Quo Vadis, Europa?

İnsanlık ve onun tecrübe ettiği insanlık durumu uzun süredir görülmemiş olan ekonomik, toplumsal, siyasal ve ahlâki bir krizin ortasında. Bir yanda krizi daha da derinleştiren olaylar ortaya çıkarken diğer yanda ise bu krizden çıkışın arayışları beliriyor. Krizin yaratmış olduğu bu iki uçlu salınımı en iyi şekilde gözlemleyebileceğimiz yerlerden bir tanesi de Avrupa ve Avrupa Birliği (AB) üzerine dönen entelektüel tartışmalar. Avrupa’nın yaşadığı sorunlar malum: Brexit, göç, ekonomik kriz, aşırı sağ politikaların yükselişi, yaşlanma vs. Bu problemler ve problemler karşısında yeterli çözüm önerilerinin ve pratiklerinin ortaya çıkmıyor olması, Kıta genelinde karamsar bir tablonun oluşmasını da beraberinde getiriyor. Dahası, bu problemler AB içindeki çelişkilerin geri dönülemez bir biçimde artmasına da yol açıyor. Böyle bir durumda, ya Avrupa Birliği’ni yeniden inşa etmek, onarmak ve yeniden tanımlamak ya da onu çöküşünün kaderine terk etmek gerekiyor.[1]

Bu karamsarlığa inat, karamsarlığı kırıp umut oluşturmaya çalışan önemli entelektüel cereyanlar da mevcut. Avrupa’yı yeniden inşa etmeye, kurumlarını reforma tabi tutmaya ve bir Avrupalılık aidiyeti oluşturmaya çalışan fikirsel tartışmalar hız kazanmış durumda. Bu tartışmalar ve tartışmaların yönlendirdiği toplumsal ve siyasal hareketlerle birlikte Avrupa Birliği’ne ait yeni bir kamusallık veya kamusal alan kendini oluşturtuyor. Bu yeni kamusallıkla birlikte AB ve onun ontolojisi hem AB vatandaşları için hem de AB dışında kalanlar için yeni tahayyüllere zemin hazırlıyor. AB projesi sadece siyasi ve ekonomik bir proje olmanın ötesinde toplumsal bir proje tahayyülünü de içinde barındırıyor. Kökenleri Aydınlanma’ya ve Aydınlanma ideallerine kadar götürülebilecek olan bu proje Aydınlanma’nın kurucu fikirlerinden biri olan ilerleme fikrini de kendi atılımın önemli bir tinsel gücü olarak içinde taşıyor. Birlik ve birliğin yıllar içindeki seyri Avrupa toplumlarının ve bu toplumlara komşu olanların toplumsal hayatını da büyük ölçüde değişime uğrattı. Gerek toplumsal gerekse de bireysel meseleler içlerinde daima bir Avrupa sedasını ve Avrupa imajını taşıdılar.

Jass Grassman, 2016 yapımı “Europe, She Loves” filminde Avrupalıların gündelik hayatına sızmış olan bu sedayı hissettirmek için filmin değişik hikâyelerden oluşan fragmanlarında AB ile ilgili haberleri ve imajları dolaşıma sokar. Krizler, aşklar, ilişkiler, gündelik hayatın koşuşturmacaları ve çalışma gibi birçok konu bu seda ile hem rahatsız edilir, hem tanımlanır, hem de kurulur. Kişisel hikâyeler birden AB projesi hikâyesine bağlanır, bu büyük hikâye içinde anlamını bulur. AB’nin geleceğinin yeniden tanımlanması veya onun çöküşe terk edilmesi aynı zamanda bu gündelik hikâyelerin de radikal bir dönüşüme uğrayacağını bize gösterir. AB projesinin çökmesi durumunda, sadece Avrupa projesi ve bunun etrafında oluşmuş kurumlar buharlaşmayacaktır. AB projesi ile oluşan sosyolojik değişimin gündelik hayata uzanan etkileri de radikal bir değişime uğrayacaktır. Belki de Avrupa’daki toplulukların bütün bir tartışma içinde gözden kaçırdıkları en önemli husus da budur. Egemenlik, milliyetçilik ve öteki düşmanlığı üzerine kurulu olan bir AB karşıtlığı bu karşıtlığın bizzat karşı olanların hayatında ne türden toplumsal etkiler üreteceğini göz ardı ediyor.

