Gezi Direnişi Günlüğü

Birikim'in notu: Orhan Esen'in bu yazısı Birikim dergisi için yazıldı, ama derginin yoğunluğundan yer veremedik; o günlerin sıcaklığı içerisinde yazılmış olmasına rağmen hala güncelliğini koruduğunu düşünüyoruz.

Zaman hızlandı. Ezberler bozuldu. Toplumların başına ender gelen devrimci altüst oluş hali, herkesi yepyeni kollektif öğrenme süreçleri ile karşı karşıya bıraktı. Türkiye’nin 15/16 Haziran’dan bu yana çıkardığı en güçlü kendiliğinden taban hareketi bu deneyimden şu ana kadar yüzakı ile çıktı ve güçlü bir adaptasyon ve öğrenme yeteneği sergiledi.

Her kim ki “ben başından biliyordum olacakları” der, inanılır değildir. Sırrı Süreyya Önder'in CHP için kullandığı “ambulans arkasında giden fırsatçı taksi” metaforu en ana akımından en 'marjinal'ine genelde tüm siyaset için geçerli. Herkes “takıldı” ve hala sürükleniyor akıntı ile, trafiğe 15/16 Haziran’da eskortla dalan AKP dahil. Sırrı Önder’in duyarlı ve gözüpek katkısı ile ilk saldırı savuşturulmuş ve meşru bir müdafaa hattı tesis edilmişti, ama ertesi günlerde olacakları o an kendisinin de tahmin edemeyecek olduğu, aşikâr.

Birikim’in şubat sayısında yer alan Taksim, 5 Kasım: Bir Darbenin Şifreleri”nde Taksim’de olan şeyin mekanpolitik üzerinden bir anayasa yazma denemesi olduğu tezini işlemiştim. Siyasi görüş, etnisite, cinsiyet, kültürel kimlik fark etmez, her Türk'ün paylaştığı sıradan emlakçı bakışı ya da Birikim dili ile söylersek 'ekonomist indirgemeciliğin' işlediği 'ağaçlar kesilecek yerine AVM yapılacak” bakışının yetersizliğini açıklamak kaygısı ile kaleme alınmıştı. Taksim’de işleyen süreç, “yeni anayasanın mekanpolitik aracılığı ile yazımı” olarak tanımlandı, yazı bu anayasa yazımının kültürel ideolojik şifreleri üzerinden şekillendi. Sorun yeni anayasanın nasıl bir devleti tanımlayacağı idi: Arkaik cumhuriyetin yerini otoriter-muhafazakâr bir “hakiki Cumhuriyet” mi alacaktı ? Yoksa bunun bir demokratik yeni Cumhuriyet anayasasına evrilme imkanı var mıydı ? Olayların cereyan ediş biçimi bu sorunsalı doğruladı, anayasa komisyonundaki “Türkiye tipi Başkanlık” zorlaması, mekanda izdüşümünü buldu. Parka yapılan plansız hukuksuz müdahale ile “Türkiye tipi meydan/park dizayn etme” niyeti görünür oldu. Katılımın bir TBMM komisyonu düzeyinde bile regüle edilmemiş, özünde hiç öngörülmemiş olduğu Gezi Parkı olayında Yurt ahalisi Taksim üzerinden Anayasa dersine bodoslama giriş yaptı, tüm ezberleri bozdurdu. “Yeşil meselesi”nin “projenin yumuşyak karnı olduğu” tespitini yapmış ve bu uğurda geçmiş yıl boyu mesai sarf etmiş bu satırların yazarının da öngöremeyeceği bir biçimde girdi. Kendiliğinden oluşan hareket, gündemi hızla mekanpolitik'ten totalpolitik sahasına transfer etti.

