Milli İrade: "Ben Aslında Yokum"

Demokrasi bir güven rejimidir. Millete ve milletin tercihlerine güven duyulmasını gerektirir. (R.T. Erdoğan)

Son birkaç gündür, Rektörlük seçimleri vesilesiyle ama daha çok İstanbul Üniversitesi seçimleri özelinde yoğunlaşan bir gündem aracılığıyla “sandık”, aktüaliteye teşrif etti. Prof. Dr. Raşit Tükel, rektörlük seçimlerinde 1202 oy aldı ve birinci oldu. Onu 908 oyla Prof. Dr. Mahmut Ak takip etti. Ancak YÖK Mahmut Ak’ı birinci, Raşit Tükel’i ise ikinci sıradan önerdi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mahmut Ak’ı rektör olarak belirledi. Bu durum İstanbul Üniversitesi’yle sınırlı da değildi: Örneğin Uludağ Üniversitesi’nde de en çok oyu alan Prof. Dr. Kamil Dilek değil, ikinci sıradan önerilen Prof. Dr. Yusuf Ulcay rektör oldu. Hatta Harran Üniversitesi’nde, üniversitedeki seçimlerde beşinci sırada olan Prof. Dr. Ramazan Taşaltın rektör olarak atandı. Liste uzar gider, uzatmadan söyleyelim: Seçimlerdeki bu türden “adaletsizlikler” bu seçimlere has değildi. Örneğin eski Cumhurbaşkanı Gül döneminde de benzer uygulamaları hatırlıyoruz.

İstanbul Üniversitesi Demokratik Üniversite Girişimi’nin meseleyi kamuoyunda görünür kılma çabalarıyla, konu daha çok Raşit Tükel üzerinden ele alınıyor. Tükel basın toplantısında, “Bir seçim sonucuna bağlı kalmayacaksanız, sandığın iradesine oy verenlerin iradesine bağlı bir karar almayacaksanız, ona göre bir atama yapmayacaksanız seçimi neden yapıyorsunuz” demiş ve eklemiş: “Geçtiğimiz dönem en yüksek oyu alan Yunus Söylet rektörümüz oldu. Yaptıklarını beğenmesek de en yüksek oyu aldığı için sandığın iradesine saygı duyduk ve rektörümüz olarak kabul ettik”[1]. İstanbul Üniversitesi Demokratik Üniversitesi Girişimi ise “Tükel’i tek meşru rektör olarak gördüğümüzü bir kez daha ifade ediyoruz” ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a referansla “bizzat kendisi tarafından her fırsatta dile getirilen sandığa saygı ilkesini hiçe saymıştır”[2] diyerek tepkisini dile getirmiş. Bu meseleye, dile getirilen tartışma eksenlerinin çok boyutluluğunu yadsımadan (akademik özgürlükler, üniversite özerkliği vs.) ama “sandık” ve “irade” kavramlarını merkeze alarak bakalım.

Mesele üzerinde dönen tartışmalarda kabaca sandığa saygı duyulmadığı, üniversitenin iradesinin hiçe sayıldığı söyleniyor. Mücadele ekseni elbette başlı başına bu söylemle kurulmuyor, çünkü üniversite bileşenlerince Raşit Tükel’in seçilse bile atanamayacağı epeydir söyleniyordu, bekleniyordu. Ancak bazı yazar ve yorumcuların atıfları, bizzat iktidarın “sandığa ve iradeye saygı” söylemine referansla yürüyor. Örneğin Aydın Engin, atamalardan önce yazdığı bir yazıda şöyle diyordu: “Eyyyy Cumhurbaşkanı, ‘Demokrasi sandıktır ve sandıktan ibarettir’ buyurmuştunuz. A-ha işte önünüzde akademik sandık var ve içinden Raşit Tükel diye bir profesör çıktı. Ne yapacaksınız?”[3]. Ne yapıldığı ortada ama bu şaşırtıcı oldu mu?

