Ahmet Bey Artık Burada Yaşamıyor

Geçen sene, ben ölüm üzerine bir şeyler okumaya ve yazmaya çalışırken, Ahmet Cemal öldü. Bir soyutlama bir anda somutlaştı; böylece anladım soyut olan üzerine yazmanın rahatlığını, hatta kolaylığını. Ölüm hakkında bir şeyler yazmak kolayken, bir kişinin ölümü üzerine yazmak niçin böyle zor? “Ahmet Cemal ölmedi, çevirileri ve metinleriyle hâlâ yaşıyor,” dememekle bir zorluk yaratılıyor belki de. Ama Ahmet Cemal öldü ve artık çeviri yapamayacak, yazı yazamayacak. 1942’de doğdu; Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu; Canetti çevirdi, Bachmann çevirdi, Rilke çevirdi, Kafka çevirdi, çevirdi çevirdi; denemeler yazdı ve öldü.

Ne diyordu Ahmet Cemal, Şeref Bey’in ölümü hakkında yazarken? “Ölüm, bir insanın yaşamına son verebiliyor, ama bir ilişkiye son veremiyor…” Onun sürekli Miralay Şefik Bey Sokağı’na gitmesi gibi bir ilişki değildi aramızdaki. Daha kısa bir mesafeyi katediyordum ben, kitaplığıma gidiyor ve çevirilerinden birini alıyordum. Üstelik öyle sık sık da ziyaret etmezdim kendisini. Vergilius’un Ölümü’nün hayatında “kırk yılı biraz aşkın bir süreyi kapladığını” söyleyip ekliyordu ya Ahmet Cemal, “Bu dediğim, elbette kırk yıl boyunca hep bu çeviri üzerinde çalıştığım anlamına gelmiyor,” diye, işte bizim ilişkimiz de bu kadar uzun ve zor olmasa da, ara sıra buluşmak bakımından böyleydi.

***

Peter Sloterdijk, kendisine Derrida’nın öldüğünü duyup duymadığı sorulduğunda, o âna kadar duymamış olduğunu söyler ve ardından şu düşünceleri geçirir zihninden: “Önümde bir perde kapandı sanki. Salonun gürültüsü birden farklı bir dünya oldu. Merhumun adıyla, sadakate çağrıyla, dünyanın birden daha ağır ve daha adaletsiz hale geldiği duyumuyla ve bu adamın gösterdiklerine karşı minnet hissiyle yalnız kalmıştım. … Minnet beni o zamandan beri bırakmadı.” Minnet. Malina’dan, Niteliksiz Adam’dan, Körleşme’den ve Amphitryon’dan sonra hissedilmesi en muhtemel duygu. Bunun da, ilk başta düşünüldüğünün aksine, mekânla zıt bir ilişkisi var. Yakınımızdaki, yanımızdaki birine, örneğin bir dostumuza karşı hissettiğimiz minnet, uzaktaki ve belki de hiç görmediğimiz birine karşı hissettiğimize oranla çok daha sıradan kalıyor. Benim de Ahmet Cemal’e karşı hissettiğim böyle, uzaktan bir minnet.

***

Ahmet Cemal imgelerle yaşayan, yalnızca imgelerle yazan münevverler sosyetesinin mensuplarından biriydi. “İlk imge[si] bir hayatın anlatılmasıyla ilgili”ydi. Bu konuda sık sık, çeşit çeşit sorular sorardı. Onun imgeleri aynı kalmazdı. Bu nedenle “Ne yaparsak yapalım, sonuçta bütün tarihlerin kişisel olmalarının nedeni de bu değil mi?” diye sormuştu. Asla sabit kalmayan bu imgeler, ona göre, anlatı yoluyla kişisel tarihler haline geliyordu. Buradan bir uyumsuzluk doğuyordu: Yaşanan ama anlatılmayan ve bir de yaşamaksızın anlatılan şeyler arasındaki uyumsuzluk. İkisi arasındaki bu uyumsuzluğu tespit eden ilk kişi değildi. Julia Kristeva kendi Hannah Arendt yorumunda “Doğru tarih ile yaratılmış hikâye arasındaki uyumsuz ilişki”den bahsediyordu, Ahmet Cemal’le hemen hemen aynı yıllarda. Yazar, bu muğlaklıktan besleniyordu denemelerinde. Çünkü “düşlediklerini gerçeklerinden dışlamak diye bir hakkı” vardı. Bu hakkını kullanıp parçalı ve yoğun metinler yazmıştı. Onun kişisel tarihi böyleydi; odasında oturup boş sayfaları doldururdu.

***

Georges Perec Mekân Feşmekân’da boş sayfadan başlayıp sırasıyla yatak, oda, daire, apartman, sokak, mahalle, şehir, sayfiye, ülke ve dünyadan geçip uzaya açılıyordu. Ahmet Cemal, adını anmasa da, yukarıda da bahsettiğim gibi, boş sayfaya önem veriyordu. Ama onun asıl odağı kendi odasındaydı. “İster sığınak ve barınak, ister çalışma mekânı – bir odasız hiç olamamışım. Üstelik ev ya da daire değil, fakat hep bir oda,” diye yazmıştı. Odası onun için bir çeşit başlangıç noktasıydı. Uzayla pek bir ilişkisi olduğu düşünülemezdi. Fakat bir önceki mekâna, yani dünyaya açılıyordu; onca çevirinin bize düşündürdüğü, dünyaya odasından pek çıkmadan açılmasıydı. Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor’a “Dünya” diye adlandırdığı bir metinle başlaması boşuna değildi ya…

Kaynaklar

Cemal, A. (1999). Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor, İstanbul: Can.

Kristeva, J. (2018). Hannah Arendt: Yaşam Bir Anlatıdır, İstanbul: İletişim.

Perec, G. (2017). Mekân Feşmekân, çev. Ayberk Erkay, İstanbul: Everest.

Sloterdijk, P. (2012). Derrida, Bir Mısırlı, çev. Tuğçe Ayteş, İstanbul: Monokl.