Kutsalı Avlamak: Dağ Keçileri

Munzur Suyu Kenarında Oynayacak Olan Ronya’ya.

Dağ keçilerini bundan üç dört sene önce Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde bulunan ve aynı zamanda Dersim’e yakın olan bir ılıcadayken görmüştüm. O dik dağların taşlı yamaçlarından aşağı inip dibimize kadar gelmeye cesaret edip su içmişlerdi. Bu kadar yakına gelip su içmeleri ve kimsenin karışmaması dikkatimi çekmişti. Meğerse bunun sebebi hayvanların kutsal olarak görülmeleriymiş. Bu doğrultuda burada bir hiyerofoni olan dağ keçilerinin kutsallığına değineceğim. Malumunuz bu son günlerde dağ keçilerinin avlanmasına ilişkin olarak bir ihale gündeme geldi. Bu ihalede Dersim’in Aliboğazı ve Salördek bölgesinde 5, Darıkent ve Gökçek bölgesinde 5, Büyükyurt ve Çıralı bölgesinde 5 ve Derindere ile Kocatepe bölgesinde 2 olmak üzere toplamda 17 dağ keçisinin katledilmesi planlanıyordu. Sonrasında tepkiler üzerine ihalenin iptali gerçekleşti. Gerçi iptaline ilişkin yayımlanan metinde “hazırlanacak rapor doğrultusunda hareket edileceği” belirtilmiş. Ama umarım hiç açılmayacak üzere kapanmıştır.

Dağ keçileri gizemli yaşam şekillerinden dolayı ilk çağlardan bu yana pek çok halkın kültür ve inancında yer almıştır. İnsanoğlunun inancına, sanatına, edebiyatına yansıyan dağ keçileri ile ilgili inanışlar, mitolojik dönemlere kadar uzanmaktadır.

Yunan mitolojisinde küçükbaş hayvanların koruyucusu Pan, keçi ayaklı ve keçi kafalıdır. Roma mitolojisinde ise sürülerin koruyucusu, Faunus kabul edilmektedir. Roma dininin bilinen en eski Tanrılarından biri olan Faunus, iyilik eden, lütuf gösteren anlamına gelmektedir. Yunan mitolojisinde olduğu gibi Faunus da keçi ayaklı, sakallı olarak dağlarda yaşamakta ve sürüleri korumaktadır. Mitolojik devirlerde Pan ve Faunus’a yüklenen anlamlar neticesinde keçinin ilkel insanın muhayyilesinde tanrısal bir konumda olduğunu anlıyoruz. İskandinav mitolojisinde Thor’un arabasını iki erkek keçi çeker. Bu keçilerin çektiği arabanın çıkardığı ses, insanlara gök gürültüsü olarak gelir. Bu iki keçinin kemikleri hiç bitmeyecek bir et kaynağıdır. Mitolojik devirlerde tanrısal bir varlık olarak görülen keçinin aynı zamanda sonsuz bereket, bolluk kaynağı olarak kabul edildiğini söyleyebiliriz. Kırgızlarda pir olarak kabul edilen “Çıçan Ata”, keçilerin hamisi olarak bilinmektedir. Bu durum, mitolojik devirlerden beri var olan ve günümüzde Anadolu’da da devam eden dağ keçilerinin sahipli olduğu anlayışının nerdeyse evrensel bir anlayış olduğunu göstermektedir.

Dağ keçilerine ilişkin inanışların en yoğun olduğu bölgelerin başında Dersim gelmektedir. Burada dağ keçisi Kürtçe “pezkovi (kospez)” olarak adlandırılmakta ve bunlar tılsımlı canlılar olarak kabul edilmektedir.

Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi’ne (Bern Sözleşmesi) göre bölgede bulunan çengel boynuzlu dağ keçileri ve Bezuvarlar nesli yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ve kesin olarak koruma altına alınması gereken hayvan (fauna) türleri olarak belirlenmiştir. Bu da “izinsiz avlanmalarının” yasak olduğunu göstermektedir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı 2011’de dağ keçilerinin sayılarını belirlemek için bir envanter çalışması gerçekleştirmişti. Fakat bunu memleketteki “iştahı” geniş avcılar için yayımlamadılar. Ama bu avcılar “av turizmi” kapsamında avlanabilirler, tabii öyle rasgele her dağ keçisini avlayamıyorlar. Hayvanın sekiz yaşından büyük, verimden düşmüş ve erkek olması gerekmektedir. Aksi durumda 12 bin TL cezai işlem uygulanıyor. Araştırmalarıma göre Dersim’de bu özellikleri taşıyan dağ keçisi onu geçmiyor. Zaten av için bölgeye gidenler de genellikle bölge dışından ve yurtdışından. Bölgede yaşayan halk için bu hayvan kutsal olarak görüldüğünden avlanmamaktadır.

