Issız ve Gaddar Adamlar

Issız ve gaddar adamlar, çok farklı görünseler de müşterek özellikleri çoktur. Issız ve gaddar kadınlar da vardır ama genelde erkek oldukları rahatlıkla söylenebilir. Buradaki ıssızlık kendi hayatına dahil olan herhangi bir varlığa kayıtsızlık; gaddarlık ise aynı varlığa fazla sahip çıkmak gibi anlaşılabilir. Ama şiddete meyilli herkesi buradaki anlamıyla gaddar gibi nitelemek kafa karıştırıcı olabilir. Örneğin seri katillerin daha çok ıssız adamlara benzedikleri söylenebilir. Issızlık veya gaddarlık, aşağıda kısaca tarif ettiğimiz gibi, psikanalizde nesne ilişkileri yaklaşımı içerisinde anlam kazanan iki aşırı tiplemedir. Onların en temel ortaklıkları, bir başkasına, özellikle de diğer cinse zarar veren ilişkiler kurmalarıdır. Fakat birbirine karşıt sayılan her varlık gibi çokça benzer tarafları da vardır.

Bir başkasına ıssız adam gibi kayıtsız kalan veya onu ölümüne sahiplenen gaddar adamlar, hayatlarını paylaşanlarla sorunlu ilişkiler kurarlar. Gaddar adamda, "ya benimsin ya da kara toprağın" deyişinde olduğu gibi bu sahiplik, eğer nesne tümüyle kendi yörüngesinden çıkmışsa veya onun kendisinin kalacağı umudunu yitirmişse nesnesine uyguladığı şiddet katletmeye kadar varabilir. Issız veya gaddar adamlar, sadece kadınlarla değil, dostları, ailesi veya yoldan geçen bir diğer canlıyla da aynı alakayı sürdürebilirler. Ya ıssız adam gibi o şeyden benliğini kesip ayırır, araya kendini güvenceye almaya dönük geniş mesafeler bırakır ya da gaddarın yaptığı gibi diğerini kendisine kimi zaman zorla yapıştırır; onu bedensel veya ruhsal dünyasının devamı yapar; diğerinin özerk bir varlık gibi hareket etmesine uygun bir aralık bırakmaz. Nesnesi gözü önünden ayrılmasın, kendi vesayeti altında gidip gelsin ister. Issız adamsa tesadüf ettiği ve hayatına karışmak üzere olanı sahiplenmekten korkar ve çoğu zaman bilinçdışı bir meyille kendisinden uzak tutar.

Yalnız başına kalmaları, nesnesiz hayat sürmeleri çoğu zaman daha hayırlı olabilen bu aşırı tiplemelerden ıssız olan herhangi bir nesne hayatına dahil olduğunda, gaddarsa nesne kaybında, içerikleri farklı olsa da eşbiçimli korku veya dehşet duyguları içine girerler. Türk filmlerinden örneklemek gerekirse, doğal olarak Issız Adam'da Alper'in Ada ile yaşadıkları ilkini; Gönül Yarası’ında Halil'in Dünya ile bağlantısı da ikincisini örnekler gibi görünür. Bu iki film ıssızlık gibi bir semptomun kentli orta ve üst sınıfın, diğerininse kırsal ve alt sınıf dünyanın halleri olduğu kanısını da yaratır. Sürekli ayrıcalıklı, müstesna bir canlı olduğunu duyan çocuk ile kalabalıklar içerisinde kendi ayrımlarını, kenar ve köşelerini bilme imkânına kavuşmamış bir başkasının nesnelerle ilişki biçimleridir. İlkinin sebep olduğu hasarın sebebi zihinsel ve bedensel sınırlarının çok belli olması, isteklerinin fazla farkında olması, kendi üzerinde ayrıntılı çalışmış olması gibi görünürken; ikincisinin erken dönem hayatındaki nesne kalabalığı ortasında kendilik şuurunun oluşmamış olması sayılabilir. Birisi kendisiyle yakın bağlar kurmaya aday nesnelerden kurtularak diğeri ise her bulduğunu etrafında biriktirerek varlığını bütünler sanki.

Psikanalizde “nesne ilişkileri” adı verilen ve ilişkisel olanı önemseyen her kuram gibi oldukça inandırıcı bir yaklaşım içinden bu iki tiplemenin farkları yanında ortak yönlerini de yorumlamak mümkündür. Ama başlangıç olarak her ikisinin de ruhsal yapılanmalarını borçlu oldukları nesneler ile doğru dürüst ilişki kuramadıklarını kestirmeden söyleyebiliriz. Burada sözü edilen nesne sadece başka cinsten bir varlık değildir; soyut veya somut çok değişik biçimlere ve içeriklere kavuşabilir. Maddi ya da bedensel nesneler olabileceği gibi, bir fikir, duygu, işlev de olabilir. Nesneyle olağan olmayan şekillerde ilişki kuran kişi eğer ıssız adam türünden bir ruhsal aygıta sahipse, kendi ben'ini takıntılı şekilde sakınır, yakınlaşan nesneden korkmaya veya iğrenmeye başlayabilir. Eğer nesnelerle ilişki kuran gaddar adam sınıfından ise, her sahip olduğunu kendi benliğinin uzantısı, ayrılmaz parçası yapmak ister. Onu arkasında bıraksa da kendisinin olmaya devam etmesini ister; terk etse, boşansa bile. En azından kendisini hiç unutmasın, varlığı tüm yaşamı boyunca ona musallat olsun ister. Bu bitişmeyi güvenceye almak için çok çeşitli şiddet türlerine başvurabilir. Eğer nesne yörüngesinden çıkarsa o şeyi yok etmeyi göze alabilir.

