Sevim Burak’tan Reha Erdem’e Yürüyen İğne


 

Reha Erdem’in ilk uzun metrajlı filmi A Ay’ın akla ve ruha yürüyen bir iğne gibi içimde gezinmesi, bir iğnenin peşindeki hikâyeye sürüklenmeme vesile oldu. Filmin Sevim Burak’ı anımsattığını bağırıp duran bir sesle uzun süredir birlikteydim. Burak’ın tekrarlarıyla A Ay’ın tekrarları, soluk fakat çarpıcı bir anlatı, ölen ve dirilen, ölüp ölüp dirilen; tekrar tekrar okumaya, izlemeye, görmeye, duymaya sevk eden bir anlatı… Tüm bunlar bir sezinlemeden fazlasıydı. Örneğin mekân (konak, ev), yürüyen dikiş iğnesi, nesneler, anne imgesi Sevim Burak’ta da baskın olan şeylerdi. Sanırım beni söylemeye, bilmeye, peşinden gitmeye cesaretlendirecek olan daha başkaydı: Bir “nihayet!”  

Nihayetin Başlangıcı

Filmde Nükhet Seza’nın öncelikle yeğeni Yekta’ya aktardığı bir anlatı nehri olduğunu görürüz. Nükhet Seza, bir müzik kutusu gibi kapağının açılmasını bekler sanki. “Babam Sırrı Bey,” der, “anlatmalı ya,” der, “Çamlıca,” der, “köşk,” der ve devam eder. Hep aynı şarkıyı çalıyormuş hissi uyandırır. Fakat başka başka meselelerin anlatısıdır bunlar.  Nükhet Seza’nın Sırrı Bey anlatılarından biri, benim için nihayetin başlangıcıdır.

“Bir küçük iğne (…)

Çamlıca’daki yarım kalmış köşkün paslı çivilerinden kalma bir de çivi korkusu vardı. Sonra bu korku bir iğne korkusuna, bir tığ korkusuna dönüştü. Bir yerine kaza ilen batacak bir iğnenin içinde ilerleyip kalbine saplanacağından korkardı. Kim bilir, hala da korkuyordur belki. ‘Bu evde iğne istemiyorum,’ derdi. ‘Olur, Sırrı Bey,’ derdik. İnanmazdı. ‘Bilal gibi… Bilal gibi öleceğim sonunda!’ diye bağırırdı. Bilal gibi…” (Erdem, 1988)

Bilal, Sevim Burak’ın Yanık Saraylar’ındaki “Ah Ya Rab Yehova” öyküsünden çıkagelen bir karakterdir. Aynı zamanda Sevim Burak’ın gerçeği elde etme ısrarı sayesinde bu öyküyü Sahibinin Sesi olarak daha yakından görme imkânına sahibiz. Meşhur BBC konuşmasında gerçeği bir kerede yazıp ortaya çıkaramadığını, defalarca yazdığının başka bir görünüme büründüğünü, başka bir gerçeğe dönüştüğünü söyler (Burak, BBC Konuşması, 2004). Gerçeği elde etmek konusundaki ısrarı, bunun “ısrar edebiyatı” olarak anılmasına da yol açar (Güngörmüş, A'dan Z'ye Sevim Burak, 2003). Bu ısrar ve tekrar edebiyatında Bilal’in ve yürüyen iğnenin gerçeğinin A Ay ile olan bağlantısını eşelemek, kendimce ihtimaller sunmak istiyorum.

Hikâyeye kısaca değinmek gerekirse: “Ah Ya Rab Yehova”da ve Sahibinin Sesi’nde Bilal Bağana, ana karakterlerden biridir. Zembul Allahanati adlı Yahudi bir kadınla birliktedir, kadın hamiledir. Bilal her şeyden kaçmakta ve her şeyden şüphe duymaktadır. Askere gitmemiştir ve askerlik döneminde ölmüş olan Muzaffer Seza’nın kimliğini kullanmaktadır. Her şey onu tedirgin eder: Zembul, Muzaffer Seza ve hayaleti, Zembul’un akrabaları, komşular, gayrimüslimler, ötekiler… Babasını kaybettikten sonra topuğuna bir dikiş iğnesi girer. Bu iğnenin ve Bilal’in hikâyesinin seyrini izleriz. İzleriz çünkü Sevim Burak’ın eserleriyle her ne eyliyorsak bunun okumak eyleminden farklı olduğunu söyleyebiliriz. Okumak, bu eylemimizi tam anlamıyla karşılayamaz. Bunu da ısrarına, tekrarına, öldürüsüne bağlayabiliriz. Gerçeği elde etme ısrarından bahsederken “… hikâyelerimdeki kahramanların sözleri söz değil, şekillere benzer,” demektedir (Burak, BBC Konuşması, 2004). Metni tamam etmek için izlediği yollar, iğri yazı, biçim olarak büyük-küçük harf kullanımları, satır atlamalar, başka diller, başka alfabelerdeki harfler de yalnızca okumayı eylemediğimizi anlatır.

