Ama Onlar Daha Çocuk
İkiyüzlülük bile değil bu; zamanında üniversiteli gençlerin bile nasıl ve hangi ölçülere göre yaşayacağına, dahası yetişkinlerin neleri yapıp neleri yapmaması gerektiğine dair verdikleri onca fetvadan sonra şimdi, İktidar sahiplerinin ve iktidarın yazar-çizerlerinin 9-10 yaşındaki çocukların “özgür seçimlerinden”, “çocukların iradesine saygı göstermekten” söz etmeleri filan.
                
Daha vahim bir şey, bu sefil tutarsızlığı da mümkün kılan bir şey yok mu burada?Yaşadığımız zamanı derinden belirleyen çok yönlü değişikliğe ait bir şey. Görünür sebeplerini, uygarlığımızın hızla söz ve anlam merkezli olmaktan çıkarak imajın/görüntünün hükmettiği bir sığlığa teslim olmasında aramamız gereken bir değişiklikten, bir tür için-boşalmasından söz ediyorum. Söz ya da metin ile imaj arasındaki ilişkinin tersine dönmüş olmasından…Yok-şeyi mevcut kılmak,söz konusu her ne ise daima ötesine ilişkin bir merak beslemek, görünür olandan görünmeyene geçişler yapabilir olmak, bir hikaye dinlemeninya da roman okumanın ruhsal bir edimi tetiklediği bir iç dünyaya sahip olmak (zahmetsizce ve mütemadiyen  zihinsel imgeler yaratmak) yetenek ve kapasitesine haizdir insan. Simgesel derinlik dediğimiz şeydir bu. Bu şuna bağlanır aynı zamanda:Ölümlü varlıklar olmaktan dolayı, daima dünyanın kalıcı, sürekli ve güvenli bir yer olduğu duygusunu sağlayacak çıpalara ihtiyacımız vardır. 
                
Sözün önceliği ve bağlayıcılığı, bütün veçheleriyle simgesel işlev; yani inançlar, ritüeller, toplumsal ilişkiler, sorumluluklar, isimler, bilgi anlatılar yoluyla, söylem içinde bir kuşaktan diğerine aktarılır. Yeni kuşak neyin önemli olduğunu, hangi seçimleri yapmaları gerektiğini bir önceki kuşağın iletileri sayesinde öğrenebilir ancak. En başta da bizi insan yapan dili ve konuşmayı…Ruhlarımızı yapılandıran temel vasattır kuşaklar-arası iletim. O kadar ki, bazen tutulmamış yasların, travmatik olayların açtığı derin izlerin, bazı sırlar ya da ağır suçluluk ve utanç hislerinin o zincirde yarattığı kimi kırılmalar şimdiki kuşakta ciddi ruhsal semptomlara yol açabilir. Kültüre ve simgesel işleve girişi temin eden, böylece temel ruhsal bütünlüğü sağlayan sistem söylemdir. Ebeveynlerin çocuklarına konuşmasıdır. Dürtülerin yarattığı basıncın ve uyarımın, gösterenlerle cem edilerek uygul/ehil bir kıvama gelmesi bu yolladır. Dürtüden söze doğru medenileşmek bu sayede, önceki kuşağın el vermesiyle tecelli edebilir ancak. Ebeveynler kuşağının en can alıcı sorumluluğudur bu. Bir de HannahArendt’in sözleriyle söyleyecek olursak; “Burada da yerleşik bir uygarlığın devamı ancak, doğumla gelenlere birer yabancı olarak geldikleri ve önceden  kurulu buldukları bir dünyada yol gösterilmesiyle sağlanır.”
                                
