Yüz(leşme)

Hekim olmanın belki de en kötü yönü bedenin kültürden ziyade biyolojik bir nesne olarak görülmesidir. Örneğin pek çok kadın ve erkeğin dert ettiği “Kaz Ayakları”nın hekim için karşılığı Orbikülaris okuli kasının kasılmasıdır. Benzer biçimde “Alın Çizgileri”nin nedeninin Frontalis, “Tavşan Çizgileri”nin Nazalis kası olması gibi. Ya da gülümseyişinize eşlik eden ve pek çok insanı rahatsız eden üst diş etinizin görülmesinin Levator labii superioris alaeque nasi’ye bağlı olması gibi...

Pekiyi ama yüz, sadece biyolojiye indirgenebilir mi?

Kendimiz

Her şeyden önce beden vardır bu dünyada. Zaten hayat, bedenin duyumsadıklarından ibarettir ilk dönemde. Öyle ya bebek, doğmadan önce ve doğduktan hemen sonra sadece bedeniyle vardır. Bebek ve ona bakım veren kişi, kalp atışları ve dokunuşlar eşliğinde sözcükler olmadan konuşurlar. Nice zaman sonra bebek, ona bakım veren kişinin yüzünü tanıyarak ondan başka birisi olduğunu idrak eder. (M)Other’ın yüzü, insanın kendisini var etmiştir.

Zaten bu nedenle aynaya baktığımızda yüzümüzü (bedenimizi) değil, kendimizi görürüz. Boşa değildir Aristoteles’in yüzü prosopon olarak isimlendirmesi. Çünkü insan “kendini başkalarının bakışına sunan” ve “bir çehresi olan tek hayvandır”.[1]

Aslında insan biçare bir canlıdır. Çünkü sosyalleşmenin en büyük imkânı olan yüzünü kendi başına göremez. Görebilmek için daima bir aracıya ihtiyaç duyar. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalında kötü kalpli cadı bu nedenle sorar: “Ayna, ayna! Söyle bana. Var mı benden güzeli?”

Tıpkı bebekler gibi bir başkasının bakışından yansıyanlarla yüzünü kurar insan. Bu nedenle Narkissos, aynalaşan nehirde, kendi bakışına esir düşen bir yok oluştur aslında.

Üçüncü bin yılın bakışı ise faşizandır. Dahası Narkissos gibi kendi üzerine kapanmış bir zindandır. Fotoğraflar, filmler, pozlar ve bakışlar hep kendine ve her zaman ideale, norma, normale, çoğunluğa, mutlaklığa çağırır insanı.

Her ideal, her imkânsızlık, her mükemmellik çağrısı yaralar bedeni, kanatır ruhu. Ama yüze yönelen travmalar daha ağır yaralar insanı. Bu nedenle Türk Ceza Kanunu, yüzde sabit iz ve/veya yüzün sürekli değişimine neden olan fiillere, duyu kaybı, konuşma bozukluğu, yaşamı tehlikeye sokma ya da gebe bir kadına yönelik girişim gibi daha ağır ceza hükmetmiştir.

Ne de olsa yüz, bireyin var olduğu ve aynalanarak birbirini var ettiği en temel mecradır.

Yüz ve ayna

Belki de bu nedenle yüzü var eden ve böylelikle kendimize ve varlığımıza tanık olan aynayı kırmak uğursuzluk sayılmıştır pek çok kültürde.

Hatırlayın Gılgamış, meme şeklinde aynalarla doğru yolu bulmuştur. Aztek mitolojisinde yaratılışı simgeleyen Tezcatlipoca ayna ile resmedilmiştir. Türk kültüründe ise şamanın kendi ruhunu göreceği ve gelecekten haber vereceği bir araç olarak tanımlanmıştır ayna. Anlaşılan o ki; ayna(lanma), yüzü ve insanı var eden kutsal bir yansıdır bu uygarlıkta.

Tıpkı Tirmizî‘nin aktardığı gibi: “Mümin, müminin aynasıdır”

İnsan, insanın aynasıdır...

