Hayali Kürdistan’ın Dirilişi mi? Bağımsız Kürdistan Tartışmaları Üzerine

I.

Hepimizin başına geldiği gibi, çoğu zaman rüyalarımızı ya hatırlamayız ya da çok uzun bir kesitten küçük kesimler hayal meyal aklımızda kalır. Kürdistan fikri de bir nevi rüya gibidir; uyanılmış fakat az bir kısmı hatırlanan bir rüya. Bir çok bakımdan yaşanıp yaşanmadığı, gerçekçiliği ve kurgulanmış olması birbirinden ayrılmaz bir hafızaya sığınan bu rüya, bir anlatı devamlılığında nasıl anlatıldığına bağlı olarak bir zemine geçebilir.

1990’ların militan PKK dilinden oldukça etkilenmiş olduğu zamanlarda İsmail Beşikçi’nin ‘Hayali Kürdistan’ın Dirilişi’ (Aram yayınları, 1998) isimli bir kitabı yayımlanmıştı. Beşikçi, ez cümle, ‘Kürdistan eski Kürdistan değildir,’ zira PKK kurumsallaşmış ve bu nedenle de artık 15 Ağustos (1984) atılımından sonra top yekûn bir mücadele ile yeni bir sürece girilmişti demekteydi. Halbuki bu kitaptan bir kaç sene sonra, Abdullah Öcalan neredeyse bütün röportajlarında (örn. Mehmet Ali Birand ve Oral Çalışlar ile yaptığı ve kitap halinde yayımlananlar) Türkiye ile uzlaşmanın bütün yollarına hazır olduğunu belirtmekteydi.

Daha ilk başlardan Kürdistan’ın ‘hayali’ oluşu, territoryal anlamda ve siyaseten, yakın dönem Kürt tarihinde bölgesel olarak sınırların muğlaklığı ve aslında en babayiğit Kürt siyasetçiye ve milliyetçiye bile sorulsa cevap veremeyeceği bir soyut konu olmasından gelir. Nitekim Beşikçi’nin yukarıda belirtilen eski-yeni Kürdistanın da bile sıfatların altı dolu değildir. Yani ne eskinin tanımı ne de yeninin ne olduğunu belirtmemişti, sadece bazı Kürtlerin artık eskisi gibi olmayacağını bütün bir toprağa ismen veriyordu.

II.

Bugünkü Ortadoğu sınırlarının çizildiği 20.yy başlarından bugüne kadar, Kürdistan’ı mevcut ulus-devlet sınırları dışında daha geniş bir skalada gören tek kesim 1970’lerin Türkiye’deki Kürt gençleriydi. Kürdistanı beş parça halinde görüp, ‘birleşik ve bağımsız bir sosyalist Kürdistan’ kurulması fikri ve davası (her ne kadar o zamanlar için bu gençlerin ekseriyetinin hayatında görmediği bilmediği bir yere işaret etse de) ve Kürt tarihi çalışmalarında belirtilmese de aslında 1970’ler Kürt hareketinin başarısızlığındaki en büyük nedenlerden birisidir. Nitekim, sonradan görüleceği üzere bırakın büyük devletleri ve var olan ulus-devletleri ikna etmeyi, bu gençler başta Barzani ve Talabani olmak üzere Ortadoğu’daki diğer Kürt lider ve partilerini buna bir türlü ikna edemediler, ki kendileri de bunun iknayla bir ilgisi olmadığını çok sonra anlayacaktı.

Öyle ki, 1970’lerdeki Türkiye Kürt hareketi için Talabani genel olarak ‘çocukça çıkışlar ve hayaller’ olarak bakmaktaydı. Kendileri yirmi yıl önceden siyasete başladığı için siyasetin maddi gerçekliğini, Ortadoğu şartlarını daha reel deneyimlemişlerdi. KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) ilk kurulduğu 1940’larda bir seneden az yaşamış Mahabad Cumhuriyeti için çok önem teşkil etmişti. O zamandan bugüne kadar KDP’nin kesinkes değişmeyen bir özelliği varsa o da Kürdistan’a (kendi Kürdistanlarına) otonomi (Kürdistan’a otonomi, Irak’a demokrasi) istemeleridir. Burada bahsedilen Kürdistan da, bildiğimiz anlamda Kürtlerin yaşadığı coğrafya değildir: ulus-devlet sınırlarıyla bölünmüş mevcut ülkelerin her birindeki Kürt çoğunluğunun meskun olduğu yerlerden sadece Irak hakimiyetindeki bölgeyi işaret etmektedir.