Demokrasi, adalet, özgürlük ya da tartışmamız bağlamında “sandık”, “(milli) irade” gibi kavramlar, Laclaucu terminolojiden söylersek, boş gösterendir. Bunun kanıtı, kavramlar üzerindeki “ilkesel” düzeyde olmayan kaymalar, kırılmalardır. Yani kavramların, kendilerinden menkul ilkesel zeminleri yoktur. Yüklendikleri bagajla işlev görürler ve var olurlar. Dahası bir söylem zincirine eklenerek, bütüne ve pratiğe katılırlar ve bütün içerisinde işlevsel olurlar. Bu anlamda “sandık” ve “sandığa saygı” gibi çıkışların, ilkesel bir düzeyde potansiyeli kolayından var olamaz çünkü en genel manada Türk Sağının söylem evreninde “milli irade”nin tecelli etmesi bağlamında araçsallaşan “sandık”ın yüklendiği işlev ve mana ile muhalif söylemdeki kastedilen (iktidarı kendi söylemi ile avlama veya ilkesel düzeyde bir “sandık iradesine saygı”) arasında epey bir boşluk vardır. Zaten genellikle “sandığa indirgememek” ile ifade edilen eleştirel tavrın kıymeti, bu boşluğun bizzat “sandık” ile doldurulamayacağı varsayımından çıkması itibarıyladır. Sözün özü, “sandığın iradesi” veya “milli irade” iktidarın ağzında, “öteki”yi tanımlamak ve dışarıda bırakmak niyetiyle kurulur. Daha önemlisi, sözgelimi “milli irade” olarak boş gösterenin, kendisinin değil dışarıda bıraktığının tanımlanması tercih edilir ki manevra kabiliyeti esnekleştirilebilsin. Bu haliyle de iktidar olma ya da iktidarda kalma stratejisinin bir parçası olarak araçsallaşır, ilkesel olarak değil. İlkesel değil muğlak (bilinçli olarak tanımlamama) ve esnek olması da bu bağlamda önemlidir. Daha çok içerir, yayılır, yaygınlaşır.

Örneğin, Demokrat Parti’nin milli iradeci popülizmi, “halkın anasını ağlatan elitist tek parti dönemi CHP’sini” karşısına aldığı ölçüde “milletsiz rejimi”, “milli irade” lehine sorunsallaştırır ve söylemine katar. Milli olan, gayrımilli olanı tanımladığında, ona kaşını kaldırdığında ve göz kırptıklarını kendisine katılmaya çağırdığında/zorladığında anlam kazanır. Ya da “sandık”, Gezi’de “sokağı terörize eden çapulcuları” ve sokak hareketlerini karşısına alarak “varsa bir hesabınız, zaten yakında sandıkta görüşeceğiz” çıkışını güçlendirdiği ölçüde anlamlıdır. Kısacası bu kavramların söylemsel kurulumlarındaki kodlar yadsınarak, olduğu gibi alınarak muhalif dile tercüme edilemez. Söylem çağırır çağırmasına fakat koşulsuz teşrif etmektense, davetsiz misafir olarak dahil olmak yeğdir sanki? Kaldı ki davetiyelerde kimlerin gelebileceğinin değil, bazılarının gelemeyeceğinin tarifi yapılmışken.

Bunları “sandığın kategorik reddini” vaaz etmek, muhalif dilin yalnızca iktidarın söylemsel evreninden beslendiğini iddia etmek için söylemiyorum. Ama “sandık iradesi” kavramının, rutinin dışında niçin bazıları için tanınmadığını ve yok sayıldığını anlamak, karşı karşıya kalınan durumu açıklayabilmek de elzem.

Neticede “sandık” ve onun bir üst anlatısı olarak “milli irade” hikâyenin parçalarıdır. Bu hikâyede roller dağıtılmıştır. Kimilerinin rolü, figüranlıktır. Figüranın hikâyenin akışında rolü olsa da kıyıda köşededir. Şartlı olarak bütüne dahil edilir. Etkisi bununla sınırlıdır. Hikâye hepimizi ilgilendirir görünse de anlatıcı açısından öyle midir? Birilerine “sizin için yokum” derken, başroldekilere “asıl olan sizsiniz” der. Kulak kabartırsak duyarız; kimilerine “ben aslında yokum” diyor. Bu duyulabiliyorsa ve verilen roller ile yetinilmeyecekse, kendi meselesini kendi sözleriyle var eden kurucu bir hikâyeye ihtiyaç var gibi.


[1] http://www.evrensel.net/haber/109517/tukel-cumhurbaskaninin-yaptigi-sandigin-iradesine-saldiridir (03 Nisan 2015)

[2] http://www.diken.com.tr/akademi-iradesine-sahip-cikiyor-mesru-rektorumuz-rasit-tukeldir (03 Nisan 2015)

[3] Aydın Engin, “‘Sandık Demokrasidir’ Demiş ve Israr Etmiştiniz…”, Cumhuriyet, 23 Mart 2015.