Hareketin belirgin parametresi öncelikle ekonomik temelli olmayışı: AKP dönemimin milli gelir artışından kuşkusuz pay almış bir orta sınıfın değerler, yaşam tarzı ve etik ilkeler temelinde şekillenen bir haysiyet ayaklanması biçiminde şekillendi. Türkiye için alışılmadık ölçüde kuşaklararası dayanışma içeren, ve hükümet hoşnutsuzu tüm kesimlerin kendine bir yer aradığı ve bulduğu bir karakter edindi. 12+5 günlüğüne beliren ve Türkiye tarihinin kuşkusuz en benzersiz toplumsal deneyimini oluşturan Taksim komünü, bu radikal benzemezlerin mahcup yan yanalığına kuluçkalık etti. Bu hareketlerin tümü de orada aslında misafir (Sırrı’nın benzersiz metaforu ile “uyanık taksici”) olduklarının zımnen bilincinde bir barışçıl co-habitasyona rıza gösterdiler. “Olaylı” 1 Mayıs’tan çok daha geniş spektruma yayılmış bir benzemezler grubu o kadar gün belirgin bir hır gür çıkarmaksızın dar alanda paslaşma sanatını öğrendi. Daha geçen yıl aynı alanda 1 Mayıs günü 5 saati ancak aralarındaki güvenlik çemberleri marifeti ile atlatabilen gruplardan çok daha heterojen bir seçki, alnı izindeyiz bantlı ulusalcısı, Apo posterli poşulu Kürdü, kara sancaklarla allah ekmek özgürlük talep eden antikapitalist Müslümanı, 1 Mayıs alanına çıkışın gecikmesine takılmadan coşkusunu tüm abartısı ile yaşayan ama o kadar da folklorikleşmiş 20. yüzyıl solcusu ile birarada var olabildi. Bunda birleştirici ortak dış düşman olan hükümetten çok, gerçek evsahibinin kendiliğinden meşruiyetinin rol oynadığı düşünülebilir. Taksim’in efsunu, bir ömür gerçekleşmeyen farkındalıkları bir ana sığdırdı. Beyaz Türkler, Kürt realitesini “bu medya” vasıtası ile öğrendiklerini kitlesel olarak fark ettiler. Taksim komünü, 70 değil 700 akil adamın 700 günde başaramayacağı farkındalığı tetikledi.

Hareketin mizah kapasitesi dile gelir gibi değil. Bu şehir muhtemelen şu üç dört haftada üç bin yılda güldüğünün toplamından fazla güldü. Ama serinkanlı bir bakış şunu da ilave etmeli: kendine 'oransız'lık vehmeden bu pratik zeka reel-siyasi zekaya ilk sıcak aşamada tahvil olamadı. Siyasi alana çıkıldığında, sloganlar ya ‘70’lerden kalmaydı, ya maksimalist. Bu siyasi zaaf ile bu özgüven patlamasının birlikteliği sağlıklı değil. Ciddi bir sigorta, var: Bu hareket gerçekten inanılmaz hızlı öğreniyor ve kendisini her gün yeniden dönüştürüyor ! Hareketin siyasi sahnede izdüşümünün çok gecikmeyeceğini söylemek kehanet olmayacaktır.

20. yüzyıl siyasetinin damgasını vurduğu Taksim Dayanışması hareketi temsil eden profilde bir grubu Ankara’ya yollamayı beceremedi. En genci 50 yaşındaki, salt erkeklerden oluşan “bürokratik oda solu” imajlı kadronun hareket önünde daha çok bir tıkaç olduğu barizdi, ama orda ezberler bozulamadı. Erdoğanın bir gün önceki şahsi delegasyon seçmesi her nekadar vicdansız bir siyasi manevranın çerezi oldu ise de, hareketin taban hissiyatına daha doğrudan ulaşmayı sağladığı aşikardır.