Bugün de PKK’nin ve KDP’nin dolaysıyla kuzeydeki ve güneydeki Kürtlerin, Kürdistan derken ima ettikleri şey aynı değildir.  PKK, ‘yeni insan’ yaratma bağlamında aslında kendisine mekandan bağımsız bir mahal tahayyül etmekte ve böylece çok soyut ve ayağı ‘toprağa basmayan’ bir bölgeyi işaret etmektedir.Bu durum gözden kaçtığı zaman bütün tarihsellik ve anlam da kaymış olur. O yüzden bu farklılığın göz önünde bulundurulması gerekir.

Genel olarak, ama özellikle Türkiye’deki Kürtler arasında, sanki PKK hareketi Kürdistan fikrine tamamen karşıymış da bir tek Barzani hareketi Kürdistan tavrından ödün vermemiş şeklinde bir anlayış var. Halbuki tarihsel olarak bu, yanlış bir çıkarımdır. PKK 1990’larda, belki de gerçekle yüzleşmek zorunda kaldıktan sonra, tedrici olarak bu fikirden ayrılırken, yukarıda değindiğim gibi bağımsız bir Kürdistan fikri (bütün Kürt coğrafyası bağlamında) onlar için ayağı yere basan bir mefhumdan ziyade idealist bir konumdayken, diğer ülkelerdeki oluşumların hiç bir zaman bir amacı olmamıştır.

III.

Barzani hareketinin gerek Iran ve gerekse Türkiye’deki Kürt hareketlerine sadece pragmatik yaklaştığı ve 1980’lerde Talabani’nin KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) peşmergeleri ile Kassımlo’nun IKDP( Iran Kürdistan Demokrat Partisi) peşmergelerini öldürüp Iranla işbirliği yaptığı, 1990’larda Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi kişilerin arabuluculuğuyla PKK gerillasına karşı hareket ettiği bilinmektedir. Aynı şekilde PKK ve KYB de farklı zamanlarda KDP’le benzer ilişki kurmuştur.

1990’ların artık Irak Kürtleri arasında bir birlikteliği zaruri kılması, buradaki ABD’nin etkisi, aşamalı olarak 2003 Irak işgali sonrasında daha bütünleşik bir izlenim verdi. Mesut Barzani’nin en küçük bir gazete taramasında bile karşımıza çıkan sayısız ‘Kürdistan ilan yılı’ söylemi, PKK’nin tam 30 yıldır aralıksız bir şekilde özellikle her kampanya döneminde ‘zafer yılı!’ olacağını belirtiği tarzda bir siyasi söylemle aynıdır. Nitekim, Kürdistan Amed’i, Mardin’i, Van’ı ve diğer Türkiye sınırları içerisindeki Kürt illerini ve 25 milyon Kürdü ve rojava ve rojhilat diye bilinen Suriye ve İran tarafını içermeyecek bir şeyse, yahut Kürdistan bir tek Irak ulus-devletinin sınırları arasında kalan çok küçük bir kısımsa o zaman ‘bağımsız Kürdistan’ fikrini benimsediklerini, bağımsızlığı tartıştığımız şeklindeki çıkarımlar sadece büyük bir yanılsama olur.

