İfade Özgürlüğüne Ekvador’dan Bakmak

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İfade özgürlüğü karnesi kırıklarla dolu bir devletin lideri şubat başında, yine ifade özgürlüğünden sınıfta kalan bir başka devlete konuk oldu. Misafir liderin konuşması sırasında ev sahibinin “haşarı” yurttaşları rahat durmayınca, konuğun korumalarının şiddetine maruz kaldılar. Üstelik bu yabancı saldırı alışık oldukları şiddetten bile hızlı gelince, ülke gündemi bir anda karmakarışık oluverdi. Her iki ülke toplumu için de yeni olan, ifade özgürlüğüne saldırı değildi. Biri, liderinin öfkesini ilk defa kendinden uzakta izliyor; diğeriyse kendi ülkesinde, bir “misafir” tarafından hırpalanmanın şaşkınlığını yaşıyordu. Bu çerçevede Ekvador’da olup bitenler, ifade özgürlüğüne müdahaleye uzaktan bakma fırsatı verirken, şiddeti kanıksamak zorunda bırakılmış bünyelere de ortada anormal bir şeyler olduğunu hatırlattı.

Dünya basınında bulduğu yankıyı ulusal basında bulamayan bu tatsız olay, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Ekvador ziyareti kapsamında 4 Şubat’ta, başkent Quito’da bulunan bir enstitüde yaptığı konuşma sırasında protesto edilmesiyle başladı. Cumhurbaşkanı’nın korumalarının tepkisi, aralarında Ekvadorlu bir milletvekilinin de bulunduğu protestocuları darp ederek dışarı çıkarmak oldu. Ekvador hükümetinin olaya yanıtıysa biraz karmaşıktı. Bir yandan Türkiye Büyükelçisi’ni Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak olaydan duydukları huzursuzluğu dile getirdiler. Öte yandan Ekvador Başkanı “haşarı” diye nitelediği protestocuların yaptıkları kabalıktan dolayı Türkiye’den özür diledi. Başkan’ın tutumu ülkesinde şaşkınlık yaratmadı. Zira Ekvador hükümeti son dönemde ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalarla gündemde. En son 2015 sonlarında Birleşmiş Milletler ve Amerikalılar Arası İnsan Hakları Komisyonu’ndan uzmanlar bir araya gelerek ülkede incelemelerde bulunmuş ve ifade özgürlüğü ve basın hürriyetinin gerçekleştirilmesi yönünde çalışmalar yapan bir sivil toplum örgütünün hükümet tarafından kapatılmasından duydukları ciddi endişeyi dile getirmişlerdi.

Oysa hem Türkiye, hem de Ekvador anayasaları ifade özgürlüğünü güvence altına almakta. Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ekvador’un taraf olduğu Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi de ifade özgürlüğüne ilişkin düzenlemeler getiriyor. Ekvador’da yaşanan olay çerçevesinde bakıldığındaysa, her iki ülkenin hukuki düzenlemelerine göre de, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı sözlü olarak protesto eden kişilerin ifade özgürlüğünü kullandığını söylemek mümkün. Zira Türkiye açısından Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında[1] bir yandan kolektif nitelikte olmayan protestoların ifade özgürlüğü kapsamında ele alındığı görülürken, bir yandan da kolektif protestoya izin veren toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkının ifade özgürlüğünün bir biçimi olarak kabul edildiği görülüyor. Ekvador açısındansa doğrudan Ekvador Anayasası (madde 66/6), kişilerin özgürce ve her türlü yolla fikirlerini açıklama ve düşüncelerini ifade etme hakkını tanıyor.

