PKK’nın Silahlı Ve İdeolojik Çıkmazları
Asimetrik savaşta TSK çok avantajlıydı. Sur, Silopi, Yüksekova gibi Kürt halkının yaşadığı şehirleri yıka yıka ele geçirdi. “Çözüm değil savaş” isteyen cephe zafer kazandı. “AKP’yi ne olursa olsun yıkmalıyız”, “Erdoğan'ı devirene kadar savaşacağız” diyen PKK, barış görüşmelerinde muhatap olmaktan çıktı, hendeklerde başlattığı silahlı mücadeleyi de kaybetti.

PKK’nın Rojava’daki silahlı kazanımları yanlış okuyarak Türkiye’de uygulamaya kalkışmasının faturası ağır oldu. Son yıllarda seçenekleri tükenmişti, silahlı ve ideolojik bir çıkmazın içine girmişti. “Bu çıkmaza nasıl girdi?” sorusuna cevap bulmak ise sanıldığı gibi kolay değil.

PKK’nın silahlı mücadele çıkmazı

PKK, Kürtlerin ikinci vatanı olan Rojava’nın IŞİD’in terörüne ve Suriye savaşına karşı olan dünya kamuoyunu arkasına alarak PYD aracılığıyla kuruluşuna öncülük etti. Rojava uzun vadeli silahlı veya demokratik mücadeleler sonucunda kurulmadı, tam tersine Suriye’deki iç savaşın yarattığı geçici kaostan çıktı ve varlığı sürekli tehdit altında.

Türkiye başından beri Rojava’nın kuruluşuna karşıydı. 2014 yılından sonra yüzlerce kez Kürt savaşçılarının mevzilerini bombalarken IŞİD’e sadece üç defa saldırdı. Türkiye, güneyinde Kürt devletini kabul etmeyeceğini defalarca açıkladı.

Türkiye’nin düşmanca tutumu PKK tarafından cevaplandı, şiddet hızla tırmandırıldı. Fakat PKK bununla sınırlı kalmadı. “Özyönetim” politikasıyla silahlı savunma yaparak Rojava deneyimini Türkiye’de tekrar etmek istedi, hem de politik koşulları hesaplamadan. Suriye’de doğru olan politikalar Türkiye’de yanlış çıktı. Koşullar olgunlaşmadan silahlı mücadelenin başarıya götürmediği bir kez daha görüldü.

Kandil’deki PKK liderlerinin Türkiye ve Suriye’deki silahlı mücadele politikaları, partilerinin program felsefesiyle temelden çelişiyor. Ortadoğu halklarına ve insanlığa güzel bir dünya umudu aşılayan yeni ideolojileri başlattıkları şiddet dalgasıyla anlamsızlaştırıldı. Her ne kadar AKP’nin tek adam sultasını yıkmayı hedeflediklerini söyleseler de politik süreç artık tehlikeli boyutlar aldı. Daha da önemlisi AKP’yi Kürt karşıtı gerici ulusalcılarla yakınlaştırdı ve sonuçta tek uluslu devlet söylemine yeniden güç kazandırıldı.

PKK, programında belirtilen “silahlı ve ideolojik öncülük rolünü” KCK*, DBP*, HDP* ve öteki sosyal örgütlenmeler tarafından tartışmasız kabul edilmesini istedi. Reel politika yapmaya çalışan bu örgütlerin alternatif geliştirmelerine engel oldu. Bu nedenle terör politikasını reddeden kitlenin yığınsal çıkışı devreye sokulamadı. Savaşın barbarlığı karşısında aydınların tartışma yaratan bildirisi dışında bir ses çıkmadı. PKK hendeklerle, silahla değil ancak güçlü kitle bağlarıyla ve yığınsal dirençle iktidarı kökünden sarsabilirdi fakat bu yolu tercih etmedi.

Yığınlarla beraber demokratik alternatifi oluşturabilecek solun bazı gruplarının, PKK’nın gölgesinde olduklarından, politikada fazla etkili olmadıkları biliniyor. Kürt sorununa gerçekçi çözümler arayan diğer liberal sol guruplar ise “Kürt sorunu çözülmeden demokrasi gelmez” politikasıyla, devleti olmayan bir devlete dönüşen PKK’nın sivil bir muhatap olmasını istedi. Aydınların istediği oldu, görüşmeler başladı ancak demokrasi bir tarafa itildi, barış ve demokrasi birbirinden ayrıştırıldı, Türkiye bir felaketin içine itildi.