Öncelikle kutsal kavramına değinecek olursam; kutsal kavramı dinlerin temel kavramlarından biridir. Dinleri etraflıca anlamanın yolunun kutsaldan geçtiği belirtilir. Ama bu çok kabul edilebilir nitelikte değildir. Örneğin Durkheim dini toplumsalla alakalı olarak görürken, Jung bunu ruhla ilişkilendirir. Bunların yanı sıra Eliade ise dinleri “kutsal” kavramıyla açıklamaya çalışmıştır. Çünkü ona göre din kutsalla alakalıdır. Ona göre kutsal, ebedi ve etkin olmakla beraber gerçek varlık ve güce sahiptir. Kutsal her biçimde, hatta en garip biçimlerde bile kendini ortaya koyabilir.

Modern insan dindar insanın aksine, insani olan dışında herhangi bir şeyi kabul etmemektedir. Modern insan, dindar insanın kutsalın tezahürü olarak algıladığı şeylere bir anlam yüklememektedir. İnanan insan için ise evrendeki her şeyde bir kutsallık veya kutsalı açığa çıkarma potansiyeli vardır. Eliade[1], bütünüyle kutsal-dışı bir dünyada yaşadığını iddia eden günümüz insanlarının bile hâlâ farkında olmaksızın kutsalın belleğinden beslenmekte olduğunu söylemektedir. Çünkü “kutsal”, bilincin tarihinde bir evre değil; insan bilincinin içkin bir unsurudur.

Eliade, kutsalın nesneler, mitler veya simgeler gibi belirli şeyler aracılığıyla tezahür edeceğini ve asla kendisini olduğu gibi doğrudan ortaya koymayacağını belirtmiştir. Kutsalın ortaya çıkışını ifade etmek için de “hiyerofani” (hiero: kutsal, phanein: göstermek) terimini önermiştir. Hiyerofaniler çoğunlukla mitoslarda kendilerini gösterdikleri için Eliade mitoslara gerçeklik ve önem atfetmiştir. Eliade için ilkel-gelişmiş ayrımı gözetmeksizin tüm dinlerin tarihi hiyerofanilerin birikiminden ibarettir. Kutsalın tezahürü olarak kabul edilen nesne veya canlı artık sıradan bir şey olmaktan çıkar ve nitelik değiştirerek âdeta yeni bir boyut kazandığı söyleyebilir. Pek tabii tüm bunlar inananın zihninde gerçekleşen içkin şeylerdir.

Yeniden dağ keçilerine dönecek olursam. Kutsallık meselesi bağlamında Dersim bölgesinde yaşayan Aleviler için bu dağ keçisi kutsalın tezahürüdür. Dersim Alevilerine göre can, ruh ve beden birbirinden tamamen razı olduğunda insan ölümsüz olabilir ve zamanın ötesine geçebilir. Bundandır ki bölgedeki ziyaretlerin tümü zamanın ötesine geçmiş insanların mekânı olarak kabul edilir. Ve bu inanışa göre ölümsüzlüğü yakalayıp zamanın ötesine geçmiş olan, evliyaların, ermişlerin kartal, at, dağ keçisi gibi hayvanları olabilir. İşte bu hayvanların o zamanın ötesine geçmiş insanların koruması altında olduğuna inanılır. Onun için Dersim’de yaşayan halk dağ keçilerinin kutsallığını nitelemek ve korumak için “Hızırın, Derviş Cemal’in, Şeyh Ahmet Dede’nin, Düzgün Baba’nın, Ana Fatma’nın davarları” demişlerdir. Velev ki bölge halkından biri dağ keçilerinden birini öldürdüğünde, kutsala dokunduğu için günah işlemiştir, ceme alınmaz, günahından tövbe etmeyene kadar da dede elini öptürmez, hatta yanına bile almaz. O kişinin kendi hayatından bir hayır göremeyeceği ve çocuklarını kaybedeceğine inanılır. Bu kişiye toplum sırt çevirir, konuşmazmış ve onu “düşkün” ilan edermiş. Düşkünlük, Alevi inancında küçümsenme ve dışlanma anlamına gelir. Düşkün ilan edilen kişiye ailesi, musahibi, akrabaları, komşuları, arkadaşları sahip çıkmaz. Kimse bunlara selam vermez; bunlar ile alışveriş yapılmaz. Burada kutsala dokunmanın, ona zarar vermenin toplumsal bir dışlanmayla cezalandırıldığını görüyoruz. Çünkü kutsal olan dokunulmazdır.

Dersim’de sadece dağ keçileri değil, ikrarlı olduğundan su kenarında ceme duran su samuru, semah döndüğüne inanıldığı için turnalar, Kerbela Çölü’nde kumların arasından çıktığına inanıldığı için alabalık ve daha nicesi kutsal sayılmaktadır. Yazıya bir temennide bulunarak son vermek istiyorum. Umarım yakın zamanda bölge halkı için kutsallığı olan canlılar tescillenir ve bölge tamamen av için yasaklanır. Aksi durumda başka bir zamanda av ihaleleri tekrar çıkacaktır.

Ayibo! Zilmo! Cinayeto!


[1] Eliade, Mircea, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2003.


Fotoğraflar: Malik Kaya