Daha bireysel/ruhsal düzeyde gerçekleşen şey, genel olarak otoritenin ve baba işlevinin çökmesi ve bunun sonucu olarak simgesele girişin giderek daha müşkül bir hal almasıdır. Uzun hikaye, ama şu kadarını yine de not edelim: İnsanı diğer hayvanlardan ayıran farkı gösteren asli kapasitedir simgesel. Konuşma yeteneği, yanikendini konuşan varlık olarak tayin etmek, ve bunu ötekilere hitap ederek ve onlara dış gerçekliği temsil ettiği varsayılan işaretler yollayarak yapmaktır bu.
                                                                              
* * *

İnsanın her seferinde bir tüketici olarak yeniden icat ve imal edilmesi demek olan reklamcılığın da aynı kontrolsüz ve feci mantığı paylaşması boşuna değil. Reklamcının daha çok ürün ve mal satılsın diye küçücük çocukları daha baştan “tarzı ve şahsiyeti olan”, başka birine ihtiyaç duymayan, herkesten farklı olma projesiyle hayata başlayan varlıklar olarak sunmaktan utanmayışına, oradaki garabete alışkınız da,*Müslüman-muhafazakar hassasiyet ve özen de bir yere kadarmış demek ki.
                                               
* * *

Televizyon, bilgisayar ve ipad çocuğu şimdikiler. Yeterince dinlemeyi o yüzden bilmiyorlar (gerçi genel olarak geçerli bu artık: Bir şeyi uzun uzun dinlemek için bir yerde bulunmak istemiyoruz.)  Konuşamıyorlar. Televizyon ve bilgisayar çünkü, en büyük tahribatı kuşaklar-arası iletimi; o sayede iletilen en kıymetli insani armağanı, söylemi parçalayarak yapıyor. Okulların bir tür sirke dönüşmesi; ‘sıkıcı’ ödevler, dersler yerine çocukların eğlenmeyi ve keyif almayı sürdürecekleri yerler haline gelmesi de aynı fon üzerinde cereyan etmiyor mu? Bu etkinlikler lunaparkında bir konudan diğerine özgürce zaplamaktan başka ne yapılabilir ki? Öğretmen-öğrenci ilişkisi çoktandır yok artık.Bir kuşak sonrakini eğitme sorumluluğundan ve disiplininden uzaklaştığı ölçüde, eğitime yönelik bütün takıntılı ilgiye rağmen sonuçların her seferinde daha verimsiz ve yüzeysel oluşu şaşırtıcı sayılmamalıdır.Bilgi ve düşünce nesnesinin zaten ortadan yok oluşunun sonucu olarak düşünmeyi öğrenmek/öğretmek diye bir meselemiz de yok artık.Çocukların bahtlarına düşen tek şey, sonsuz bir çocukluk ülkesinde her aracı kullanarak kendi benliklerini onaylamak, ileri sürmek ve yönetmek.Kuşak inkarı ve kuşaklar-arası zincirin kırılmasının ve çocukluğun bütün çıpalarının kayboluşunun diğer yüzü de bu sonsuz çocukluk hali, bir türlü yetişkin olamamak.  Halen ve önümüzdeki on yılların en önemli konularından biri olarak kalacak bu. Bir de, anlam ilişkileri yok olduğu ölçüde, boşalan yerindoğrudan güç ilişkileriyle ve genelleşmiş şiddetle doldurulması niye sürpriz olsun ki!

* * *

Neo-liberal kapitalizmi canavarca bir itkiyle bütün kolektif yapıları yıkmaya çalışan, “tüm bağlarından kurtulmuş ve özgür birey” kültünü yücelten bir sistem olarak görmek yeterli değildir. O aynı zamanda her şeyi kökünden söküp atan, bütün sınırları, konumları ve kavramları (çocukluk ve yetişkinliği, kadınlık ve erkekliği, özgürlük ve esareti) yerinden eden ve parçalayan devasa bir yıkım hareketidir. Müslüman-muhafazakar zihniyet ve refleksin bu tablonun tam ortasına yerleşmesi hem komik hem ürkütücü. Tam burada, anti-kapitalist bir çerçeve ve tutumda ısrar edenler, kültürün ve yasanın yeniden ihyasını da zorunlu bir bileşen olarak gözetmeyi ihmal etmemeliyiz.

Son not: Evren Balta’nın Birikim dergisinin 192. Sayısındaki “Bitmeyen çocukluk, erken yetişkinlik ve yeni kapitalizm” isimli ziyadesiyle mühim yazısını önererek bitirmiş olayım.
 
 
               
 
 
* Bunun korkunç bir örneği olan yakın zamanlı Koton firması reklamına ilişkin Ümit Kıvanç’ın “Riya Tabirleri” bloğundaki “Kötülüğün minik masum halleri” yazısını hatırlatmak isterim