İsrail Gibi Yapmak

Önce kaçırılan askerlerini kurtarmak bahanesiyle, ardından Lübnan’da Hizbullah’ın askerî gücünü yok etmek amacıyla İsrail’in Lübnan’a saldırmasına karşı Türkiye’de siyaset ve medya dünyasında dile gelen ağırlıklı tepkileri en iyi özetleyen cümle, Vatan gazetesinin başlığıydı: “İsrail’e karşı öfke ve kıskançlık.” Gazetenin başyazarı Güngör Mengi, “İsrail’in acımasızlığı nedeniyle hedef olduğu öfke(nin), yerini yavaş yavaş takdir ve imrenme duygusuna bırakmaya başladı”ğına işaret etti. Bu değerlendirme ne yazık ki Türkiye’de geniş bir çoğunluğun ruh halini yansıtıyor.

Bakanlar Kurulu toplantısının ardından, “İsrail gibi yaparız” havası elbirliğiyle yaratıldı. Bu hava, imrenmeyi, İsrail’in bir devlet terörü politikası uygulayarak sürdürdüğü operasyonlar için yararlandığı “fiilî meşruiyet” ortamının, Türkiye’nin yapacağı sınır ötesi bir askerî harekat için en uygun zemini yarattığı inancına dönüştürdü. Kısacası, bir yandan Gazze’de ağır bir tecrit altında inleyen Filistinliler, Lübnan’da yüzlerce sivilin öldüğü, 500.000 civarında insanın evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kaldığı saldırı konusunda İsrail’e lanetler yağdırırken, bir yandan da, “İsrail gibi yapma”nın meşru olduğunu ima eden son derece çelişkili bir tavır Türkiye’de sergilenmeye başlandı.

TSK’nın bir an önce Kuzey Irak’a girmesi için yerinde tepinen, bu konuda hükümeti kışkırtan bu savaş yanlısı cephenin içinde, CHP adına konuşan bir Ali Topuz var örneğin. Bu muhterem kişi, “Türkiye’de terör ülkenin iç sıkıntılarından kaynaklanmıyor, arkasında yabancı güçler var” buyuruyor. Oktay Ekşi’nin verdiği döküme göre, 1 Ocak 2005 ile 1 haziran 2006 arasında, Türkiye’de asker, polis, korucu ve sivil halktan 253 kişiye ilaveten, PKK militanı 286 kişi bu “iç sıkıntılarımızdan kaynaklanmayan terör” nedeniyle öldü. 1630 kişi de yaralandı. PKK tarafında yaralananların sayısı tam bilinmiyor. Bunların hepsi Türkiye toprakları üzerinde gerçekleşen eylemler ve çatışmaların sonucuydu. Terör eylemlerine son dönemde daha sıkı sarılan PKK militanlarının ezici çoğunluğu da Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıydı. Sorunun ana kaynağını sınırlarımızın ötesinde aramanın, sorunun varlığını inkar etmekten başka bir anlamı var mı?

Bu inkarcılığın şahikasını, “hükümeti mabadını toplayıp, Kuzey Irak’a girmeye” davet eden, milliyetçi-muhafazakarlığın Radikal gazetesinde boy göstermesi uygun görülmüş sözcüsü dile getirdi. Bu akil kişi, komutanları “hesap yapmayı bırakıp”, bir an önce yalın kılıç Kandil dağına saldırmaya davet ediyor. Bu zatın kafasındaki askerî operasyon imajı galiba İstanbul’un fethi müsamarelerini andırıyor.

Bugün bir yandan Müslüman kardeşlerimizle, Arap dostlarımızla, mazlum halklarla dayanışma adına İsrail’in yaptıklarını telin edip, İsrail’in saldırılarının bir an önce uluslararası camia tarafından mahkum edilip, fiilen engellenmesini talep edenler, diğer yandan “İsrail gibi yapmak” çağrısında bulunuyorlar. Ama şu çok açık ve basit olguyu unutuyorlar. Daha doğrusu, işin o yanını düşünmek hiç işlerine gelmiyor. Türkiye’deki terör sorununu çözmek için “İsrail gibi yapmak”, “İsrail gibi olmak” demektir. Bunun aksini iddia etmek, ya riyakarlıktır ya da koyu bir cehalet veya idraksizliğin göstergesidir.

Türkiye’nin Kuzey Irak’ta yapacağı gerçek bir askerî operasyonun kalıcı sonucu Türkiye’nin İsrail olması olacaktır. Terör eylemlerini bastırmak yerine, onların ileriki dönemde çok daha yaygın biçimde ortaya çıkmasına uygun toplumsal-siyasal zemini hazırlayacaktır böyle bir girişim. Çünkü, Türkiye’de bir terör sorunu vardır ama Ali Topuz ve onun gibi düşünenlerin iddia ettiklerinin tersine, bunun kaynağı bir ülke içi sorun olan Kürt sorunudur. Bu sorunun halledilmemesi konusunda, CHP başta olmak üzere iktidar ve muhalefet partileri arasında zımni itifak vardır. Irak’a girerek, Kandil Dağı’ndaki kampı ve sınıra yakın diğer kampları yok ederek, hangi terörü yok edeceğimizi bize açıkça söyleyebilen bir kişi yok. Bugüne kadar TSK’nın kaç kez Irak’a girip, operasyon yaptığını, bunun neden sorunu çözmeye yetmediğini söyleyen de yok.