Hareket bugün geldiği park forumları aşamasında kendi siyasal dilini kurgulama yolunda hızla yol alıyor. Güncel global referanslar bağlamında occupy hareketleri / indignados yeterince vurgulandı. Bu noktada aynı kesimin yarım kuşak önce “devletsiz Türkiye” ile karşılaştığı son ciddi deneyime referans vermeyi borç bilirim: 17 ağustos 1999 depremi sonrası dönem. Orta sınıf beyaz yakalılar, genç profesyoneller ve sol hareketler depremle beliren devletsizlik alanını an sektirmeksizin doldurmuş ve bu hareketle sivil toplum kavramı ve pratiğine ciddi katkı vermişti. Gezinin ele geçirilmesinden sadece bir gün sonra 1 Haziran pazar günü içinde devlet, polis, para ve en önemlisi otomobil geçmez alternatif bir mini-şehir sıfatı ile, üstelik bir güvenlik ve temizlik abidesi ailelerin “devrim turizmi”ne açılacak standartlarda örgütlenebilmiş olması, 14 yıl önceki deprem deneyiminin birikimi olmaksızın açıklanamaz. 17 ağustos süreci ülkenin sivilleşme sürecine ivme kazandırmış, Türkiye'nin uluslararası algısını dönüştürerek Avrupa Birliği adaylığına giden yolu düzlemişti. Dolaylı etkisi ile 28 Şubatın boğucu manevi iklimini yerle yeksan etmiş, post-islami sivil direnişi tetiklemişti. 2001-2002 krizinden çıkarken konuyu siyasal ranta tahvil etmeyi ise genç AKP becermişti. 14 yıl sonra aynı kesim, sivil direnişinin siyasal getirisine de talip görünüyor. Mevcut gerilim yanıltmasın: demokratikleşme ve dünyalılaşma yönünde çok ciddi kazanımdır, ve duracağa benzemez.

Neo-liberal hükümetler içgüdüsel olarak “Yunanistan tipi” bir yoksullaştırılmışlar hareketi bekler, buna içten içe hazırlıklıdırlar. Artan refahtan pay almış orta sınıfların ise mırın kırın etseler de son tahlilde ekonomik çıkarları ile uyarlı davranacakları beklenir. Burada ciddi bir kesim ekonomik çıkarları ile zıt pozisyonlar almaktan çekinmedi. Orta, belki de uzun vadeli ekonomik çıkarlarını ciddi bir şekilde gözardı etti. Hükümeti asıl hazırlıksız yakalayan ve sersemletenin ve hayli şuursuzca ve aynı irrasyonellikte açıklamalar yapmaya, düpedüz tehditler yöneltmeye iten şeyin hareketi bir tür 'nankörler güruhu' olarak algılaması olduğu söylenebilir.

/
Firuz Kutal

Şu anda olayların sıcaklığı ve saat başı değişen hızlı gündem ve bunun dayattığı yeni yaşam modeli ister istemez değerlendirmelerin de güncelle sınırlanmasını zorunlu kılıyor. Mekanpolitik üzerinden kaldığımız yerden devam etmek için biraz soğuma ve mesafe gerekli olacak. Üstteki fikirleri tamamlamak, ve Mekanpolitik II yazısına giriş olmak üzere, son günlerde sosyal medyaya veya iç haberleşme listelerine düştüğüm not ve alıntılardan küçük bir seçmeyi (imla hataları düzeltilmiş ve altlarına parantez içinde küçük güncel değerlendirmeler eklenmiş olarak) buraya eklemek istiyorum.

Facebook (FB) 20 Haziran

Hareketin odağındaki kuşağın ruhunu, "nasıl oluyor da böyle oluyorlar"ı güzel anlatan bir detay, face de öylesine gezerkene buldum, altta. Bir özel lisenin öğrencilerinin geçen yılki geleneksel öğrenci şenliği sonrası yaşadıkları hakkında yayımladıkları bildiri... emniyet okusaymış bunu önceden, muhtemelen gezideki ilk kampı dağıtmaya yeltenmezlerdi hiç.Bu yazı 2012 Mezunları tarafından kollektif bir biçimde kaleme alınmıştır. Yazının yazılma sebebi, (öğrenci şenliği) etkinliğinden sonra 2012 dönemine … müdür tarafından yapılan toplantıda takınılan tavırdır. Burada … müdür tüm döneme ağır ithamlarda bulunmuş ve ardından zorla (öğrenci şenliği) gibi meşru bir etkinlik için özür talep etmiştir. Diyalog kurmak isteyen 2012 temsilcileri anında toplantı içinde susturulmuş, … müdür toplantıdan bunun üzerine koşarak kaçmıştır. Ardından randevu talep eden 2012 temsilcilerinin randevu talepleri göz ardı edilmiştir.

