Kadını Tehdit Gören İktidar Kompleksi

İnsanoğlunun tarihsel gelişiminde iktidar ve güç ikilisi önemli bir yer tutar. Güç burada çoğu zaman iktidarı yaratan ve/ya besleyen bir role sahiptir. Dolayısıyla iktidarların tüm arayışında gücün bir yerde toplanması amacı güdülür ve bu yolda her şey suistimale açıktır. Burada erdemin, hakikatin veya kutsal değerlerin manipüle edilmesi iktidarları ilgilendiren bir konu değildir. Burada iktidarı büyütecek gücün tek elde toplanması önemlidir. Bu sebeple de propagandanın tekrarı ile algı yaratma süreci büyük bir ustalıkla yürütülür. Çünkü iktidarlar, her dönemin ayrı bir güç yaratma ruhu olduğunun farkındadırlar. Öyle ki tarım toplumunda güç, kol ve bacakların olgunlaşmasına bağlı bir kas gücüdür. Makine toplumunda bunun yerini makine gücü alırken bilgi toplumunda ise bilgi gücü devreye girer. Hangi toplumsal yapı olursa olsun iktidar, her şeyi kendini büyütmek için manipüle edebilir. Böylece güç toplayıcılığıyla iktidarını hakim kılanlar, toplumdan bu güce tapınmalarını ve tüm coşkularını adeta histerik bir şekilde sunmalarını isterler.

Bu sebeple iktidarlar, bireyin iktidara tabi olmasını engelleyecek veya biatını zaafa uğratacak her şeyi tehlike olarak görürler. Dolayısıyla iktidarlar, halkın kendisinden başka bir şeye sevgi duymasını kaldıramayacak kadar kıskançtırlar. Bu kıskançlığın nedeni, onların halkın sevgisine talip olmaları değildir; iktidar daha da büyümek için halkın coşkulu desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu coşkulu destek, kutsal değerlerin sömürüsü ve hakikatin manipüle edilmesiyle yaratılacak bir toplumsal hipnoza bağlıdır. Çünkü toplumsal hipnozla insanlar arasında bir şeyin doğru ya da yanlış olması önemsenmez. Burada birey, iktidarla kendini o kadar bütünleştirir ki histerik davranışlar sergiler ve bir böbürlenmenin tatmin edilmesiyle görevini yerine getirdiğini düşünür. Histerik hipnoz bireyi o anda eşini ve çocuklarını bile düşünemez. Çünkü bir iktidara sunulan “Toplu heyecan, insana sağduyuyu, insanlığı, hatta kendini koruma duygusunu bile unutturan, iğrenç kırımlara girişilmesini mümkün kılan, kahramanca şehit olmayı göze aldıran tatlı bir sarhoşluktur.”[1]  

İktidar kadından korkar

Kıskanç iktidar, hemen hemen tüm kutsal metin ve ideolojilerde, hatta ikili ilişkilerde erkektir. Çünkü güç erkekte toplanmıştır ve kendisine itaat edilmesini ister. Burada erkeğin kadın ile ilişkisinin iktidar için bazı riskler taşımasından dolayı tehlikeli görülebileceğini belirtebiliriz. Bu sebepledir ki ortaçağ Avrupa toplumunda ve bugün Ortadoğu’da kadınlara yönelik bazı uygulamalar düşündürücüdür. Öyle ki bazı iktidarlar kadını tamamen geri plana iterken bazı iktidarlar alan daraltma taktiğiyle bunu yapıyorlar. Yakın zamanda yaşanan “kızlı erkekli evler”, “Kahkaha atmak” “En az üç çocuk” ve “Kadın fıtratı” tartışmaları da iktidarın toplum mühendisliğine işaret edebilir. Burada iktidar, kendisine biat edilme motivasyonunu sağlayan kimi argümanların kadınların erkek üzerinde kuracağı etkiyle ortadan kalkmasından korkar.

