Budala, Burası Postane! (Budalo, Ovo je Pošta)

Bosna ve Hersek’te savaşın bitmesiyle birlikte ülke içindeki siyasi durumu iyice belirsizleştiren, savaş dönemindeki (ve sonrasında da devam eden) uluslararası hukuksuzlukların tamamen üstünü örten ve çözümsüzlüğün kendi başına bir çözüm olarak ortaya konulduğu Dayton Anlaşması’nın imzalanmasından bugüne kadar, Bosna ve Hersek ülkesi ve halkları üzerinden sürekli gerginlik çıkacağı endişesine yönelik yazılar yazıldı ve hâlâ yazılmakta, diğer bir deyişle savaş çığırtkanlığı yapılmakta. Bu haberleri, özellikle Bosna ve Hersek halklarının dinî referanslarla eşitledikleri büyük abilerinin (Bosnalı Sırpların arkasında Sırbistan ve Rusya; Bosnalı Hırvatların arkasında Hırvatistan ve Vatikan; Bosnalı Müslümanların, yani Boşnakların[1] arkasında Türkiye, İran ve Arap ülkeleri) bölge üzerindeki rolleri üzerinden yorumlayanlar, yaşanan ya da yaşanması bütün muhtemel olayların arkasındaki bu güçleri de işin içine koyarak, ülke içindeki halkların kendi dinamiklerini de ötekileştirmekte ve aslında hepsine birer rol biçmekteler.

Bosna ve Hersek halklarını bütüncül bir bakış açısıyla tahakküm altına alıp onların yaşanmışlıklarını bir tarafa koyan ve hepsini birer piyon olarak resmeden stratejistlerin ya da siyasi aktörlerin bu alarmist tutumları bizatihi gerginliğin sebebini oluşturuyor. Birçok ülkede benzer örneklerine rastladığımız bu “büyük resmi görebiliyorum” havası, bahsi geçen ülke içerisinde yaşayanlara tedirginlik katıyor ve korku salıyor.[2] Elbette son savaşta yaşananları ve ülkenin şu andaki “ilkel” siyasi (milliyetçilik bağlamında) ve ekonomik açmazlarını düşündüğümüzde, Bosna ve Hersek özelinde tedirgin olunması doğal. Ancak yüzyıllarca süren bir “komşuluk” ve dünyada az sayıda örneğine rastladığımız “bir arada yaşam” örneğinin var olduğunu ve bugünden baktığımızda, savaşın izlerini hâlâ taşıyan sokaklardaki insanların bunu unutmak adına giriştikleri türlü psikolojik tutumlarını da dikkate alarak, biraz hassas davranmak gerekiyor.

Peki Bosna ve Hersek’te yaşayan halklar savaş sonrasında yaşanan gerginlikleri nasıl değerlendiriyor? Elbette burada genel bir kanıya varmak mümkün değil, ancak savaşı/katliam deneyi yaşamış bu insanların aslında hiçbir şeye güveni kalmamış durumda. “Başımıza daha kötü ne gelebilir ki?” sorusunu belki de yüzlerce kez kendilerine soran bu insanlar için siyasi aktörlerin, uluslararası toplulukların /örgütlerin, siyasi yapıların çok da hükmü yok. İnsanların bir kısmı yaşanılan her türlü “absürt” olayı güvenlerinin kalmadığı ulusal ve uluslararası yapıların bir hamlesi olarak görürken, büyük bir çoğunluk bu tür olaylara karşı “hissizleşmiş/tepkisizleşmiş” durumda. %47’den fazla olduğu düşünülen reel işsizlik, diasporadakilerin gönderdikleri yardımlar haricinde kısıtlı gelir kaynakları, ülkenin çözümsüz siyasi yapısından kaynaklanan üretim faaliyetsizliği, yurtdışına kalıcı olarak gitmeye çalışan ya da AB’ye vizesiz seyahat hakkıyla mevsimlik işçi gibi üç aylık sürelerle yurtdışına gidip çalışan nüfus gibi mevzuların gündelik yaşamdaki yansıması, bu tür siyasi manevralara nazaran çok daha hissedilebilir boyutta. Bu nedenle bir üstyapının tahakkümü üzerinden halkları yorumlamak yerine, halkların kendi gündelik telaşları üzerinden yorum yapmak daha anlamlı gözüküyor. Bu sebeplerle, ekonomik sıkıntıların Bosna’da yaşayan bütün halklar açısından gündelik faşizmi etkileyebilir boyuta gelmemesini temenni etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