AB’nin geleceğinin içerdiği bu önem, onun yeniden onarılmasını da haklı olarak acil kılıyor. Savrulma sonrası ortaya çıkacak yeniden yapılanmanın revize edilmiş veya yeniden kurulmuş Aydınlanma değerlerine dönülerek yapılıyor olması da kuşkusuz anlamsız değil. AB özelinde ortaya çıkan Aydınlanma değerlerine ve ilerleme fikrine yeniden dönüş çabaları bütün bir dünyada da kendini sessizce hissettiren bir eğilim olarak belirmeye başladı. Henüz bu yeniden inşanın nasıl olacağını bilmiyoruz. AB’nin yeniden inşası ve bu etrafta ortaya saçılan fikirler küçük ipuçları sunuyor bize.

Aydınlanma Değerlerine Dönüş ve İlerleme Fikri

Son ekonomik kriz sonrasında yaşanan toplumsal ve siyasal dalgalanmalar belki bundan on beş-yirmi yıl önce kimsenin aklına getirmeyeceği bir paradigmatik dönüşüme neden oldu ve bu dönüşüm gün geçtikçe daha fazla hissediliyor. Bütün bir Aydınlanma ve modernlik eleştirisi üzerine kurulan post-modern tahayyül yerini yeniden kurulmuş/kurulacak veya inşa edilmiş/edilecek bir Aydınlanma’ya ve modern tahayyüle bırakıyor. Dünyada yaşanan kriz, Aydınlanma değerlerine tekrar sahip çıkılması, post-modern eleştirilerin darmadağın ettiği ilerleme mitosunun tekrar canlandırılması ve daha eşit ve adil bir dünyanın kurulması gibi fikirsel cereyanların entelektüel pazar yerine yeniden sunulmasına yol açtı. Ortaya çıkan bu eğilim ve sonuçları henüz tam olarak hissediliyor olmasa bile yakın zaman zarfında klasik modernliği ve Aydınlanma değerlerini daha fazla tartışacağımızı bekleyebiliriz.[2] Vaziyeti şöyle de ifade edebiliriz: Yaşanan ekonomik kriz, savaşlar ve ortaya çıkan toplumsal felaketler bizlere tekrar insanlık durumunun çok da müphem olmadığını, yaşadığımız toplumsallığın ve siyasallığın hiç de bilinemez, tanımlanamaz ve anlaşılamaz olmadığını gösterdi. Anlamın ve yaşamın istikrarsızlığı ve karar-verilemezlik üzerine kurulu söylemlerin temellerinde büyük yarıklar ve çatlaklar oluşmaya başladı. Bu gelişmeyi post-modernliğin bittiği, artık mezarının kazılabileceği ve post-modern tahayyül üzerinden üretilen bütün siyasal ve toplumsal tahayyüllerin rafa kaldırılacağı ve kaldırılması gerektiği şeklinde anlamamak icap eder. Aksine, bu tahayyülün yaratmış olduğu kazanımların tartışmalarda yerini hâlâ koruduğu görülüyor. Belki de post-modern bir modernlik demeliyiz yeni sürece. Ya da post-ilerlemecilik olarak tanımlamalıyız.

Bütün bu gelişmeler ekseninde oluşan tartışmalar ve olaylar, AB cenahında da etkiler yaratmış durumda. Eşitlik, özgürlük, evrensellik, farklılıklar, kozmopolit bir siyaset ve insan hakları yeniden inşa edilme niyetiyle tartışmaya açılan konular arasında.

