Caute Bir Kitap

Spinoza çevresinde son bir yıl içinde dört önemli kitap yayınlandı. İlki bir biyografi, Steven Nadler’ın “Spinoza: Bir Yaşam” (İletişim), ikincisi düşünürün yaşarken yayınlanan (1670) önemli yapıtı “Teolojik-Politik İnceleme” (Dost Kitabevi Yayınları), Spinoza –Blyenbergh yazışmalarını içeren “Kötülük Mektupları” (Norgunk) ve son olarak Diego Tatián’ın “Spinoza. Dünya Sevgisi” (Dost Kitabevi Yayınları). Bu kitabın künyesinden yazarın, Arjantin Córdoba Ulusal Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesi olduğunu ve 2004’ten bu yana aynı üniversite bünyesinde yinelenen “Uluslararası Spinoza Kolokyumu”nun düzenleyicisi ve Córdoba Ulusal Üniversitesi Yayınları’nın yöneticisi olduğunu öğreniyoruz.

Tatián, kitabının girişinde çalışmasını bize kısaca şöyle özetlemeyi yeğliyor: “Bu kitap, yeni yüzyılın ilk yıllarında kaleme alınmış, az çok deneme tarzında yazılar bütününden oluşuyor. Söz konusu olan, tarihi ve metinsel anlamda yeniden düşünme çabalarıdır ve hep Spinoza’da bir şeyi kavramaya, düşüncesinin keskin ışığını açığa çıkararak kaderleri “karanlık zamanlar”da yaşamak olmuş biz insanların karmaşa içindeki konumunu aydınlatmaya çalışmaktır.” Oysa devam eden satırlarda yazar bize bundan daha fazlasını vermeyi vaat ediyorsa da ihtiyatı elden bırakmıyor. Caute.

Çünkü karşısında bir okur var. Bu okur, Spinoza’nın kim olduğunu bilmeyen bir okur olmasa gerek, meğer ki sadece okuma serüvenine kendini kaptıran bir maceraperest olsun! (Gerçekten böyle bir okur olabilir mi? Onun, yolunu kaybettiğinden söz edebilir miyiz? Merak eder mi? Spinoza kim?). Kimilerimiz, biricik yaşamında enerjisinin tükendiği, karanlığın, akıldışılığın çevresini kuşattığı karantina bölgelerini, teşhis için bekletildiği izbe bekleme odalarını, o odaların ağır kokularını bilir. Nadler’ın kaleme aldığı biyografiyi okuyan, Spinoza’nın dikenli gülünün açtığı ağır atmosferin genizleri nasıl yaktığını hisseder. Artık bize de aynı ağır havanın bugün hala nasıl solunduğunu idrak etmek kalır. Bekleme odasında gözetilen (!) hayatlarımızın, karantinaya alınmış dünyamızın bir kez daha bu adamın düşüncelerinin etrafında toplanmaya başlaması, tartışmaya çağrılması niye bu kadar anlaşılmaz olsun ki? Tatián bunu yapıyor, bu dilde çok sevilmiş bir yazarla başlıyor denemelerine: Borges.

BORGES’İN VAROLMAYAN KİTABI

“Kendisine bile açıklayamadığını başkalarına açıklayamayacağını keşfeden” Borges’in ‘varolmayan kitabı’nın Spinoza üstüne olduğunu öğreniriz. Tatián, “Hayatım Spinoza’yı keşfetmekle geçti” diyen Borges’in yazılarındaki izlekler ile bu düşünce evreni arasındaki ilişkiyi çarpıcı örnekler vererek neredeyse Borgesvari bir üslupla bizimle paylaşır. Borges’i bir de bu gözle yeniden okumanın heyecan verici olacağını düşünebiliriz. Öyle ki, şu acayip yanılsamaya bile kaptırabiliriz kendimizi: Spinoza, sakın Borges’in izleklerinden, kahramanlarından biri olmasın!

Bu arada, Cemal Bâli Akal’ın 2004 yılında yayınlanan “Özgürlüğün Geleceği Yoktur – Edebiyatta Spinoza (Dost Kitabevi Yayınları)” adlı kitabını henüz okumamış olanlar, Spinoza düşüncesinin neredeyse bütün dünya edebiyatında bıraktığı izin etkisini tarayan -hatta taramaya devam ettiği bilgisini aldığım- bu metinde çok zengin bir kaynakça bulacaklardır.