Son dönemde neler yaşandığını özetlersek, durum şöyle…

Radovan Karadžić’in Mahkûmiyeti

Geçtiğimiz mart ayında Bosnalı Sırpların eski lideri Radovan Karadžić’in, Birleşmiş Milletler örgütünün bir parçası olarak kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından kırk yıl hapse mahkûm edilmesi, elbette bir suçlunun cezasız bırakılmaması adına umut verici bir durumdu. Ancak kendisinin suçlu bulunduğu on ayrı suçun ayrıntılarına baktığımızda, “Srebrenica’da soykırım yapmak”, “insanlığa karşı suç işlemek” dışında, yaşanan bütün bu korkunç olayların üzerinden yirmi yılı aşkın bir sürenin geçmesi de eklenince, verilen ceza için Boşnakların tepkisi, “Çok geç, çok az” yönündeydi. Diğer savaş suçlularının da yargılanmasına örnek olabilecek yönde “adil” bir ceza karşılığı müebbet talebi bekleyen savaş mağdurları, Birleşmiş Milletler üzerinden verilen bu karara çok da şaşırmadıklarını birçok alanda ifade ettiler.[3]

Diğer taraftan “anti-emperyalist” anlatılar üzerine kurmuş oldukları siyasi süreçlerini daha da perçinleyen Çetnik zihniyeti açısından, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin verdiği bu karar tamamen adaletsiz olarak nitelendirilmişti. Bosna ve Hersek 1991 yılında referanduma gittiğinde, Slovenya ve Hırvatistan zaten Yugoslavya’dan ayrılmış ve Güney Slavları temsilen Sırpların haricinde hakim bir güç kalmamıştı. Yugoslavya’nın bile parçalanmasını Batı’nın bir oyunu olarak sadece Boşnaklar üzerinden yorumlayan bu zihniyetin, savaş öncesi Bosna ve Hersek parlamentosunda ve savaş döneminde de uluslararası kamuoyuna Müslümanların (Boşnakların) “en iyi ihtimalle” Bosna ve Hersek’ten sürülecekleri ya da tamamen yok edilecekleri tehdidini de savuran bu hareketin en belirgin temsilcisi olan Karadžić’in kendisiydi.[4]

“Sırp Günü” Referandumu, AB Üyelik Başvurusu Kabulü ve Yerel Seçim

Bosnalı Sırplar 9 Ocak 1992 yılında Bosna toprakları içerinde kendi Sırp Cumhuriyetlerini (Republika Srpska) ilan etmişler ve hemen ardından da Bosna savaşı patlak vermişti.[5] Bu tarih 1993’ten beri fiilî olarak Bosnalı Sırplarca devlet günü olarak kutlanmaya devam ediyordu. Ta ki geçen sene Anayasa Mahkemesi bu günün,  entitede yaşayan diğer unsurlar için ayrımcılık içeren bir kutlama olduğu, çünkü bu günün aynı zamanda Sırp Ortodoks dinî bayramı olduğu kararını alana kadar.[6] Bunun ardından, Bosna Sırp Cumhuriyeti Başkanı Milorad Dodik bu konuda hukuksuz bir şekilde, tartışmaları aylarca devam eden bir referanduma gitme kararı aldı.[7] Bu günün devlet günü olup olmayacağına, Bosna Sırp Cumhuriyeti’nde yaşayan nüfusun kendisi karar verecekti. Bosna ve Hersek Anayasa Mahkemesi’nin referandumu yasaklamasına rağmen[8], hukuksuz bir şekilde düzenlenen bu referanduma AB ve Amerika’nın yanında, Sırbistan bile destek vermezken,[9] Dodik Rusya’nın desteğini arkasına aldı.[10] Yaklaşık 1,2 milyon kişinin oy kullanabilme hakkı olan referanduma katılım % 56-60 düzeyindeydi.[11] Sonuçta referandumdan %99,8 oranında evet oyu çıktı.

Bütün bu referandum tartışmaları esnasında yapılan en önemli siyasi manevralardan biri, 20 Eylül’de Avrupa Birliği’nin Bosna ve Hersek’in geçtiğimiz şubat ayı içerisinde yaptığı tam üyelik başvurusunun kabul edilmesi oldu. Böylece, Bosna ve Hersek AB’ye üyelik başvurusu kabul edilen son eski Yugoslavya ülkesi oldu. Bu haberin de halk nezdinde heyecanla karşılandığını söylemek zor olur. Hatta “Bosna ve Hersek artık AB üyesi” gibi yanlış haberlerin verilmesinin dışında, Türkiye’de yerel medyada burada olduğundan çok daha fazla ilgi vardı.

