Arıza Felsefesi

Arıza, genellikle, mekanik ya da organik yapıların işlemez olduğu istisnai bir an gibi tarifini bulur. Makine bu beklenmedik anda kendisinden beklenen ne ise onu gerçekleştiremez olur. Makinesel tekrarda bir tür kesinti ortaya çıkar. Üretim döngüsü bozulan makine ya başka bir şey üretmeye başlar ya da üretimsiz, katatonik bir durum içerisine girer. Arıza, makinenin işleyişine içkin bir durum değildir; yanlış tasarlanmış olmasının sonucudur. Sözgelimi arıza önleyici tedbirlerin alınmamış olmasından ileri gelir.

Her makinenin, arıza yapmasın diye sürekli bakım ve idamesinin yapılması gereklidir. Bu bakım işi de bir başka makinesel işleyiştir. Örneğin bir saat kulesinin saatinin yüzyıllarca durmaması, ileri geri gitmemesi için, onunla koşut bir başka bakım makinesinin de iyi çalışması gereklidir. Bu makinenin parçası bakım elemanlarının işini iyi planlaması, kaytarmaması, bugünün işini yarına bırakmaması gerekir. Onların düzgün bir iş ahlâkıyla donanmış olması, iyi ücret alması, işlerini tavsatmalarına engel olan bir başka işleyişin, gözetim ve denetim makinesinin içerisine yerleştirilmiş olmaları gereklidir. Dolayısıyla bir makinenin arıza yapmaması için, onun uzantısı ya da parçası olan, görünmeyen başka makinelerin ve soyut tertibatların hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle uyumlu çalışmaları zorunludur. Örneğin saatin ayarından, bakımından sorumlu kimselerin iyi eğitim almış olmaları beklenir. Birbiri içine girmiş tüm bu makinelerin beraber çalışırlığından sorumlu bir soyut makinenin eşgüdümü altında olmalıdır. Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde ironik kıldığı şekliyle de olsa, görünür görünmez ilintilerle bu makinelerin bir sinerji içerinde işlemeleri gereklidir.

Özellikle Dostoyevski’den bu yana, “ironiyi harekete geçirmek”, Ulus Baker’in Rus düşünürleri ve sanatçılarında bulduğu “arıza felsefesi”nin ayrılmaz bir parçasıdır (2012: 141). Onlar için arızanın içkin parçası olduğu küçük ya da büyük makinelere karşı telafi edici bir tavır olan ironi, kaderi bozulmak olan, er geç arıza yapacak makinelere karşı bir tür direnç gibi de ortaya çıkar. Kusursuzca çalışacak bir makineye dönük bu inançsızlık, “a priori bir kıllanmanın” sonucudur. Makinedeki arızaya karşı bu kaderci davranışlar aynı zamanda organik varlıklardaki arızaların sonucu ölümle de uzlaşmanın bir işaretidir. Birer makine olarak insanlar da nihai bir arızanın sonucunda bu dünyadan göçerler. Bu durumda yapılacak olan, her başka şeyde olduğu gibi, bir bank etrafında toplanıp ölenin arkasından içmektir. Ölümün er geç gelmesi gibi, arıza da mutlaka ortaya çıkacaktır. Bu an geldiğinde, arıza felsefesine sahip olanlar, çok bir şey değişmemiş gibi yaşanan sorunlardan görece bağışık yaşamaya devam edebilirler. Hatta makine kırıcıların (luddistler) veya Rus anarşistlerin yaptıkları gibi, sabotajlar yoluyla bu kaçınılmaz arızanın bir an önce ortaya çıkmasına yardımcı da olabilirler.[1]

Arıza felsefesi, işlemekte olanın değil de, işlemeyenin, hatalı olanın doğası üzerine eğilmek anlamını taşır. Bu düşünce yolu, istisnai olanın kurallaşmasına açık olmayı da gerektirir. Makine, istisnai, kestirilemeyen bir durumdan dolayı arıza yapmaz; âdeta kural gereği zamanı geldiğinde işlemez hale gelir. Arıza, “rasyonel düzenek” kadar hayatın parçasıdır. “Batılının” önleyici girişimlerine, “tedbirlerine” karşılık, makine kendi içindeki sapmaların (clinamen) hükmü altına girdiği kaçınılmaz bir anda çalışamaz olur. Üstelik bu sapma, mekanik ya da organik makinenin kendi dışına çıkmasının değil, iştelik’in (haecceitas) ifadesini bulmasıdır. Bu iştelik, yayılarak, hemen etrafında ortak bir manzaraya katıldıkları diğer makinelere de bulaşır. Sözgelimi devrim böyle bir arızanın ertesi bir durum gibi ortaya çıkabilir. Hayatın üzerine yerleştiği türlü makinelerin birbirlerini bozmaları sonucunda, alışılmış bir yaşamın yok olmasına neden olabilirler. Buna göre makine, şaşırtıcı şekilde arıza yaptığında kendisi olur. Verimsiz, üretimsiz, bozuk, hasta, deli olduğunda iştelik’ine kavuşur.

