Dehşet, Öfke ve Şiddet

Michel Tobias’ın Öfke romanı, insanoğlunun ötekilere yönelik acımasızlığının yarattığı dehşeti, öfkeyi ve şiddeti anlatıyor. Anak “öteki”leştirilenler cinsleri, renkleri, dilleri, dinleri, sosyal statüleri farklı olanlar değil. Okuyacağınız hikayedeki mazlumlar, aslında yok edilmelerine alışık olduğumuz canlı türleri, yani hayvanlar. Tobias, hayvanlara reva görülen muameleden dehşete kapılıp dehşet duygularının biriktirdiği öfkeyle silaha sarılan iki arkadaşın isyanı özelinde insan hayvan ilişkilerini araştırıyor.

Felham ve Muppet, ABD ordusuyla Vietnam’da savaşmış bu iki arkadaş, hayatlarını orada geliştirdikleri “becerileriyle”, yani bilek gücüyle sürdürürlerken ansızın bir değişim geçiriyorlar... Vietnam’da sorgulamadan suç ortağı oldukları üniformalı vahşet Brezilya ormanlarında karşılarına avcılık giysileriyle bir kez daha çıkmış, Felham ve Muppet insan olmanın sorumluluğunu bu kez unutmamışlardır…

KİM ADALETSİZLİĞE İSYAN ETMEZ?

Felham’ı ABD tarihinin en tehlikeli teröristlerinden biri haline getiren süreç kardeşi Jason’un bakış açısından aktarılıyor. Jason’a göre abisinin giriştiği eylem yavaş bir intihardır; “ciddi ve derin düşünülmüş bir nedenle başlamış, kendi iç yıkımına, dünyevi ve empatik bir şarta, kendini yok etmeye ayarlı bir hareket”… Hareketi tetikleyen, Felham’ın insan adetlerinin akıldışılığını görmesini sağlayan hayvan sevgisidir. Jason, eylemlerinden ürkmekle birlikte hem yakından tanıdığı hem de kendisi de bir hayvansever olduğu için, Felham’ın kavgasını anlamaya çalışır. İşte bu anlama ve anlamlandırma çabası, hikayeyi geçmişe götürecek ve orta sınıftan bir Amerikalının hayatının her kademesinde hayvanların yaşama hakkını ne türden ihlallerle kararttığını sergileyecektir.

İnsanın diğer canlılara küstah bir aldırmazlıkla hükmetme eğitiminin kökenlerini çocukluk döneminde başlatıyor Jason; kurbağalar, çocuğu ilk ısırışlarında veya sahibin yatağına ilk pisletişlerinde tuvalete atılıp üzerlerine sifon çekilmemiş hamster ve hintdomuzları, evlerinden kovulmuş kediler, sokaktan toplanıp Biyoloji laboratuvarlarının kapılarında aç bırakılmış, umutsuz, miyavlayan, üzerlerinde bilimsel deney yapılmasını değil, şefkat ve süt bekleyen kediler, balıklar, semenderler. Ve sıra köpeklere gelmiştir:

“Biyoloji 101’in konusu köpekti. İyi bakılmış, beslenmiş, şık aile köpekleri değil, tüyleri keçeleşmiş, gözleri bezgin ve açlıktan eklem iltihabına yakalanmış umutsuz çeneleriyle yarı vahşi alt-türler… Titrek bacaklı bir kurt köpeği, aylar önce kaybolduğu belli bir kırma, biyolojik malzeme satan firmaların artıkları, yanılgıya düşüp çalınmış ya da bilim adına doğranmak üzere kiloyla satılmış köpekler. Ama bir zamanlar hepsi, her biri birer aile köpeğiydi… Ve bu, bekleme, umut etme tarzlarından belliydi. Laboratuvarda duygulu anlar yaşandı çünkü başlangıçta öğrencilere, duyguları bilimden ayırmak, buna inansalar bile, zor gelmişti. Ama sonunda çoğu, kendi kusmukları ve gözyaşları arasında, amatörce uyuşturulmuş inleyen köpeği kesmeyi, çırpınışlarını kontrol altına almayı ve sonunda sınıfı geçmeyi başardı. Oh ama daha kötüsü vardı; sonunda. Macaca Mulatta ya da diğer adıyla Rhesus maymunu…”

Jason’un zaman zaman ayrıntılara girerek aktardığı insan-hayvan ilişkisini soğukkanlılıkla okumak çok zor. Okul sıralarında başlayan bu “masum” ilişki, hayvanların acımasızca “şey”leştirilmesi öylesine geniş bir alana yayılıyor ki, öldürmek üzere kurulu bir uygarlıkta yaşadığımız, öldürmeleri korumak için üretilmiş oligarşilerce yönetildiğimiz gerçeğiyle bütün çıplaklığıyla yüzleşiyoruz. İşte bu gerçekliktir Felham’ın ruhunu yaralayan. Bir kötülüğü, haksızığı, adaletsizliği tespit etmiş ve kendisini bunu durdurmaya adamıştır; “Ben bir kanunum küçük kardeş. Yüreğimin kanunuyum.(…) Adalet nerede? Adaleti bilirsin, değil mi küçük kardeş? Dana pirzola diye bir şey varsa, adalet yoktur. Geleneksel Şükran Günü yemeği diye bir şey varsa, adalet yoktur. Türlerin büyük bir hızla tükendiği, hayvanların evrensel bir kuşatma altında oldukları ve böylesi bir katliam için insani nedenlerin teşhis edilemeyecek denli çokluğuna dair gerçeklerde tartışılacak bir yan yoktur.”