ÖZÜR DİLİYORUZ(Öğrenci Şenliği) ’12 sırasında dönemimizin … Lisesi kültürüne “uygunsuz” bulunan davranışları için özür diliyoruz.‘abc’ filmine altyazı koyarak HEP BERABER hazırlayıp HEP BERABER paylaştığımız videoda yönetimin baskıcı uygulamalarına bir mizah unsuru olarak abartıyı kullanarak eleştiri yöneltmek istemiştik. Abartıya gerek yokmuş. Meğer karşımızdaki zihniyet, hazırladığımız videodakine gayet yakınmış. Bilemedik. ÖZÜR DİLERİZ.Yönetimin bir eğitim kurumu yönettiğinin bilincinde olmaktan çok uzak olduğunu zaten biliyorduk. Öğretmenler odasını “kutsal mekan” kabul edip önünden geçme cüretini gösteren öğrencileri azarlayacak kadar saldırgan bir yönetimle karşı karşıya olduğumuzu defalarca kez görmüştük. Fakat bu yönetimin bile dönem‘12’de sonuna kadar meşru ve hak edilmiş bir tepkiyle karşılaştığı zaman, öç alma hırsı ve rövanşizmle dönem içinden seçtiği günah keçilerine durum bu kadar ciddi olmasa gülüp geçilecek kadar saçma sebeplerle gözü dönmüşçesine saldıracağını kesinlikle tahmin edemezdik. ÖZÜR DİLERİZ.Dönemimizin (öğrenci şenliği) için hazırladığı ve ÖNCEDEN YÖNETİM VE ÖĞRETMENLERLE PAYLAŞILMIŞ koreografiyi bozacağını, otorite figürü değil de öğrencilerin “düşmanı” gibi davranacağını o gün de tahmin edemedik. Eğlenmeye geldiğimiz bir günde karşılaştığımız bu düşmanca tavrın şiddete dönüşmesi ise epey tahmin edilebilir bir durumdu. Kendi sebep olduğu ve durdurmaktan kesinlikle aciz olduğu bu karmaşa karşısında “ben neyi yanlış yaptım” diye düşünmek yerine öğrencilere nefret kusan bir yönetimle karşılaştık. Ergenlik çağında olanlar bizlerdik, “olgun” ve “bilinçli” olanlar, gerekli “formasyon”a sahip olanlar onlardı. En azından biz öyle sandık. Yanılmışız. ÖZÜR DİLERİZ.Velilerin cebinden başka hiçbir şeyi umursamayan bir grup tarafından yönetilmekteyiz. Yetersiz ve öğrenci psikolojisi konusunda en ufak bir fikri olmayan hocalar tarafından verilen fen dersleri dışında hiçbir şeyin bu okulda önemi yok. Öğrencilerin kültür-sanat, spor gibi alanlarda gelişmesinin hiçbir önemi yok. Bütün okulun özel hocalardan derste öğrendiğinden daha fazla bilgi edinmesinin önemi yok. …sınavlarıyla okulun yetersizliğinin belgelenmesinin de... Önemli olan, buna tepki gösteren öğrencilerin cezalandırılarak alt dönemlere “örnek” oluşturmak. Bu kadar sığ, çirkin ve tüccar bir zihniyeti, bir okulda görmeyi gerçekten beklemiyorduk. Suç bizde. ÖZÜR DİLERİZ.Veliler her sene artan ücretlerin yanında özel hocalara avuç dolusu para döküyor. Yönetim “zararlı” fikirlerin yayılmasını disiplin kurulunu kullanarak başarıyla önlüyor. Bu saat gibi işleyen mükemmel sisteme “peki öğrenciler ne olacak?” sorusunu yönelttiğimiz için üzgünüz. Hata bizde. Bu okuldaki tek sorun öğrenciler, onlar da olmasa hiçbir sorun çıkmayacak muhteşem okulumuzda. Bu ticaret kurumunu bir “okul” zannedip bir eğitim almaya çalıştığımız için ÖZÜR DİLERİZ.Yönetim, “uygunsuz” davranışlarımızın karşılığı olarak bizden bir özür talep etmişti. Bütün “uygunsuz”luklara değinmeye çalıştık. Öğrencilere uygulanan ve burada değinemediğimiz sayısız haksızlık, baskı, görmezden gelme, hakaret, hatta fiziksel şiddet olduğunu biliyoruz. Yeterince tepki veremediğimiz, rahatsızlığımızı belirtemediğimiz her hukuksuzluk için siz … Lisesi öğrencilerinden samimi olarakÖZÜR DİLERİZ.Yönetimin bu uygulamalarının gelecek (dönemlerde) de kabullenme değil de meşru tepki ve protestolarla karşılaşacağına güveniyoruz.… Lisesi ‘12