Edilgen nesneler için bu durum daha kolay olsa da, iradesi ve şuuru olan bir nesneyi bu şekilde sürekli kendisine bitişik tutması zordur. Sözgelimi kendi malı saydığı kadın kararlı bir şekilde ayrılığı telaffuz ederse şiddet gösterileri onu yok etmeye kadar uzanabilir. Bir çeşit beden parçası, uzantısı saydığı ve vesayeti altında gördüğü kadının ayrılığını uzuvlarından birinin kopması gibi tecrübe edebilir. Bazı gaddarların işledikleri cürmü sonradan savunurken nefsi müdafaa gibi tarif ettikleri de fark edilebilir. Kendisinden ayrılan kadın sanki onun etinden bir parça koparıp gitmiş ve o da kendisini savunmuş gibi, muhtevasına gerçekten inandığı bir ifadeye başvurabilir. Bazıları bu müstesna parçayı yok ettikten sonra, Dünya’sını kaybeden Halil gibi kendilerini öldürebilirler. Çünkü yaşamsal organlarını kaybetmiş sayar kendisini. Sahiplendiği nesneyi yok etmesi onun da beden ve ruh bütünlüğünü bozmuştur zaten.

Diğer uçtaki ıssız adamdaysa nesne kayıpları kayıtsız bir şekilde karşılanabilir. Hatta ortadan kaybolsun, arzusu tekrar başıboş kalsın diye nesnesini teşvik de edebilir. Eğer nesnesinde kalma yönünde bir ısrar olursa, kendisi ortadan kaybolabilir. Hayatına dahil olmuş bir nesnenin ben'inin sınırlarını belirsizleştirmesi onda da başka türden bir tehdit gibi deneyimlenir. Gaddarın kendi varlığını büyütme, beyni ve kalbiyle odağında olduğu bedensel ve ruhsal yapısını nesnelerle doldurma arzusuna karşılık, ıssız adam her tür ilişkinin arasında seçik, hatları belli bir varlık olarak kalmak ister. Kendisini, iç dünyasını herkesten kıskanan bu adamla nesnesini gözlerden uzak tutan diğeri arasında bir başka ortaklık da iç veya dış nesnelerini takıntılı şekillerde sakınmalarıdır. Issız olanın daha çok soyut, görünür şeylere tercüme edilemeyecek iç nesneleri varken, diğerinin nesneleri daha maddi ve bedensel nitelikte olur; neye sahip olduğu, neyle ilişki kurduğu dışarıdan bakınca anlaşılır.

Psikanalizin temel öğretilerinden birisi de katı neden sonuç ilişkileri kurmamaktır. Ruhsal gelişim çoğu zaman kayıp bir nedensellik arkasında saklanarak şekillenir. Bir çocuğu büyüten anne ve babası da zamanla onun neden öyle veya böyle olduğunu bilmez çoğu zaman. Ama yine de nedenleri ve sonuçları bir göreceliliğe de terk etmemelidir; semptomlardan nedenlere doğru ilerleme çabasını göstermelidir. Örneğin yukarıda gönderme yaptığımız filmlerde, birlikte oldukları kadınlarla doğru ilişki kuramayan Alper ya da Halil gibi adamların başlarına kendilerine benzer başka adamlarla muhtemelen benzer hadiseler gelmiştir diyebilmelidir. Dünya ve Ada'nın yaşadıkları kıyas kabul etmese de, her ikisi de değişik şekillerde başkası ile hangi mesafede duracağını bilemeyen adamlara maruz kalırlar. Nesnesi çok uzakta veya çok yakında olsun isteyen bu iki tipleme, farklı türden ölümlere neden olurlar. Issız denilen özne, başkasını öldürmese bile diğerinin ölümüne göz yumabilir. Kendi iç nesneleri dışında diğer var olanlara derinden özen göstermez. Nesnelerdeki özneliğin açığa çıkmasına izin vermez.

Hayat, cinsler, sınıflar veya türler arası ilişkiler aksayarak da olsa hâlâ devam ediyorsa eğer, bu durumu bu adamlardan farklı şekillerde nesne ilişkileri kuran öznelere borçlu olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Özne/nesnelerin doğru mesafeler içerisinde yer tutmaları onları hem ortak hem de ferdi varoluşlarını sürdürmelerini sağlar. Kendisine bakanlardan doğru uzaklıkta ve güven içinde olan bir çocuk kendisine hem içeriden hem de dışarıdan bazı nesneler bulabilir veya yaratabilir. Kimsenin diğerini rehin almadığı, kendindeki öznellik payını da duyabileceği ilişkiler böyle bir aralıkta biçimlenir.