Tüm sosyal ve politik hareketleri içine çeken barış ve demokrasi alternatifinin yokluğu saraydaki diktatörün Kürtlere savaş açmasına fırsat verdi. PKK ise barış ve demokrasiyi söylemde amaç belirlediğinden uyguladığı şiddetle demokrasi karşıtı konumlara düştü.

PKK varlığıyla Kürt halkının haklı davasının garantisi sayıyordu kendisini, ancak yolun sonuna gelindi. Silahların sustuğu yeni politika arama sürecindeyken bile, silahlı mücadele hedefinden vazgeçmedi ve hiçbir sivil alternatife izin vermedi. KSH’nin (Kürt Siyasi Hareketi) diğer bileşenlerinin, kendisi için var olma savaşı veren bir gücün vesayetini dışlaması, onlar için de riskliydi, göze alamadılar. Öyle bir momente gelindi ki PKK kendi kendini bitirirken çevresindeki ilerici Kürt, Türk örgütlerini de zayıflattı.

Kürt sorununu tanımayan gerici egemen elit, zamanı iyi ayarladı, durumu da eksiksiz okudu. KSH’nin PKK vesayetinden kurtulmasına fırsat vermeden vuracağı yeri iyi vurdu. Stratejisini “PKK yoksa Kürt sorunu da yoktur” denklemi üstüne kurdu. Kürt kimliğinin PKK ile özdeşleştirilmesi anti-demokratik militarist elitin örgütü bitirerek sorunu bitirme politikasını yeniden gündeme geldi. PKK’nın silahlı hegemonyası kendini vurdu. PKK her terör eylemiyle kendini vuruyor, kan kaybetmeye devam ediyor.

21. yüzyılda Kürt sorununu çözme yöntemleri PKK’nın yöntemleriyle taban tabana zıttır. Hepsinden önemlisi Kandil’de yaşayarak, silahla sonuç almak hemen hemen imkânsızdır. Halkın arasındaki kahraman öncüler yüz binlerin direnciyle bütünleşmezse, sosyal alanın her zemininde insani yöntemler titizlikle izlenmezse, insan hakları yüceltilmezse, sorunlar çözülmez, tersine katmerleşerek devam eder. PKK’nın öncü silahlı gücü milyonlar adına kimlik ve dil sorununu zorlayarak çözme planları Kürt halkı tarafından kabul görmüyor. Bu nedenle PKK zamanını doldurdu, silahlı mücadelesi ve örgütlenme yapısı geçen yüzyılda kaldı. Apo’nun çabalarıyla artık politikada yaptığı açılımları geliştirmesi, kendini yeniden yapılandırması gerekiyor. Veya geri çekilerek öncülüğü KSH’nin diğer bileşenlerine terk etmekten başka çıkış yolu kalmadı, çıkmaz yolda kalmakta ısrar ettikçe demokrasi kan kaybediyor, Kürt halkının özgürlük hareketi zayıflıyor.

PKK’nın ideolojik çıkmazı

90’ların ikinci yarısından sonra PKK’nın yöneticileri silahlı mücadelenin çıkmazda olduğunu gördü. Şiddet ve terörle ilerleme sağlanamayacağın anlamışlardı. Kürt halkının yaşadığı toprakları silahlı mücadele ile ayırıp koparmayı, bağımsız devlet kurmayı amaçlamadığını tüzüğünün giriş bölümünde nihai amacını formüle ederken belirtiyor: “Demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması ve bilimsel-demokratik sosyalizm çizgisi temelinde demokratik konfedere yapılanmayla Kürt ulusunun öz demokratik yönetimini ve birliğini geliştirmek…” (PKK program). Bölünme, parçalanma programın hiçbir yerinde yazılı değildir. İlerici sol politik paradigmalardan oluşan yeni politik strateji silahlı mücadeleyi amaç olmaktan çıkartıyor, demokratik mücadelenin yapılamayacağı çok sınırlı koşullara indirgiyor.

PKK içinden silah zoruyla ayrılma politikalarının Kürt halkına zarar verdiğini ilk dile getirenlerden biri Abdullah Öcalan’dı. 2005 yılında “konfederasyon” hedefini PKK’nın önüne koymuştu. Altı yıl sonra, 14 Temmuz 2011’de, parti “demokratik özerkliği” ilan etmişti. Aradan on yıl geçmiş olmasına rağmen bu yönde hiçbir ilerleme olmadığı gibi, belirtilen iki uzun vadeli hedef, hendek savaşlarıyla özünden uzaklaştırıldı.