Burada korkulan şey; kadının çocuk yapması, evi temizlemesi ya da erkeğin ayaklarını yıkaması değildir. Burada özellikle iktidarın erkek bakışı nezdinde kadının cinselliği ile baştan çıkarıcılığından endişe edilir. Evet, diktatörleri besleyen iktidarın gücü, bir kadın devrimiyle yıkılma tehdidindedir. Öyle ki 12 Yıllık Esaret filminde çiftliğin beyaz sahibinin en zayıf noktası siyahi kadın Patsey (Lupita Nyong'o)’in cazibesidir. Patsey bunu “sahip”i zaafa uğratıp zayıflatmak ve arkadaşlarını korumak için kullanabilecektir. Yine yıllar önce izlediğim için adını hatırlayamadığım bir filmde ruhban sınıfından bir din adamı, genç kızın karşısında öyle aciz ve çaresizdir ki “Kendimi senden kurtarmalıyım” diyerek intihar eder.

Cinselliğin iktidara isyanı

İnsanlar kendilerini başarıya ulaştıracak ve onu üstün kılacak bir gücü kendinde bulamadığında tüm yüce nitelikleri kendisinde bulacağı bir lider arar ve “fetiş iktidar” ortaya çıkar. Böylece kutsanan ve yüceltilen iktidara karşı koşulsuz bir itaat başlar ki “Boyun eğdiğimiz önder insan da olsa, tanrı da, bütün boyun eğişlerin kökü korkuya dayanır.”[2] Bu korku imparatorluğu bazen bireyin içine öyle işler ki bundan kurtulma şartları oluştuğu anda bile “halinden memnun köle” tesellisine başvurur. Burada kölelikten kurtulmak için atılacak ilk adım birçok nedenden ötürü olabilir. Ki insanlığa devrimin ilk adımını attıracak şey, bir an ona korkularını unutturan sonsuz bir zevk de olabilir. Burada Hebbel’in “Judith ve Holofernes” trajedyasında anlatılan hikayede Judith’in halkını özgürlüğe kavuşturması örnek verilebilir. Judith, bekareti bir tabu ile korunan güzel bir kadındır. İlk kocası gerdek gecesinde gizemli bir şekilde felç kalmıştır. Bu sebeple Judith “Benim güzelliğim, zehirli kiraz gibidir. Tadına bakmak, çılgınlık ve ölüm gerektirir” der. Tabii Asurlu komutan Holofernes kenti ele geçirip halkına korku saldığında Judith cinselliği vatanseverlikle bütünleştirir ve herkese korku salan Holofernes’i baştan çıkarır. Judith, Holofernes’in kafasını kesme gücünü kendinde bulur ve halkını özgürlüğe kavuşturur.[3]

Dolayısıyla Judith’e başkaldırma cesareti veren şey, tabulaştırılanın kaybı olduğu gibi onu zafere ulaştıran da Holofernes’in kadın karşısında teslim oluşudur. Bu sebeple ilkel insan özellikle gücün korunumu için tabular yaratmaya ve kurallar dayatmaya eğilimlidir. Çünkü burada kadına yönelik bir korku saklıdır. Öyle ki “Erkek ne zaman özel bir işe girişse, örneğin bir keşfe, ava, savaşa gitse, kadından, özellikle de kadınla cinsel bağlamda yakınlaşmadan uzak durmak zorunda kalır.”[4] Bazı baskıcı toplumlarda bu sebepledir ki kadın ancak kendisine verilen rollere göre yaşar. İktidarı zayıflatacak kadar ön planda olmasının erkekte zafiyet yaratacağı korkusuyla cinsel birleşmenin hazza yönelik değil, çocuk yapmak amaçlı olması telkin edilir. Çünkü “Erkek, kadın tarafından zaafa uğratılmaktan, onun dişiliğine yakalanmaktan ve ardından işe yaramamaktan korkar. Birleşmenin gevşetici, gerilimleri çözücü etkisi, bu korkuya örnek teşkil ediyor olabilir. Kadının, cinsel birleşme sayesinde erkek üzerinde tesis ettiği etkisinin algılanışı, yeni bir şekilde cebren edindiği itibar da, söz konusu korkunun genişlemesini haklı çıkarabilir.”[5] Aynı şekilde D.H. Lawrence de kadın ve erkek iki kutbun bir araya gelmesinin dengeleri alt üst edişine işaret ederek “Cinsel birleşimde, iki bireydeki iki kan denizi, olabildiğince yakın bir araya gelmek için dalgalanıp yükselirken, çatışarak bir birlik oluştururlar. İki akımın birleşmesiyle ortaya çıkan kıvılcım veya aşırı yoğun yüklü bulutlardan kaynaklanan yıldırım gibi, büyük bir karşılıklı değişim patlaması gerçekleşir.”[6] Devamında Lawrence “Ama öncesi gibi midirler?” dedikten sonra “Fırtına sonrası hava gibi, kan değişmiş ve yenilenmiş, hemen hemen yeniden yaratılmış olur.” saptamasını yapar.

