V for Vendetta - Sonsuza Kadar Özgürlük

Birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz şu günlerde...

V for Vendetta, gelecekteki İngiltere'de geçiyor. Terör, savaş ve bir virüsün pandemim halinde tüm ülkeyi vurmasıyla kaybedilen 100 bin insanın akabinde felaketin ortasında kalmış insanlar, bütün halkların yapabileceği bir şeyi yapıyorlar: güvenlik arıyorlar. Şunu çok net olarak biliyoruz ki; güvenlik ihtiyacı böyle afet durumlarında toplumları totaliter partilere oy vermeye itebilir. Nitekim güvenlik ihtiyacı tartışmasız şekilde bütün toplumsal yapıların temelindedir ve görüyoruz ki afet hallerinde bireyler güvenlik vurgusunu öne çıkartan partilere eğilim göstermektedir. İşte 1. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da Nazilerin, İtalya'da faşistlerin iktidara gelmesinin arkasında savaş ve ondan sonra gelen ekonomik krizin önemli bir neden teşkil ettiğini kimse reddedemiyor. Ülkemiz tarihi de bunun örneklerine sahip; örneğin 80 darbesinden önce oluşan "anarşi" durumu askeri darbenin yapılmasıyla anayasanın lağvedilmesinin meşruiyet kaynaklarından bir tanesi olmuştur.

"Birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olunan bu günlerde" gelecek İngiltere'si de reyini bu yönde kullanıyor. Muhafazakâr Parti üyesi ve eski Savunma Bakanı olan Adam Sutter (John Hurt), güvenlik ve birlik vaat ederek atıldığı politika sahnede afet döneminin etkisiyle iktidara geliyor. Ancak güvenlik ve birlik her dönemde tehlikeli sloganlardır. Güvenlik ve birliği sağlamak, güvenli ve birliğe dahil biri olduğunu herkesin ispatlaması gerektiği inancıyla mümkün olursa, o zaman toplumu oluşturan en temel değerlerin kaybolduğunu görürüz. Bu durumda herkesin kendisini iktidara ispatlamak için "doğru" kabul edilen ortalama değerlere yakınsar ve bu çabayı sarf etmeyenler "tehdit" olarak algılandığında ortaya çıkan yegâne sonuç baskıdır. Baskı ise farklılıkları, çok kültürlülüğü, demokrasi ve hürriyetleri yok eder. Örneğin, Nazi Almanyası'nda karşılaşılan durum budur. İnsanlar ne kadar "aryan" olduğunu ispatlamak için adeta sıraya girmişlerdir. Ödedikleri bedel ise kendileri olamamaktır ve insanların kendileri olamadıkları, yalnızca genele uygun olanların hayatta kalabildiği bir yerde ise özgürlük yoktur. Gelecek İngiltere'sinde de yok olmuştur. İşte böyle bir zamanda kimliği belirsiz bir adam -V- sahnenin önüne yüzünde maskeyle çıkar ve bu çirkin vodvilde büründüğü rol ile bağırır "Bu ülkede kötü giden bir şeyler var!"

İnsanlar Devletlerinden Korkmamalı

"Danimarka'da bir şeyler çürümüş." Hamlet'in can alıcı repliklerinden bir tanesi ve bu sözü andırıyor. Peki, çürüme kendisini neyle gösterir? Bu sorunun birden fazla yanıtı var ancak bu duruma uygunu şu: Bir toplumda çoğunluğun değerleri birlik için tartışmasız temel unsur olarak sayılıyor ve bu değerlere sahip olmayanlar toplum için bir tehdit olarak algılanıyorsa orada çürüme vardır. Çünkü bir toplumu oluşturan değerlerin, ırk, din veya kültür birliği olarak algılanması ve arkasından bu değerlere uygun olmayanların dışlanması temelde iki netice yaratır; birincisi ayrımcılık, ikincisi ise her bireyin ayrımcılığa ve hukuksuzluğa tâbi olmamak için iktidar önünde diz çökmesi. Bu, korkuya bağlı bir diz çöküştür. Evet, korku bireyleri birbirine bağlar ancak kimsenin gerçek bir güvenlik bulamadığı bir toplumsal yapı da yaratır. Açıkça şunu söyleyebiliriz, ortada birileri için adalet yoksa o zaman adalet kimse için yoktur.

