Bağımsız Medya Ütopya mı?

Toplumun tüm kesimleri medyanın güvenilmezliğine üzerine hemfikir gibi gözüküyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları da bunu açıkça ortaya koyuyor. İşin ilginç tarafı, üreticisinden alıcısına her iki tarafında gidişattan şikâyetçi olmasına rağmen, fiili durumun değiştirilmesine dair ciddi bir girişim gündeme gelmiyor. Bozuk düzende sağlam çark olmaz deyip, tekkelerde bireysel tatmin peşinde koşmaksa, ana akım medyaya alternatif girişimler olarak sunuluyor. Ne var ki bu çabalarda tavşanın dağa küsmesi misali, sitemin ötesine geçemiyor. Kaldı ki, kamu yayıncılığı ya da basın meslek ilkelerine ana akım medyaya göre daha fazla vurgu yapan alternatif medya girişimlerinin örgütleniş biçimlerinde ve işleyişlerinde de serbest piyasa koşullarının müzminleşmiş arazlarına rastlamak mümkün. Boyalı basın, kartel medya ya da nasıl tanımlarsak tanımlayalım, tiraj pastasından aslan payı alan medya kuruluşlarının varılan noktadaki sorumlulukları üzerine tespitte bulunmak, artık malumun beyanından başka bir anlam ifade etmiyor. Bu nedenle, varolan hâkim güç ilişkilerini sorun addeden alternatif medya girişimlerini konu alan makalemizde iğneleri bir kenara koyup elimize çuvaldızları alacağız.

Marksist ve Marksist yönelimli okullar iletişimi liberal ya da pozitivist-deneyci okuldan farklı yorumluyorlar. Adı geçen yaklaşımların iletişim araçlarını fetişleştiren ve özerkleştiren media (media or tools) kavramı yerine, Marksist yaklaşım means of communication kavramını kullanıyor. Bu kavram yalnızca iletişim araçlarını değil, aynı zamanda iletişimi üretmede, dağıtma ve tüketmedeki araç ve gereçleri, örgütlü yapı ve ilişki biçimlerini, özlüce iletişimin yapılış yolunu içeriyor.

Marksizmin basın özgürlüğü ya da daha genel anlamda iletişim özgürlüğü konusundaki yaklaşımları zaman zaman indirgemecilik eleştirisine maruz kalmıştır. Ne var ki sözlerimiz yukarıda da belirttiğimiz gibi liberal yaklaşımları amentü haline getirenlere değil, bizzat Marksizmin jargonuyla alternatif örgütlenmelere soyunanlara olduğu için bu tartışmaları ilerde değinmek üzere şimdilik erteleyebiliriz. Ancak, Marksist yaklaşımın ekonomik belirleyiciliğinin ışığında, medyanın yalnızca bir üstyapı kurumu olarak izole edilemeyeceğini, altyapıyla olan göbek bağının üzerinde durulacağını belirtmekle yetinelim.

KARANLIKTA UYANANLAR

Ertem Göreç’in unutulmaz filmi Karanlıkta Uyananlar’da (1964), işçi sınıfının mücadelesinde feodal ilişkilerin ve iyi niyetin ötesinde sağlam bir sınıf bilincinin tek kurtuluş yolu olduğu gerçeği başarılı bir biçimde işlenir. Babasının ölümü üzerine boya fabrikasının başına geçen Turgut (Fikret Hakan), daha düne kadar ahbaplık ettiği işçilerin sorunlarına karşı duyarlıdır. Onların sıkıntılarını ve çektikleri acıları bir burjuvadan beklenmeyecek biçimde ta içinde hissetmektedir. Ancak patron olduktan sonra eski arkadaşları olan işçilerle karşı karşıya gelir. İşçilerin greve gitme tehdidi karşısında, ücretlerde bir artışın mümkün olmadığını, işleri uzaktan göründüğü gibi hakkaniyet çerçevesinde yürütmenin mümkün olmadığını ve piyasa koşullarının elini kolunu bağladığını söyler. İşçilerin yaşadığı hayal kırıklığından bahsetmemize sanırım gerek yok. Günümüzde serbest piyasa koşullarının olumsuzluklarına ve siyasi baskılara karşı alternatif projelerle ortaya çıkan bağımsız basın kuruluşlarının savunmalarına ve onlardan çok şey bekleyen okurların uğradığı sükûtu hayale ne çok benzeyen bir hikâye değil mi? Büyük medya tekellerindeki düşük ücretler, kısıtlanan sosyal haklar ve sansür gibi olumsuzlukların kendi kuruluşlarında yaşanmayacağı iddiasında olanların, piyasa koşullarının dayatmaları karşısında ne kadar direnebildikleri ortada. Belki farklı görüşlerin temsili, tarafsızlık ya da sansür gibi özgürlükler alanına dâhil edilebilecek konularda başarılı oldukları söylenebilir. Ne var ki sendikalaşma ve ücretler gibi sosyoekonomik haklar konusunda sınıfta kaldıkları, dahası çalışma koşullarının olumsuzlukları açısından medya tekellerinin bile gerisine düştükleri gün gibi ortada. Medyaya hâkim olan tekellerin rekabet koşullarını belirlemesi veya girdi fiyatlarının yüksek olması, alternatif medya kuruluşlarının savunmalarında temel argümanları oluşturuyor. Serbest piyasa koşullarının faturasını emekçilere çıkartmakla suçlanan egemen medya da savunmasını benzer argümanlara dayandırmıyor mu? Düşük ücret uygulamasını ve kuşa çevirdiği sosyal hakları, ayakta kalabilmenin zorunlu koşulu olarak gerekçelendirmiyor mu?

