Sokağı Normalleştirmek Üzerine

24 Aralık 2012 tarihinde Ezgi Başaran’ın Burhan Kuzu ile söyleşisi yayınlandı. Söyleşinin öne çıkan bir başlığı da “bir tek sokak normalleşmedi” idi. Okumayanlara okumalarını hararetle tavsiye edeceğim bir söyleşi. Hem Türkiye’deki siyasal iktidarların sokak, protesto, protestocu algısını göstermesi hem de siyasal iktidarın bugünkü ruh halini resmetmesi açısından çarpıcı açıklamalar içeriyor. Kuzu’nun açıklamalarına göre Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarı önünde üç engel mevcut: asker, yargı ve sokak. Bu engellerden ikisi bertaraf edilmiş durumda olduğundan sokak en büyük tehlike olarak addediliyor. Türkiye’de sokak her zaman olumsuz bir anlam taşımıştır, kötüdür, tehlikelidir. Bu olumsuzluğu görmek için “sokağa düşmek” ifadesini düşünmek bile yeterlidir aslında. AKP’nin sokağa kötü gözle ve güvensizlikle bakan bu anlayışı kendisinden önceki iktidarlardan farklılaşmadan sürdürdüğü ODTÜ’de yaşananlardan ve ertesinde yapılan açıklamalardan açıkça görülüyor. Güvensizlik ve paranoya saldırganlaştırır. Polisin giderek daha çok şiddete başvurup saldırganlaşması aslında hükümetin bu güvensizlik halinin resmi. Bu süreklilik arz eden anlayışa, Ortadoğu’daki gelişmelerin yarattığı hassasiyet de eklenmiş olsa gerek ki, sokak iktidar için en tehlikeli düşman halini aldı. Ordu ve yargı ehlileşti, sıra sokağı ehlileştirme noktasına geldi. İktidarın şimdiki meselesi sokakta “kadrolaşmak” olacak demek ki.

SOKAĞI EHLİLEŞTİRMEK

Sokağın normalleşmesi ne demek? İktidarın dilinde “ehlileştirmek” anlamına geldiği kesin. Peki, toplumsal Hareketler literatüründe ne anlama geliyor? Sokağın normalleşmesi, olağanlaşması dediğimiz şey, devletin, siyasal iktidarların gözünde protesto hareketlerinin normalleşmesi anlamına gelir; yoksa normalleşme, bir siyaset yapma biçimi olarak sokak repertuvarını kullanan aktörlerden kaynaklı olarak gerçekleşmez. Sokağın normalleşmesi, devletin protesto hareketlerini de tıpkı oy verme davranışını gibi siyasal katılmanın olağan bir biçimi olarak kabul etmesi anlamına gelir. Yani protesto hareketlerinin “ayaklarla oy vermeğe” dönüşmesi demektir. 1968 Hareketleri ertesinde birçok ülkede geliştirilen politikalar böyle bir anlayışın sonucu olup eylemlerde polis müdahalesini marjinalleştiren, buna karşılık önleyici müdahalelere ağırlık veren devlet stratejilerinin gelişmesini sağlamıştır. Devlette böyle bir algı oluşması, artık protesto eylemlerinin devleti yıkmaya yönelik eylemler ve dış mihrakların işi olarak algılanmamasını gerektirir. Protestocular ise düşman olarak değil, haklarını arayan, siyasi süreçleri etkilemeye çalışan yurttaşlar olarak kabul edilir. Sokağa çıkanlar ipleri iç ve dış düşmanların elinde olan kuklalar olarak kurgulanmaz ve “düğmeye basanlar” söylemleri üzerinden değerlendirilmez. Sonuçta protestocular, sistem içinde “kalarak”, içeriden siyasi süreçleri etkilemeyi hedefleyen kimselerdir.

Bu algılar yerleştiğinde siyasal iktidarlar sokağın sesine kulak verir, siyasi kararlar alırken sokaktan gelen taleplere kulak kabartır. Sokağın tepkisini önemser. Toplumun çeşitli kesimleri sokağa çıktığında, güvenlik güçlerini düşmana karşı savaş alanına sürülmüşler gibi onların üzerine saldırtmaz. Sokağın normalleşmesi demek, güvenlik güçlerinin protesto mekânlarında en az oranda görünür olması demek. Yoksa 3500 kişilik bir ordu şeklinde, her an saldırmaya hazır, silahlı, bombalı bir biçimde alanda hazır bulunması demek değil. Göstericilerle temasta bulunmaya kaçınarak uzaktan ya da yakından olsa dahi silahsız, devleti korumak için değil, göstericilerin güvenliğini sağlamak için orada bulunması demek.

GEZGİN VE ENDER BULUNAN KUŞLAR

“Her yerde aynı öğrenciler. Elde kayıtlar var. Hopa’ya gidiyor, oradan Ankara’ya, oradan Antalya’ya gidiyor… Bugün sokak hareketlerini yapanlar kaosu hedefliyor” diyor Burhan Kuzu. Gelişmelerden habersiz görünüyor bu haliyle. Ona bir kötü haber: küresel direniş artık “o aynı çocukları” ülkeden ülkeye götürüyor, kentten kente gitmeleri ne ki? Zaten protesto eylemlerine katılan öğrenciler, Amitai Etzioni’nin deyişiyle, ender bulunan kuşlar. Onların kıymetlerini bilmek lazım. Dünyada, kendi ülkelerinde, kentlerinde, üniversitelerinde olup bitenleri dert ediniyorlar.

Sözün kısası, sokağın normalleşebilmesi için devlet aklının ve siyasal iktidarların normalleşmesi gerek. Sokakta şiddet repertuvarının kullanımının azalması ise ancak ondan sonra mümkün olur. Adalet ve Kalkınma Partisi normalleşirse sokak da normalleşir, yoksa kendisiyle birlikte her şeyi anormalleştirir.