Ama Bebek İkimizin...

0.

Metin Solmaz’ın provokatif makalesini (M. Solmaz, Çocuk Gelinler ve Pedofili) okurken beni şaşırtan tek, ama tek nokta, yazının içerdiği argümanların neredeyse totoloji derecesine varacak kadar açık olmasıydı. Merin Sever’in eleştirisindeyse (M. Sever, Kadınların Hayatları Hakkında Ahkam Kesen Erkekler: Metin Solmaz'a Bir Cevap) sorunlu bulduğum birçok nokta olmasına karşın, şimdi, yazının ruhunu iyi yansıttığını düşündüğüm şu alıntı üzerinde duracağım:

“Zira çocuk sahibi olmak iki kişiyi de etkiliyorken, ikisinin de bunda rızası olması gerektiğini söylemek doğru değil midir? Bu soruya “evet” yanıtını veren hiç kimse, ne doğum kontrol yöntemlerine, ne de bu yöntemler başarısız olduğu takdirde (cerrahi/kalıcı olmayan ama aynı zamanda %100 garantili doğum kontrol yöntemi keşfedildi de bizim mi haberimiz yok?) kadının kürtaja başvurmasını engellemek kimin hakkıdır ve neden böyle bir hakkı olmalıdır?”

1.

Hamilelik meselesinde, bebeğin istenmesi parametresine göre dört farklı ihtimal vardır. Ancak, Sever’in yazısının da bilinçli ya da bilinçsiz olarak varsaydığı gibi, çoğu kereler bu dört olasılık, üçmüşcesine davranılır. Bu yazıda bu mantık hatasına işaret edecek ve bu hatanın siyasi bir yanlış olduğuna değineceğim. Mesele daha da karmaşıklaşmasın, üvey ya da yarı ebeveynliklere, çoklu evliliklere, poligamist ya da poliamorik ilişkilere değinmeyeceğim. Aslında, bu farklı kombinasyonlar çok daha ilginç ve heyecanlı bir senaryo yaratıyor. Ancak, makalem bir Françoiz Ozon filmi senaryosu değil. Odağım heteroseksüel bir çiftin hamileliği olacak.

2.

Bir kadın hamile kaldığında dört ihtimal vardır.

1. Anne ve baba müşterek olarak bebeği ister,

2. Anne ve baba müşterek olarak bebeği istemez,

3. Anne bebeği ister, baba istemez,

4. Anne bebeği istemez, baba ister.

Birinci ve ikinci seçeneklerde ne yapılacağı açıktır. Mesele, Benatar dahil birçok düşünürün de dikkat çektiği gibi 3. ve 4. seçenekler arasındaki asimetridir.

Toplumsal siyasetimiz, 3. seçenekte annenin bebeği doğurmasını kabul edilir bulur. Bunda şaşıracak bir şey yok. Zira, bir anne tek başına bir bebeği büyütebilir. Burada, meselenin siyasi boyutu, bekar/dul annelerin çocuk büyütürken yaşayacağı zorluklara karşı toplumsal dayanışmaya geliştirmeye odaklanır.

Asıl sorun, 4. seçenekte ne yapılacağına dair şimdiye kadar telaffuz edilen argümanlardadır. Bu tezlerin en büyük hatası, Solmaz’a katılıyorum, “Benim bedenim” sloganı çerçevesinde inşa edilmiş olmalarıdır.

Doğrudur, hamilelik, kadın bedeninde gerçekleşir. Lohusalığı da sayarsak, bir yıl boyunca çeşitli fizyolojik ve psikolojik zorluklarla mücadele etmek anlamına gelir bu. Kolay olmadığı açık.

Ancak, mesele, hamileliğin vuku bulduğu bedenin kimin olduğundan ziyade, 4. seçenekte, olası bir kürtajda kimin en çok zararlı çıkacağıdır. Bu, fetüstür.

Argümanın “Benim bedenim” üzerine kurulması, yaklaşık 12 aylık bir fiziksel ve psikolojik zorluklar silsilesinin, bir bebeğin hayatından daha önemli olduğu anlamına gelir. Bu çok vahşi bir tezdir.

Mesele, doğru/yanlış meselesinden ziyade, toplumsal gerçeklik meselesidir, diyebilirsiniz. Annenin istemediği bebeği doğurup babaya vermesi, genel geçer konuşursak, bebeği perişan edebilir diyebilirsiniz. Ancak, 4. seçenekte, bu yine bir argüman olamaz, zira baba bebeği istemektedir, zorluklarına da katlanacaktır.

Sıklıkla karşılaştığımız “feminist” argüman, 4. seçeneği bütüncül bir yekparelikte ele alır. Kuşkusuz, 4. seçenek, aile içi tecavüzün, evlilik içi şiddetin bir ürünü olabilir. Tecavüz vakalarında ne yapılacağı elbette daha açık, bir kadına bir yıl boyunca tecavüzcü spermle tekrar tekrar tecavüz etmek, kabul edilir değil. Ancak, kimi kadınların böyle bir durumda türlü türlü nedenle zigotu sahiplenebildiğini de görebiliyoruz. Benim anlamam zor, ancak, tecavüzcüsünden hamile kalan bir kadının, zigotu sahiplenip doğurması da, o kadını “erkek ideolojiye” tabi kılmaz, o kadını daha az feminist yapmaz.

3.

Solmaz’a katıldığım ve ondan biraz ileri gittiğim nokta, “bizim bedenimiz” argümanının, sadece bir iletişim hatası değil, siyasi bir hata olduğunu düşünmem. Yukarıda, bu argümanın bencilce olduğunu ima ettim. Ama bir yandan da belirttim, bu argüman, haklı bir şekilde, kadınların gebelikleri sürecinde yalnız bırakıldığı, yeterli destek alamadığı gerçeğini de yüzümüze çarpar.

Fakat, tüm bunlara rağmen, babanın “ben bakarım”, annenin “ben bakmak istemiyorum” dediği, tecavüz dışı durumlarda, kürtaj ahlaki olarak meşru mudur? Benim bu soruya yanıtım açık, yukarıda anlattım.

Fakat, bu soruya “evet” yanıtını verenler, asabi ve küstah bir tona bürünmeden, annenin sırf kendi keyfi ve rahatı uğruna, bir zigotu termine etme hakkı olduğunu anlatamıyor. Anlatamadıkları gibi, tezlerini işe yarar argümanlar üzerinde inşa edemiyorlar. Sonunda da tartışma, anlamsız bir güç mücadelesine dönüşüyor. Acı bir şekilde, bu güç ve iktidar mücadelesinin nesnesi de, daha doğmamış bir zigot oluyor.

www.canbaskent.net

[email protected]