Peki, o halde fark nerede? Ya da sorumuza şu şekilde de düzenleyebiliriz. Farklı olmak iddiasıyla yola çıkıp da aynılaşmak kaderse, tüm bu çabalara ne gerek var? Alternatif olma iddiasındaki yayın kuruluşları ekonomik sıkıntıları aşmak için feragat edilecek ilk kalem olarak emekçilerin özlük haklarını görüyorlarsa, iddialarının ne anlamı kalıyor? Belki de tüm bu girişimler, varolan düzeni daha da meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramıyordur, ne dersiniz?

SAHNE AYNI ROLLER BAŞKA

Alternatif ve bağımsız medya girişimleri incelenirken, bu girişimlerin ekonomik örgütlenişlerinin, politik konumlanışlarının ve söylemlerinin gölgesinde kaldığını söyleyebiliriz. Yazımızın başında da değindiğimiz gibi, Marksist ve Marksist yönelimli yaklaşımlar, medya incelemelerine ekonomik örgütleniş biçimlerini de dâhil ediyorlar ve bu nitelikleriyle liberal ya da pozitivist-deneyci yaklaşımlardan daha kapsayıcı bir rol oynuyorlar. Alternatif basın, bu Marksist yaklaşımı piyasanın genel ekonomik yapısı bağlamında kabul edip eleştirmesine karşın, kendi ekonomik örgütlenişinin eleştirdiği mekanizmayla benzerlik taşıyan arazlarını görmezden geliyor; basının alt yapıyla ilişkisini göz ardı ederek onu sadece bir üst yapı kurumu olarak ele alıyor. Her ne kadar ekonomi politik kurama dair tüm görüşlerine katılmasak da İktisat kökenli Dallas Smythe’nin bu konudaki görüşlerine kabaca bir göz atmamız faydalı olacaktır.

“1880’lerde önce gazete ve dergilerin gelişiminde basın çoğunlukla siyasal parti paralarıyla ve etkinlikleriyle desteklenmişti; reklâmlarla değil. Politikacıların sübvanse ettiği basındaki editoryal içerik-reklâm içerikleri görece olarak önemsizdi. İzleyicilerini sübvansiyon yapanın görüş noktası doğrultusunda etkiler gibi gözükmekteydi. Basın gazete ve dergi çıkarıyor ve satıyordu; o zamanlar izleyicilerin üretimi ve satışı için bir pazar yoktu. Böylece Marksistler, basını da devletin diğer eğitim ve yüksek kültür kurumlarıyla birlikte üst yapıya attılar.”

Smythe’in altını çizdiği gibi, alt yapı- üst yapı ilişkisinin keskin sınırlarla ayrılmasının olumsuz sonuçları, bağımsız medya girişimlerinin muzdarip olduğu sorunların temelinde yatan en önemli nedenler arasında yer alıyor. Ancak sözünü ettiğiniz mekanik ayrımın, asla ve asla Marx’ın değil, bazı Marksistlerin sorunu olduğunu da belirtmeden geçemeyiz.

“Kitle iletişiminde veya genel kültürel veya entelektüel üretimde, belirleyici olan ekonomi değil, ekonomiyi de içeren üretim biçimidir. Egemen ve diğer fikirleri belirleyen etkene birey olarak patron ne de ekonominin kendisidir. Bu toplumdan geçerek kendini ne zaman nerede ve nasıl ürettiğiyle, dolayısıyla kendinin ne zaman, nerede ve nasıl üretildiğiyle belirlenir.”