İnsan hakları bağlamında ifade özgürlüğü savunusu, anayasal ve uluslararası düzenlemelere yapılan atıflarla temellendirilir. Ancak ne modern anayasaların, ne de uluslararası ve bölgesel düzeyde imzalanan insan hakları sözleşmelerinin amacı, belirli insani ve etik değerlerin gerçekleştirilmesidir. Bu düzenlemelerin temel kaygısı, tam da birer hukuki metin olmaları nedeniyle, toplumun belirli siyasal ve ekonomik ihtiyaçlarına cevap vermektir. Bununla birlikte tıpkı diğer insan hak ve özgürlükleri gibi ifade özgürlüğü de modern toplumun hukuki düzenlenişinin bir parçası olmaktan ziyade, bir “olması gereken” olarak, evrensel düzeyde gerçekleştirilmesi gereken ve kaçınılmaz olan bir ideal olarak ele alınır. Buysa, ifade özgürlüğünün ortaya çıkış koşullarını göz ardı etmek demektir. Halbuki modern anlamda ifade özgürlüğünün hangi görüş ve inançların, kim tarafından, hangi koşullarda ifade edilmesine izin verdiği tartışılmadan yapılan bir ifade özgürlüğü savunusu, muktedire muktedirin sağladığı araçlarla direnmeye çalışmak anlamına gelir ki bunun da bir kısır döngüye neden olduğu ortadadır.

Bu açıdan Ekvador’un durumu özellikle dikkat çekici. Zira 16. yüzyılda ortaya çıkan modern dünya sistemi, Avrupa yayılmacılığıyla başlamıştı. Bu yayılmacılıksa meşruiyetini, modern uluslararası hukuka temel teşkil eden iki ilkede bulmuştu: ticaret hakkı ve tebliğ hakkı.[2] Kristof Kolomb’un Amerika kıtasına ulaşmasının ardından İspanya, bugünün Ekvador’u da dahil olmak üzere Güney Amerika’da sömürgeci faaliyetlere giriştiğinde, Papalık hükümlerine tabi olmayan Güney Amerika yerlilerini bağlayacak yeni bir hukuki düzenlemeye ihtiyaç duydu. Günümüzde kadın, çocuk, engelli, göçmen işçi ve mültecilere yönelik pek çok hak kategorisiyle genişletilen insan haklarının ilk örnekleri de, uzun tartışmalar sonucunda uygarlığın uzağında olsalar bile yine de insan olduklarına karar verilen bu kişiler için kurgulanan ticaret ve tebliğ hakkı oldu.

16. yüzyılda Avrupalılar, bugün ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilen tebliğ hakkı sayesinde Ekvador’u Hıristiyanlıkla tanıştırabildiler. 1960’lardan itibarense ABD menşeli petrol şirketleri, bu kez ticaret hakkı sayesinde, Ekvador Amazonu’nda yerlilerin hayatı ve çevrenin ciddi tahribatı pahasına da olsa Ekvador’u, Güney Amerika’nın en büyük petrol ihracatçıları arasına sokabildiler.

Hem Türkiye, hem de Ekvador ifade özgürlüğünü tanıyan hukuki düzenlemelere sahip ve ifade özgürlüğünü öngören pek çok uluslararası sözleşmeye taraf. Bu düzenlemelerin bağlayıcılığına rağmen her iki ülkede de ifade özgürlüğüne yapılan müdahalelerin bu denli şiddetli olması, dünya sisteminin içinde oluştuğu merkezin çok uzağında konumlanan bu devletlerin, iktidarlarını merkezin değerlerinden farklı biçimde din ya da etnisite benzeri meşruiyet kaynakları üzerinde kurmasıyla açıklanabilir. Yine uluslararası sözleşmelerin bağlayıcılığına rağmen uluslararası toplumun ya da daha gerçekçi bir ifadeyle merkezin, ifade özgürlüğü ihlallerine karşı tepkisizliğini açıklamak içinse öncelikle ifade özgürlüğünün ne anlama geldiği tartışılmalı.


[1] Anayasa Mahkemesi’nin “Osman Erbil Kararı” ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Appleby ve Diğerleri / Birleşik Krallık Kararı” örnek gösterilebilir.

[2] Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Erdem Denk, “Uluslararası İlişkilerin Hukuku: Vestfalyan Sistemden Küreselleşmeye”, Küresel Siyasete Giriş Uluslararası İlişkilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler içinde, (Ed.) Evren Balta, İstanbul, İletişim Yayınları, 2014.