Borges, Etika’yı tekrar tekrar okuduğunu (tekrar tekrar geri döndüğünü!) bildirmektedir. Onun, başı sonu olmayan bir metinle karşılaşması, herhalde biz felsefecilerin ya da Etika’yı okumayı göze almış olanların edindiği tecrübeden çok daha yoğun, metnin kurgusundan etkilenmiş olduğunu gösterir. Kum Kitabı’nda “Satır sonsuz sayıda noktalardan oluşur; sayfa sonsuz sayıda satırlardan, cilt sonsuz sayıda sayfalardan, tüm ciltler sonsuz sayıda ciltlerden…” Hayır, elbette more geometrico hikâyeye başlamanın en iyi yolu olmayacaktır Borges için: Sadece hikâyelerin giriş, gelişme ve sonuçları olur; yaşamın değil! Oysa Etika kapalı bir metindir: Okurun her yerinden girebileceği ama her istediğinde dışarı çıkamayacağı kapalı yapıt! Onda, kendisinde olandan başka bir şey bulamazsınız ve onda olmayan şeyle oradan çıkamazsınız. İster yüz ister beş yüz sene sonra bile ‘doğru anlaşılma’ kaygısını okurun dikkatine, değişebilen algılarına, zamanın ve zihnin kaygan zeminine bırakmadan kendi geometrisinde taşıyan, bütün önermelerini özenle kilitlemiş bir metindir (Vahiy ile Tefsirin çamurundan sonsuz hikâyelerin –âdemlerin- üreyebileceği tehlikesi görülmüştür). Borges’in o güzel şiirine atıfta bulunan Tatián için Etika, yıldızların kitabıdır: “Sonsuz Haritası, tüm yıldızlarından başka şey Olmayanın”.

DİKENLİ DÜŞÜNCENİN MÜHRÜ: İHTİYAT

Spinoza dostlarına gönderdiği mektuplara, üzerinde dikenli bir gül motifi ile adının baş harflerinin yanı sıra CAUTE sözcüğünün olduğu bir mühür basar. Aman ha! “… insan davranışlarıyla alay etmemek, bu davranışlara ağlamamak, onlardan nefret etmemek, ama onları anlamak için büyük özen gösterdim” diyen Spinoza, düşüncelerini paylaştığı insanlardan da bir miktar özen göstermelerini bekler. Söylediklerimi anlamaya çalışmayacaksan, düşüncelerimi çarpıtacaksan, polemik konusu yapacaksan, onları bana duyduğun kinin kanıtları gibi göreceksen AMAN HA! ‘Tartışmayı felsefeden çok savaşla ilgili’ gören Spinoza bir mektubunda (Oldenburg’a), başkalarına fikirlerini kabul ettirmeden önce sessizliğini koruyacağından bahseder, muhaliflerinden çekinmez “…yalnızca onların görüş alanından çekileceğim” der. Bu çekilme, tehditten dolayı bir tedbirden çok kendi düşüncesine (ve paylaşmaya hazır olanlara) duyduğu ihtimamdan dolayı gerekli bulduğu ihtiyattandır.

Ulus Baker “Kullanışlı Bir Felsefe: Spinozacılık” adlı makalesinde “Spinoza o kadar ‘günlük hayat’ içindedir ki, onu okuyup ‘anlayamadım’ demek insanın düşünme gücünün ne kadar örselendiğini dışa vuracak kadar büyük bir felakettir” der. Her ne kadar insanın düşünme gücünün henüz ‘örselenmediği’ bir çağın (anın, ama tekiller için değil) varlığını kabule dayanan bu saptamaya katılmakta güçlük çeksem de Spinoza felsefesi ile “karşılaşmanın” felaketle ilişkisi çarpıcıdır. O mühür, ‘Eğer söylediklerimi anlamaya hazır değilsen, aman ha!’ uyarısını da taşır mı? Spinoza’nın felsefesi (ister etik, politik ya da teolojik olsun) bir çatışma felsefesi değildir. İçinde çatışmayı barındırmaz. Ancak aynı şeyi, kendini bu düşüncenin eşiğinde bulan birey için söylemek ne derece mümkün? Kendiyle bir çatışma yaşamadan -bir çarpışma, karşılaşma (occursus) hatta bir ‘kaza’ olmadan- bu eşikten adımını atabilenler var mıdır? Eşiği geçen varlığın (canlı cansız her şeyin) dillenmeyi bekleyen sessizliği artık fırtınadan sonraki sessizlik, hayret ve dinginlik değil midir?

