Benzerlikler ve Anormallikler Arasında İki Parti: AKP ve DTP

Türkiye’de bazı sosyal sınıflar, siyasi akımlar ve onların temsilcileri olan siyasi partiler üzerinde – ki bunları Gramscian tabirle “karşı-hegemonik hareketler” olarak değerlendirebiliriz – sürekli bir psikolojik baskı ve şüphe vardır. Bu akımlar ve partiler kendilerini sürekli olarak, “hâkim” – ya da Gramscian tabirle “hegemonik” – siyasi ideoloji, siyasi parti ve toplumsal sınıf nazarında kanıtlamak durumda hissederler/bırakılırlar. Bu psikolojik baskı ve şüphenin kökenlerini belki Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, yani Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka tecrübelerinde bulabilmek mümkündür, ama biz bu yazıda, günümüzden iki örneğe kısaca değinmeye ve bu iki örnek özelinde yaşanan süreçlerdeki benzerlikleri ve “anormallikleri” ortaya koymaya çalışacağız. Bu iki örnek, AKP ve DTP örnekleridir.

Partilerin üzerindeki psikolojik baskılardan ayrıntılı olarak bahsetmek çok gerekli değildir, çünkü bunlar zaten herkesin malumu olan meseleler ve bu yüzden bunları kısa bir-iki cümle ile hatırlatmakla yetinebiliriz. İlk olarak AKP’den bahsetmek gerekirse, bu partinin, iktidara geldiğinden bu yana üzerinde hissettiği en büyük psikolojik baskı, siyasal sistemdeki mevcut hegemonik düzenin yapısıyla ve diliyle uyuşması gerektiği yönündeki baskıdır. Bu baskıyı sağlamak içinse laiklik ve rejim tehlikesi araçları kullanılmaktadır. Şüphe ise, hem parti üzerinde, hem politik toplum alanında ve hem de sivil toplum alanında yaşam bulur. Bu iki araç ile AKP, hem söylemleri ve hem de eylemleri itibariyle, bu hegemonik düzenin şüphesini sürekli olarak üzerinde hissetmektedir. DTP’nin üzerindeki psikolojik baskı da AKP’nin üzerinde olan baskıya benzer bir baskıdır, yani mevcut hegemonik düzenin yapısıyla ve diliyle uyuşması gerektiği konusundadır, fakat bu baskı, AKP’ninkine nazaran biraz daha sathidir ve düşük yoğunlukludur denilebilir. Bunun nedeni de sanırım DTP’nin, AKP’nin aksine, hegemonik düzen nazarında henüz ciddi bir “tehdit” olarak algılanmıyor olması olabilir. DTP üzerindeki baskıyı sağlamada ise bölücülük tehlikesi aracı kullanılmaktadır ve parti hakkındaki şüpheler de sürekli olarak bu noktadan türetilmektedir.

İki parti hakkındaki durumdan kısaca bahsettikten sonra, bu durumun analizi iki taraf açısından yapılabilir: 1) Hegemonik düzen açısından, 2) Karşı-hegemonik hareketler açısından.

İlk olarak meseleyi hegemonik düzen açısından değerlendirmek gerekirse kısaca şu söylenebilir: Yapılan bu psikolojik baskılar ve üretilen şüpheler, mevcut hegemonik düzenin kendisini korumaya ve yeniden üretmeye çalışması çerçevesinde bize anlaşılabilir bir resim sunmaktadır. Karşı-hegemonik hareketler açısından ise meseleyi, bu psikolojik baskılara ve şüphelere maruz bırakılan iki siyasi partinin, yani AKP ve DTP’nin, birbirlerine olan yaklaşımları çerçevesinde ele almaya çalışacağız.

