“Laf İçeriğin Üzerinde, Hâlâ”: Macaristan’da Olup Bitenlere Dair

28 Mart akşamı, Macaristan’da iktidar yanlısı (Türkiye’deki tabirle “yandaş”) bir internet haber portalı olan origo.hu’da yayımlanan bir yazıda, 1991 yılında George Soros tarafından Budapeşte’de kurulan CEU’nun (Orta Avrupa Üniversitesi) “kaçak” olarak faaliyet gösterdiği  iddia edildi.[1] Bu iddianın yanı sıra yazıda, Macaristan hükümetinin mecliste görüşülmesi için bir yasa hazırlığında olduğundan bahsediliyordu ve bu yasa ile iktidarda olan Fidesz’in (Macar Yurttaş Birliği) amaçladığı şey, CEU’nun Macaristan’daki faaliyetlerinin engellenmesi idi. Bu yazının yayımlanmasını takip eden saatlerde yasa tasarısı İnsan Kaynakları Bakanı Zoltán Balog tarafından meclise getirildi. Yasa tasarısı için görüşmelere geçilmeden önce hükümet, yasa tasarısının “aciliyetine” vurgu yaparak yasanın özel bir prosedüre tabi tutulması ve hızlı bir şekilde görüşülmesi teklifinde bulundu. Mecliste çoğunluğu elinde bulunduran Fidesz milletvekilleri tarafından bu öneri kabul edildi ve CEU’nun kapatılması bir anda Macaristan’daki siyasal gündemin merkezine yerleşmiş oldu.

Hükümetin bu girişimine tepki olarak, CEU ve Budapeşte’deki diğer üniversitelerin öğrencilerinin oluşturduğu Oktatási Szabadságot (Eğitime Özgürlük) inisiyatifi, 2 Nisan Pazar günü kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirdi.[2] Bu tarihten itibaren de Budapeşte başta olmak üzere Macaristan’ın diğer şehirlerinde sokaklar boş kalmadı ve yasa tasarısı hükümet karşıtı bir hareketin fitilini ateşlemiş oldu. Meclisten geçmesinin ardından, Cumhurbaşkanı János Áder’in onayına giden yasa tasarısını veto etmeye çağıran Eğitime Özgürlük inisiyatifi öncülüğünde, 9 Nisan’da kitlesel bir yürüyüş ve miting gerçekleştirildi. Seksen bin kişilik bir katılımla son yıllarda Macaristan’da gerçekleşen en kalabalık eyleme, lise ve üniversite öğrencilerinin yanı sıra, hükümetin politikalarına tepki gösteren Budapeşte’nin kentli orta-orta sınıf olarak tabir edebileceğimiz kesimi ağırlıklı olarak iştirak etti. Eylemleri organize eden inisiyatifin, içeriğini akademik özgürlük temasıyla sınırlandırma çabalarına karşın, devlet sosyalizmi sonrası Macaristan siyasetinin merkezini işgal eden ve Soğuk Savaş kategorilerinin halen geçerliliğini koruduğu bir Avrupa Birliği-Rusya ikililiği, gösterilere hakim olan tema haline geldi. Viktor Orbán hükümetinin otoriter çizgisini, ülkenin “Batılı” değerleri temsil eden geleneksel Avrupa Birliği siyasetinden uzaklaşarak Rusya ve Putin yanlısı bir konuma evirilmesine bağlayan böylesi bir muhalefet retoriğinin yukarıda saydığım kesimler tarafından CEU’ya yönelik desteği mobilize ettiği söylenebilir. Zira, Macaristan’da aktif olan bir Amerikan üniversitesi konumunda olan CEU, Soros ismiyle özdeşleştiği ölçüde Macaristan toplumu ve akademik hayatından özerk bir şekilde varlık gösteriyordu. Böylesi bir özerklik algısına, hükümetin mobilize ettiği bir imtiyaz söylemi eşlik etti. Hükümete göre CEU ve Macar üniversiteleri arasında, özellikle de AB fonlarının dağılımı konusunda adil olmayan bir rekabet vardı ve bu rekabeti Macar üniversiteleri lehine çözmek maksadıyla bu yasayı çıkardıklarını dile getiriyorlardı. Macaristan toplumu ve akademik camiasından özerk olma hali ve hükümetin mobilize etmeye çalıştığı imtiyaz söylemine karşın on binlerin sokaklarda CEU’ya sahip çıkması, en başta üniversite yönetimi olmak üzere pek çoklarını şaşırttı. Zira üniversite yönetimi, en başından beri üniversitenin hiçbir sokak hareketliliğine dahil olmayacağını ısrarla vurgulamış ve bu krizi, yüksek-siyaset hamleleri ile çözmeyi hedeflemişti.[3]

Putin’in “Yabancı Ajan Yasası”nın Bir Kopyası mı?