İğne Neyi Yürüyor?

Sevim Burak’ın terziliği ve yazarlığı arasındaki teğele şüphe yok. İğnelerinin yazdıklarında da -en basiti kurguda- işlevsel olduğu malum. Malum: metinlerini kırkyama usulü kurgular, yazdıklarını parçalara ayırır ve iğneler; metin bütününü-gerçeğini-kendini bulana dek. İğne de gerçeği elde etme ısrarına dahil bir nesne. Bu yüzden tek bir temsiliyeti olduğunu söylemek mümkün gelmiyor.

İlk ve en güçlü görünen, ölümü temsil ettiğidir (Güngörmüş, A'dan Z'ye Sevim Burak, 2003). Yazının geri kalanında temsil etmek yerine yürümek diyeceğim. Çünkü bu iğnenin “yürüdüğü bir şeyler olduğu” ifadesi bana daha uygun geliyor. Sevim Burak’ın tekrar’a “öldürü” dediğini anımsayınca, iğnenin öldürüyü yürüdüğünü de söyleyebileceğimizi düşünüyorum.

İkinci görünen, iğnenin ölümle birlikte yalnızlığı ve korkuyu da yürüdüğüdür (Şahin, 2015). Bilal Bağana karakteri, korku dolu bir karakterdir. Aynı zamanda bu korku onda bir düşmanlığa da dönüşmektedir. Ötekiye düşmandır.

“Sözgelimi ‘Ah Ya Rab Yehova’da, Bilal’in ‘düşmanları’, namı diğer Zembul’ün Yahudi akrabaları Tevrat diliye kutsal kitabın içinden çıkıp (…) çağları aşarak adeta Bilal’in Müslüman-Türk kimliğini tehdit etmeye gelirler.” (Güngörmüş, Sevim Burak ve Kimlikleri, 2017)

Üçüncü görünen de buradadır: İğne düşmanlığı yürür. Beliz Güçbilmez’in ifadesiyle “Sevim Burak yazını açıkça ve radikal biçimde politiktir (…) yabancı düşmanlığını çoğunluğun kalbine doğru yürüyen bir iğne olarak görmüştür” (Güçbilmez, 2017).

Sahibinin Sesi’nde, son sahnede Bilal, “İğne yerinden oynadı… Düşman ininden çıktı…” demektedir. Bilal’in iğnenin ölümü getiren son hareketini düşmanın ininden çıkmasıyla ifade ediyor. Düşman-düşmanlık-ölüm hakkında iğnenin ve Sevim Burak yazınının etrafında fazlasıyla ifade var. Sevim Burak “ölüm” ve “düşman”ı birbirine örtük ifadeler olarak kabul etmiş. Hemen hemen bütün hikâyelerinde ölümle savaştığını, ölümün tüm hikâyelerinde düşman olarak geçtiğini söylüyor (Burak, BBC Konuşması, 2004). Yani topuktan kalbe yürüyen dikiş iğnesi, ölümü yürüyorsa düşmanlığı da yürüyordur diyebiliriz. Ve aynı zamanda Bilal Bağana’nın düşmanlarının, Zembul ve akrabalarının, gayrimüslim komşularının, Muzaffer Seza’nın hepsi toplamda “ölüm”ün ifadesi olabilir.

Dördüncü görünen, iğnenin yaşama gücünü yürüdüğüdür. Ahmet Soysal, Sahibinin Sesi’ndeki son sahneden örneklendirerek bu dikiş iğnesinin ölüm gücü olduğu kadar ölümü erteleme gücü olduğundan; esasen bir yaşama gücü olduğundan bahseder (Soysal, 2015).

Sahibinin Sesi’ndeki son sahnede Bilal “Göğüs kafesimizin içinde kalbimizin kaç milimetre ilerisinde olduğunu bilmediğimiz bir dikiş iğnesi… (Plak yeni bir şarkıya başlar.) Yaşamaktan kaç bin kere umudumuzu kestiğimiz halde, kaç kere yaşama umudu uyandıran bir dikiş iğnesi…” der (Burak, Sahibinin Sesi, 1982).  Bilal’in burada bir biz’in sözcüsü olarak konuşması beni şaşırtan noktalardan. Burada açıkça her birimizde var olan, her birimizin içinde yürüyen bir iğneden bahsediyor.

Bu “görünen”lerden hiçbirini tekil olarak doğru kabul etmek zorunda değiliz. Yalnızca görünenleri derleyip toparlamak ve A Ay’a buradan bakmak niyetindeyim.

