Tüketim Bağlamında Dindarlığın Dönüşümü

Türkiye’yi değerlendirirken bir kırılma olarak görülebilecek 1980’li yıllar, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi alana yönelik köklü değişimleri beraberinde getirmiştir. Küreselleşme, serbest piyasa ekonomisi ve Anavatan Partisi’nin dışa dönük politikalarıyla başlayan süreç, 2002 yılı Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıyla birlikte hız kazanmış, bu gelişmelere paralel olarak Türkiye’nin son yirmi-otuz yıllık döneminde İslâmi kesim de köklü ve çelişkili bir dönüşüm yaşamıştır. Bu dönemde, bir taraftan, İslâmi kesim, artan ekonomik gücüyle kamusal alanda görünür olmaya başlamış, diğer taraftan serbest piyasa ekonomisine dayalı politikaların etkisiyle, kapitalist sistem, İslâmi kesimde meşrulaştırılmaya başlamıştır.

Türkiye’nin hem hızlı sosyo-ekonomik gelişimine, hem de yeni siyasal ve kültürel alanlarda, dinin yeniden tahayyülü süreçlerini iç içe yaşamasına bağlı olarak, İslâmi kesimdeki tüketim kültürü, İslâm ve kapitalizmi karşı karşıya getirdi. İslâm ve kapitalizm, gerek ontolojik gerek epistemolojik gerekse etik öncelikleri açısından farklı toplumsal sistemler olduğu için iki farklı sistemin, Türkiye özelinde eklemlenmesi, modernleşme sürecinde Türk deneyiminin özgüllüğüne –İslâm ve kapitalizm, dinsel ve sekülerin karşıtlığı ve birlikteliğini sürdürebilme– dikkatleri çekmektedir.

İslâm ve kapitalizmle ilişkili olarak, İslâmi ekonomi, İslâmi tüketim, İslâmi sermaye, İslâmi moda, İslâmi tatil gibi birçok tanımlama ile gündeme gelen, “İslâmi” olanın kamusal alanda görünürlüğünün artması ile dindar Müslümanların modernleşme süreci hız kazanmakta, hatta modern bir fenomen olan İslâmcılığın yeni kanallar bulup devam edebilmesi ve dönüşüp yeni formlar kazanması mümkün olmakta, sekülerleşme ve İslâmileşme birlikte tecrübe edilmektedir. İslâmi hayat tarzları modernleşmekte ve bu süreçte İslâmi aidiyetler ve kimlikler de dönüşmektedir. Dindar bireyler, modernliği söylem düzeyinde sürekli olarak eleştirmekte, ama bireysel davranış ve toplumsal pratik düzeyinde ikisi arasındaki etkileşim her geçen gün daha da derinleşmekte ve karmaşıklaşan bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Tüketim bağlamında dindarlığın dönüşümü, paradoksal süreçlere sahne olduğu için açıklama güçlükleri taşımaktadır. Koşulların zorunlu bir karşılaşmayı doğurduğu bu süreçte, İslâmi kesim, İslâm ve kapitalizm, geleneksel ve modern, din ve piyasa, dinsel ve sekülerin bir arada bulunup bulunamayacağı konusunda birbiriyle ilişkisi içinde üç tavır sergilemektedir.