Yol Arayışındaki Avrupa

Türkiye’den bakınca homojen ve istikrarlı gibi görünen AB ve kurumları, görünenin aksine daimi bir arayış ve yol bulma telaşı içindeler. Hem AB taraftarları hem de AB karşıtları ateşli bir şekilde Birlik konusunda yeni tartışmalar yürüterek bir patika çizmeye çalışıyorlar. Dış sınırları kontrol etmek için ülkeler arasında bir protokolün yürürlüğe sokulması, ortak bir göç kuralları sisteminin kurulması, ekonomik büyümeyi desteklemek için altyapının güçlendirilmesi, Almanya tarafından koordine edilecek bir sanayi politikası çerçevesinin oluşturulması, Fransa tarafından canlandırılacak bir Avrupa savunma sisteminin oluşturulması ve son olarak eğitim ve kültür konularında karşılıklı alışverişin arttırılması klasik çerçeve içinde tartışılan ve AB’yi onarmaya yönelik bazı Ortodoks fikirsel cereyanların çekirdeğini oluşturuyor.[3] Ortodoks iyileştirme önerileri daha çok ekonomi, ekonomik refah ve güvenlik konularına odaklanmış durumda. Ekonomik refahın beraberinde Avrupa idealini de güçlendireceği düşünülüyor. Fakat bu klasik ve ortodoks çerçevenin dışında ekonomik konular kadar siyasi konuları da önemseyen ve Birliğin kökensel kuruluş felsefesinde politik bir gündemin olduğunu savunan daha eleştirel yaklaşımlar da bulunuyor. Jürgen Habermas, Yves-Charles Zarka ve Etienne Balibar bu politik-felsefi yaklaşımın öncüleri arasında. Her üç yaklaşım da farklı tonlarda ve farklı perspektifler içinde Birliğin politik doğasına, bir değer olarak Avrupa idealine ve Birlik tartışmalarındaki tinsel-politik çekirdeğe referans veriyor. Bu üç yaklaşımı İletişimsel ve Ulus-aşırı Bir Avrupa, Avrupa Tinsel Atılımı ve Unutulan Çekirdek: Siyasal Bir Cemaat Olarak Avrupa olarak özetlediğim alt başlıklarda tasvir etmeye çalışacağım.

Şüphesiz AB’nin nasıl bir şey olacağı veya olması gerektiğiyle ilgili tartışmalar daima vardı. Fakat bu tartışmalar daima Birlik fikrinin az çok Avrupa Kamuoyu nezdinde pek de sorgulanmadığı zamanlarda yapılıyordu. AB ve geleceği verili kabul edilerek onun nasıl evrileceği üzerine tartışmalar yapılıyordu. Fakat mevcut tartışmalar başka bir iklimde yapılıyor. Birlik kadar Birlik fikri ve Avrupalılık ideali de tehlikeye girmiş durumda. Balibar’ın da belirttiği üzere Birlik ya yeni bir felsefe üzerine inşa edilecek ya da zamanla çökecek.[4] Bu çöküş tehlikesi dolayısıyladır ki, yeni bir Avrupa, Avrupa’yı onarmak, başka bir Avrupa gibi kavramlar düşünsel alanda dolaşıma girmiş durumda.[5]

İletişimsel ve Ulus-aşırı bir Avrupa

Habermas, kendini avro-şüphecilik (euroscepticisme) olarak ortaya koyan ve Avrupa Birliği’nin geleceğine dair karamsar bir tabloya neden olan siyasi krizin kökenlerini 2008 yılında patlak veren küresel ekonomik krizde görüyor.[6] Habermas’a göre, küresel kriz etkisini hızlı bir şekilde AB üyesi ülkelerde de gösterdi ve mali, ekonomik ve sosyal konuların büyük ölçüde ulusal seviyede idare edilmesi, Birlik çapında ekonomik krize etkin bir cevabın oluşturulmasını engelledi.[7] Farklı ekonomiler arasında ortaya çıkan çelişkileri azaltacak çok az ortak adım atılabildi. Habermas, AB’nin karşı karşıya kaldığı problemlere dair çözümü piyasa ve siyaset arasındaki asimetriyi azaltacak olan ulus-aşırı bir demokrasinin inşa edilmesinde görüyor. Eğer böyle bir inşa gerçekleşmezse, şu âna kadar savunulan Avrupa sosyal modelinin gerçekleşme şansı da kalmayacak. Mali piyasaların küresel ölçekte liberalleşmesi sosyal güvenlik sistemini mevcut haliyle sürdürmeyi zorlaştırıyor. Bu durum bile tek başına AB bütünleşmesinin geleceğini daha acil ve elzem kılıyor.[8] İçinde bulunduğumuz dönemi “şüphe ve savsaklamaların okyanusunda umudun kemirildiği bir dönem”[9] olarak tanımlayan Habermas Avrupa solunu Birliğin geleceği konusunu daha fazla ciddiye almaya davet ediyor.