HAVADAKİ İZ VE SPİNOZA KİTAPLIĞI

Belki de bu kitabın Türkçede yayınlanması konusunda kitabın son bölümü olan “Havadaki İz: Arjantin’deki Bazı Spinoza Okumaları Hakkında Bilgiler” editör kadar yayıncısını da düşündürmüş olmalı. Oysa bence en önemli bölüm bu, havadaki iz! Yazımızın başında belirttiğimiz gibi Spinoza düşüncesine bu geri dönüş onun moda olması ile ilgili değil soluduğumuz ‘hava’ ile ilgili. Onun dikenli gülü, zehirli bir atmosferde yaşamın sürdürülebilmesi için düşünmemizi, bir daha düşünmemizi, solumamızı sağlıyor olsa gerek.

Arjantin deneyimi, İspanyolca felsefe geleneği içinde bu düşüncenin kendini ortaya koyuşu hakkında tarifsiz bir belge niteliği taşıyor. Bir gün kendi dilimizde Spinoza felsefesinin izleyeceği yolu kıyaslayabileceğimiz bir ölçüt sunuyor.

Bilgimizi ve imgelerimizi harekete geçiren, yeni bilgiler ve yeni imgelerle zenginleştiğimizi bize hissettiren bir metin üstüne yazı yazmaya kalkışmak da ihtiyatı zorunlu kılabiliyor, yoksa bu yazı neredeyse bitmeyecek! Onun için Balıkların Sonsuzluğu’nu, Hak Etmenin Ötesinde’yi, Hayalgücü ve Politika’yı, Epikurosçu Kaynak’ı, Teolojik-Politik İnceleme’de Felsefe ve Vahiy’i ve Havadaki İz’i, bu hacmi küçük ama okumayı bir şölene dönüştürebilen kitapla buluşacak olası okurların değerlendirmesine bırakmalı artık.

Biraz da, pek azımızın çok önemsediği Spinoza Kitaplığı’ndan söz edelim. Bu kitabı ta Arjantin’den, Diego Tatián’dan alıp bize getiren Cemal Bâli Akal’a kitaplığın müdavimleri olarak bir teşekkür borçluyuz (kendisi, Aralık ayı başında Bilgi Üniversitesi’nde yapılacak olan 2. Spinoza Günleri’ne katılmak üzere Diego Tatián’ı da getiriyor). Başta Spinoza’nın yapıtları olmak üzere raflarda yavaş yavaş çoğalan bu kitaplar, gözümüzün önünde kanayan yaraları durdurmak için evrensel adaletsizlik bildirgeleri ve resmi, gayri resmi akıl tutulmalarına karşı hiç de karmaşık olmayan çözümleri tartışabileceğimiz bir düşünce evreninden bahsediyor; oysa ne masal kitapları onlar ne de bir kurtuluş vaat ediyorlar. Anlama yetimiz kadar anlatma, paylaşma yetimizin de bir an evvel harekete geçmesini bekliyorlar: Yüksekten ve mutlu yarınlar için değil hemen ve en yakınımızdakinden başlayarak… Yaşamak da örgütlenmektir.

Atelerin, agnostiklerin, gönül gözüyle inananların (beni bağışlasınlar, adlarını ne şekilde dile getirebileceğimi şu an bilemediğim bütün sisteme-yaranamayanların) “Yaradan’dan dolayı” sevilemediği, hiç anılmadığı, yok sayıldığı bu yerde, eh ne yapalım, biz de varlığımızla seviniriz Varlık’tan dolayı. Bütün yaşam, sadece biraz ilgiye muhtaç. Derhal. Ve bizim. Hepimiz için… Dünya Sevgisi, sevilmeyi hiç beklemeyen.