Bu yaklaşımlardan ilki, İslâm ve kapitalizmin zıtlığını savunuyor. Kapitalizmin günümüzdeki temel yansımalarından tüketim kültürü ve din etkileşiminin farklı bağlamlara oturduğu belirtilmekte. Kanaat ve paylaşmak gibi erdemleri telkin eden İslâm dini ile kapitalist tüketim mantığının bireyci, bencil anlayışından dolayı İslâm ve kapitalizm arasında bir zıtlığın ve ikisi arasında çatışmanın olduğu değerlendirmelere yansımaktadır. Ancak bu bakış açısı, tüketim kültürünün İslâmi kesimi etkilediğini belirterek, tüketim kültürü yoluyla kapitalizmin, İslâm’ı dönüştürdüğünü, metalaştırdığını belirtmektedir. Onlara göre, tüketim kültürü sürecinde birçok dini değer ve sembollerin içi boşaltılmış ve manası yitirilmiştir.  Ayrıca zühdün, takvanın, diğergâmlığın, paylaşmanın, samimiyetin yerini gösteriş, marka yarışı, konfor, lüks aldığı için, bu durum İslâmî kesimin dünyayla imtihanını büyük ölçüde kaybettiğini göstermektedir. Bu kötümser bakış, anneler günü, babalar günü, sevgililer günü gibi moda günleri, tüketimin ortak tema olduğu günler ve kapitalizmin hayatımıza yerleşmesi olarak görmektedir. Bu günleri, kapitalizmin esiri olmuş zavallılar, “hediyeleşmek sünnettir” diyerek geçiştirmektedir.

Tüketim kültürü ve dinin bir arada bulunamayacağını vurgulayan yukarıdaki örnekler, İslâm’ın Müslümanlar arasındaki anlaşılma biçimlerine dayanan çatışma hattının gerilimli alanı hakkında fikir vermektedir. Dindar bireylerin birbirlerini değerlendirirken yönelttikleri eleştiriler, Müslüman toplumların birçoğundaki çatışma hattının İslâm ile sekülarizm arasında değil, fakat daha çok, İslâm'ın farklı kavranışları arasında olduğunu düşündürmektedir.[1]

İkinci yaklaşım da, dindar orta sınıf, tüketim kültürü ve dini hassasiyetleri arasında yaşadığı çelişkiyle ilgilidir ve bu çelişkili yaklaşımı “dindarlık ile modern yaşam arasında sıkışıp kaldığımı görüyorum” cümlesiyle özetlenebilir. Dindar orta sınıf bireyler, tüketim kültürü sürecinin imkânları ile meydan okumaları arasında kalmaktadır. Bu örneklerden birisi, dini açıdan banka kredisi konusunda tereddütleri olmakla birlikte, alışveriş tutkusundan da vazgeçmemeleridir. Dindar bireylerin, dini hassasiyetler ile ihtiyaçları arasında yaşadıkları çelişkiler, birer kafa karışıklığına yol açmaktadır. Bu çelişkiler kredi kartı kullanımında da karşımıza çıkmaktadır. Dindar orta sınıf bireylerin çelişkili durumu, iktisadi ve toplumsal alanlarda dindarların önceye oranla durumlarının iyileşmesiyle birlikte, “örtünme ve başörtüsüne yüklenen anlamın” da gösterişçi bir biçime dönüşmesine sebep oluyor. “Edepli olmak vb. değerler gittikçe unutuluyor” şeklinde eleştiriler İslâmi kesimde de savrulmaların olduğuna; aile, toplum, eğitim, kitle iletişim araçları üzerinden bir değişimin yaşandığına işaret ediyor. Bu durum, dindar orta sınıfların ekonomik temelde gelişme göstermekle birlikte, süreçten tedirgin olduklarını gösteriyor.

Tüketim sürecini kendi standartlarını daha iyi yaşama isteği olarak tanımlayan dindar orta sınıf kadınlardan birisi, para biriktirerek mağazaların sezon sonu indirimlerini beklediğini, her ay standart harcama sözü karşılığında alışveriş gibi uyguladığı taktiklerden söz eder. Ancak marka giymek için beklemenin can sıkıcı olduğu durumlarda, “tüketim için para biriktirmek dinen sakıncalıysa beklemem belki de benim hayrıma” diyerek, dinselliğe müracaat etmektedir. Tüketim odaklı olarak boş zaman faaliyetleri (gezi, eğlenme, alışveriş merkezine gitme) statü sahibi olmakla ilişkilendirilir. Dinlenmek ve huzur için ziyaret mekânının camiler yerine, gündelik hayatın koşuşturmacasında alışveriş merkezlerini ve sinema salonlarını soluk alma yeri olarak tercih edildiğinin ifade edilmesi, dindar bireylerin, çelişkili konumunu ortaya koymaktadır. Modern dünyada dindar Müslümanın “iki arada bir derede” durumu olarak ifade edilebilecek durumu, batılı yaşam tarzı ve dindarlık-muhafazakârlık arasında gidip gelen bir görünüm ve tutarsız davranışlar sergilemektedir. Bir taraftan, marka ve kaliteye teslim olmak, alışverişte kendini, zamanı unutmak, morali bozuk olduğu zamanlarda terapi olsun diye alışveriş yapmak vb. örneklerin dindar bireylerde de yaşandığını ifade edilirken, alışverişte Hz. Peygamberi, sahabeyi düşünüp duraksandığı da ifade edilmektedir.