Sosyalizm ve Konfederasyon arasında programda kurulmaya çalışılan ilişkiler de inandırıcı olmaktan uzak: “Bu anlamda temsilini PKK’da bulan Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik sosyalizm, halkların ideolojik kimliği olarak gelişmektedir. Bunun pratik-siyasal ifadesi ise Demokratik Konfederalizm olmaktadır...” (PKK program).

“Demokratik konfederalizm” de “demokratik sosyalizm” de silahla ve terörle gerçekleşemez. Demokrasiyi hedef belirleyebilirsiniz ancak amacınıza anti-demokratik yöntemlerle varmak isterseniz, demokratik amaç anti-demokratik sonuçlar doğurur. Amaçlar ve izlenen metotlar uyum içinde olmak zorundadır.

PKK programında sözü edilen “demokratik konfederalizm” politikası söylemden öteye gitmese de 80’li ve 90’lı yılların PKK’sından uzaklaşma ve köklü bir kopma girişimidir. Anarşist ve liberal sosyalist söylemler o yıllarda rehber olmadığı gibi bu yöndeki düşüncelere gerilla savaşlarına endeksli partide kuşkuyla bakılırdı. Yıllar hızla akıp geçti, koşullar değişti, Apo’nun öncülüğü ile PKK, politikasında değişimi tercih etti. Fakat yeni politika ile partinin kendisi arasında derin bir uçurum açıldığını Kandil görmüş olmalıdır ki bunca yıl geçmesine rağmen politikasını değiştirecek reform yapmadı.

Kuruluşundan Apo’nun yakalanışına kadar Kürt halkı PKK’yı “kendi kaderini tayin hakkının” şampiyonu, yılmaz savunucusu olduğunu gördü, etrafında kenetlendi. 1999’da Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasından sonra PKK’nın mücadelesi durmuştu. Faili meçhul cinayetler, ağır saldırılar, iç ve dış bölünme ve parçalanmalar partide derin yarılmalara neden olurken, silahlı mücadelenin ve belirlenen ideolojik rotanın çıkmazda olduğu bilinmesine rağmen gerekli adımlar atılamadı.

PKK’nin çıkmaza girdiği o yıllarda global ilerici güçler bir arayış içindeydi. Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetlerin çökmesinden sonra sol radikal düşüncenin yeni toplum arayışı ağır da olsa belli ilerlemeler sağlamıştı. Apo, Marksist-Leninist ideolojinin yerini alacak ve partiyi çıkmazdan çıkaracak ideolojik alternatifin arayışı içindeydi. Önemli düşünürlerin içinden en çok Amerikalı Marksist anarşist Murray Bookchin’in düşüncelerine ilgi gösterdi.

PKK’nin “Demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü” toplum projesi Bookchin’in temel düşüncelerinden ilham alınarak kaleme alındı. Genelde manifesto niteliğindeki programda ilerici insanlığın kabul ettiği değerler dizisi, hümanizm ve demokrasi, Kürt sorunuyla yoğrularak anlatılmış. Fakat analizler çelişkilerle dolu ve amaçlar boşluklar bırakarak sıralanmış. Ve en önemlisi Bookchin’in düşünce dünyasındaki temel düşünce olan “başka bir dünya” hayalinden iyice uzaklaşılmış. Ana hedefteki bu çift başlılığı PKK’nın programının her bölümünde görmek mümkün.

Sol radikal Bookchin’in demokrasi ve çevrebilim düşüncesi bir bütünlük oluşturur. Buna göre kapitalizm, durmaksızın teknolojiyi geliştirmek zorunda, dolayısıyla ekoloji ile barışması mümkün değil. Çevre ve kapitalizm arasındaki çelişki günümüzün temel çelişkisi olarak görülür. Eko dengeyi korumak mücadelesi anti-kapitalist mücadeledir, ezilen halkları ve dünyanın sömürülenlerini birleştirir. Bookchin’in çalışmalarıyla Marx’ın “birikim teorisi”ndeki eko denge boyutu geliştirilmişti. Ezilenler ve sömürülenler, kapitalist tüketim merkezlerine dönüşen ve merkezci yönetimlerin mekânı olan büyük kentlere alternatif yerleşim üniteleri, doğayı koruyan komünlerde yaşayarak direk demokrasiyle kendi kendilerini yönetirlerse doğayla barış içinde yaşayabilir. Halk yığınları kooperatifler ve demokratik kurumlarla örgütlenerek daha iyi bir dünya kurulabilir.