Basın tarihi hâkim ekonomik örgütlenmeye karşı bayrak açan ancak yine aynı ekonomik işleyişten vazgeçemeyen ve kısa ömürlü birkaç istisna dışında başarısız olan alternatif yayıncılık girişimleriyle doludur. Tüm bu girişimlerde ortak yan, ya serbest piyasa koşullarının kötü bir taklidinin uygulanması ya da dayanışma ve gönüllülük temelinde bir ekonomik yapılanmaya gitmeleri, önce emekçilerinin daha sonra da yayının kendisinin profesyonelleşmesini engellemeleri ve zamanla da fanzinleşmeleridir. Bağımsız medya girişimlerinin kısa tarihi aynı zamanda gelecekteki girişimlere ket vurması açısından da geriletici bir niteliğe sahip olan kısır döngüler silsilesi olarak da okunabilir. O halde bırakalım da dağınık mı kalsın? Elbette hayır. Enformasyonun en güçlü silaha dönüştüğü zamanlarda bu tarz bir yaklaşım, en fazla tarikat üyelerinin toplu intiharları kadar anlamlı olacaktır. Kaldı ki bağımsız medya tercih meselesi olacak bir konu değil, politik ve kültürel hegemonyaya karşı mücadele edilen tüm mevziler için hayati öneme sahip bir alandır.

NE YAPMALI?

Alternatif yayın organları boğuştukları maddi sıkıntıların etkisiyle, istihdam ettikleri emekçilerin profesyonelleşmesini ya da profesyonellerin istihdam edilmesi zorunluluğunu yerine getiremiyorlar. Bu durum da doğrudan yayının niteliğini etkileyerek, söz konusu ürünlerin parti yayına ya da bültenine dönüşmesine neden oluyor.

Gazete emekçilerinin, gazetelerin ekonomik koşulları nedeniyle, gazeteciliği gönüllük temelinde sürdürmelerinin yanında, girdi fiyatlarının yüksekliği, basım ve dağıtım tekellerinin dayatmaları gibi nedenler, alternatif yayınların içeriklerini ve tirajlarını olumsuz yönde etkilemekte. Öyleyse ne yapmalı? Bu kısır döngünün aşılması yolunda ne gibi adımlar atılmalı? Şimdi konuya çözüm önerileri açısından yaklaşıp, en azından üzerinde tartışılabilecek girişimleri ana hatlarıyla maddeler halinde sıralayalım.

Bağımsız Medya Platformu oluşturulmalı. Bu platformun üyeleri, ana akım dışında kalan yayın kuruluşların temsilcilerinden oluşmalı. Platform, basım ve dağıtım alanındaki tekellerin dayatmalarına karşı alternatif bir örgütlenme oluşturmalı. Gerekli olan maddi kaynak için, platform üyesi yayın kuruluşların öz kaynaklarının yanı sıra, yerli girişimciler ve uluslar arası sivil toplum kuruluşlarının da kapsısı çalınmalı. Bu konuda özellikle yurt dışındaki sivil toplum kuruluşlarının ve yabancı basın meslek kuruluşlarının fonlarının araştırılması faydalı olacaktır. Platform üyesi basın kuruluşlarının basım ve dağıtım işlerini görecek olan yapılanma, asgari giderler ve amortisman harcamaları dışında kâr amacı gütmemelidir. Gazeteler dışında, dergi v.b. süreli yayınların da dâhil edilebileceği söz konusu platform, basın meslek kuruluşlarıyla işbirliği içinde yeni bir meslek etiğinin ve dayanışmanın da temellerini atacaktır. Ayrıca basım ve dağıtım kalemlerinin gazetelerin bütçesindeki payı düşünüldüğünde, ilk aşama için harcanacak meblağın, oluşum sonrasının getirileriyle kıyaslanamayacak oranda az olacağı görülecektir.

Yayın kuruluşları ürünlerinin içeriği olumsuz yönde etkileyen koşullarla mücadele etmeli. Bünyelerinde barındırdıkları emekçileri sendikalaşma için teşvik etmeli; ücretler ve emekçilerin özlük hakları iyileştirilmelidir. Profesyonelleşmenin de önüne açacak olan bu iyileştirmeler, söz konusu yayınların dar bir çevre tarafından değil, daha geniş bir kitle tarafından takip edilebilmesinin yolunu da açacaktır. Temel misyonları olan hızlı ve nitelikli haber verme işlevini yerine getirmek için, iç işleyişlerindeki sorunları asgari düzeye çeken yayın kuruluşları, tiraj ve dolayısıyla reklam alma konularında da olumlu gelişmeler kaydedeceklerdir.