Facebook (FB) 18 Haziran

Üstte Taner Akçam’ın dünkü (17 Haziran 2013) Taraf’taki yazısından bir alıntı (yazının tümüne bakılmasını öneririm). Altta ise nasıl devam konusunda öneriler...

"Türkiye son 10 yıldır askerî otoriter bir rejim olmaktan demokratik bir topluma doğru eviriliyordu. Bu evrilme, iki büyük sivil direniş sayesinde idi. Sivil direnişin birincisi İslami, ikincisi laik kesimlerin içinden çıkmıştı. İlkinin başını AKP, ikincisinin başını ise dünün kreş çocukları çekiyordu. Ama biri birini takip eden bu sivil direnişler, Türkiye’nin yüz yıl boyunca oluşmuş derin kültürel bölünmüşlüğünü de yansıtıyordu.Her iki sivil direnişin taşıyıcıları, toplumu dönüştürme işine önce kendilerini değiştirerek başlamışlardı. Ama her iki taraf da, diğer kesimin iç dönüşümünü Takiyye veya komplo olarak görmeyi tercih etti. Nasıl ki laik kesim, İslami kesimin iç değişimini anlamadı, şimdi de İslami kesim laik kesimde yaşanan iç değişimi anlamıyor. Taraflar, birbirlerini içinden çıktıkları eskiye benzetmeyi çok seviyorlar. Laik kesimin 10 yıldır suçlama olarak yönelttiği “şeriatçı” tekerlemesi ile AKP’nin şimdi başlattığı “28 Şubat” tekerlemesi arasında fazla bir fark yok. Ve en tehlikelisi de bu anlamama nedeniyle, kültürel fay hatlarının giderek öne çıkacak olması." ●RTE’nin girdiği gerilim stratejisinin seçim hesabı olduğu kanaatindeyim. Gerilimden yine % 45-50 oy ve %60-70 koltuk çıkarma hesabı. (Ama tehlikeli yol. Barut fıçısı ile oynuyor, o da ayrı konu.)●Bu hareketin çizgisi direniş olmamalı. bu, mevcut fay hattını kabullenmek demektir. Bu savaşın kazananı da olmaz. Bütün Türkiye bir kuşağını kaybeder.●Kurmak istediği gerilim oyununu bozacak adımlar lazım. Düşünmemiz gereken yeniden kuruluş olmalı, kaybettiği yarısı ile buluşarak... İki büyük sivil direnişi biraraya getirerek.●Bunun en iyi aracı zaten elimizde idi. Taksim Platformu’nun içerici katılımcı niteliği belirgin "Taksim Hepimizin !" düsturu. bu araç RTE’nin konsolide etmeye çalıştığı fay hattının ötesine uzanan zihin köprümüzdür.●Bu aracı süreç içinde keskinleştikçe kaybettik maalesef. Taksim Dayanışması denen çorbanın içinde eski siyasetin ezberlerini yansıtan"Taksim Bizim / İstanbul bizim " çizgisine düşüldü yine. kitlelere haftalarca bu bağırtıldı. a. Bununla dıştalayıcı bir mesaj vermiş oluyoruz. Karşı tarafın bizi 28 Şubat’ın içinden okuması için en iyi delili kendi elimizle sunmuş oluyoruz. RTE bizi zencileştiriyorsunuz dediğinde bu korku üzerinden kitlesinden onay ve meşruiyet alıyor. b. Bu noktadan sonra MK’ nın askerliğine soyunmaya veya TOMA’lara molotof atmaya fazla bir mesafe kalmıyor. Sonuna kadar Taksim hepimizin meşru çizgisinde dirense idik, bugün siyaseten daha ileri bir noktada duruyor olurduk.●Gün kaybettiğimiz eşeğimizi yeniden bulma günüdür: bu noktada netlik sağlayıp geri kalan ilişkileri buna göre düzenlemenin önemli olduğuna inanıyorum. Bazı yollar ayrılabilir. AKP’ nin -uyguladığı siyasetlere değil- varlık hakkına ve seçmen kitlesinin varoluşuna ontolojik muhalefet üzerinden giden anlayışlarla yol almak giderek güçleşiyor, bu belirginleşecek. ●Hareketin asli spontane belkemiğini oluşturan genç kuşağın doğal anlayışı bir tür "kendiliğinden demokratlık." Karşındakini yok saymayı değil kendi varlık alanını savunmayı önceleyen, birlikte yaşamayı sorun etmeyen bir kuşak. Bunun kendini daha iyi ifade edeceği mecrayı açmak, fay hattının ötesine ulaşmanın da anahtarıdır.Taksim Hepimizin.