Tüketim sürecine ve kapitalizme mesafeli bir tavır olarak “bugün belki cihat, kapitalizme karşı yapılmalı” söylemi, seküler kesimle rekabet bağlamında irtifa kaybetmektedir. Bu durum, seküler bireylere karşı tüketim kültürünün dindar orta sınıftaki görünümlerindeki meşrulaştırmayı, bireyin seküler algı kalıplarıyla gündelik pratiklerinin açıklanması olarak görmek mümkündür.

Dindar orta sınıfın üçüncü yaklaşımı, uzlaşmacı bir perspektife oturuyor. Bu yaklaşımda İslâm ve kapitalizm, din ve piyasa arasında uyumun bulunabileceği bir yaklaşımın tercih edildiği görülmekte. Dindar orta sınıf bireyler, kamusal alanda dindar kimlikle bulunabilmek için “geleneksel ve modern olanı bir araya getirmeye ve her ikisini uzlaştırmaya ihtiyaç duyulduğunu” belirttiği gibi, “dindar, evine, köşesine çekilmemeli, dindar birey, gündelik hayatın her alanında bulunmalı” söylemleriyle dindar orta sınıf mensuplara, dindarlığa, bir misyon yüklemekte ve dindarlığın, toplumsal hayatla iç içe olmasını savunmaktadır. Dindar orta sınıf, toplumsal alanda kendi görünürlüğünü, “Müslümanlık, şartlarla uyum sağlamayı gerektirir. Ben de varım diyebilmek için uyum göstermeye çalışıyorum” diye yorumlarken mevcut koşullara entegre olmaktan yana tavır alır.

Dindar orta sınıftaki tüketim anlayışı, kendine özgü nitelikler göstermekle birlikte paradoksal olarak modern yaşamda görünür olmanın, var olmanın ve modern yaşamla bütünleşmenin bir unsuru haline gelmektedir. Örtülü kadınlar, örtünerek “görünmeme” olgusuna karşılık, “görünürlükleri”ni artırmış, sergilenen kamusal görünürlük, geleneksel örtünme biçimlerinden de farklılaştığı için, kamusal alana çıkışı kolaylaştırmıştır. Kimliğinin tek belirleyicisi olmasa da örtünün, kimliğinin belirleyicilerinden birisi olduğu belirtilerek, ailelerin örtüyle çalışmaya izin verdiği ve örtünün özgürleştirdiği ve sosyal hayatın kapılarını açtığı belirtilmektedir. Tesettürü, bağlama şekli ve siyasi çağrışımı dışında kullanan orta sınıf dindar kadınlar, başörtüsüyle birlikte giyimde modern, şık ve zevk sahibi insanların kendi tarzını oluşturması gerektiğini vurgulayarak, modern tesettürün, gizlenme yerine görünür ve fark edilir olma boyutlarını ön plana çıkarmaktadır.