Bu bağlamda bağımsız bir Kürdistan veya hayali bir Kürdistan’ın dirilişi söz konusu değildir ve KDP ve PKK’nin mevcudiyeti boyunca da olmayacak gibi görünmektedir.O çok popüler tanımıyla, Irak’taki gelişmeler neyle sonuçlanırsa sonuçlansın ‘devletsiz ulus’ olmaya devam edeceklerdir. Bugün karşımıza çıkan Irak’ta Saddam sonrası iktidarın halen paylaşılamamış olmasıdır. IŞID ve yerel uzantılarının Musul’da Sünni kesimin siyasi talebini kendi İslami ideolojileriyle yürütmeleri bu açından Kürtler, Sünniler ve Şiiler şeklinde kabaca dağılmış olan siyasi iktidarın, taraflarının ne yapacağı söz konusudur. IŞID elindeki siyasi güçle bütün Müslümanların biat etmesi gerektiğini iddia ettiği ‘hilafeti’ kurarken, Kürtler de bağımsız Kürdistan için sandıklara gitme tarihini tartışmaktadır, merkezi hükümet ve Maliki de önceki iki gruba ne bir yaptırım uygulayabilmekte ne de onları ciddiye almaktadır.

IV.

Tarihsel faktörler ve gelişmeler göz önünde bulundurularak, mevcut konjonktür içerisinde varılan sonuçlar ve bu bağlamda Irak Kürdistanı için öngörülebilecek siyasi sonuçlar şöyle özetlenebilir.


1- Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Türkiye’nin bölgesel siyaseti ve tutumu dışında bir oluşuma gidemez. Türkiye’nin tutumu içeride PKK ile yürütülen müzakereleri hesaba katan fakat bölgesel anlamda tıpkı Suriye ve Mısırdaki gibi bir etki alanını daha kaybetmek istemeyecektir, bu nedenle bağımsız bir Kürdistan her ne kadar özellikle enerji ve inşaat alanlarında Türkiye lehine görünse de Ankara’dan çok tehlikeli bir başlangıç olarak da görülme ihtimali yüksektir

2- ABD, her ne kadar Irak’ın bütünlüğünü savunuyor şeklinde açıklamalar yapsa da, bölgede zaten üst safhada olan gerilim ve meşruiyet krizi göz önüne alındığında, kafası karışık bir tutum sergilemektedir. Nihayetinde bölgedeki diğer ittifaklarını, Mısır, İsrail vs, göz önüne almadan karar vermeyecektir

3- İran, daha yeni başladığı nükleer müzakereler de hatırlandığında, Batı ile ilişkilerini de hesaba katarak doğrudan bir yaptırıma gitmese de Kürdistan geleceğinde Türkiye’den sonraki en önemli aktördür, tutumu ise net bir şekilde bağımsızlık karşıtıdır.

4- Irak Kürdistanı’ndaki Kürt hareketi ve temsiliyeti 1960’ların ve 70’lerin çok dışında bir yön çizmektedir. Mulla Mustafa Barzani şahsında Barzani ailesi sembolik temsili devam ediyor da, son seçimlerde de göründü ki Goran hareketi ve KYB çok önemli bir gücü (iki oluşumun toplam oy ve sandalye oranı KDP’ninkinden çok daha fazladır) elinde tutmaktadır.

5- Bu açıdan, çok büyük acılar çekmiş olan halkın (50 yıllık peşmerge savaşı unutulmamalıdır) son 10 yıldaki rahatlığı bırakıp tekrar savaşmaya (çünkü bağımsızlık öyle ilan edilmeye oldu bittiye gelecek bir durum değil) yanaşıp yanaşmayacaklarının yanı sıra Barzani ailesi dışındaki oluşumların da ne dediği hayli bir öneme ve yaptırıma sahiptir.

6- Bütün içerisinde okunduğunda, Kürdistan’ın hukuki şekilde oluşması ancak siyaseten ‘bağımlı bir Kürdistan’ şeklinde cevap bulmaktadır, bu da 2003 yılından beri devam eden Türkiye’ye bağımlı bir Kürdistan olabilecektir.Ama yine de hatırlanmalıdır ki bölgesel konularda Türkiye’nin belirleyiciliği neredeyse yoktur. Bütün her şeye rağmen, bu bile Kürtlerin Ortadoğu’daki kazanımları için azımsanmayacak mahiyette bir öneme sahiptir.