Habermas’a göre, sosyal eşitsizliklerin ve dengesizliklerin arttığı bir Avrupa’da, insanlar ister istemez bu çelişkilerden bir çıkış yolu aramaya çalışacaklar ve muhtemelen bu arayış aşırı sağın ve milliyetçi cereyanların yükselmesi ile sonuçlanacak. İnsanlar, tarih, ulus ve dili bir çıkış yolu olarak düşünmeye başlayacaklar.[10] Kapitalizmi medenileştirmek, insan haklarını tesis etmek ve demokratik bir ulus-aşırı otorite kurmak Hebarmas için geleceğin Avrupa’sının ana hatlarını imliyor.

Habermas’ın üzerinde durduğu konulardan bir diğeri ise, AB fikrinin geleceğe yönelik bir ideal olarak nasıl muhafaza edileceği meselesi. Habermas’a göre bunun en etkili yolu AB’nin geleceğine dair tartışmaları ve çatışmaları daima açık tutmaktan, bunları açık bir kamusal alan içinde tartışmaktan ve argümanlarla desteklenen bir müzakere süreci inşa etmekten, yani nihayetinde bir İletişimsel Avrupa (Communicative Europe) kurmaktan geçiyor. 

Avrupa Tinsel Atılımı

Yves-Charles Zarka’ya göre ise, Avrupa’nın onarılması veya yeniden inşası Aydınlanma değerlerine tekrar dönerek ve bu değerleri aynılık üzerine değil fark ve farklılık üzerine kurarak mümkün.[11] Özgürlük, evrensellik ve insan hakları bu yeniden inşa sürecinin temel parametreleri olarak görülebilir. Kendisini var eden veya kendisine meşruiyet sağlayan vatandaşlara aşkın olmayan ve fakat onları bütün bir yönetim sürecine katan ve yönetimin kamusal ortakları haline getiren bir anlayış ve perspektif gerekiyor. Zarka’nın esas olarak vurguladığı konu, bütün bunların ve kurumsal reformların ötesine giden ve meselenin de can damarını oluşturan, Avrupalılık ruhu ve tini diye adlandırılabilecek yeni bir tinsel enerji ve yeni bir atılım (nouvel élan) oluşturmak. Zarka’ya göre, Avrupa idealinin canlı tutulması maddi ve kurumsal unsurlarca desteklenmekle birlikte, bu ideali asıl koruyacak ve kollayacak olan daha çok tinsel enerjide veya tinsel atılımda kendine mesken bulan arzudur.[12]  

Zarka’ya göre, bu tinsel enerji köklerini Avrupa tarihinde ve onun bir parçası olan Aydınlanma sürecinde ve değerlerinde buluyor. Topluluğa ait yeni bir kurucu ve sürükleyici değerler manzumesi oluşturmak, kökleri aydınlanma’ya ve Kant’a uzanan yeni bir atılımla ancak mümkün olacaktır. Zarka bu haliyle, Aydınlanma’nın tarihsel bir durak olarak değil bir eğilim, teorik ve ahlâki bir ilke veya yekûnunda bir karakter, Foucault’nun deyimiyle de bir ethos olarak kavranması gerektiğini düşünüyor.[13] Şimdiki zamanımız üzerine bizleri yeniden düşündürecek, karşılaşılan zorlukları yeniden değerlendirecek, kim olduğumuzu ve neleri umut edebileceğimizi bizlere gösterecek bir ethos. Burada üzerinde tekrar tekrar düşünülmesi ve sürekli bir sorgulanmaya tabi tutulması gereken meselelerin başında özgürlük, rasyonalite, insan hakları, evrensellik, tikellik, farklılık, aynılık ve kimlik geliyor.