ŞİDDETİN YERİNE

Artık öfkesini dizginleyemeyen Felham, hayvanlara yaşam hakkı tanımayan şehirlere duyduğu nefretle eyleme geçer. Bundan sonra yok edilen hayvan sayılarıyla değil kendisinin yok edeceği insan sayılarıyla ilgilenecektir. Felham için bu insan yapımı dünyada başarılabilecek tek şey doğrudan intikamdır. Felham’la Muppet, barbarlığın ancak barbarlıkla durdurulabileceği inancıyla şiddeti en uc noktasına vardırıyorlar. Mezbahaları, laboratuvarları yakıp yıkıyor, bir sürü adam öldürüyor, hayvanları serbest bırakıyor ve sonunda peşlerine düşen FBI ajanlarıyla hesaplaşıyorlar.

İki intikamcının eylemleri kadar onların eylemlerini okuyucuya nakleden Jason’daki değişim de önemli. Felham’ın küçük kardeşi Jason, orta sınıfın toplumsal değerlere bağlı sıradan bir üyesi, sakin bir Amerikalı. Başlangıçta abisinin eylemini suç ve delilik kavramlarıyla anlamlandırabilen Jason, zaman geçtikçe Felham ve Muppet’in isyanına yakınlık duyacak, delilik sözcüğünün yerini duyarlılık alacaktır. Ama henüz düşünce aşamasındadır Jason. Düşünmenin eylem yapmak olmadığını bilir, belki de en büyük açmazı nasıl eyleme geçeceğini bile bilmemesidir…

Burada duralım. Romanın süprizli sonunu okurken keşfedeceğinizi, “Öfke”nin sadece hayvan haklarıyla ilgili sert bir manifesto olmanın ötesinde, insanın hayata karşı sorumluluklarını yüklenememesiyle de ilgili olduğunu söylemekle yetinelim. Bu çıkarsamayla birlikte artık edebiyatın dışına çıkacak, Tobias’ın çağrısını Felham, Muppet ve Jason’un umutsuzca aradıkları adaletin nasıl tesis edilebileceğini tartışarak cevaplayacağız.

Felham ve Muppet’in adalet anlayışı -içinden çıktıkları toplumsal zihniyetten kopya edilmiş şiddetiyle- savunulabilirliğini daha baştan yitiriyor. Michel Tobias elbette bunun farkında. Zaten kitabın önsözünde romanın nasıl okunacağını ima eden bir açıklamada da bulunmuş:

“Bu kitabın içerdiği şiddet, bizden çok önce burada yaşayan ve küçük bir umutla, biz gittikten sonra da yaşayacak savunmasız canlılara karşı yürütülen acımasız savaşa dair hepimizde bulunan duyarlı insan özelliğinin getirdiği kaçınılmaz fiziksel ve tıbbi zararın yanı sıra, toplumumuzda bir şeylerin ters, çok ters gitmesi haline karşı ve insanları öldürmeye iten psikolojik etkenlerin anlaşılmasına trajik ve loş bir ışık tutmayı amaçlamaktadır. Yazar, okura bu durumun çözümü için şiddet içermeyen çözümlerin bulunduğunu ve bulunabileceğini belirtme sorumluluğunu taşımaktadır. İnsanların diğer insanları ve Dünya’yı bizimle paylaşan canlıları yok etmesi durdurulabilir ve hedeflenen şeyin –yasaların, tüketim alışkanlıklarının ve algının– değiştirilmesi yönünde çok büyük bir emek harcanarak, başka bir deyişle, vicdanın sesine kulak verilerek Dünya sağaltılabilir. Şefkat, hoşgörü, barışçı kampanyalar, sabır, eğitim, yoğun çaba ve sanat, şiddet karşıtı ruhun, insan dünyasını batmaktan kurtarmak üzere örgütlenecek toplu bilincin temel taşlarıdır. Şiddetin şiddet doğurması gerekmez. Sevgi, en gerçek kötülükleri, hatta bu kitapta hayal edilen ve anlatılan kötülükleri bile yenecektir.”

Tobias’ın bu barışçıl mesajının kulağa hoş geldiğinin farkındayım. Ne var ki insanların, doğanın ve hayvanların kaderini muğlak bir sevgi kavramına bağlamak, mistik bir iyi-kötü çatışmasına saplanıp kalmaktan öte bir anlam taşımaz. Tıpkı romandaki kahramanlardan birinin söylediği gibi; “kişinin kendi düşmanlarını bağışlaması soylu, hatta ruhsal açıdan yüceltici olabilir. Ama başka masum kurbanların düşmanlarını bağışlamak düpedüz yardakçılıktır.” Öyleyse, gerek insanın insanla gerekse de insanın insan olmayanla yok edici ve tahakküm edici olmayan bir ilişkisinin imkanlarını ararken politik bir sorumlulukla daha somut ve kurumsallaşmış kavramlara sarılmalıyız.

Nilgün Toker’in ifadesiyle; “bu tür bir imkan, belki de bizzat politik varoluşun içinde taşıdığı değerden hareketle tesis edilebilir. O değer ‘adalet’tir. Homo faber aracılığıyla araçsallaştırılan doğanın, araçsallaştırılmış insan olmayan varlıklarıyla yıkıcı olmayan bir ilişki tesis etmek için, belki yeniden adalet ve ahlak duygusunu yardıma çağırmak gerekir. Bunun için de adalet arayışının anlamını, hayvanlarla ilişkimizi yeniden yıkıcı olmayan bir tarzda kurmanın imkanını da taşıyacak bir şekilde yeniden tanımlamalıyız.”

Radikal Kitap, 3.11.2006