9 Nisan günü gerçekleşen büyük yürüyüş ve mitingin üzerinden daha yirmi dört saat geçmemişken, Cumhurbaşkanı Áder’in CEU’yu kapatan yasayı onayladığının duyulması üzerine, çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu gruplar Budapeşte sokaklarını tekrardan doldurmaya başladılar. Budapeşte’nin dışında Debrecen ve Szeged gibi ülkenin önemli üniversitelerinin bulunduğu şehirlerde de dayanışma ve destek eylemleri gerçekleşti. Aynı hafta içerisinde hükümetin parlamentoya getirdiği bir diğer yasa teklifi ise, ülke dışından maddi destek ve hibe alan sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini ve kaynaklarını sınırlandırmayı amaçlıyordu. CEU’yu kapatan yasanın cumhurbaşkanı tarafından onanması ve hemen akabinde, başta Soros’un siyasal ajandasını küresel ölçekte temsil eden Açık Toplum Vakfı olmak üzere Macar Helsinki Komitesi ve TASZ (Macar Yurttaş Hakları Birliği) gibi insan hakları alanında faaliyet gösteren ve hükümetin göçmenlere dönük saldırgan politikalarına ve otoriter çizgisine liberal bir tasavvur dahilinde itiraz eden kuruluşlara yönelik böylesi bir girişim, sokaktaki hareketliliği pekiştirdi. Ve sokağa dökülen insanlar, hükümetin bu girişimini, daha önce Rusya’da yürürlüğe giren ve ülkede faaliyet gösteren “Batı yanlısı” STK’ları kapatan “yabancı ajan yasasının” bir kopyası olarak değerlendirdiler ve bu da hükümetin Putin etkisi altında Avrupa’dan uzaklaşıyor oluşunun en açık göstergesi olarak yorumlandı. Peki, Orbán hükümetinin tüm bu girişimlerinin altında neler yatıyor ve hükümet karşıtı sokak hareketinin dinamikleri neler? Bu soruları cevaplarken, Macaristan ve Orta ve Doğu Avrupa siyasetinin mevcut yapısının tarihsel arka planına kısaca bir göz atmakta fayda var.

Sokak Hareketlerinin Dinamikleri

Viktor Orbán, 2010 yılında tek başına iktidara gelişi ile birlikte siyasal söylemini liberal olmayan bir demokrasi temelinde Macar ulusunu ve onun ulusal devletini korumak üzerinden şekillendirdi. Macaristan’ın böylesi bir retorik üzerinden 1989 sonrası “liberal-demokratik uzlaşı” teamüllerinden sapması, devlet-sosyalizmi sonrası geçiş dönemi tartışmalarında önemli bir kırılma yarattı. Orbán’ın izlediği çizgiyi, 1990’lı yılların “demokratik konsolidasyonuna” atıf yaprak anti-demokratik bir “sapma” olarak nitelendirip, bu süreci bilindik geçiş dönemi literatürüne dayanarak okuyanlara göre bu durum, 1989 sonrası oluşan seçkinler arası ittifakın ideolojik kutuplaşma neticesinde parçalanması sebebiyle oluşmuştu.[4] Ve bu varsayımı temel alarak, Orbán’ın iktidarıyla büyüyen yolsuzluğun seçkinler arasındaki çatırdamanın en belirgin ifadesi olduğu dile getiriliyordu.[5] Budapeşte merkezli, kentli orta-sınıflara dayanan Orbán karşıtı sokak hareketi de, tüm çeşitliliğine rağmen benzer bir varsayıma dayanarak siyasal söylemini oluşturdu. Yani, Soğuk Savaş’ın “muzaffer” coğrafyası Batı’dan feyiz alınarak inşa edilen 1990’ların liberal kapitalizminin yerine yolsuzluğa ve patronaja dayalı liberal olmayan ve Rusya’dan esinlenmiş bir kapitalizmi ikame eden Orbán’a kentli orta-sınıflar karşı çıkıyordu. Peki CEU bu denklemde aslında neyi temsil ediyor?

Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde, özellikle de Visegrad Grubu ya da Dörtlüsü (V4) olarak bilinen Çekya (Çek Cumhuriyeti), Macaristan, Polonya ve Slovakya’nın oluşturduğu devlet sosyalizminden kapitalizme geçiş rejimlerinde oluşan egemen sınıf ittifakı, ağırlıklı olarak ulus-aşırı sermaye ve Nicos Poulantzas’ın komprador burjuvazi tanımından esinle, komprador servis sektörüne dayanıyordu.[6] Drahokoupil’in tanımıyla komprador servis sektörü, çokuluslu yatırımcıların merkezinde yer aldığı ulus-aşırı iktidar bloğu için bir düğüm noktası olarak işlev gördü ve izlenmekte olan doğrudan yabancı yatırımlara (FDI) dayalı bir kalkınma stratejisine uygun olarak yabancı sermayeye (yatırımcılara) hizmet sunmaktaydı.[7] Bir diğer ifadeyle komprador servis sektörü, ulus-aşırı sermayenin yapısal gücünü yerel ölçekte taktiksel bir iktidara tahvil edip çokuluslu şirketlerle uyum içerisinde faaliyet gösteriyordu. Bu yerel komprador seçkinlerin en önemli unsurlarının başında da teknokrat yöneticiler geliyordu. Kuruluşu, vizyonu ve yapısı ile CEU tam da bu ittifakın siyasal ve akademik izdüşümü olarak işlev görüyordu denebilir. Bu sektörlere “eleman” yetiştiren bir kurum olarak en başından beri üzerine düşeni yerine getiren CEU, uzun yıllar Macaristan’da işbaşı yapmış olan hükümetlerin gözbebeği konumunda idi, ta ki bu ittifak, yükselen yerli kapitalist sınıf lehine bozuluncaya dek. 1990’lar boyunca ve 2000’lerin ilk on yılına damgasını vuran liberal-seçkin hegemonyasının çatırdaması ile birlikte, CEU ve temsil ettiği eski ittifak, ve de bu ittifakın siyasal ajandasının oluşmasında küresel ölçekte en büyük katkıyı sunmuş olan Soros, iktidarın yeni hegemonya projesinin hedefi haline geldi. Sağ popülizmine göçmen karşıtlığı ve antisemitizm gibi bir dizi söylemsel uğrakları eklemleyen Orbán hükümeti, bir yandan eskinin liberal seçkinler iktidarına karşı Macar ulusunun çıkarları üzerinden bir kitle mobilizasyonu yaratırken, diğer yandan da rekabetçi devleti patronaj ilişkileri etrafında yeniden şekillendiriyordu. Bu yönelimi bir patoloji olarak okumaya teşne olan geçiş dönemi literatürünün, bu eğilimin küresel izlekleri önünde bulundurulduğunda, bu süreci yeterince okuyamadığı söylenebilir.

Soros-Orbán Kavgasının Ötesinde

Tüm bu tarihsel arka plan göz önünde bulundurulduğunda, Macaristan hükümetinin CEU’ya dönük saldırgan tutumunu basit bir şekilde Soros-Orbán kavgası olarak okuyabilir miyiz? Böylesi bir okuma şüphesiz ki fazlasıyla indirgemeci olacaktır. Zira, hükümetin mültecilere yönelik düşmanlığı Avrupa sathında örgütlemeye girişmesi ve bunu yaparken de sıklıkla Soros’a atıfta bulunarak Avrupa’yı özüne, yani Hıristiyanlığa yabancılaştıran gizli bir ajandadan bahsetmesi, CEU’ya dönük saldırısının ideolojik boyutuna işaret ediyor. Muhafazakâr bir yayın çizgisine sahip haftalık iş dünyası dergisi Figyelő’de şubat ayında yayımlanan bir makale, hükümetin CEU’ya dönük saldırısına dair ipuçları verirken aynı zamanda bu saldırının ideolojik çerçevesini gözler önüne seriyordu.[8] Yayımlanan makalede Trump’ın Amerikan başkanlığına seçilmesinin, Orbán’ın CEU’ya yönelmesinde en başat etmen olduğu dile getiriliyordu çünkü küresel nizamda gerçekleşen kayma Orbán’a yol vermişti. Bu saldırının ideolojik arka planı oluşturulurken de, üniversite bünyesinde faaliyet gösteren iki bölüm özel olarak hedef haline geldi: Toplumsal cinsiyet çalışmaları bölümü ve sosyoloji bölümü. Bunlardan birincisi için, Macaristan yerelinde “toplumsal cinsiyet devrimini” yayma planlarından bahseden hükümet yetkileri, bunun, muhafazakâr siyaset ve Macar toplumunun “değerlerine” dönük büyük bir tehdit oluşturduğunu iddia ediyorlardı. Sosyoloji bölümü ise Marksist olmakla “suçlanıyordu”. Liberal bir ajandaya sahip özel bir üniversitenin bünyesinde yer alan iki bölümün kurumsal olarak radikalliği temsil ediyormuş gibi sunulması aslında bu meselenin Soros-Orbán kavgasının da ötesine geçtiğini gösteriyor. İşte tam da bu noktada, günümüz kapitalizminin yarattığı başlıca çelişkilerden bir tanesi karşımıza çıkıyor: Radikal eleştirel düşüncenin özellikle de bölgede, sağ siyaset tarafından zapturapt altına alınan devlet üniversitelerinden ziyade özel üniversitelerde kısmen de olsa daha rahat nefes alabiliyor oluşu.[9] Bu durumda solcuların özel bir üniversiteye yönelik saldırıya karşı takınacakları tutum ne olmalı?