(“Taksim bizim / İstanbul bizim” kamplaştırıcı düsturunu Erdoğan'a reel-politik asist olarak değerlendiriyorum. Hala ayakta kalan siyasi içgüdüsü ile bir an durdu ve asisti gördü, voleyi çaktı. “Milli iradeye saygı hamlesi” ile Kasımpaşa-Çarşı meselesinde skoru an itibarı ile 1-2 ye taşıdı)

İnternette Sınırlı Sirkülasyon, 13 Haziran

Sayın Başbakan, değerli hükümet üyeleri,

Yurttaşlar olarak hükümetinizin "Taksim Gezi Parkı’nı imara açıp açmama” konusunu referanduma, pardon plebisit imiş, götürme önerisi ile dile getirmek istediğiniz mesajı aldık, özü itibari ile yapıcı bulduk. Sizlere bu duyarlılığınız için teşekkür eder, verdiğiniz mesajın özüne sadık kalarak acilen gereğini yerine getirmeniz çağrısında bulunmak isteriz.

Öncelikle, bu açıklamanız ile 'yerel projeler ve yerel sorunların karar ölçeği'nin yerel olduğunu yetkili ağızdan teyid etmiş oldunuz. Merkezden müdahaleyi gerekli ve anlamlı bulmadığınızı duymak içimizi rahatlattı. Medeni ülkelerde de böyledir.

Seçilmiş iktidarların seçim dönemi boyunca her türlü tasarrufları için “açık çek almış olmadıkları”nı bundan daha güzel ifade edemezdiniz. Her bir proje bazında katılımın ve özgün bir değerlendirmenin, nihai olarak seçmen rızasının önemini vurgulayışınızı özellikle takdir ettik.

Bu öneriniz, hükümetinizin yereldeki bir proje sürecine gereksiz müdahalede bulunduğunu, değerli mesailerinizi görev alanlarınız ile alakasız bir konuda gereksiz şekilde harcadığınızın idrakine varmış bulunduğunuzu düşündürdü. Kamu yönetiminde verimlilik meselesini bu kadar ciddiye aldığınızı görmek bizi yurttaşlar olarak sevindirdi.