Zarka’ya göre bütün bunları etik bir zeminde ve kozmopolitanizm ve siyaset arasındaki ilişkileri muhafaza ederek düşünmeliyiz. Zarka’nın vardığı nihai sonuç, Avrupa’yı Aydınlanma değerlerine dönmek ve fakat bu değerleri bugünün fark felsefesi ve kozmopolit siyaset felsefesi ile harmanlamaktır. İnsanlık durumu aynılık üzerine değil, farklılık üzerine olan bir ontolojik zemine sahip ve bu ontolojik zemin, biz yeryüzü sakinlerini monadvari bir bireyselliğe savurmak yerine yeryüzü cemaati ile olan kamusal birliğimiz ve ortaklığımız içinde düşünülmeli. Kısaca, “kimliğin kimliği aynılık değil ve fakat farklılıktır” diyor Zarka.[14] Tıpkı insan olmayışın milyonlarca yolu olduğu gibi insan olmanın da milyonlarca biçimi ve şekli bulunur.[15] Zarka fark ve özgürlük üzerine bir söylem inşa etse de bu söylemin asla kamusal birliktelikten ayrı tutulamayacağını, dolayısıyla da özgürlüğün asla basitçe bireysel özgürlük olmadığını ifade ediyor. Buna benzer bir biçimde evrensellik meselesinin de kozmopolitanizm meselesiyle cem edilmesi gerektiğini düşünüyor. Ona göre, yeni bir tinsel atılım içinde insanlık durumunun farklılık ve çeşitlilik üzerine kurulu olduğu asla akıllardan çıkarılmamalı.

Unutulan Çekirdek: Siyasal Bir Cemaat Olarak Avrupa

Etienne Balibar ise, Birliğin geleceğine ilişkin en radikal perspektiflerden birini ortaya koyanlar arasında. Habermas ve Zarka gibi o da politik bir cemaatin kurulması süreci olarak Birlik sürecine baksa da, her iki düşünürün görmezden geldiği bir hususun altını çiziyor: eşitsiz bir dünyadaki asimetrik toplumsal, siyasal ve ekonomik ilişkiler bütünü. Dahası Balibar, Birliğin kaderini genel olarak dünya halkalarının ve onların tecrübe ettikleri eşitsiz ilişkiler ağından da ayırmıyor. Ekonomik eşitsizliklerin artması, Birliğin, ekonomik etkinliğe ve serbest piyasaya ilişkilerine çok fazla vurgu yapması ve mevcut asimetrik ilişkileri ulus-aşırı düzeyde devam ettirecek bir federal yapıya doğru evrilmesi eleştirdiği konuların başında geliyor. Balibar’ın tahayyülünde halkların Avrupa’sı olarak adlandırabileceğimiz ve kendi içindeki topluluğa olduğu kadar kendi dışındaki topluluklara karşı da daima bir sorumluluk ilkesi ile hareket eden, ekonomik ve sosyal ilişkilerin sömürüden ve eşitsizliklerden azade olacağı bir Avrupa var. [16]

Balibar’a göre Maastricht Antlaşması ile birlikte, adil ve serbest rekabet mottosu kutsal bir dogma haline getirildi. Oysa AB’nin kurucu antlaşması olan Roma Antlaşması’nın merkezinde siyasi vurgu içeren ve siyasal bir cemaat kurulmasını hedefleyen bir çekirdek mevcuttu. Dolayısıyla, Roma Antlaşması ve antlaşmanın içinde hıfz edilen siyasi proje çekirdeği daima zihinlerde taze tutulmalı.[17] Sovyet bloğunun yıkılması, liberal piyasa ekonomisinin bütün dünyada zaferini ilan etmesi, neoliberalleşme ve mali piyasaların deregülasyonu beraberinde ekonomik konuların hiç olmadığı kadar gündemde tutulmasına ve topluluğun siyasal ve moral yönünün unutulmasına sebep oldu. Bu eğilim şüphesiz AB’deki süreçleri de etkileyerek Birlik seviyesinde siyasi konuların hilafına ekonomik konuların daha fazla vurgulanmasına ve ehemmiyet kazanmasına neden oldu. Birlik uzun zamandır kendisine en önemli hedef olarak dünyanın en önemli ticari ve ekonomik bloğu olma hedefini koymuş durumda. Gerek Lizbon Stratejisi gerekse de Europe 2020 çerçevesi bu amaçla hazırlandı.

