AKP, Taksim Gezi Parkı ve İdris Naim Şahin'i Özlemek

Çıkan kısmın özeti: AKP, Taksim Gezi Parkı’nı “Topçu Kışlası Projesi” adı altında bir AVM ve rezidans şehirciliğine imza atarak buharlaştırmak istedi. Bir grup insan parklarının ellerinden alınmasını, gölgesinde oturdukları ağaçların öldürülmesini istemediler ve ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinde örgütlenerek Gezi Parkı’nda durumu protesto ettiler, direnişe geçtiler. Sonra polis, eylemcilere bol miktarda biber gazıyla müdahale etti. Olaylar, ölçüsüz şiddetin etkisiyle ve AKP’nin “Ne dediysek o” ile “Biz aslında AVM yapmayacaktık” arasında gidip gelen açıklamalarının yarattığı tutarsızlıkla büyüdü. Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere pek çok şehirde Taksim’de olan bitene destek veren gruplar ortaya çıktı.

Artık biliyoruz: AKP ve Erdoğan, muhaliflerini bir grup bozguncu ile ulusalcı/Ergenekoncu yapılanmanın uzantıları olarak görmeye çok alıştı. Ancak Gezi Parkı olayı; otoritenin, meşru ve herkes için makul gözüken bir talebi hiçe saymasının, muhalefet skalasını AKP’nin bugüne kadar düşünmediği ve kodlamadığı kadar genişlettiğini gösterdi. Şüphesiz bu olayda da benzeri olaylarda da hazır bekleyen, yeri geldiğinde aktif bir rol alan ulusalcı bir muhalefet var. Her konuyu ve itirazı bir anda ”Türkiye Laiktir Laik Kalacak”a dönüştüren bir güruh var, evet biliyoruz. Ama Gezi Parkı olayı Beşiktaş Çarşı’dan ulusalcılara, biber gazından ve AVM’nin kapatacağı ekmek kapılarından rahatsız bölge esnaflarından “siyasetle işi olmayan kendi halindeki insan”a uzanan bir çizgide herkesi bir araya getirdi.

Bu, AKP’nin “işte yine o malum çevreler” itirazının ötesinde bir şey artık. Buradaki muhalefet aritmetiğinin basit bir açıklaması var: Birine hiç neden yokken vurursanız, insanlar sizi alkışlamaz. Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter tonlara açık üslubu, şimdiye kadar, biraz da muktedire, haksızlık yapana, gücünden sarhoş olanlara, iktidarıyla şımarıklık yapanlara yönelik olduğu için çoğunluğun onayını aldı. Ancak Erdoğan’ın karşısında bu kez darbe planı yapan subaylar değil, ağaç gölgesinde oturmak isteyen insanlar var. Erdoğan, 28 Şubatçı’larla değil, kız arkadaşıyla ilk kez o parkta öpüşen çocuğun aşkıyla kavga ediyor. AKP, bir şehri şehir yapan şeyle, şehre musikisini veren ruhla, parkla, ağaçla, insanların anılarıyla savaşıyor. Bu yüzden bu kez haksız. Bu yüzden bu kez siyasetin iç karartıcı muhalefet kompozisyonunu aşan bir muhalefet var.

AKP her yazdığı romanda aynı formülü kulllanan best seller yazarı kolaycılılığında toplumu sevk ve idare edeceğini sanarken ve Türk sağının belki de siyasetin tekniğiyle, bilgisiyle en haşır neşir olan partisi sancağını taşırken, krizle nasıl başa çıkılacağı, nasıl bir iletişim stratejisi izleyeceği konusunda tökezledi. Kriz, iğrenç bir işletme terimi kullanarak söylemek gerekirse, “iyi yönetilemediğinde” avantajlarınız dezavantaja dönüşür. Hazır olda durmaya alışmış ve AKP’yi nihai ekmek kapısı olarak gören ve bir süredir doğrudan bir kısıtlama olmasa da “Acaba Başbakan rahatsız olmuş mudur?” vehmiyle köşe yazarlarının kariyerlerini şekillendiren medya, Gezi Parkı olayına dair gerçek anlamda bir habercilik yaptı mı? Hayır. Olayları sosyal medyadan ve dün gece 2:30 sularında sokaktan gelen sesleri anlamak için açtığım Halk Tv gibi mecralardan öğrendik. Peki bu kimin işine yaradı acaba? AKP, kendi yarattığı muktedir komposizyonuyla kendini zor duruma sokmayı başardı. Her durumda arkasında durulan bürokratik mekanizma ve polis ile “Adam lazım mı abi?” bekleyişindeki anlı şanlı medya patronları AKP’ye zarar veriyor artık.

Bir kaç not da daha önce Birikim’de sözünü ettiğim[1] kanaat teknisyenlerine ilişkin. Twitter’daki fake bir hesabı ya da trolleri ciddiye alıp uzun uzun Gezi Parkı’nın aslında bir dizi yanlış anlaşılmayla bu noktaya geldiğini “analiz” eden köşe yazarlarına, provokasyonlara karşı halkı uyanık olmaya davet eden televizyon yorumcularına, “Ağaç olayı olsa ben de giderdim ama kaldırım genişletiyorlarmış” mealindeki derin malumatları biz sefil ölümlülerle paylaşan strateji dehası uzmanlara artık ne söylesek az. Artık bu tür olaylarda “Polis şiddeti abartılı olmuş, kınayalım, ama AKP’yi ezmek için bu türden komplolara da prim vermeyelim yoksa ulusalcılar vs vs” şarkılarından fenalık geldi. Bir olayı analiz etmek ayrı şey, “Ben AKP’ye laf söyletmem arkadadaş” demek başka bir şey. Şunu görmek lazım: Hayatını AKP’yi savunmaya adamış bir akademisyenin/”uzman”ın orada açıklama yapan polis müdüründen ya da validen hiçbir farkı yok bu olayda.

Bitirirken, artık vakit ayırıp bu satırlara göz atan siz okurlara değil, eski İçişleri Bakanımız İdris Naim Şahin’e seslenmek istiyorum:

Sayın Bakanım, sizi özlediğimi fark ettim. Bu olaylar sizin döneminizde olsaydı eğer, en azından siz, evet siz sayın bakanım, neden biber gazı kullandığınızı, devletin kahredici kuvvetine neden başvurmak zorunda olduğunuzu açıkça söylerdiniz. “Bunlar” derdiniz bakanım, “bir grup bozguncu ve anarşist” ve “onlara gereken cevabı vermek zorunda kaldık” derdiniz. “Devlete karşı geldiler”, “verilmiş idari bir kararı asayişi tehdit ederek uygulatmak istemediler” derdiniz. Slavoj Žižek diye bir adam (afedersiniz, ama biraz solcu eğilimleri var) The Year of Dreaming Dangerously diye bir kitap yazmış, bir yerinde sizden bahsediyor, sizde felsefi bir yön olduğunu söylüyor. Doğru, ama eksik. Siz aynı zamanda dürüst bir devlet adamıydınız. Hislerinizi söylerdiniz bakanım. Şimdiki strateji uzmanları gibi lafı uzatmaz, mevcut bürokratlar gibi “aslında kaldırım genişletiyorduk” demezdiniz. Dürüstlüğünüzü özledim bakanım. Siz de bilirsiniz ya, yine de söyleyeyim: Kötü zamanlarda insan dürüstlüğü daha çok özler. Bunlar kötü zamanlar, bakanım. Bunlar kötü zamanlar...


[1] H. Bahadır Türk: “AKP ve Kanaat Teknisyenleri”, Birikim sayı 276 (Nisan 2012), s. 29-37.