Peki ama her değerin fiyata kurban edildiği bu dünyada birbirimizin aynalarında yansıyan yüzlerimiz nasıl bir imgeye dönüştü? Hangi tür bakışlar var etmektedir bu çağda yüzümüzü ve benliğimizi? Milenyumun dünyasında bakışlarıyla hepimize uğursuzluk getiren kem gözler kimlere aittir?

“Sokağa çıkıp kalabalıkta kimsenin bakmadığı bir yüz olmak istiyorum” diyerek toplum içerisinde kaybolmanın önemini vurgulayan Katie Stubblefield[2], dünyanın tam yüz nakli sahibi ilk insanı olarak neler hissetti nakil sonrasında?

Evdeki kocanın, dersteki hocanın, işteki patronun ve siyasetteki reisin onayını almak için durmaksızın değişmemiz, bir halden ötekine akmamız, çok-yüzlü hale gelmemiz, yüzsüzleşmemiz nasıl bir şahsiyeti şekillendirdi bizlerde?

Belki de böylesi bir çok-yüzlülükten utandığımızdandır onu makyajla, peçeyle, botoksla ve tıbbın imkânıyla gizlemek ve hatta değiştirmek istemememiz.

Yoksa “yüz nakli”, sadece ameliyat masalarında yapılmıyor mu bu dünyada?

Değişen suretimiz

İnsan, fırlatıldığı bu dünyada simgelere anlam kazandırarak yaşama katlanabilir. An gelir yüzü örten bir kar maskesi anlam olur –Subcomandante Marcos’ta olduğu gibi. Görülmeyeni görünür kılar. Yüzsüzlere yüz olur. Vicdansız dünyaya isyan eder ve ölümsüzlüğe ulaşır.

Çünkü “Fikirler kurşun geçirmez,” der V ve devam eder: “Uzunca süre maske takarsan altındaki kişiliği de unutursun!”

David Le Breton, insanın isteyerek dahi olsa yüzünü gizlemesinin benliğinin ikiye bölünmesine yol açacağını söylüyor(3). Peçe ile yüzün “öteki”ne kapatılması eril dünyada kadının bireyselliğini örter dış dünyaya. Marcos’un herkese yüz olan görünmesizliğinin aksine kişinin kaybolmasına denk düşer bu topraklarda. Peçe, peçenin ardında gizlenen insanın toplumun denetim mekanizmalarından kişisel bir kaçışı olduğu kadar, kadının topluca, yüzsüz ve kimliksiz olarak hapsedilmesidir aynı zamanda.

Alan Moore tarafından yaratılan V’ye ruh veren maske tüm kuralların ilgasına karşılık gelir. Egemenden duyulan korkunun maske aracılığıyla aşıldığı, herkesin herkesin yerine geçtiği ve tüm yüzlerin arzularını yaşayabileceği bir özgürleşmedir V (for Vendetta). Tıpkı 13. yüzyılın Venedik toplumunda vebanın ve sınıfsal eşitsizliklerin boğucu ikliminin maske aracılığıyla şenlikli bir karnavala dönüşmesinde yaşandığı gibi...

Makyaj yapan kadın ya da erkek ise aslında başkalarının beğenisine sunmak için yüzünün çizgilerini belirginleştirmektedir. Yani gizlemek değil, aksine toplumsala açmaktadır yüzünü. Ancak Sineklerin Tanrısı’ndaki Jack gibi yüze sürülen her boya, yüzün var ettiği kendilik algısına da dokunur. Karakteri yeni baştan var eder. Hele ki yaşlanmanın yasaklandığı, insanın ebedi bir gençliğe ve kusursuz bir güzelliğe mahkûm edildiği bu yüzyılda!

Gizlenen İnsan

Gizlenen insan, “öteki”nin bakışından kaçandır.

Gizlenme, güvenin ve özdeğerin yok edildiği, insanın olduğu haliyle kabullenilmediği toplumlarda çekilen acıları hafifletir. Toplumsal baskıdan boğulan insanlar, düştükleri açmazdan bedenlerini değiştirerek kurtulmayı “seçerler”.