Bu noktaları Türkiye tarihinde ilk kez görülen nitelik ve nicelikteki kendiliğinden bir taban hareketine cevaben dile getirdiniz; bunun altını özellikle çizmek isterim: Yerinde bir tepki, böylelikle bu ilkeleri Yeni Türkiye'de demokrasiyi kuracak bir ulusal konsensüsün vazgeçilmez yapıtaşları olarak tarihe kayıt düşmüş oldunuz.

Önerinizin özü ile uyarlı olarak, Taksim meselesi (Gezi Parkı + Alan yayalaştırma + AKM) ile ilgili her türlü konuda sayın İstanbul Belediye Başkanı’nın tam yetkili ve muhatap olduğunu bir an önce ilan etmelisiniz. Kendisini zaten bu iş için seçmiş idik; bundan böyle görevini rahatça sürdürmesi için zemin oluşturduğunuzu görmek isteriz: Yeniden görevinin başına dönmesi için bizler de gaz ve cop yiyerek epey katkı vermiş bulunduk. Bundan sonra gölge etmemeyi beyan etiğinize göre, kendisi ile birlikte nasıl yol alacağımızı, nasıl tartışacağımızı, projeleri nasıl birlikte geliştireceğimizi bulur çıkarırız, merakta kalmayın. Yerel katılımla dönüşecek, yaşam kalitesi yükselecek, her köşesi Avrupa standartlarında yemyeşil bir İstanbul’da yaşayacak olma fikri bizi şimdiden heyecanlandırıyor. Yeni yeşil İstanbul’un temel atma törenini bizler Gezi'de sessizce gerçekleştirdik, ilk fırsatta kendisini de aramızda görmek isteriz.

Bu vesile ile, Taksim meselesinde nerde kaldığımızı hep birlikte yeniden kısaca hatırlamamızda yarar var:

Gezi Parkı’mızı imara açmak amacı ile 2 nolu Yerel Koruma Kurulu kararını ortadan kaldırmak üzere merkezde konumlanmış bürokratlardan oluşan Üst Kurul'unuzu devreye sokmuştunuz. Son referandum önerinizle sorunları yeniden yerele iade etmiş oldunuz, böylelikle bu tasarrufunuz da tüm anlamını yitirmiş bulundu. Size yakışanı, tutarlı bir davranış göstererek bu işlemi geri almanız, Angaralı bürokratlar marifeti ile İstanbul’da iş görme kararında ısrarcı olmamanızdır. Yerelliği vurgulayan referendum öneriniz ile Bölge İdare Mahkemesi’nin almış olduğu yürütmeyi durdurma kararının zaten altını çizmiş oldunuz.

Yeniden teklifinize dönersek: biz ciddiye aldık, düşünüyoruz. Ama öyle plebisitle, yöntemi belirsiz bağlayıcı olmayan kamuoyu yoklaması ile olmaz. Otobüs rengi seçer gibi internette mi tıklaycaz ? Ciddi iseniz, uyum süreci çerçevesinde Avrupa standartlarında doğru dürüst bir referandum yasasını derhal çıkarın. Türkiye’nin imzalamak için yıllardır ayak sürüdüğü, vatandaşlarına bilgilenme hakkı sağlayan Aarhus Konvansiyonu’nu da bir zahmet imzalayıp Meclis’ten geçirin, oylamadan önce projelerinizin içyüzünü bir iyi öğrenelim. Bu adımları atın önce, gelin konuşalım referandumu.

