Kürt Sorunu ve Af

Hukuki olarak af, bir eylemin suç niteliği taşıyan özelliklerini ortadan kaldıran bir yasal karardır. Af kanunları, cezai takibata son verir, verilen cezayı siler veya azaltır. Af kararları, bir haksızlığı ortadan kaldırmak, cezalandırılanları topluma yeniden kazandırmak, toplumsal barışı esir alan bir gerginliğe son vermek için alınır. Bu tür af kararlarının anlamlı ve etkili olması için, olağanüstü niteliğinin korunması gerekir. Aksi takdirde, verilen yasal cezanın ne caydırıcılığı ne de manevi tazmin özelliği kalır. Yargıya olan güven, verilen kararların yasallığı ve hakkaniyeti kadar, bu kararların gerçekten uygulanmasına bağlıdır.

Türkiye’de kanunların hakkaniyetine, yargının nesnelliğine karşı duyulan güven zayıf olduğu için, toplumsal vicdanda af göreli kolay kabul görür. Mahkumları “kader kurbanları” olarak görmek eğilimi yüksektir. Bunda, toplumsal yaşamda bireysel sorumluluğa dayalı bir anlayış yerine kader, yaşam koşulları, çaresizlik, cehalet, çevrenin etkisi gibi dış etmenlere veya tutkularının esiri olmak, kendini kaybetmek gibi insan iradesinin dışında yer alan etmenlere daha fazla önem veren bir toplu kabulün egemen olması rol oynar. Suçlu da kendini genellikle böyle savunur.

Türkiye’de hemen hemen her konuda af yasaları sık aralıklarla çıkarılır. Aradan biraz zaman geçince, ilgili çevrelerde yeni bir af beklentisi oluşmaya başlar. Memurlara sicil affı, imar affı, Rahşan Ecevit affı gibi afların yanında, kredi kartı borçlularının durumunun kanunla ele alınması gibi kısmi af olarak tanımlanabilecek hukuki tasarruflara bu toplum alışıktır. Kötü bir şiiri okuduğu için, iler tutar yeri olmayan bir hapis cezası yemesine ve hapis yatmasına rağmen, Tayyip Erdoğan birkaç yıl sonra başbakan olabilir. Çünkü toplumun vicdanında verilen cezanın yapılan densizlikle karşılaştırılmayacak kadar ağır olduğu inancı haklı olarak yerleşmiştir.

Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Milliyetçi tınılar taşıyan sözler ardından işlenen cinayetlere, örgütlü suçlara karşı da bu toplumsal vicdan göreli olarak hoşgörülüdür. Ağca’yı, Çakıcı’yı, geçmişin ülkücü mafya babaları olarak ünlenen kişileri affetmeye, yaptıklarını bütünüyle doğru bulmasa da, onlara mahallenin yaramaz çocukları gibi bakmaya eğilimlidir.

Bütün bu “müsamahakârlığına” rağmen Türkiye toplumunda af konusu gündeme geldiğinde katı tabular da vardır. Örneğin “devlete karşı işlenen siyasal suçlar” kolay kolay affedilmez. Devlete başkaldırmak, çoğu durumda kişinin yaşam hakkına tecavüz etmekten çok daha ağır ve affedilmez biçimde cezalandırılır çünkü toplumsal değer sıralamasında devletin kutsallığı kişinin kutsallığından çok daha önce gelir. Halbuki af, esas olarak siyasal konularda çok daha geçerli olması gereken bir toplumsal karardır.

Bugün İspanya’da Zapatero hükümeti Bask sorununu, ETA adlı ayrılıkçı örgütün şiddet eylemleriyle esir almasına son vermek ve İspanya’ya gerçek anlamda barış ve güvenliği getirmek amacıyla bir müzakere süreci başlatmak istiyor. Şart koştuğu birinci ön koşul, ETA’nın şiddet yöntemlerine son verdiğini ilan etmesi. 1959’da kurulan ve ilk şiddet eylemlerine 1968’de başlayan ETA ise, geçtiğimiz günlerde şiddete son vermeyi kabul etmediğini ima eden ağdalı bir açıklama yaptı. Buna rağmen sol koalisyon hükümeti kalıcı barış görüşmelerinin başlayacağından, en azından Basklıların giderek büyüyen bir çoğunluğunun ETA ile aralarındaki uzak gönül bağını bütünüyle koparacaklarından umutlu.

17 Mayıs 2005’te İspanya Parlamentosu şiddete son verecek her türlü girişimi destekleyeceğini ilan eden bir karar aldı. Muhafazakar Halkçı Parti milletvekillerinin karşı oy kullandıkları bu metinde, “müzakere yoluyla şiddete son vermek için gerekli koşullar eğer yerine gelirse, devlet güçleriyle şiddeti terk etmeye karar verecekler arasında başlayacak görüşme sürecini destekleriz” deniyordu. Zapatero hükümeti Şubat 2006 başında, kafasındaki görüşme planını basına sızdırararak, kamuoyunun bu konuda hazırlanması ve özellikle Baskların arasında ETA’ya yönelik bir baskı oluşmasını amaçladı. Plan, bir yandan şiddet yöntemlerine başvurmaya son verdiğini açık biçimde ilan eden ETA’nın yöneticileriyle devlet temsilcileri arasında, 700 civarındaki hapisteki ETA’lının geleceği, “illegal” olanların durumu, silahların teslimi gibi konuları görüşmeyi, diğer yanda da tüm Bask partilerinin katıldığı, Bask bölgesinin siyasal-hukuki durumu konusunda bir öneri paketi hazırlayacak olan bir kurulun faaliyete geçmesini öngörüyor. Başbakan Zapatero’nun ikinci ön koşulu, ETA’nın, görüşmelere başlamadan önce, bu kuruldan çıkacak önerileri kabul edeceğini ilan etmesi.