AB’nin geleceği her ne kadar özgürlük, eşitlik ve insan haklarını içeren yeni bir atılma bağlı olsa da bu geleceği mevcut toplumsal ve ekonomik ilişkilerin radikal bir eleştirisinden bağımsız görmemek gerekir. AB idealine sahip çıkmak tek başına, istenen sonuçları getirmeyecektir. Nihayetinde tek başlarına veya Birlik içinde olsunlar bütün Avrupa devletleri ve halkları eşitsiz ilişkilerce kurulmuş bir dünyanın parçası durumundalar. Dahası, ulus-ötesi bir yapıya kavuşsa bile mevcut ilişkiler baki kaldığında AB hiçbir zaman bir özgürlük ve eşitlik vahası olmayı başaramayacak. Nihayetinde her zaman kendi dışındaki dünyanın da bir parçası olarak kalmaya devam edecek ve dış alandan kaynaklanan yayılmalar ve sıçramalar onu etkileyecektir.

Özellikle mevcut ekonomik yapı ile Birlik genelinde mali sistemin almış olduğu şekil değiştirilmeden veya ciddi bir eleştiriye tabi tutulmadan ne AB ne de ayrı ayrı AB üyesi devletler ekonomik, siyasi ve toplumsal çelişkilerini çözebilirler. Balibar’ın belirttiği üzere, “genelleştirilmiş bir borçlanmışlık durumu, devletleri ve halkları uluslararası mali piyasaların gücüne tabi kılıyor”.[18] Unutmamak gerekir ki, AB’nin kuruluşundan bu yana ekonomik Avrupa ile sosyal Avrupa arasında daima bir çelişki ve çatışma olagelmiştir. Çelişki, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle daha da derinleşmiş ve piyasa mantığı sosyal mantık karşısında dünyanın hemen her tarafında olduğu gibi AB ekseninde de ağırlık kazanmıştır.[19] Birliğin geleceğinin kendiliğinden oluşmayacağını, aksine bu geleceğin Birlik içindeki siyasi ve toplumsal güçlerin karşılaşmalarına ve entelektüel cereyanlara bağlı olduğunu düşündüğümüzde, mevcut durumda güç sahibi ekonomik ve siyasi elitlerin Birliğin geleceği üzerinde naif beklentilerin ötesinde etkiler üretebileceklerini düşünmek gerekir. Nihayetinde Habermas’ın gelişini muştuladığı post-demokratik bir federal yönetim daha güçlü bir baskı aygıtı haline de dönüşebilir. Biçim kadar bu biçimin hangi sosyal aktörlerce idare edildiği ve içerik de önemlidir. Bu sebepledir ki, Balibar, Avrupa’nın gün geçtikçe demokratik bir kılık içinde otoriter bir yöne doğru savrulduğunu belirtiyor. Balibar, Habermas naifliğine eleştiri olarak, egemenlik prensibi üzerinden kurulan bütün çıkış yollarının zamanla daha yıkıcı olabileceğini de belirtiyor. Egemenlik konusundan ziyade, bir Avrupa demos’u üzerine konuşmanın ve onun iktidarın bütün ölçeklerinde temsilini sağlamanın daha önemli olduğunu belirtiyor. Bunun dışında müesses nizam ve iktidarlarla bu iktidarlara kaşı çıkan muhalefet arasında sivil bir mücadele ve çatışma alanını işaret eden bir kamusal alanı da önemli buluyor. [20]

