Filistin Demokrasisi ve El-Fetih

Filistin mücadelesi Yaser Arafat’ın ölümünden sonra en önemli dönüm noktalarından birini, kimilerine göre de krizini yaşıyor. Bu “kriz” önümüzdeki yıllarda hareketin nereye evirileceği konusunda da belirleyici olacak.

Çünkü, bu dönüm noktası/kriz, Filistin mücadelesinde bugüne kadar üstü örtülen, sorgulanmayan, özeleştirisi yapılmayan örgütsel yapılanma, politika oluşturma ve demokrasi anlayışının yeni, farklı görüşlerin kendisini olarak ortaya koyması, yönetimde söz hakkı istemesiyle “Filistin demokrasisi”ine olumlu katkıda bulunacak gibi görünüyor. Geç kalınmış olan bu durum, Filistin mücadelesini kısa süreli olarak sekteye uğratsa da uzun dönemde önemli katkılarda bulunacaktır. Bu katkının, beklendiği gibi olmazsa olmaz koşulu kuruluşundan bu yana Filistin mücadelesinde belirleyici, sürükleyici ve karar verici olan Filistin Kurtuluş Örgütü içindeki en büyük grup olan El-Fetih içindeki mücadeledir.

Filistin hareketinin bugüne kadar uzanan tarihsel sürecine baktığımızda,“belirlenmiş” politik parametreler içinde hareket ettiğini, bu parametrelerden fazla bir sapma olmadığı görülmüştür. Bu parametreler; liderlik, FKÖ şemsiyesi altında toplanan örgütlerin, bu şemsiye çerçevesindeki demokratik yapılanması, bazen de verilen mücadele, İsrail’in varlığı ve işgal koşulları gerekçe gösterilerek ortaya çıkan anti-demokratik yöntemlerle asgari koşulları olan bir gelenektir.

Tartışılan .bir yapı ve anlayış olsa da tüm handikapları, aksaklıkları, liderlik sultasına rağmen Filistin hareketi Ortadoğu’nun “en demokratik, entellektüel, girişimci, laik ve birçok farklı unsur ve görüşü” içinde barındırmıştır.

Filistin hareketinin motoru FKÖ gibi görünse 1959’da kurulan, Filistin direnişinde köşe taşı olan, örgütün en büyük ve kurucusu El-Fetih Grubudur. El-Fetih FKÖ’nün kuruluşundan bu yana iki önemli role soyunmuştur.

Bölgesel düzeyde Filistin halkının temsilcisi olarak kalmış, yerel düzeyde FKÖ içindeki diğer grupların misyonlarını tamamlaması, güçlerini ve tabanlarını yitirmelerinin ardından yönetici grup olarak varlığını sürdürebilmiştir.

El-Fetih’in tepe örgüt olması ve bugüne kadar varlığını bu yönde sürdürebilmiş olmasının en önemli gerekçesi Yaser Arafat’ın varlığıdır. FKÖ içindeki diğer örgütler tarafından yolsuzlukla, anti-demokratik olmakla eleştirilse de karar verici bir örgüt olarak varlığını korumuştur.

MÜCADELEDEN YÖNETİME

Filistin mücadelesi her evresinde, uluslararası ve bölgesel krizlerde politikasının kendi iç dinamiklerine göre belirlemiştir. İç dinamik ise El-Fetih’in kendisinden başkası değildir. Her dönemde El Fetih’in gölgesinde kalan FKÖ, 1982’de Lübnan’dan çekilirken, Tunus’a sürgüne giderken, 1987’de 1. İntifada’yı başlatırken belirleyici olmuştur; hatta 1993’de Oslo Antlaşması’nın gizli denebilecek bir şekilde imzalanması yine El Fetih’in inisyatifi, yönetim anlayışının bir sonucudur ve tabii ki Yaser Arafat’ın.

Özellikle 1987’daki 1. İntifada’nın kitlesel bir kimliğe bürünmesi ve Filistin topraklarında tüm kesimlerin katılımını, direniş sürerken alternatif olmasa da günlük yaşama dair kurumların devamını, örgütlenmesini dolayısıyla intifadanın sürekliliğini sağlayanlar El-Fetih örgütünün genç militanlarıydı.

İntifadanın başarısı, Filistin sorununu bir kez daha uluslararası arenanın gündemine getirmesi ve Oslo Antlaşması’na giden zeminin hazırlanmasında Gazze ve Batı Şeria’daki bu genç kadroların rolü büyüktü ve bu kadrolar Tunus’ta sürgündeki lider kadronun başarısının arkasındaki asıl nüvelerdi. Ancak bu süreç aynı zamanda genç kadroların farklı bir yönetim tecrübesi edinmesine, halkla doğrudan bağ kurulması ve ayaklanma sırasında toplumsal hayatın örgütlenmesi sürecinde yeni politik anlayışların gelişmesine neden olmuştu. Hatırlanacağı gibi intifada süresince İsrail, Filistin’in dünyayla tüm bağlarını koparmış, ekonomik olarak Filistin çöküşe girmiş, okullar kapanmış ve kurumlar işlemez hale gelmişti. Aynı dönemde bir yandan “taş ayaklanması” sürerken diğer yandan gündelik hayatın devamı örgütlenmiştir. Bu açıdan Tunus’taki liderliğin pratikte hiçbir katkısı olmadığı gibi, insanlarla doğrudan bağ kurmadaki kopukluk en üst düzeye varmıştır.