PKK programı, Bookchin’in fikirlerinden esinlenerek sınıf mücadelelerinin ve devletçi politikaların yerine komünal politikaları, Ortadoğu’da “demokratik konfederalizm” ve “özyönetimler” liberal ve postmodern çerçevede oturtulmuş. Program bir manifesto niteliğinde, somut görev ve amaçlardan çok felsefi politik ilkeleri formüle etmiş. Bu anlaşılır bir şeydir. Çünkü PKK ideolojik merkez olma misyonunu üstleniyor ve KCK aracılığıyla yerine getiriyor.

Kandil’deki yöneticiler, kabul ettikleri programın yeni bir “değerler dizisi” gerektirdiğini, buna uygun radikal örgütlenmelere gitmenin kaçılmaz olduğunu bilmelerine rağmen, tersi bir yola yöneldi. Silahlı çatışmalara hazırlık yaptılar ve ne zaman çatışacaklarını da “egemen rejimlerin klasik inkâr ve imha siyasetinin ifadesi olarak zorbalıkta diretmeleri ve hukuka saygılı olmamaları halinde, örgütlü ayaklanmalar ve özsavunmaya dayalı gerilla savaşlarını” egemen güçlerin dayattığı politik koşullara bağladılar; hata tam da buradaydı. Egemen rejimin zorbalığına karşı insanı, hukuksuzluğuna karşı hukuku, toplumsal örgütler aracılığıyla “ özsavunmayı” geliştireceğine, “özsavunmaya dayalı gerilla savaşlarını geliştirdi”. Program şiddetin her türünü dışlıyordu ama Kandil varlığı için bunda ısrarlıydı.

TSK üstün silahlı gücüyle PKK’yı çatışmalara çekerek, ırkçı milliyetçiliğin fitilini yaktı ve savaşı sürdürüyor. PKK binlerce kayıp vererek kırlara çekiliyor veya şehirlerde bireysel terör eylemlerine başvuruyor. Kandil’in izlediği Türkiye Kürdistan’ındaki aktif özsavunma stratejisi ancak büyük kayıplar verildikten sonra değiştirildi.

PKK silahlı mücadelenin birini bırakıp ötekine geçecek durumda değil. Sarayla anlaşarak görüşme yolları aramanın zamanı da geçti. Başkanlık sisteminin önünü kesecek, kalıcı barışın yollarını açacak ve demokratik, ilerici, dönüşümcü bir güç yaratma zamanıdır. PKK’nın önkoşulsuz desteklediği KSH Türkiye’nin demokrasi güçleriyle bütünleşerek halk hareketi yaratmanın zamanıdır. Aslında PKK için çok da yeni bir strateji değil bu.

Program, PKK’nın tarihsel bir dönemi bitirdiğini şu net ifadelerle belirtiyor. “Kürt sorununun açığa çıkarılmasında, Kürt halkının kendi öz dinamiklerine kavuşturulmasında ve Kürt sorununun çözüm sürecine taşınılmasında önemli kazanımlar elde ederek, esas olarak başarılı bir tarihsel süreci tamamlamıştır...” (PKK program). PKK programındaki doğru analiz, kâğıt üstünde kalmamalı. Gerçekten savaşa endeksli bir dönemi kapatarak Kürt toplumunun “demokratik dönüşümü ve özgür geleceği açısından...” yapıcı kuruculuk rolünü nasıl geliştirebileceğini tartışabilmelidir.

PKK, Kürt demokrasisini geliştirip Kürt toplumunu değiştirmek için programında formüle edilen politik önermeleri demokratik halk hareketiyle pratiğe dönüştürebilir. Daha fazla geç kalmadan Kandil, silahlı mücadele ile demokratik özerklik sürecinin bağdaşmadığını, yıkıcı silahlı mücadele ile kurucu özyönetimlerin yan yana getirilmesinin bir çıkmaz olduğunu görmelidir.


KCK: Koma Ciwaken Kürdistan (Kürdistan Topluluklar Birliği) demokratik, toplumcu-konfederal bir sistemdir.

DBP: Demokratik Bölgeler Partisi

HDP: Halkların demokratik Partisi