Modernleşme ile birlikte ortaya çıkan değişim, dönüşüm ve yenilenme İslâmi kesim içinde özeleştiri ve sorgulamalara bağlı olarak bir takım gerilimleri de beraberinde getirmektedir[2]. Dindar bireyler, hem modern dünyada görünür olma hem de çelişkileri aşmak için tüketim kültürünü dindarlıkla birlikte değerlendirmektedir. Din ve tüketimin bir arada ve uyumla bulunabileceğini belirten bir sentez söylemi[3], “meşrulaştırma” olarak belirmektedir. Meşrulaştırma süreçleriyle ilişkili olarak, modern ve Müslüman olarak ifade edilebilecek bu eklektik anlayışta, dindar orta sınıf, örneğin giyim stili olarak, hem modern, hem şık, hem de dinî kuralları ıskalamadan giyinmenin mümkün olduğunu ve ortak bir tarzın yakalanabileceğini belirtmektedir. Dindar orta sınıf, yaşadığımız toplum ve kültürün din anlayışı gereği birçok sosyal aktiviteden ve eğlenceden uzak durulduğunu belirterek, içsel müzakere sürecinin “sınır aşılmadığı sürece” hem modern, hem de Müslüman olmaya izin verdiğini ileri sürmektedir.

Dindar kadınlardan biri,  “ayakkabıya bütün paramı verebilirim, altmış çift ayakkabım var, israf mı bu, bence değil, israf bana göre savurganlıktır, kullanmadan atmaktır. Ben atmıyorum ki, özenle saklıyorum” diyerek tüketime meşruluk arayışında meşrulaştırma mekânizmasının dinamik yapısının kristalize bir örneğini sunmaktadır.

Bir başkası, “Müslümana yakışanın sade, gösterişsiz ve mütevâzi bir yaşam olduğunu savunmuş olsam da, bugün çevremin etkisi, edindiğim statüyle israfa kaçacak boyutta bir ev almamı, “dünyada mekân, ahirette iman” diyerek meşrulaştırıyordum” diyerek tüketimi sosyal çevre üzerinden meşrulaştıracak açıklama biçimleri geliştirmektedir.

Dindar orta sınıf bireylerin birçoğunda, görünür bir dindarlığa sahip olmanın toplumsal ve sınıfsal bir gereklilik ve sorumluluk olarak algılandığı ve toplumsal alanın bütününde görünür olma, temsil ettikleri görünümleri ve yaşam biçimlerinde yansıtma çabasında oldukları gözlenmektedir. Bireysellik ve toplumsal duyarlılıklarla iç içe geçen bu yaklaşımda, dindar bireyler, Müslümanın güzel giyinme, araba kullanma gibi kendi tüketim biçimlerini, değişen şartlara ayak uydurma ve Müslüman’ın örnek olması gerektiğine dayandırmaktadır.

Müslümanların, hem zengin hem de Müslüman olabileceği, otellerde iftar yapmanın, Müslümanların bir lokma, bir hırka yaşaması gerektiğine inandırılmış insanlara çelişkili geldiği belirtilerek, İslâm, modern dünya ile baş etmeye yönelik argümanlardan birisi olarak sunulmaktadır. Yaşam biçimi ve zihniyeti ile de örnek olması gereken Müslümanlar, zengin de olmalıdır. Onlara göre, zenginler olmazsa zekâtı kim verecek sorusu cevapsız kalmaktadır. Ayrıca onlar, “büyük âlimler, İmam Azam vb. hep zengin insanlardan oluşuyor. Fakirlik ile nereye kadar. Örnek olmak, örnek alınmak, statü ve prestij sahibi olmakla ilgili. Bunun da yolu modern dünya ile bütünleşmekten geçiyor” diyerek, Müslümanların modern dünya ile bütünleşmelerinin gerekliliği vurgulanmaktadır.

Bir başkası “kapitalizmi kötüleyerek bir yere varmak mümkün görünmüyor. İnsana yaraşır bir hayat sürdüğümüzde kapitalist mi oluruz? Bir taraftan rahat imkânlara kavuşmak için çabalıyoruz, öbür taraftan dünyada iyi yaşam sürmek Müslümana yakışmaz diyoruz” ve “Müslümanlar, modern dünyanın sistemleriyle kavga etmek yerine, sistemleri kendine uydurmalı” söylemiyle, kapitalizm biçimlendirilebilen, geliştirilebilen ve dönüştürülebilen bir olgu olarak görülmekte ve uzlaşı noktalarına işaret edilmektedir.