“Orgazmı ortadan kaldıracağız”

İktidar kendini muhafaza etmek için gerekirse adalet, sevgi, ahlak, özgürlük gibi duyguları da kontrol etmeye çalışır. Bunun için de her türlü propaganda ve beyin yıkama yöntemini kullanabilir. Burada kişiyi tamamen başkalaştıran ve ilk ben olmaktan uzaklaştıran cinselliğin bazen bir isyan öğesi olarak öne çıkabileceğini söyleyebiliriz. Konuyu anlaşılır kılmak için İngiliz George Orwell’in 1948’te yazdığı 1984 adlı romanına bakabiliriz. Romanda olaylar Okyanusya denen hayali bir yerde geçer ve “büyük Birader ” ile “Parti”nin toplum mühendisliği ele alınır. Her şeyin kontrol altında tutulması için her yere “Büyük Birader seni izliyor” yazısı asılıdır ve partinin temel üç sloganı “Savaş barıştır, Özgürlük köleliktir, Bilgisizlik güçtür” şeklindedir. Gerçek Bakanlığı'nda bir tarih silinirken yeni bir tarih yazılır ve düşünceler yasaklanırken bunu Düşünce Polisi uygular. İnsani tüm duygular kontrol edilmeye çalışılırken herkes telegöz denen kameralarla gözetlenir. Burada amaç, herkesin sadece “Parti” ve “Büyük Birader”e hizmet etmesidir. Öte yandan ailede bile çocuklar sistemli olarak ailelerine karşı kışkırtılıyor ve anne-babalarına karşı casusluk yapmaları öğretiliyordu.[7]

Burada özellikle Büyük Birader’e bağlılıkta zaaf yaratacağı düşüncesiyle cinsel hazza ve erotizme karşı bir duruş sergilenir. Öyle ki çiftlerin birbirilerinden ömür boyu uzak durması için çalışan Seks Karşıtı Gençler Birliği gibi örgütler kurulur. İki cinsin birbirini sevmesini tehlikeli gören iktidar partisi “Cinsellik güdüsünü öldürmeye, eğer öldürülemez bir şeyse bu içgüdü, o halde onu çarpıtmaya ve kirletmeye çalışıyordu.”[8] Burada çözüm için gerekirse kadın ve erkek ilişkilerinin yozlaştırılması gerektiği de savunulurken partinin bu konudaki politikası “Parti’nin bu yolu izlemesinin tek amacı, kadın ve erkek arasında denetlenemeyebilecek bağlılıklar kurulmasını önlemek değildi. Dile getirilmeyen asıl amaç, cinsellik ediminin içerdiği tüm zevkin ortadan kaldırılmasıydı. İster evlilikte, ister evlilik dışı olsun aşk bile erotizm kadar düşmanca karşılanmıyordu. Tüm evlilikler, bu amaç doğrultusunda görevlendirilmiş bir komite tarafından onaylanmak zorundaydı ve –gerçek nedeni açıkça ifade edilmese de- eğer söz konusu çiftin fiziksel anlamda birbirini çekici buldukları izlenimi edinilirse, evlilik için onay kesinlikle verilmiyordu. Evlilik için geçerli kabul edilebilecek tek amaç, Parti’ye hizmet edecek çocuklar dünyaya getirmek idi.”[9] sözleriyle anlatılıyor.