AKP’nin DTP’ye yaklaşımındaki “anormallikler” kısaca şöyle ortaya konulabilir: Birincisi ve kanaatimizce en önemlisi, AKP’nin, bir zamanlar kendisine yapılanları, aşağı yukarı aynı şekilde DTP’ye yapmasıdır. AKP ilk iktidar olduğunda şiddetli olarak dile getirilen takiye suçlamaları, gizli gündem suçlamaları vs. AKP’ye yapılan muhalefetin temel unsurlarıydı. Siyasal sistemdeki hegemonik unsurlar, AKP’den sürekli olarak, rejime, laikliğe ve rejimin temel değerlerine bağlı olduğunu hem söylemiyle, hem de eylemleriyle göstermesini/kanıtlamasını istiyordu. Bu süreçte de AKP bu türden bir baskıyla uzunca bir süre ve oldukça da yoğun olarak karşılaştı ve hâlâ da karşılaşmaya devam ediyor.

Aynı AKP’ye yapıldığı gibi, DTP’ye de gizli gündem vs. merkezli eleştiriler yapılmakta ve DTP de her fırsatta rejime, rejimin temel değerlerine, üniter yapıya vs. bağlılığını sözleriyle ve eylemleriyle göstermek/kanıtlamak zorunda olduğu noktasında sıkıştırılmaya çalışılmakta. Meselenin “anormalliği”, AKP’ye yapılan bu tutumun bir benzerinin şimdi DTP’ye yapılıyor olması değildir; “anormallik”, AKP’nin, kendisi de bu tutuma uzunca bir süre maruz kalmasına rağmen, şimdi DTP’ye karşı takınılan bu tavrın içine girmesidir. DTP’nin kimlikle, demokratikleşmeyle ve özgürleşme ile ilgili yaptığı her açıklama, aslında kendilerinin gizli gündemlerine doğru atmaya çalıştıkları küçük adımlar olarak yorumlanmakta ve DTP sürekli olarak gizli bir gündemi olduğu iddiasıyla eleştirilmektedir. AKP’nin bu tavrı hakkında farklı nedenler ileri sürülebilir. İlk etapta söylenebilecek olan, AKP’nin, DTP’yi güneydoğuda kendisine karşı, kalan son ciddi rakip olarak görmesi ve bu yüzden de onu siyaseten mümkün olduğunca sıkıştırmaya çalışmasıdır. “Anormallikler” konusunda son olarak ise AKP’nin, DTP’ye karşı açılan kapatma davasında takındığı ikircikli ve ilkesiz tavırdan bahsedilebilir. Mevcut hegemonik düzenin, DTP’ye açtığı kapatma davasına sessiz kalan AKP, bir süre sonra aynı zihniyetin kendilerine de kapatma davası açması ile sorunu daha iyi görmüş olsa gerektir.

Özellikle yaklaşan yerel seçimler nedeniyle AKP’nin DTP’ye karşı yaklaşımının, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın birçok yerde ifade ettiği gibi, ilkesel siyaset yapma anlayışı çerçevesinde olması, siyasetin değerini ve kalitesini yükseltecektir. AKP’nin DTP’ye yönelik mevcut siyasetinde ise, ne yazık ki, bu türden bir ilkesellik, henüz, görülmemektedir. Aksine AKP, sadece karşıdakini ekarte etmeye yönelik ve ilkesellikten uzak bir siyaset yapma anlayışı ile hareket etmekte ve hegemonik düzenin DTP’ye yönelik psikolojik baskılarına aynen katılmakta ve “nasıl olsa Güneydoğu’daki son siyasi rakibimiz kendi iç meseleleriyle uğraşmakla boğuşacak” tavrıyla DTP’ye yapılan baskılara destek vermektedir. Bu şekilde belki siyasal anlamda DTP’ye karşı bir başarı elde edilebilir, ama uzun vadede bu davranış, hem AKP’nin Türk siyasetine kazandırmaya çalıştığını iddia ettiği yeni zihniyete büyük bir darbe olur, hem de AKP’nin kendisine ve yürüttüğü karşı-hegemonik mücadeleye.

Kanaatimizce yapılması gereken, AKP’nin DTP’ye karşı tutumunu değiştirmesi ve DTP’nin kendisini, kendi söylemleriyle ve eylemleriyle ortaya koyabilmesine sabır göstermesidir. Böyle bir davranış, AKP’nin de tesis etmeye çalıştığını söylediği demokratik siyaset kültürünün ve ilkeli siyaset yapma anlayışının bir gereğidir.