Dindar orta sınıf, “yoksulları, ihtiyaç sahiplerini de düşünüyorum. El açanı geri çevirmiyorum, yanımda sadaka için bir miktar para bulunduruyorum. Aldıkça, eskileri -eski dediğime bakmayın, az kullanılmış- çevremdekilere veriyorum” diyerek tüketim kültürüyle iç içe sürdürülen yaşamda bireyler kendisini rahatlatacak alanları ön plana çıkarırken, “helalinden kazanıldıktan sonra istenildiği gibi harcanabilir”, “kazancımın zekâtını, sadakasını veriyorum” diyerek kapitalizmin süregelen tüketim ideolojisi, kimlik inşâsı bağlamında kültürel ve dinsel kodlara aktarılmakta, tüketim meşrulaştırılmaktadır.

Dindar orta sınıf, gençlerin örtünmeye teşvik etmenin zorluğuna işaret ederek, moda, marka vs. ile örtünmenin teşvik edici olduğu vurgulanmaktadır. Göz önünde olma, dindarların sayısının artmasa da toplumun her alanında dindarların etkinliklerinin arttığı izlenimini vermektedir. Dindar kadınlar, ev dışına, kamusal alana çıkmalarından sonra tesettürün dikkat çektiğini, göz hapsinde tutuldukları için, ister istemez giyim kuşamınıza da daha çok dikkat ettiklerini belirtmektedirler.

Bir başka örnek, “dindar insan, mütevâzi yaşamalı belki ama bugünler için çok bekledim.” diyerek hak edilmiş bir toplumsal konumun kendisine özerk bir alan açtığını düşünmekte, ortanın altından orta sınıfa geçişiyle birlikte sınıfsal temelde tüketimi meşrulaştırmaktadır. Statü ve sınıf hiyerarşilerini ortaya çıkaran modanın doğası, statü farklılıklarını öne çıkarttığı için modanın taşıyıcıları dindar-muhafazakâr kesim de olsa, modaya yaklaşım değişmemekte, tüketimin sınıfsal karakteri ortaya çıkmaktadır. “Dini çevrede de olsa oluşturduğunuz tarzınızın size özel olmasını istiyorsunuz. Ben çevremde taklit edildikçe, yeni bir tarz benimsiyorum” şeklinde dindarlığın, tüketim ve sınıfsal habitusla birlikte yorumlandığı da görülmektedir. Muhafazakâr moda söylemiyle değişen toplumsal yapıda karşılık bulan giyinmenin kültürel formları, İslâmi hayat tarzını seçkin bir hayat tarzı haline getirme arzusunu yansıttığı gibi, alt ve üst orta sınıf kesimlerle de filtre işlevi görerek, araya mesafe koymaya yöneltmektedir.

Tüketim kültürüne yönelik meşruiyet kodları bireysel farklılıklar gösterse de, genel olarak maddi durum iyileştikçe, lüks tüketimin de “ihtiyaç” çerçevesinde değerlendirildiği görülmektedir. Üniversite yıllarında ürünlerin çakmasını aldığını belirtirken, dindar orta sınıf bireylerin, bugün son moda dâhil istediğini alabildiği düşünüldüğünde, İslâmi kesimin ekonomik alanda kat ettiği mesafe daha iyi anlaşılmaktadır.

Dindar orta sınıf, “İslâmi tatil” olarak nitelenen ve dindarlar arasında tartışma yarattığı gibi seküler kesimin de dindarları eleştirdiği tatil tercihini “hak” olarak değerlendirmekte, tatili, yeni yerler görme ve kültürel anlamda katkı sağlayıcı bir bakış açısıyla yorumlamaktadır. “İslâmi tatil” formatıyla yaygınlık kazanan, çok çeşitli isimler altındaki hoteller, tüketimi dindar orta sınıfın yaşamına yerleştirmekte, eklemlenmesine öncülük etmektedir. İslâmi tatil tercihinde[4], dindar bireyler, bir taraftan Cumhuriyet kamusallığı içerisinde farklı kamusallıklar arasındaki ilişki/rekabet çerçevesinde İslâm'ı merkeze taşırken, diğer taraftan İslâmi tatil, İslâmi kesimin kendi içinde kenetlenmeyle gizlenen gerilimleri ve sınıfsal ayrışmaları belirginleştirmektedir.