Nesne ilişkileri yaklaşımının yaratıcısı Melanie Klein, her yeni doğan insanın kendi ilksel nesnesiyle kurduğu ilişkiyi sonradan türlü mecazlar, metaforlar içinden tekrarladığını dile getirir. Bu ilk nesne genellikle anne memesidir. Anne ve memesiyle bebeğin kurduğu ilişki "şükran" veya "haset" dolu olabilir. Örneğin müstakbel ıssız adamın memeye biraz kayıtsız, diğerinin ise fazlaca yapışık olduğu ve kimi zaman da hasetle zarar vermek istediği söylenebilir. İlki kendi parçası saymaktan vazgeçtiği memeden erkenden kurtulmak isterken, diğeri meme tümüyle kendi uzantısı olsun ister. Arada bir kendisini bırakıp babanın yanına giden memelere hınç duygusuyla hasar da verebilir; hep ağzı içinde olsun ister sözgelimi. Sonradan sahip olduğu tüm nesnelere mecazi yollardan aynı bağlantıyı sürdürmeye çalışır.

Ama ıssız adam olmaya aday çocuktaki kayıtsızlık duygusu, şükran ve haset dışında erken zamanlarda gelişen üçüncü bir duygu hali gibi anlaşılabilir. Bebeğin bünyevi yapısından ya da memeye ihtiyaç duyduğunda annenin geç yanıt vermesinden, çocuk erkenden memeyi simgesel olarak ikame edecek fanteziler içerisine girer. Türlü düşünce ve düşlemler yardımıyla, ihtiyaçlarını geç karşılayan, kendisiyle eşduyum oluşturmayan annesinin yarattığı yoksunluğa karşı telafi yolları arar. Kendine yetmeyi, benliğinden ve iç nesnelerinden başka bir şeye güvenmemeyi çok erkenden öğrenmeye çalışır.

Bir başka nesne ilişkileri kuramcısı Donald W. Winnicott'un ifadesiyle, "yeterince iyi bir anne"nin bakımı ve yarattığı "güvenli alan" içerisinde büyüyen çocuğun nesnelerle doğru mesafede durması mümkün görünür. Yeterince iyi bir anne, çocuğa ne aşırı ihtimam gösteren ne de ona kayıtsız bir bakım sorumlusudur. Çocuğun hem içine düştüğü hüsran duygusuna yönelik tahammül geliştirmesini hem de dışarıdaki nesnelerden umudunu kesmemesini sağlar. Bu sayede bebeğin, hem içeride hem de dışarıda bazı nesneler bulması kolaylaşır; içerisi ve dışarısı arasındaki geçişlilik içinde türlü duygular ve düşünceler geliştirebilir.

Issız ve gaddar gibi iki tiplemenin patolojileri, genellikle kadınlarla olan ilişkileri üzerinden anlaşılır olsa da, somut veya soyut birçok nesneyle benzer bağlantılar içerisine girebilirler. Örneğin nesnesine hem aşırı düşkün hem de haset duyan çocuk büyüdükçe tuttuğu takıma, ideolojisine veya gündelik konularda basit bir kanaatine fanatikçe tutunabilir. Mesafesiz taraftarlığı nedeniyle nesnesinin başarısız olmasına tahammül gösteremez. Fikri çürütülünce, ideolojisi eleştirilince veya tuttuğu takım kaybedince akıl dışı ve oransız tepkiler ortaya koyabilir. Diğer yandan ıssız adamın buna benzer tutkulu ülküleri pek yoktur. En belirgin ideali kendisi ve arzuları etrafında biçimlenen bir yaşam şekli, dünya görüşüdür; nesnesine kavuştuğu anda hemen dışarı atan, serbest bırakan, usanan, değersiz sayan bir yapısı vardır.

Dünyayı ıssızlaştıran veya ısrarıyla yaşanmaz kılan, hayatı çekilmez hale getiren bu iki insan türünden gaddar olanın eylemleri daha görünür olsa da, ıssız adamınkiler basit bazı ithamlarla geçiştirilir; kendine dönük, bencil gibi sıfatlarla kurtulur. Hatta onun bir zaman sonra kaçan ve kovalanan taraf olması bazen övgüye değer bile bulunur. Nesnesiyle bağ kurarken ıssız olanın fazla kaçması, gaddarın da fazla sahiplenici olması, ilk aşamalarda cazibeli, karizmatik gibi de tasvir edilebilir. Fakat her iki tiplemenin de, nesne ilişkileri yaklaşımı gibi güçlü bir yorumbilgisi içinden bakıldığında, bir zamanlar anne ve memesiyle (veya bu ikisine benzeyen kökensel nesnelerle) kurdukları bilinçdışı ilişkiyi sonradan çok farklı alanlarda, türlü dramlar, yeni dekorlar ve kadrolar arasında tekrar ettikleri kolayca fark edilebilir.