A Ay: “Her Şey İşte Böyle Yarım”

Ölümü Ertelemek, Korku

Bilal gibi ölmekten korkan Sırrı Bey, yatalaktır. Nükhet Seza Hala, Sırrı Bey’in bitmemiş işlerinden dolayı ölemediğini söylemektedir. Neyir Hala’ya göreyse Sırrı Bey korkusundan, günahlarının korkusundan ölemez. Sevim Burak’ta iğnenin korkuyu da yürüdüğü görünüyordu, Sırrı Bey’in muhakkak korkuyla bir ilişkisi var. Muzaffer Seza’nın “Seza”sını Nükhet Hala’da da görmek de Sevim Burak’a dahil mi? Sırrı Bey, Bilal’i nereden tanıyor?

Yekta ve İğne

Filmde Yekta’nın iğneyle haşır neşir olduğu yerlerden biri Sırrı Bey’in odasına girip annesini dün gece göremediğini, annesinin onu çağırdığını ve yanına gideceğini söylemesi ve parmağının ucundan akan kanı göstermesidir. Sırrı Bey’in gözleri belerir. Yekta parmağına iğne batırmaktadır. Bunun üzerine Işık Ergüden “İğne kimin eline batar?” sorusunu yöneltiyor (Ergüden, 2014). Bu sorunun -Sevim Burak düşünülmeden sorulsa da- haklı bir soru olduğunu düşünüyorum. Sevim Burak’ta, Sahibinin Sesi’nde karakterlerin kendileri dışında bir başkası da olduğu malumken… Sersemleten bir soru. Yekta yalnızca Yekta mıydı?

Başka bir sahnedeyse Yekta’nın rüyasını Nükhet Seza Hala’ya anlattığını duyarız. Rüyasında annesi İhsan Hanım’ı görmüştür, annesinin parmağına iğne batmıştır, küçücük bir damla kan vardır. Annesi Yekta’ya, kanın suda kaybolacağını söylemiştir. İhsan Hanım’ın kayıkla açılarak gittiğini, ölümünün kayığa binip gitmekle tasvir edildiğini düşündüğümüzde suyun kaybolma/ kaybetme haline iç çekebiliyoruz.

Peki İhsan Hanım kimdi? Hakikaten İhsan Hanım kimdi ve Bilal’in düşmanları gibi o da bu hikâyenin bilmediğimiz yerlerinde bir “düşman” mıydı, öteki miydi? Bilal gibi ölmekten korkan Sırrı Bey’in iğne korkusu da politik miydi?

Kibrit Kutusu

Bir başka sahnede ise, Yekta Sırrı Bey’in odasına girerek yere bir kibrit kutusu fırlatır (Ben onun bir kibrit kutusu olduğuna inandım hep). Bu da Sevim Burak’a bir selam gibi geliyor bana. Bilal Bağana’nın yangınına bir gönderme belki. Bodrum katından başlayarak evi, mahalleyi, Zembul’ü, herkesi ama herkesi ateşe vermeyi planlayan Bilal gibi…

Yanık Kokusu

Neyir Hala ile Yekta’nın şehir gezintisinde yukarıdan izlediğimiz bir sahne vardır. Yekta’nın sesini duyarız: “Hala, bir koku var. Yanık kokusu halacığım. Halacığım, gezmeyelim bu kokuyu hala!” der ve geriye doğru koşar. Geriye doğru koşması, tekrar eder.

Bu yanık kokusunun, Yanık Saraylar’dan geldiğini düşünebilir miyiz?

Bu sorulara cevap olarak Yekta’ya adada yolu tarifleyen adamın söylediklerini verebiliyorum: “Yani buraya çıkar, yani kendine çıkar, yani bu yol çıkmaz. Bu yol böylece kendi etrafında, adanın etrafında döner durur. Ada yine ada, burası bu yolun başıysa aynı zamanda sonudur da…”  Ama tepeye çıkmak istiyorsan o başka!


 

Kaynakça

Burak, S. (1982). Sahibinin Sesi. İstanbul: Adam Yayıncılık.

Burak, S. (2004). BBC Konuşması. Kitap-lık.

Erdem, R. (Director). (1988). A Ay [Motion Picture].

Ergüden, I. (2014). Sözler, Yazılar, Sorular. Propaganda Yayınları.

Güçbilmez, B. (2017). "Yazının Kalbine Yürüyen İğne", Notos, 38-41.

Güngörmüş, N. (2003). A'dan Z'ye Sevim Burak. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Güngörmüş, N. (2017). "Sevim Burak ve Kimlikleri", Notos, 22-28.

Soysal, A. (2015). "Sevim Burak: Deneyleme Olarak Özne", Ötekilere Yazmak - Sevim Burak Üzerine Yazılar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Şahin, Ö. (2015). "Kağıttaki Karabasan: Sevim Burak'ta Nesne ve Benlik Yitimi/Onarımı", Ötekilere Yazmak - Sevim Burak Üzerine Yazılar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.