Dindar bireyler, müzik, TV, internet, sinema vb. popüler kültür araçlarının gündelik hayatlarına girmesiyle dindarlığın değiştiğini, aynı zamanda bu sürecin seküler ve dindar bireyler arasındaki etkileşimi artırdığı için, dindar ve seküler arasında ayrım yapmak neredeyse imkânsızlaştığını düşünmektedir. Aynı zamanda dindar bireyler, dünya nimetlerinden Müslümanlar uzak durmalı söyleminin, Müslümanları kötü koşullarda yaşamaya mahkûm ettiği, bu durumun da seküler kesimlere alan açtığını belirtmektedir. Dindar kesim, sekiler kesime karşı, “her yerde varız ve başarılıyız” düşüncesiyle ve “örnek olması gerektiği bilincinde olduğu için kendi tarzını oluşturmaya, bir orta yol bulmaya çalışıyor” diyerek dindar birey, kendi tüketim biçimini, Müslüman’ın örnek olması gerektiğine dayandırarak, dini kurallar etrafında meşrulaştırmaya ve haklılaştırmaya çalışmaktadır. Dindar orta sınıfın, dindarlığı, gündelik pratiklerle kapitalizme eklemlenmeye çalışan bir İslâm anlayışı olarak şekillenmekte, bireysellik ve toplumsal duyarlılıklarla iç içe geçen bu yaklaşımda, dindar bireyler, kendi tüketim biçimlerini ve konumlarını, Müslüman’ın örnek olması gerektiğine dayandırmaktadır.

Bireyselleşen dindarlık söylemi

Dindar orta sınıf, tüketim kültürü bağlamında hem geleneksel hem de batılı kalıpların dışında İslâmi referansları olan ve modern çizgiler taşıyan bir kimlik inşâ etmektedir. Yeni İslâmi kimlik, öznel-sübjektif bir İslâm anlayışına karşılık gelmektedir. “İslâm’a göre, dünyevi zevklerden faydalanınca, daha az dindar mı oldum” yaklaşımı, İslâmi kimliğe ve dindarlığa yüklenen geleneksel referansların dönüşümüne ışık tutmaktadır. Bu kimlik, gelenekselliğin dışına taşan farklılığı ve kimliğe dayanakları İslâm’ın içinden bulmakta, bunu yaparken öznelliği, bireyselliği ve özerk tavrı birlikte yansıtmakta, tüketim kültürü bağlamında kullanılan dil ve söylem, objektif gerçekliği yeniden inşâ etmektedir.

İslâmi kesimdeki “dünyayı kurtarmak, ulvi bir davaya inanmışlıktan bireysel Müslümanlığa” doğru dönüşümle bağlantılı dindar orta sınıfın bireysel dönüşümü “her şeyi bütüncül değerlendiriyordum ama bireysel bakıyordum artık” şeklinde ifade edilmektedir. “İdeolojik ve siyasi çağrışımlar yaptığı için İslâmcı diye tanımlanmak istemem, ben dinin gereklerini yerine getirebildiğim ölçüde, bireysel dindar diye tanımlanmak isterim” şeklinde öznel dindarlık algısı tasvir edilmektedir. Bu tavır seksen sonrasında ideolojisizleşme eğilimi olarak okunabilir.

Dindar orta sınıf bireyler, geleneksel Müslümanlık eleştirisi yapmakta, “kendisinin dindar olduğunu iddia edip de, yaşam biçiminde İslâm ahlakından zerrece nasiplenmemiş olanlardan da kendimi çok daha dindar gördüğümü söyleyebilirim” diyerek eleştirel bir yaklaşım sergilenmektedir. Dindarlığın gösterişten uzak, samimiyet yönüne vurgu yapıldığı gibi, geleneksel ve aile çevresinden kulaktan dolma bilgilerden sorgulayıcı bir Müslümanlığa yönelim sonucunda daha az dini görevler yapılsa da, bilinçli Müslümanlığın daha değerli olduğu da belirtilmektedir.