İsrail’i kıskanan şahinler, “İsrail gibi yapma”nın bedelinin toplumsal yaşamın her parçası ve her anında, sürekli diken üstünde bir yaşam demek olduğunu bize söylemiyorlar. İsrail gibi olmanın, bugün fiilen İsrail’de olduğu gibi Genelkurmay Başkanı havacı pilot Dan Halutz’un ve İstihbarat Örgütü başkanı Yuval Diskin’in asıl iktidar mevkiinde olmaları demek olduğunu da hatırlatmıyorlar.

İsrail gibi olmak, Kürt sorununa İsrail’in Filistin sorununa baktığı gibi bakmaya başlamak demektir. Bunun ne anlama geldiğini, Roni Margulies’in 17 Temmuz tarihli Birgün gazetesinde, “Irkçılığın son kalesi İsrail” başlıklı yazısı yeteri açıklıkta anlatıyor. Okumanızı tavsiye ederim.

Hamas’ın, El Kaide gibi evrensel bir cihad örgütü olmadığını, toprak temelli, milliyetçiliğini din üzerine kuran yerel bir hareket olduğunu inkar eden İsrail siyasal yetkilileri ve kanaat önderleri, İsrail’de 1950’lerden beri hakim olan anlayışı devam ettiriyorlar. Karşısında mücadele ettiği hareketin ulusal bir hareket olma niteliğini sürekli yadsımak, “terör örgütü” bahanesi arkasına sığınarak, uluslararası camianın mahkum ettiği kendi eylemlerine meşruiyet kılıfı aramak politikası bu. İsrail, onyıllar boyunca FKÖ’yü tanımamak için direndi. Şimdi aynı tavrı Hamas konusunda sürdürüyor ve sonradan tanıdığı FKÖ’yü mumla arıyor.

İsrail’in sorunu yüzyüze olduğu sorunu sürekli inkar etme politikası ve şiddet politikasıyla sonuç alınacağına inananların İsrail toplumuna ödettiği bedel, İsraillilerin günlük yaşamlarının artık bir cehenneme dönmesidir. Şiddet politikasının gelecek daha büyük şiddetlerin tohumlarını atmak demektir.

Bugün “İsrail gibi olma”nın geldiği yer, Lübnan’da yüzbinlerce sivili terörize edip, onların Lübnan hükümeti üzerinde Hizbullah’ın etkisiz bırakılması için baskı yapmasını sağlama siyaseti, yani terör politikasının devlet eliyle yürütülmesidir. İsrail gibi olmanın anlamı, terörle mücadele adına Gazze’de, Lübnan’da sivil halkın toplu biçimde cezalandırılmasıdır. Buna karşılık, saldırılanların da kendi olanakları ölçüsünde İsrail’e yönelik saldırı hakkını elde etmesidir. Halklar arasında kinin katmerleşmesi ve büyük ihtimalle, bir sonraki adımda İsrailli Arapların da İsrail toprakları üstünde yaşamalarının istenmediğinin ilan edilmesi ve yeni bir dinî-etnik temizlik operasyonuna başlanmasıdır. Buna tepki olarak, Yahudi düşmanlığının bölgede ve dünyada daha da katmerleşmesi ve sadece İsrail’de yaşayanların değil, dünyadaki tüm Yahudilerin her dakika diken üstünde yaşamaya başlamalarıdır. İşte “İsrail gibi yaparak”, İsrail gibi olmanın İsraillileri önümüzdeki dönemde bekleyen olası sonuçları.

Fransız gazeteci Sylvain Cypel, bugünlerde Filistinliler arasında yaygın olan bir fıkrayı aktarıyor. İki Filistinli aralarında konuşuyorlar. Birincisi, “Ne kadar talihsiziz; insanlığın başına gelmiş en büyük felaket olan şu Yahudilerle karşılaşmasaydık, uluslararası topluluk çoktan bize devletimizi ve bağımsızlığımızı vermiş ve İsrail’i topraklarımızdan çekilmek zorunda bırakmıştı” der. Diğerinin yanıtı: “Aptal herif, Yahudilere çatmamız tersine bir şans. Eğer Tibetli, Çeçen veya Türkiyeli Kürt olsaydık, dünyada kim bizim halimizle ilgilenirdi?”

İsrail gibi olmaya hazır mısınız?

Radikal İki, 23.7.2006