V for Vendetta, böyle bir sahnede V'nin hürriyet ve adalet mücadelesini anlatan bir hikâye. Ancak şu soruyu bu ülkede yaşayan bizler de sormalıyız: Takvimlerdeki her günün son 80 senedir ancak ve yalnız birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz günü gösterdiği, sayısız dış ve iç düşmanla çevrelendiğimizin Milli Güvenlik derslerinden ve televizyonlardan bildirildiği, bütün dünyanın ülkemizi bölmek için sabah ve akşam durmaksızın çalıştığına inanılan bu topraklarda yaşayan bizler, güvenlik ihtiyacımız için neleri feda etmeyi göze alıyoruz? Bugün, güvenlik sorunları nedeniyle sonu gelmez bir hamasetin bodoslama insan aklına yerleştirildiği, insanların sadece farklı bir etnik kimlikten olmakla bir terör örgütü üyesi olduğunun savlanabildiği, "Burası Türkiye burada incil satamazsınız" gibi cümlelerle kimlik bulduğu şekliyle farklı dindeki insanlara karşı yapılan açık adaletsizliklerin "milletin çıkarları" gibi muğlâk ifadelerle meşruiyet kazanabildiği, darbe yapanların yargılanamadığı ve en temel demokratik haklarını kullanan insanların Trabzon'da, Erzincan'da, Sakarya'da toplu linç girişimlerine maruz kaldığı, daha da fecisi bu linç girişimlerinin "milletin meşru refleksi" olarak lanse edildiği bu ülkede yaşayan bizler, bu yollarla bir "güven" ortamı oluşturabilecek miyiz?

Bu sorunun cevabı nettir: hayır, oluşturamayacağız. V for Vendetta bize bunu gösteriyor. Ancak bizim tarihimiz de bunun örnekleriyle dolu. Gayrimüslimlerin potansiyel vatan haini sayılmalarından dolayı adaletsizliklere maruz kalmalarının ertesinde, "İslamcı" oldukları öne sürülenler de "vatan haini" damgalarıyla hukuksuzluğa maruz kalmadı mı? Daha yakın zaman öncesine kadar adaletsizliğe maruz kalmayan tek bir politik sınıf gösterilebilir mi? Türkiye hâlâ başörtüsü sorununu ancak "güvenlik paranoyası" içerisinde tartışabiliyorsa oluşan adaletsizliklere gözümüzü kapatacak mıyız? Değişen konjonktüre göre kim tarafından belirlendiği ve ne olduğu bilinemeyen, açık açık tartışılması da mümkün olmayan yüksek devlet çıkarları gereği, solcular, sağcılar, Müslümanlar, gayrimüslimler, Türkler, Kürtler ve daha birçok siyasi, etnik veya dinî unsur bu ülke cezaevlerini doldurmuştur ve cezaevlerini doldurması her zaman mahkeme eliyle bile olmamıştır –eğer Yassıada Mahkemeleri'ne mahkeme denebiliyorsa.