Özerklik ve özneleşme talebi olarak yorumlanabilecek “kadın tesettüre girmişse kendi kafasına göre hareket edebilir, herkesin İslâm'a uymak zorunluluğu olmadığı gibi sizin istediğiniz biçime de tam anlamıyla uymak zorunluluğu da yoktur” şeklinde bireysel dindarlık yöneliminin ifadelere yansıdığı görülmektedir. Bireysel dindarlığın bir boyutu olarak örtünme gibi dinsel bir çerçevede değerlendirilebilecek konular bile yeni yönelimde, ancak kişisel bir tercih olarak kodlanabilmektedir[5].

Dindar orta sınıfta kapitalizmin gündelik hayatta kodlaştırılması, tüketimi telkin eden figürlere doğru yönelimi hızlandırmaktadır. Seküler dünyanın sürekli değişim ve tüketim üzerinden kurguladığı hayat tarzı, kimliğini tanımlamada dine önemli bir yer atfeden dindar orta sınıf için dindar olmayan kesimlerden çok büyük farklar oluşturmamakta, dindar orta sınıf bireyler için din belirli noktalarda kontrol edici ve sınırlandırıcı bir rol üstlenmektedir.

Kamusal alandaki öteki kadınlarla benzeştiği oranda hürriyetini kazanacağını düşünen dindar orta sınıf kadınlar, “giyinmeyi emreden İslâm’ın, kapanmanın nasıl ve ne şekilde olacağıyla ilgili bir kıyafet tarzı öngörmediğini, giyim kuşamın kişisel tercihlere bırakıldığını ileri sürmekte, markalı ve pahalı giyinerek, pahalı yerlerden alışveriş yaparak kendisinin alt sınıflara ait olmadığını ispat etmeye çalışmakta, meşruiyetini, seküler kadınlara benzeyerek sağlamaktadır. İslâmi kesimin kendi habitusunun dışına çıkması, dini ve seküler kesimleri karşılaşmaya zorlamış, bu karşılaşma dini ve laik kesimler arasında var olan duvarların yıkılması, sınırların keskinliğini kaybetmesi ve değişen ilişkiler sonucunu doğurmuştur. Dindar orta sınıfın, Bourdieucu anlamda dindar “habitusun”, tüketim kültürünü yaşam tarzlarında somutlaştırarak inşâ ettiği kamusal İslâm[6], hem kişisel ile kamusal arasındaki sınırları ve dinsel ile seküler arasındaki karşıtlıkları belirsizleştirerek bozmakta, hem de bu ikili karşıtlıklar arasında yeni ödünç alışları, harmanlanmaları, yeni bileşimleri beraberinde getirmektedir.

Dindar orta sınıf kadınları, sınıfsal temelde “müslüman kadın giyinmeyi bilir ve tarzını yansıtır” telkinleriyle muhafazakar modayı takip etmekte, alışveriş yapmakta, seküler kadınlar da olduğu gibi genç ve zayıf görünmek için güzellik salonlarına gitmekte, kişisel bakım açıklamasıyla kozmetik malzemeleri kullanmaya özenmektedir. Dindar orta sınıf, dindar ve seküler bireyler arasında giyimden, yeme-içmeye, tatil seçeneklerine, eğlenceye, alışveriş merkezlerine, kısacası yaşam tarzlarındaki benzeşme her alanda kendisini hissettirdiği için bu sürecin “normalleşme” olarak okunabileceği ileri sürüldüğü gibi, dinin kamusal alandaki görünümleri, TV dizileri vb. örneklerinde medyadaki görünürlüğün mahkûm edilmemesi gerektiği, çünkü eleştirilecek yanları olmakla birlikte dini hassasiyetlerin işlendiği ve dini olana ilgiyi artırdığı belirtilmektedir.