El-Fetih içindeki anlayış ve politika nüanslarının temelleri de bu dönemde atılmıştır. O dönemde partinin iki farklı liderlik, öncelik ve muhalefet anlayışı olmuştur: İşgal altındaki topraklarda doğmuş, İsrail hapishanelerinde uzun süre yatmış, intifadayı bizzat topraklarda yaşamış “yeni kuşak” El-Fetihçilerin, mücadeleyi uzaktan organize etmeye çalışan “eski kuşak”lara güvenlerinin giderek azalması o dönemlere rastlar. Tabii ki Arafat’ın varlığı, Oslo Antlaşması sürecindeki kafa karışıklığı, uluslararası baskı ve politik belirsizlik 1. İntifada’nın asli unsurları olan genç kadroların karar alma sürecinin dışında kalması ve yönetime dahil edilmemeleri ile sonuçlanmıştır. Bu yaklaşım, genç kuşaklarda örgütsel olmasa da zihinsel kopuşun altyapısını oluşturmuştur.

El Fetih’in Oslo Antlaşmasını tek taraflı olarak imzalaması FKÖ içinde ciddi çalkantılara yol açmış, özellikle FHKC, FKHO, gibi örgütlerin şemsiyeden ayrılıp Şam’a yönelmeleri ile sonuçlanmış, kriz Arafat’ın “taktisyenliği” ile en az zararla atlatılmıştır.

Oslo Antlaşması yeni bir başlangıç gibi gözükürken, El-Fetih içindeki ikili anlayışın da başlangıcıdır. Filistin Kurtuluş Örgütü, Filistin Otoritesi’ne, silahları çok önceden bırakmış olan yaşlı militan kuşak yöneticiliğe terfi etmiştir.

Filistin yönetimi “zafer ve özgürlük” sloganı ile işgal topraklarına dönerek işbaşına geldiğinde, karşısında İsrail’in baskısı altında kendi kendilerini yönetmeyi, emeklemeyi öğrenmiş bir nesille karşılaşacaktı. Yönetime gelenler ise bir anda elitist anlayışlarla rant paylaşımına girerken bürokratik bir yapı kurmakta gecikmedi.

Artık El-Fetih’in yapılanması da modası geçmiş bir tarzdı; Arafat’ın varlığı kaos ve bölünmelerle ilerleyen bir gemiyi karaya ulaştırmaya çalışıyor, Hamas da aynı dönemde siyasi, sosyal ve direnişteki rolüyle politik ayrışmayı hızlandırıyordu. 2. İntifada Fetih içindeki bölünmeyi bir süreliğine durdurdu ve diğer Filistinli gruplarla oluşturulan kollektif direniş anlayışı bölünmeyi geciktirdi. Ta ki Arafat’ın 2004’teki ölümüne kadar. Bundan sonra El-Fetih tam bir karmaşa içine girdi. Mahmut Abbas Arafat sonrası birinci krizi intifadanın önemli lideri, İsrail tarafından ömür boyu hapse mahkum edilen Mervan Barguti’nin desteği ile aştı. Ancak bu kez durum farklı, saflar daha net. Barguti, Fetih’in bölünmesi uğruna ağırlığını koydu ve Filistin tarihindeki önemli dönüm noktalarından birine imzasını attı. 1959’da kurulan örgüt fiilen ikiye bölündü.

EL FETİH’İN “GELECEĞİ”

Bundan İsrail’in Gazze’den tek taraflı olarak çekilmesi sonrasındaki gelişmeler de etken oldu. Gazze’deki otoriteyi kuramayan, Abbas yönetimi krizi derinleştirdi. El-Fetih kan kaybederken, Hamas halk nezdinde disiplin, otorite, direniş, birlik ve ulusal sorumluğun temsilcisi olarak görülmeye başlandı. Ve bunun sonucunda Batı Şeria’daki yerel yönetim seçimlerinde önemli oy oranına ulaştı ki, Batı Şeria Gazze’nin tersine El Fetih’in kalesi olarak bilinirdi. Ve Mervan Marguti bu durumdan Abbas yönetiminin “basiretsiz tutumunu” sorumlu tuttu.

Çünkü Abbas, Arafat sonrası mirasın yükünü kaldıramadığı gibi zaten daha önceden kendi kitlesi nezdinde olmayan kredibilitesini de tüketerek vaat ettiği hiçbir koşulu yerine getiremedi. Gazze’de son dönemdeki otorite boşluğu adam kaçırma olaylarına kadar vardı ki, bu durum bir süre sonra Filistin’in Irak gibi anılmasına neden olacaktır. Ancak, dikkatli bakıldığında bu yöntemin, yönetime duyulan tepkiye ek olarak mafya türü örgüt ve ilişkilerin sonucu ortaya çıktığı görülecektir.

25 Ocak’ta, 1996’dan bu yana ilk kez Filistin Meclisi için seçim yapılacak. Seçimlerde son anda ortak listeyle girmeye karar verilmiş olsa da Mervan Barguti’nin öncülüğünde kurulan El Mustaqbal (gelecek) grubu El Fetih’in fiilen bölündüğünün göstermektedir. Örgüt içindeki bu bölünme tabii ki Hamas’ın şansını arttırmaktadır. İşte bu yüzden, son anda ikili liste teke indirilmiş, bölünme resmileşmemiştir. Hamas’ın gücü oranında El-Fetih kendi içindeki bölünmeyi geciktirecek, yine birlik görüntü verecek olsa da yakın gelecekte ayrışma netleşecektir. Filistin demokrasisi en büyük sınavlarından biri ile karşı karşıyadır. Bu yüzden bu “krizi” kendi eski gelenekleri ile aşması mümkün gözükmemektedir. Eski yöntemler devam ettiği sürece, Filistin toplumu Hamas’a kaymakla kalmayacak, İsrail’in son manevraları karşısında daha da karmaşaya yönelecek, bu da İsrail’in elini daha da güçlendirecektir. Ama hepsinden önemlisi Filistin toplumu kendine ve yöneticilerine olan güvenini yitirecektir.