Sonuç Yerine

Büyük umutlarla kurulan Avrupa Birliği’nin ve onun demokratik vaatlerinin ciddi bir krizde olduğu kesin. Bu durum AB’yi çöküşün felaketine sürükleyebileceği gibi, ona bitmemiş bir proje olarak bakıp onu yenilemeye, onarmaya ve güçlendirmeye de yol açabilir. Çöküşü ve felaketi beklemek yerine Birliğe ve geleceğine sahip çıkmak mevcut ortamdaki karamsarlıkları da bir ölçüde azaltabilir. Avrupa projesi içinde saklı duran siyasi çekirdeği ve o çekirdek etrafında şekillenen kamusallığı korumak AB yanlısı fikirsel cereyanların özellikle vurguladıkları konular arasında. Zarka’nın bahsettiği yeni bir Avrupa tinselliği veya tinsel atılım ancak bu siyasi çekirdeği ciddiye almakla mümkün. Eylemin ve sözün o dayanılmaz cazibesi ile kurulmuş bir tinsel atılım gelecek konusunda daha umut dolu bir tablo çıkmasını sağlayabilir.



[1] Étienne Balibar, "La construction européenne doit changer... ou elle s’effondrera," https://www.humanite.fr/etienne-balibar-la-construction-europeenne-doit-changer-ou-elle-seffondrera-603347, entretıen réalısé par Vadim Kamenka. 31 Mart 2016.

[2] Bunun bir işareti olarak düşünülebilecek örneklerden bir tanesi de Peter Wagner gibi önemli bir sosyoloğun İlerleme meselesini yeniden ele almak üzere bir kitap yazmış olması. Bkz. Peter Wagner, Progress: A Reconstruction, Polity Press, Cambridge, 2016.

[3] Christophe Barbier,  Après le Brexit: refaire l'Europe, http://www.lexpress.fr/actualite/monde/europe/apres-le-brexit-refaire-l-europe_1806802.html. 28 Haziran 2016.

[4] Étienne Balibar, "La construction européenne doit changer... ou elle s’effondrera".

[5] AB yanlısı tartışmalara önemli bir katkı Yves-Charles Zarka tarafından hazırlanan Refaire l'Europe avec Jürgen Habermas başlıklı kitapla geldi. Ayrıca, Fransa’nın önde gelen gazetelerinde Avrupa Birliği’nin geleceği ve Avrupa ideali üzerine her hafta birkaç yazı bulmak mümkündür.

[6] Jürgen Habermas: "En Europe, les nationalismes sont de retour", http://www.lexpress.fr/actualite/monde/europe/jurgen-habermas-en-europe-les-nationalismes-sont-de-retour_1621409.html, Propos recueillis par Pascal Ceaux. 17 Kasım 2014.

[7] A.g.e.

[8] A.g.e.

[9] Jürgen Habermas, “La constıtutıon de l’Europe”, https://www.taurillon.org/Jurgen-Habermas-La-constitution-de-l-Europe,05476, entretıen réalısé par Michel Theys, 8 Şubat 2013.

[10] Jürgen Habermas: "En Europe, les nationalismes sont de retour".

[11]  Yves-Charles Zarka, “Pour un nouvel idéal de l’Europe”, http://www.liberation.fr/debats/2017/08/31/pour-un-nouvel-ideal-de-l-europe_1593350, 31 Ağustos 2017.

[12]  A.g.e.

[13]  A.g.e.

[14]  A.g.e.

[15]  A.g.e.

[16] Etienne Balibar, “L'Europe à venir ?”, http://www.liberation.fr/debats/2017/03/27/l-europe-a-venir_1558691, 27 Mart 2017.

[17] A.g.e.

[18] Étienne Balibar, "La construction européenne doit changer... ou elle s’effondrera", https://www.humanite.fr/etienne-balibar-la-construction-europeenne-doit-changer-ou-elle-seffondrera-603347, 31 Mart 2016. ENTRETIEN RÉALISÉ PAR VADIM KAMENKA.

[19] Étienne Balibar, "La construction européenne doit changer... ou elle s’effondrera", https://www.humanite.fr/etienne-balibar-la-construction-europeenne-doit-changer-ou-elle-seffondrera-603347, 31 Mart 2016. ENTRETIEN RÉALISÉ PAR VADIM KAMENKA.

[20] Étienne Balibar, "La construction européenne doit changer... ou elle s’effondrera", https://www.humanite.fr/etienne-balibar-la-construction-europeenne-doit-changer-ou-elle-seffondrera-603347, 31 Mart 2016. ENTRETIEN RÉALISÉ PAR VADIM KAMENKA.