Elbette referandum ve AB üyelik tartışmaları bir taraftan da hemen arkasından yapılan yerel seçimlerde oyları milliyetçi reflekslerle artırmanın bir aracına da dönüştü. Bu anlamda, yerel seçimlerde de odak noktası yerel idare konularından milliyetçiliğe kaydı. Resmî olmayan seçim sonuçlarına göre Bosna Hersek Federasyonu’nda Demokratik Eylem Partisi (SDA) ve Daha İyi Gelecek için İşbirliği (SBB) koalisyonunun ortada bir başarı yakaladığından bahsedebiliriz. Bosna Sırp Cumhuriyeti’nde ise Milorad Dodik’in başkanlığını yaptığı Bağımsız Sosyal Demokratlar Birliği’nin (SNSD) daha etkin olduğunu görebiliriz.

Bu noktada resmî olmayan (ama muhtemel) seçim sonuçlarına göre şaşırtıcı iki örnekten bahsetmekte fayda var. Birincisi, yaşanan son savaşın sembol şehirlerinden biri olan ve şu anda Bosna Sırp Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan Srebrenitsa’daki (Srebrenica) yerel seçimlerde Sırp adayın önde gitmesi (yurtdışı oyların sayımı hâlâ tamamlanabilmiş değil) bütün seçim tartışmaları içerisinde konuşulan ilk konu durumunda. Aslında Srebrenitsa’da şu anda nüfusun çoğunluğunu Bosnalı Sırplar oluştururken, daha önce orada yaşayan ama savaş esnasında yerlerinden edilen birçok Boşnak hâlâ orada oy kullanma haklarını saklı tutuyorlar ve bu nedenle şehrin belediye başkanları 1999’dan bugüne kadar Boşnak olagelmiş.[12] Yapılan son seçimdeki ikinci en çarpıcı örnek ise, savaş döneminde kendi devletçiğini kurarak Batı Bosna’da özerk bir bölge kuran, Bosna ve Hersek Devleti’ne karşı Çetniklerle anlaşan ve savaş suçlusu olarak yargılanıp on yıl hapis yatan Fikret Abdić’in Velika Kladuša’da belediye başkanı seçilmesi.[13]

Bağlarken…

Tanıl Bora’nın 1995’te Bosna ve Hersek ülkesini ve toplumunu (k)ayırmamız üzerine yazdıkları belli bir yaşam ahlâkı içerisinde bulunan Bosnalılar açısından hâlâ güncelliğini koruyor. Bora, savaş henüz bitmemiş ve yaşanan bütün soykırımlar, uluslararası hukukun ayaklar altına alınması gibi bir sürü adaletsizliğin üstünü örten Dayton Anlaşması henüz imzalanmamışken şöyle diyordu yazısında: 

“Bosna’daki tarafların haritasını çizerken, Bosna-Hersek ülkesini ve toplumunu (k)ayırmamızı gerektiren, uluslararası hukuktan (yasallığı uluslararası mercilerce kabul edilen bir prosedürle oluşmuş müstakil bir devletin sınırlarının kuvvet yoluyla ihlâl edilmesi) da, mağduriyetten (etnik kırıma başka topluluklardan daha büyük çaplı ve sistemli bir biçimde marûz kalmak) de, düşmanlarının numunelik ırkçı ve faşist hüviyetinden de daha önemli bir neden var: Milliyetçiliğin ve ırkçılığın en az bu ülkede ve toplumda kök salmış olması; bütün insanlığı içeren bir değerler zeminini (yani eşitlik fikrinin hammaddesini) bünyevi olarak reddeden veya kayda bağlayan milliyetçi zihniyete karşı eski Yugoslavya coğrafyasındaki en güçlü maddi ve sembolik tahkimatın burada bulunması.”[14]

Bosna ve Hersek’in bir diğer önemi ise, son yüzyılda yaşanan onca savaşa rağmen Balkan coğrafyası içerisinde birden fazla halkın bir arada yaşama pratiğini bütün bu tarihsellik içerisinde yarım yüzyıla yakın bir süre paranteze alan Yugoslavya deneyiminin de toplumsal ve kültürel anlamda (siyasi olarak değil) bir prototipi niteliğinde olmasıdır. Yugoslavya dönemi içerisinde “kültürel başkent” olarak kendisini konumlandırmış olan (ve aslında Bosna ve Hersek içerisinde özel bir yeri olan) Saraybosna’nın (Sarajevo), bu duruşunu savaş (ki burada Saraybosna kuşatmasının dünya tarihinin en uzun şehir kuşatması olduğu unutulmamalıdır) döneminde bile aksatmadan devam ettirebilmiş olması ayrıca dikkate değerdir. Bu savaşın her bakımdan mağduru olan Boşnakların, yaşanılan savaşı “Sırplarla değil Çetniklerle yaptık,” diyerek, topyekûn bir milleti tahakküm altına almayarak altını çizdikleri ayrımın da önemine dikkat etmek gerekiyor. Saraybosna kuşatması sırasında postanenin duvarına “Burası Sırbistan” yazan bir Çetnik’e cevaben “Budala, burası Sırbistan değil, Postane!” diye yazmanın taşıdığı yüksek mizah duygusunu savaş döneminde başlatılan ve şu anda dünyanın seçkin festivallerinden biri olan Sarajevo Film Festivali’nde de, savaşta verilen konserlerde de, sahnelenen tiyatro oyunlarında da içselleştirdikleri bu tiye alma halini de unutmamak gerekir.