Bu politikanın nihai amacını İç Parti üyesi O’Brien “Orgazmı ortadan kaldıracağız. Nörologlarımız şu an bunun üzerinde çalışıyor. Parti’ye duyulan bağlılık dışında hiçbir bağlılık kalmayacak. Büyük Birader’e duyulan sevgi dışında hiçbir sevgi kalmayacak.”[10] şeklinde anlatır. O’Brien’in bunu söylemesinin nedeni  “Gerçek Bakanlığı”nda çalışan parti üyesi Winston Smith’in Julia’ya ilgi duyması ve onunla birlikte olduktan sonra yakalanmasıydı. Çünkü iktidar, cinsellik güdüsünün kişinin parti dışında kendine yeni bir dünya yaratmasından korkuyordu. Bunun yanında sevgi ve cinselliği yasaklamaya çalışan iktidar, yaşanmayan cinsellikle birlikte ortaya çıkacak histerinin Büyük Birader’i yüceltmeye, savaş tutkusuna ve iktidara tapınamaya dönüşebileceğini düşünüyordu. Winston Smith ile cinsel ilişkiye giren Julia bunu “Seviştiğin zaman enerjini harcıyorsun; sonrasında da kendini mutlu hissediyor, hiçbir şeye aldırmıyorsun. Böyle hissetmene dayanamaz onlar. Her zaman enerji dolu olmanı isterler. Tüm o yürüyüşler, alkış tutup bayrak sallamalar, seks yapmamanın verdiği hırçınlığın dışavurumu. Eğer kendi içinde mutlu olsan, Büyük Birader, Üç yıllık Planlar, İki Dakikalık Nefret ve onların diğer tüm kahrolası zırvaları için ne diye heyecanlanacaksın?”[11] şeklinde açıklar.

İktidara karşı sevgi

Sonuç olarak iktidar güdüsü, kontrol edilmediğinde her gün biraz daha despotizme kayar. Bu eğilim iktidarın dayandığı gücün doğal yapısında vardır. Yani güç, şiddete her zaman meyillidir. Bu konuda İngilizcede  “Power corrupts, absolute powers corrupts absolutely (İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar)” şeklinde bir söz vardır ki gayet açıklayıcıdır. Dünya örneklerine bakıldığında birçok yerde mevcut olan diktatörlüklerin özünde demokrasi vaadiyle geldiği ve mutlak iktidar edildiğinde otoriteleşmeye başladığı görülebilir. İktidarların en çok korktuğu şey de insanların “sorgulamaları” ve “düşünmeleri”dir. Bu sebeple de bu iki unsur üzerinde baskılar hiçbir zaman eksilmemiştir. Ama şu da bir gerçek ki sorgulama ve düşünme edimi en zor anda bile bazen dünyanın bireyin umurunda olmadığı bir sevgi anında ortaya çıkar.


[1] Russell, Bertrand, İktidar,Cem Yay. 1. Baskı, İstanbul, 1990, Çev. Mete Ergin, s. 28

[2] Russell, Bertrand, a.g.e s. 16-20

[3] Freud, Sigmund, Sevgi ve Cinsellik Üzerine, İlya yay. 1. Baskı, İzmir, 2006, Çev. Akın Kanat, s. 143-144

[4] Freud, Sigmund, a.g.e s. 132

[5] Freud, Sigmund, a.g.e s. 133

[6] Lawrence, D.H., Ruhsal Çözümleme ve Bilinçdışının Doğaçlaması, İlya yay. 1. Baskı,İzmir, 2004, Çev. Erol Esençay, s. 196-197

[7] Orwell, George, 1984, İlya yay. 2. Baskı, İzmir, 2003, Çev. Ege Acar, s. 164

[8] Orwell, George, a.g.e s. 83

[9] Orwell, George, a.g.e s. 82

[10] Orwell, George, a.g.e s. 327

[11] Orwell, George, a.g.e, s. 163