Böyle bir toplumda hepimizin güvenli ve huzurlu olduğunu söyleyemiyoruz çünkü değiliz. Filhakika, hepimiz farklı oranlarda adaletsizliklere ve hukuksuzluklara maruz kalıyoruz ve her durumda adaletsizlikleri onaylayan bir karşı kutup bulunabiliyor. Gözümüzü açıp bakmamız lazım, bu bizim bir korku toplumu içerisinde yaşadığımızı göstermektedir. Zira derin veya değil devlet her durumda arkasına alabileceği konjonkturel bir "vatanperver" ordusu bulabiliyor ve yaptığı adaletsizlikler bile bu yüzden meşru kabul ediliyor ise, hepimiz de buna bir gün maruz kalabileceğimizin ayırdındayız. Hatırlayalım, fikri iktidarda kendi cezaevinde olanların üstünden yalnızca 26 sene geçti ve bunu dahi "vatana hıyanet" korkusuyla söyleyemiyoruz. Her şeyin, her zaman, herkese söylenemediği ve bunun doğru olduğunun öğretildiği bir toplum ise korku toplumundan başka bir şeyle ifade edilemez. Dahası da var, bu fikrin kendisi de sakattır ve bu sakatlığı tespit etmek umut ışığı yakacaktır. Net çıkarım, ancak yerine göre konuşulabiliyorsa, o zaman bir konuşma hakkından bahsetmiyoruz demektir. Eğer adaletsizliklere hayır demek vatana hıyanet demekse, o zaman bu ülkede adalet bulunmuyor demektir ve eğer insanlar kendilerinden farklı olanlar için de özgürlük istemiyorlarsa o zaman bir özgürlük istemiyorlardır. Bu bizi tek bir sonuca götürür: Özgürlüğü istemeyenler, özgürlüğe sahip de olamayacaklar.

İşte böyle bir anda V for Vendetta'dan bir replik önümüzü açıyor: “İnsanlar devletlerinden korkmamalı, devletler insanlardan korkmalı.” Çünkü devlet eğer insanları korku ile yönetiyor ve baskı altında tutuyorsa, insanların özgürlük istekleri korku ve baskı yüzünden boğazlarında kalıyorsa, yani temelde devleti yaratan, var eden, onu işleten insanlar kendi yarattıkları bu canavar karşısında aciz durumda ise, bu, devletin kuruluş amacına da terstir. O yüzden insanlık, korkmayacağı devletler yaratmakla mesuldür ve ancak böylelikle insanlar güvenliğe güç ile değilse de adalet ile ulaşabileceklerdir.

Ne Yazık Kahramanlara İhtiyaç Duyan Toplumlara

V, İngiltere'de özgürlük için ayağa kalkan bir birey. Bunun ötesinde, kendisi hareket hâlinde bir kahraman. Voltaire ise kahramanlara ihtiyaç duyan toplumlara acır. Bunu anlayabiliriz; bir yerde bir kahramana ihtiyaç duyuluyorsa orada gerçekten çok acı bir durum olmalı. Çünkü her şey güzelken, kahramanlara kimsenin ihtiyacı yoktur. Burada mesele kahraman çıkartmakta da değildir, her toplum zamanı geldiğinde peşine takılacak bir kahraman bulabilir. Mesele, kahramana ihtiyaç duyulmayan bir toplum yaratmaktır. Kahraman ihtiyacı duymayan toplumlar ise bir günde yaratılmaz, orada toplumu oluşturan her birey kıskançça haklarına sahip çıkmalı, her gün ve herkes için adalet istemelidir; zira biz görüyoruz ki adaletin, özgürlüğün olmadığı bir yerde güvenlikten bahsetmek de mümkün değildir. O hâlde, ‘Güvenliğimiz için neleri feda etmeliyiz?’ sorusu da 'Kahramana ihtiyaç duymayan bir toplumu nasıl yaratırız?' sorusuyla bağlantılıdır ve ikisinin de cevabı aynıdır: Hürriyet, daha fazla hürriyet ve adalet isteyerek. Gerçek kahramanlık budur, insanların kendileri ve diğerleri için bütün her şeye rağmen ayağa kalkmasıdır. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlerin zorunlu olarak yılanlar tarafından ısırıldığı bir dünyada, kahraman harekete geçendir, adalet isteyendir, herkestir, hepimiziz, sizsiniz.

İşte bütün dünya halkları böyle yaptığı zaman, bütün dünyada hürriyet ve adalet vaki olacak ve artık o zaman korkmayacağız. Herkesin kahraman olduğu bir dünyada yaşayacağız. Motto tektir, "İustitia Omnibus–Herkes için adalet"; çünküsü ise yazının ve filmin sonuna denk düşüyor, unutulmasın. Benjamin Franklin diyor ki: "Güvenlik için özgürlüğünden vazgeçenler, özgürlüğe de, güvenliğe de layık değildirler."