Bu sorunun kestirme bir cevabı yok. Fakat Macaristan’da faaliyet gösteren ve radikal sol düşünce üretimine yerel ölçekte katkı sunmaya çalışan topluluklar, CEU’ya temkinli bir şekilde destek oluyorlar. Bu meselenin özel bir üniversiteyi savunmanın ötesinde siyasal bir içeriğe sahip olduğunun bilincindeler. Fakat CEU’nun misyon sahibi bir özel bir üniversite oluşunu gözden kaçırmıyorlar. Halihazırda fazlasıyla güç kaybetmiş ve yeniden doğmaya çalışan bir solun, mevcut sistemin yarattığı çelişkilere ve siyasal yarılmalara müdahil olmaktan imtina etmek gibi bir ayrıcalığının olmadığının farkındalar. Bu imtiyazın kendisinin de yenik bir sinizme götüreceği aşikâr. Bu bağlamda, kapitalizmin akademik bilgi üretimi dolayımında yarattığı çelişkileri fırsat olarak değerlendirip eleştirel düşünceyi besleyecek en ufak bir imkâna bile sonuna kadar sahip çıkmak gerektiğini dile getiriyorlar. Macaristan ölçeğinde ortaya çıkan bu çelişki ve karşı-hareketin yakında zamanda küresel düzeyde de yaygınlaşacağı öngörülebilir.



[2] Bu mitingde Türkiyeli akademisyen ve öğrenciler de birer konuşma yaparak akademik özgürlüklere dönük küresel ölçekli saldırıya karşı dayanışma içerisinde olduklarını ve ortak mücadele vereceklerini dile getirdiler.

[3] 2016-2017 akademik yılı başlangıçta üniversitenin yeni rektörü olarak göreve başlayan Michael Ignatieff’in, böylesi bir kriz için biçilmiş kaftan olduğu söylenebilir. Kanadalı bir akademisyen ve siyasetçi (Liberal Parti’nin bir önceki başkanı) olan Ignatieff’in, yasa tasarısı meclise geldikten hemen sonra ABD’ye, hemen ardından da Almanya’ya gidip Macaristan hükümetine karşı dış baskı oluşturmaya çalışması, rektör olarak göreve başlamasında sahip olduğu yüksek-siyaset ve diplomatik bağlantılarının onu bu göreve getiren en önemli etkenlerden birisi olduğunu ortaya koyuyor.

[4] Zsolt Enyedi, “Populist Polarization and Party System Institutionalization,” Problems of Post-Communism 63, no. 4 (July 3, 2016): 210–20.

[5] Abby Innes, “The Political Economy of State Capture in Central Europe,” JCMS: Journal of Common Market Studies 52, no. 1 (January 1, 2014): 88–104.

[6] Jan Drahokoupil, “The Politics of the Competition State: The Agents and Mechanisms of State Transnationalization in Central and Eastern Europe,” in The Transnationalization of Economies, States, and Civil Societies: New Challenges for Governance in Europe, ed. László Bruszt and Ronald Holzhacker (New York, NY: Springer-Verlag New York, 2009), 135–55.

[7] A.g.e., 147.

[8] “Fidesz’s Illiberal Democracy May Have Its Eye on CEU in 2017,” The Budapest Beacon, February 3, 2017, http://budapestbeacon.com/featured-articles/fideszs-illiberal-democracy-may-eye-ceu-2017/44338.

[9] Justus Links, “Quilting Point: Why Leftists Should Defend the Central European University,” Lefteast, March 4, 2017, http://www.criticatac.ro/lefteast/left-defend-ceu/. Benzer argümanları dile getiren başka bir yazı için bkz. Anita Buhin, “The Struggle to Defend CEU Is about Much More than Soros,” ROAR Magazine, May 4, 2017, https://roarmag.org/essays/central-european-university-soros-orban/.