[1] 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Bosna ve Hersek’te “Bosnalılık” üst kimliği çokça dillendirilen bir şey, elbette bu geçen sürenin büyük bir kısmı yaratılmış ya da hayal edilmiş “milli”liklerin tamamen altını dolduran savaşlar, sürgünler ve göçlerle geçtiği için, bunun gerçekleşmesi çok mümkün olmadı. Ancak hâlâ bu kullanımı benimsemeye çalışanların varlığından bahsetmemiz gerekir. Kullandığımız anlamıyla “Boşnak” ifadesi ülke içerisinde ve diasporadaki Bosnalı Müslümanlar için kullanılmaktadır.

[2] Son dönemde Türkiye’de yayımlanan örnekleri için bakınız:  Verda Özer, “Her an Bosna’da Savaş Çıkabilir”, (04.10.2016), http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/verda-ozer_511/her-an-bosna-savasi-cikabilir_40238745; Ömür Çelikdönmez, “Bosna Hersek’te Savaş Kapıda”, (26.09.2016), http://www.kafkassam.com/bosna-hersekte-saveas-kapida.html

[3] Savaş esnasında Birleşmiş Milletler için Bosnalıların kullandığı en yaygın tabir United Nothing (Birleşmiş Hiçbir Şey) idi.

[4] Bütün bu tehditleri altyazılı olarak video paylaşım sitelerinde bulabilirsiniz.

[7] Ayrıca Dodik, “Kutlamak istemeyen kutlamasın,” diye açıklama yaparken Bosna Sırp Cumhuriyeti içerisinde oy kullanmayan Sırpların kendilerinden utanmaları gerektiğini de konuşmalarında sürekli tekrarladı. Bkz. https://tr.sputniknews.com/avrupa/20160926/1024986991/sirp-cumhuriyet-referandum.html

[8] Referandumun yasaklanması kararı üzerinden Milorad Dodik Saraybosna Başsavcılığı tarafından ifade vermeye çağrıldı. Dodik de Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin bir devlet olduğunu belirterek Saraybosna dışında her yerde ifade vereceğini belirtti. Bkz. http://www.klix.ba/vijesti/bih/dodik-odazvat-cu-se-na-pozive-tuzilastva-bih-ali-necu-u-sarajevo/161007033 . Bunun ardından Dodik’i ifade vermeye çağıran ve aslında Dodik ile ilgili daha öncesinde birçok yolsuzluk soruşturması yapan Başsavcı Salihović de görevinden uzaklaştırıldı. Ayrıntı için bkz. http://www.klix.ba/vijesti/bih/zalba-na-suspenziju-glavnog-tuzioca-salihovica/161003118

[9] Her ne kadar seçimlerin hemen ertesinde (6 Ekim 2016) Dodik’in Sırbistan’ı ziyareti esnasında Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikolić kendisini referandum ve sonrasındaki seçimlerdeki başarısından dolayı tebrik etse de, Sırbistan AB seçeneğini göz önünde bulundurarak bölgede yeni bir gerilim istemiyor. Bkz.  http://www.tanjug.rs/full-view.aspx?izb=274425

[11] http://www.bbc.com/news/world-europe-37465653 . Ancak bu konuda da gazeteci Slobodan Vasković rakamların yanıltıcı olarak kullanıldığını, katılım oranının en fazla %47-49 arasında olduğunu belirtiyor. Ayrıntılar için bkz. http://www.klix.ba/vijesti/bih/vaskovic-rezultati-referenduma-su-lazirani-a-ukoliko-ne-bude-snazne-reakcije-dodik-ce-nastaviti-po-istoj-matrici/160926034

[14] Tanıl Bora, “Bosna: Yağmurdan Sonra”, Birikim, sayı 76 (Ağustos 1995).