Dindar orta sınıf, modern tüketim pratiklerini benimsedikçe, seküler yaşam tarzlarını ödünç alarak, varlıklarını ve güçlenmelerini borçlu oldukları kolektif hareketten uzaklaşmakta ve bu dünyaya dönük yaşam tarzlarını, kapitalist güçlerin basit bir biçimde asimilasyon süreci olarak görmemektedir. Dindar orta sınıf, bir taraftan bireyselliği, hedonizmi telkin eden piyasayla barışık bir yeni yaşam tarzı, öbür taraftan değerleri, dini hassasiyetleriyle ve tüketim tercihleriyle öne çıkan bir tarzla siyasal bir gündemi olmadan yeni bir kimlik arayışını içselleştirmeye çalışmaktadır. Tüketim kültüründe yaratılan istekler zinciri ile hassasiyet gösterdikleri dini değer ve ilkeler arasında kalan dindar orta sınıf bireyler, içinde bulundukları durumu açıklayacak meşruiyet kodları aramaktadır. Dindar orta sınıfın gündelik pratiklerinde gözlemlenen bu meşrulaştırma söylemi, dindarlık ile tüketim odaklı yaşam tarzlarını bağdaştırma imkânı vermektedir. Tüketim kültürü bağlamında yeni bir dindar İslâmi kimlik inşâsının hem sosyal, kültürel ve ekonomik süreçleri, hem de belirttiğimiz süreçlerin sonuçları yaşam tarzlarıyla etkileşimi dindarlığın dönüşümünü sağlamaktadır. Tüketim kültürü sürecinde, değişen dini söylemler, görünümler, yaşam tarzları ve dini pratiklerde de kendisini göstermekte, dindar orta sınıfın tüketim kültürüne göre konumu, tüketim kültürü sürecinde yeni tavır alışlar ve tüketim karşısında geliştirilen söylemlere yansımaktadır.

Sonuç olarak, dindar orta sınıf bireyler, kapitalist üretim ve tüketim kalıplarıyla ilişkili olarak dünyevi olana yüz çeviren asketizm ve dünyevi olana yönelim anlamında hedonizm arasında salınarak tüketmek istemekte, giyim kuşamdan, arabaya, ev içi aksesuar ve mobilyadan, tatil ve eğlenceye varıncaya kadar, modernliğin tüketime dayalı birçok nimetinden yararlanmak istemektedir. Dini kimliğin dönüşümünde, yükselen değerlerden en önemlisinin, yetinmemenin bir toplumsal değer haline gelmesi ve “bir lokma, bir hırka yeter” felsefesinin İslâmi kesimde geçerliliğini kaybettiğini göstermektedir. Müslüman toplumun orta sınıfındaki tüketim pratikleri yaşam tarzlarında temsil edilirken, İslâmi hayat tarzları modernleşmekte ve bu süreçte İslâmi aidiyetler ve kimlikler de dönüşmektedir. Bir başka ifadeyle, dindar orta sınıfta tüketim kültürü kapitalizmin doğasıyla birlikte hareket etmekte, bu durum İslâmcı hedeflerin Batılılaşmış isteklerle dolu bir kapitalizmle ne kadar iç içe olduğunu açığa çıkarmaktadır.

 

[1] Nasr (2012). İslâmi Sermayenin Yükselişi İslâmi, Kapitalizm ve Türk Modeli, s.217

[2] Avcı, (2012). İki Dünya Arasında, s.15-16.

[3] Haddorff, (2000). “Religion and the Market: Opposition, Absorption or Ambiguity?”, s.483-504.

[4] Bilici, (2000). “İslâm’ın Bronzlaşan Yüzü: Caprice Hotel Örnek Olayı”, s.235-236.

[5] Roy (2003). Küreselleşen İslâm, s.102.

[6] Göle (2012). Seküler ve Dinsel Aşınan Sınırlar, s. 38-40.