Hekimler ne kadar farkındadır bilinmez ama poliklinikte botoksla ya da ameliyat masasında neşterle müdahale edilen kişinin yüzü değil, selfiler başta olmak üzere bin bir bakışla var edilen toplumsal ilişkilerin bizatihi kendisidir.

Yüzün değişimi, basit bir beden değişiminin ötesinde, kişinin kendisini ve ona yönelen toplumsal ilişkilerin bağlamını değiştirir.

Değişen yüz, yüzün sahibini de değiştirir hiç kuşkusuz. Hapishane araştırmaları, düzeltici cerrahiden yararlanan mahkûmların, serbest kaldıktan sonra toplumla daha iyi ilişkiler kurduğuna ve bu olumluluk nedeniyle yeniden tutuklanma oranlarının düştüğüne işaret etmektedir. Ne de olsa bu dünyada “özgür” olsak da hepimiz Soljenitsin’in tariflediği “Yüzsuçu”nun damgasını taşırız bir hayat boyu suretimizde...

Çağımızın cerrahları ise “yeterince” güzel ve kabul edilebilir bir yüze sahip olamayanların “suç”larını kazırlar ellerindeki neşterle: 2008 yılından beri ölümcül sorunları ve hayat boyu sürecek ağır tedavileri göze alan 40 insan “ucube” eski yüzünü bırakmıştır bir ameliyat masasında.

Bilir misiniz bu dünyada büyük maymunlar, filler, saksağanlar ve afalinalar da insan gibi aynaya yansıyan yüzü tanıyabilirler. Ama bu hayvan topluluklardan hiçbirisi, “medeni” insan topluluğunda olduğu gibi, yaşanan sosyal baskı zorunluluğu nedeniyle yüz değişikliğine mahkûm etmemiştir topluluğun hiçbir üyesini.

Tam yüz nakli olan Katie öder bu bedeli insan uygarlığının bir üyesi olarak. Annesi Alesia ameliyattan sonra “Katie nerede?” diyerek tanımaya çalışır kızının yeni yüzünü. Baba Robb fark eder 21 yıllık kızının çenesindeki yeni gamzeyi. Torununun yüzünü Katie’ye bağışlayan anneanne ise onun yüzünde torunundan bir şeyler yakalar kimselere duyurmadan.[3]

Öyle ya nakledilen yeni yüz, ne vericinin ne de alıcının yüzüdür. Aksine ikisinden de parçalar taşır bünyesinde.

Peki ama iki farklı yüz nasıl tek bir yüz haline dönüşür?

“Bedenim her şeye karşı savaşıyor. Yüz dışardan geldiği için bedenim sürekli savaş halinde. Ben kabullensem dahi bedenim bir ömür boyu tepki verecek. Ben ve bedenim sürekli rekabet halinde anlayacağınız” sözleri tam da bu zorluğu ve imkânsızlığı vurgular açık sözlülükle…[4]

Utanç

Katı olan her şeyin buharlaştığı, her şeyin değiştiği, çözüldüğü ve belirsizliğin her bir yanı kapladığı bu uygarlıkta insan utanmamalıdır kendi ya da “öteki”nin yüzünden. Çünkü her değerin kazanç ve statü uğruna yok edildiği bu uygarlıkta, sadece yüzsüzlük ve muktedirlere biat etmek için sergilenen çok-yüzlülük hali yeterlidir utanmak için neden arayan insana...



[1] Kocabıyık E. Aynadaki Narkissos. Her şey ve Hiçbir şey Olarak Yüz. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Üçüncü Basım, İstanbul, 2014, s. 48.

[2] “Katie’nin Yeni Yüzü”, National Geographic Türkiye, Eylül 2018, http://www.nationalgeographic.com.tr/makale/eylul_2018/katienin-yeni-yuzu/3968

[3] Le Breton D. Yüz Üzerine Antropolojik Bir Deneme. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, 2018.

[4] Kara Z. Toplumla “Yüzleşme”. Ayrıntı Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2013, s. 101.