Bu girişime “terörizm mağdurları” dernekleri ve muhafazakar Halkçı Parti şiddetle karşı çıkıyorlar. ETA da tüm Bask partilerinin katılacağı kuruldan çıkacak kararları önceden kabul etmeyi reddediyor, çünkü ETA yöneticileri, “milliyetçi partilerin” bugün Baskların en fazla yarısını temsil ettiklerini, bunların içinde sağ milliyetçi parti PNV’nin büyük bir çoğunluk oluşturduğunu biliyor. Baskların diğer yarısı ise, “milliyetçi olmayan” sağ ve sol partilere oy veriyorlar. ETA, Euskadi’nin yani Bask ülkesinin egemenlik haklarının bir ön ilke olarak tanınmasından sonra görüşmelere başlayabileceğini ifade ediyor ve bu konuda diğer Bask partilerine güvenmiyor.

Sosyalist başbakan, görüşmeler başlasa bile bunun üç-dört yıl devam etmesinin kaçınılmaz olduğunu ama içinde af konusunun da yer aldığı bu sürecin başlamasının çözüm kadar önemli olduğunu vurguluyor. Buna karşılık, “terörizm mağdurları” dernekleri başta olmak üzere muhafazakar İspanya, eğer Euskadi’de şiddete son verecek bir müzakere başlayacaksa, bunun “yeneni ve yenileninin olması gerektiğini” ısrarla talep ediyorlar. Tahmin edileceği gibi, çözüm ve barış yanlıları ise, nihayetinde “yenen ve yenilenin olmadığı” bir müzakere sürecinin kalıcı olacağını belirtiyorlar. İşin püf noktası tam da burada yatıyor.

İspanya, Türkiye’de olduğu gibi, sık sık vergi affı, sicil affı, hapis cezası affı, imar affı çıkarılan bir ülke değil. Ama “terörizm mağdurları” girişimleri de dahil olmak üzere, İspanya’da herkes çözümün şu veya bu biçimde, bir affı içerdiği konusunda birleşiyor.

Türkiye’de Kürt sorunu ile İspanya’da Bask sorunu arasında benzerlikler kurmanın, PKK ile ETA’yı karşılaştırmanın yanlış bir izlek olduğunu biliyoruz. Buna karşılık, af geleneği bu denli güçlü olan, en olmayacak konularda bile af yasaları çıkarmakta beis görmeyen bu toplumda, Kürt sorununda çözümün olmazsa olmaz bir ayağının, “yenenin ve yenilenin olmadığı” bir çözüm yolu bulmak ve çözüm amaçlı bir af girişimini bunun içine yerleştirmek olduğunun düşünülmek dahi istenmemesini anlamak o kadar kolay değil.

Türkiye’de PKK’nın güvenlik güçlerine ve ardından sivil halka karşı yönelttiği şiddet eylemlerinden önce başlayan bir devlet şiddeti olduğunu kimse inkar edemez. 12 Eylül’ü izleyen günlerdeki vahşi devlet şiddetinin, alınan kaba kararların bir karşı tepki dinamiği yarattığını inkar etmek için, imanlı bir riyakarlık gerekir. Bugün barış yönünde çözüm aramak, PKK yöneticilerinin Kürt Türk, asker sivil, genç yaşlı ayrımı gözetmeden uyguladıkları, PKK’ya katılmış ama bir nedenle sakıncalı damgası yemiş kişilere kadar uzanan vahşi şiddet yöntemlerini mazur görmek anlamına gelmiyor. Aslında Türkiyeli Kürtlerin PKK ile görmeleri gereken ve bunu erteledikçe batağa battıkları bir büyük hesapları var.

Türkiye’de sorun af da değil. Bundan önce PKK’lılar için bir af yasası çıktı. Ama ismi Pişmanlık Yasası olan bu af girişiminin neredeyse hiç sonuç vermemesinin nedeni, tam da af yasasının ismine kadar yansıyan içeriği değil miydi? Daha sonra birlikte yaşayacak taraflardan birinin diğerinin önünde diz çökmesi üzerine kurulmuş bir af, siyasal alanda bir çözümün kapısını aralayamaz. Ne Türkiye’de, ne İspanya’da ne de başka yerde.

Türkiye Kürt sorununda, İspanya’nın Bask sorununda bulunduğu gibi güçlü bir pozisyonda değil artık. Sınırının ötesinde federe bir Kürt devletinin varlığını tanımaya hazırlanan bir ülke bugün Türkiye. Bazı emekli büyükelçilerin heyecanla önerdikleri gibi, Kürt sorununu da bu ülke topraklarından defedip, bunu Kürt federe devletine havale etmenin ne anlama geldiğini 20. yüzyıl Türkiye tarihinden iyi biliyoruz. Kürt sorununun Türkiye içinde beraberlik hedefli çözümünü bulmayı gönülden arzu edenlerin, “yeneni ve yenileni olmayan çözüm” konusunu dikkatle düşüneceklerini umarız. Her konuda gönlübol aflar çıkarmakta beis görmeyen Türkiye toplumu, Kürt sorununa sıra gelince neden pişmanlık ötesinde bir adım atamadığını kendine sorması gerekmiyor mu?

Radikal İki, 5.2.2006