Mesela: bir dalış tünelinin yanına kaldırım sığdırmak için kaç tane ağaç kesilmesi gerektiği gibi detayları doğru dürüst bilebilsek, ona göre davranırız. Zamanında medenice bilgilendirilsek, muhtemelen o tünelleri de bir referandumla reddedecektik, kimbilir. Önce iyi bilgilenelim, sonra soruyu doğru soralım, seçim kurulu marifeti ile eşit koşullarda oylayalım. Sadece Gezi Parkı’ndaki 600 ağacı değil, kuzey ormanlarındaki milyonlarca ağacı keserek İstanbul’un doğal alanlarını imara açma projenizi da oylayalım. Bakalım 3. çevreyolu, orman içine kondurulmuş yeni havaaalanı, ... halk jürisinden geçer oy alacak mı ?

Öylesine niyetiniz yoksa, söz verdiğiniz gibi mahkeme kararlarına saygılı olmanızı bekleyeceğiz.

(Bu açık mektup, 15/16 Haziran olayları ile birlikte kadük oldu ama hareketin kalıcı kazanımlarının teyidi anlamında, bir kayıt düşüyor.)

Facebook (FB) 12 Haziran

RTE şunu demiş bugün: "Biz bir AVM ifadesini kullandık diye tek alternatif bu diye konuştular. Burası AVM’ye uygun bir yer de değil. Şehir Müzesi olarak Divan Oteli tarafını konuştuk. Bunun bütününü yapsak dediler, arkadaşlarım çalışma yapıyorlar.” Parka bina inşa projesinin özünde tünel ile birlikte Taksim’de (1 Mayıs gibi) kitlesel gösterilere karşı fiziki baraj inşa projesi olduğunu, yani bir AKP değil devlet projesi olduğunu daha açıkça itiraf edemezdi.

(Bu bütün sürecin Mekanpolitik okuma açısından kuşkusuz en dikkate değer sözü idi. Iki cümlede ekonomist argümanın kofluğunu deşifre etmiş oldu.)

Facebook (FB) 8 Haziran

Sırrı Süreyya Önder'in, Öcalan ile 6’cı tur İmralı görüşmelerinden veto yemiş olması beni kaygılandırıyor. Büyük olasılıkla Gezi angajmanı nedeni ile oldu. Taksim’de ve Kürdistan’da barış birbirinden ayrılamaz. Bir İstanbul milletvekili olarak Sırrı, her iki sürece de vakıf, ikisini şahsında birleştiriyor. Yeni Türkiye’nin yolu bu bağlantıdan geçer. Amed ve Taksim’in haysiyeti bir ve aynı şeydir !

(Doğu ile Batının birbirini keşfi bir üst düzeye taşınıyor. Gezinin en önemli ve kalıcı kazanımlarından biri bu olacak. Hükümetin barış sürecindeki samimiyetinin belki de Turnusol kağıdı bu. Geziyi biraz daha kendi haline bıraksa akil adamların 6 ayda yapamayacağı etkinin hasıl olacağı bariz görülüyordu. Bunu okuyamadı mı Erdoğan ? Okudu da görmemeyi mi tercih etti ? Barış olsun ama buna Batı çok da bulaşmasın, iş Müslümanlık-kardeşlik üzerinden gitsin ve doğu/batı fay hattı her zaman lazım olabilir bir cephane olarak yedekte tutulsun mu ? Doğru şık ikincisi ise, Devlet aklı ile özdeşleşmenin bir diğer kanıtı. Yoksa basitçe kıskandı mı kendisi ve postacısı Fidan ile Öcalan dışındaki aktörlerin sürece bulaşmasını ? Barış sürecinde yeni dinamiklerin oluşma ihtimalini ? 20 yy Solu ile Erdoğan'ın “Kürtler asıl kimin adamı” konulu sidik yarışı ? )

Facebook (FB) 5 Haziran

Geleneksel Gezi Bienali törensizce açılmıştır, hayırlı olsun. Herkes kuratör, herkes davetli, her yer dönüşümde.

(Gezideki ortamın niteliğine vurgu ve güçlendirme çağrısı. Komün sonrasına hazırlık. “Koç sponsorlu” Bienal çerçevesinde sanat alemi bölünmesine gönderme.)