Yayın kuruluşları kendi içlerinde vakıf v.b. oluşumlara gidebilirler. Bu vakıflar organizasyon ve yayımcılık gibi çeşitli konularda faaliyet göstererek ek gelir elde edebilirler.

İnternet yayıncılığı önemsenmeli. Bu alanın maddi getirileri göz ardı edilmemeli. İnternet alışılageldiği üzere, ‘cemaat üyelerinin’ bireysel tatminlerine hizmet eden bir forum alanı olarak değil, ucuz, etkileyici ve geniş kitlelere ulaşma imkânı sağlayan bir araç olarak düşünülmeli.

Başta iletişim fakülteleri olmak üzere tüm orta ve yüksek öğrenim gençliğiyle iletişim kanalları açılmalı. Mesleki eğitim ve staj gibi konulara eğil inmeli. Böylece yayın kuruluşlarının hem gençler için bir çekim merkezi olmasının hem de meslek için ihtiyaç duyulan nitelikli iş gücünün yetiştirilmesinin yolu açılacaktır.

Etkin ve işlevsel bir ombudsmanlık kurumu yaşama geçirilmeli. Okurlarla sıkı bir iletişim kurulmalı, ancak editoryal bağımsızlık popülerizmi kurban edilmemelidir. Gazetenin biçimi ve içeriği şekillendirilirken, okurların talepleri göz ardı edilmemelidir.

SON SÖZ YERİNE

Geçtiğimiz ya içinde yüze yakın gazeteci işlerinden çıkartıldılar. Yeni kıyımlar da kapıda. Alternatif olma iddiasındaki basında da durum pek parlak gözükmüyor. Ekonomik krizlerle boğuşan ve sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen bu yayın organlarında çalışan gazeteciler son derece kötü çalışma koşulları ve ekonomik zorluklarla mücadele ediyorlar. Bu karanlık tablo, Türkiye basınının geleceğine dair iyimser beklentilerimizi de zayıflatıyor. Zira basın sektörüne hâkim olan acımasız tekel koşullarının kırılması noktasında bağımsız medya girişimlerinin yadsınamaz bir rolü ve sorumluluğu var. Bu açıdan kamuoyunun hakları ve özgürlüğünün bağımsız medyanın varlığına göbekten bağlı olduğunu söylersek sanırım çok da mübala etmiş olmayız.

Önümüzdeki süreçte tekellerin daha da güçleneceğini söylemek için kâhin olmamız gerekmiyor. Ana akım medyada demokratik ve özgürlükçü bir dönüşümün yaşanması da beklemediğimize göre, her türlü çözüm önerisi üzerinde ısrarla durulması hayati önem arz ediyor. Basının dikensiz gül bahçesine dönmesi tehlikesi kapıda. Ne var ki klişeleşmiş yöntemlerin kâr etmediği artık herkesçe malum. Alternatif medya girişimlerinin başarısızlığında faturanın ana akım medyanın politikalarına çıkartılması neredeyse adet haline dönüşmüş durumda. Ekonomi politik kuramı dar bir çerçeveden yorumlayan ya da bu kuramı göz ardı ederek teknolojik belirleyiciliğin açmazlarında kaybolan yaklaşımlarla çözüme yürümenin imkânsız olduğu ortada. Ezber bozmak şart! Yeni güç ilişkileri üretmeyecek, dayanışmayı ve meslek etiğini gözeten bir örgütlülüğün eksikliği her zamankinden daha çok hissediliyor. Yan yana gelmekse, her zamanki gibi yine şart görünüyor. Ama bu sefer evdeki pirinci de gözeterek.

KAYNAKÇA

Erdoğan İrfan ve Alemdar Korkmaz (2002). Öteki Kuram. Ankara: Erk.

Başaran Funda ve Geray Haluk (der) (2005). İletişim Ağlarının Ekonomisi. Ankara: Siyasal.

Marx, Karl (1979). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. Çev. Sevim Belli. Ankara: Sol.

Marx, Karl (2002). Ücretli Emek ve Sermaye Ücret, Fiyat ve Kar. Çev. Sevim Belli. Ankara: Sol.