ifadesi, maalesef gerçeklikle bağdaşmıyor. Dayanıştığınız birine karşı gösterilen haksız tavırların ve onların bu kâinatta sizlerle birlikte fakat eşitsiz koşullarda yaşıyor oluşlarının idraki, şükran ve sevinç duygularıyla, coşkuyla şaha kalkmamızı, kendi etrafımızda dans etmemizi değil, dayanışarak, yoldaşlarla, emekçilerle daha iyiye, erdemliye doğru mücadele etmeyi getirir. Aç ve evi olmayan, doğduğu topraklardan atılmış bir bebek ile dayanıştığınızda, içinizin şükran ve sevinç duyguları ile dolduğunu mu düşünüyorsunuz? Aksine kendinizden nefret edersiniz; bu adaletsiz durumu sizin değil, küçücük bir bebeğin yaşadığına tanık olduğunuzda, dayanışmanızın ne kadar yetersiz olduğunu düşünür, hak, adalet sisteminin değişmesi için yapılması gerekenlerin neresinden tutacağınızı belki de bilemediğiniz için, kendinizi aciz, bitkin hissedersiniz. Eğer bu mücadelede yalnız değilseniz, zaman kaybetmeden adaleti sağlayabilmek için eyleme geçersiniz.

Özmen’in, dayanışma ve empatinin önemine değindiği bu yazıyı önemli bulmak ile birlikte, içeriğinin gerçeklik ile bağdaşmadığını, yazıda ‘’dayanışma’’ olarak bahsi geçen eylemlerin, hayırseverlik faaliyetleri olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Yazıma, Cem Terzi’nin sözü ile başladım, yine o söz ile bitiriyorum.

‘’Dayanışma ezilenlerin nezaketidir.’’