Makine, arıza halinde, bir nesne olarak, kendisini belirli bir çevrim içerisine sıkıştıran öznelere hizmet etmez olur. Mutlak bir nesne, bozuk bir makine, hasta ve hatta ölü bir beden olduğunda en çok kendisine benzer. Makine, en derin, özsel belirlenimi olan bir clinamen’in etkisi altında verimsizleşir. Cihaz içindeki hayalet, içerisine yerleştiği bünyeyi ele geçirdiğinde, çelişkili görünse de, asıl o zaman makine kendisini gerçekleştirmiş olur. İçerisine nüfuz ettiği bünyede arıza yaratan cinler, makinedeki canlılığın kendisi olurlar.

En azından Rus düşünürler ve sanatçılar için böyledir. Onların üretimi düşünce ya da sanat işleri de hayatın içerisine karışmakta olan bu arıza kaynaklarına haklarını teslim etmek, onları görünür kılmak içindir. Bu arızanın sadece betimlemesini vermek, anlaşılır kılmak değil, onu üslup ve biçim olarak da yapıtları içerisinde yeniden üretmeye çalışırlar. “Arıza imgesi”, bu nedenle, bir roman, resim, film ya da fikriyat içerisinde, biçim ve öz olarak bu kökensel değerdeki arızaların izlerini taşır. Sahici düşünce ve sanat yapıtları, bir arızanın, clinamen’in, haecceitas’ın üzerine inşa edilmiş akılcı düzenleri, yapıları değil de, ilksel görüngüler (Urphänomen) olarak arızaları duyulur kılmalıdırlar.

Arızasız bir film ya da fotoğraf çekilebilir mi? Hayır, çünkü arızalar Lumière'in ilk filmlerinden beri sanki bu aygıtların özünü tanımlıyorlar... Sanat eseri bir kentin, bir hayatın, bir hikâyenin arızalarının hakkını tam manasıyla vermek zorundadır. Bugün Batılı sanatçılar hep bir "giderme" üslubuna sahipler... Doğulular ise (tıpkı Üçüncü Sinema manifestosunda Solanas'ların talep ettikleri gibi) galiba arızalara haklarını teslim etmeyi sürdürüyorlar... (2012)

Arızasız görünen, sözgelimi bir filmde her şeyin yerli yerinde göründüğü bir sahne, Baker’e göre Nazi propaganda işlerinde bulunabilir. Faşizm, kusursuzca işleyen bir makine düşlemi üzerine yerleşir. Hem bu makineyi işleten hem de bu makinenin kendisi olması beklenen saf insan ırkı da bu arızasızlığın, başka olanın karışmadığı kusursuz organik malzemedir. Irsi anlamda mükemmele varmış bir organizma olarak bu saf ırk, başkalarıyla birleşmiş olanın getirdiği belirsizliklerden uzaktır. Arıza, biraz da karışık olanın yarattığı kestirilemez karşılaşmalardan ileri gelir. Yeni bir organizmada birleşen farklı ırsiyetler ve dolayısıyla farklı talihler, çizgisi ne kadar belirli, kendileri ne kadar kusursuz olursa olsun, yarattıkları karışım arıza yaratmaya açıktır. Baker için Nazi sinemacısı Leni Riefenstahl ve Dziga Vertov’un sinemaları arasındaki temel ayrımlardan birisi de budur. Riefenstahl, kusursuzca işleyen makinelerin ve organizmaların arayışındayken, Vertov durmadan “kentin arızalarını” çeker. Oysa faşist estetikte arıza, âdeta kanı bozuk bir organizmanın işareti, belirtisidir.  

 



[1] Baker, Ulus (2012). Dolaylı Eylem (Der. Ege Berensel), Birikim: İstanbul.