Kürdilî

Son iki yazıda, Türkiye’de sıradan/gündelik milliyetçi dilde yaygınlaşan Kürt düşmanlığından söz ettim (bu konuyu önümüzdeki sayı Birikim’de daha geniş ele alacağım) – ve Kürt milliyetçiliğinin simetrik karşıtlık içinde buna ‘uyum’ gösteren tezahürlerinden... Sedat Bozkurt Salı günkü yazısında aynı konuya temas etti, Kuzey Irak’taki ‘gelişmelere’ bağlı olarak, Kürt nefretine dayanan bir Türk milliyetçiliğinin yayılma istidâdına dikkat çekti, isabetle. Sözü, bu dalgayı tersine çevirme görevinin öncelikle ‘yine büyük fedakârlık beklenen’ Kürtlere düştüğünü söyleyerek bağlıyor Sedat; ‘bunun yolu da etnik kimlikle her alanda yapılan siyasetin bırakılmasından geçiyor’ diyor.

‘Etnik kimlikle yapılan siyasetin bırakılması’, zaten bütün cihandan dileğimizdir, hiç şüphe yok. Sosyalist bakış açısından, Kürtlerin, ‘ezilen ulus’ mevkiine dayanarak imtiyazlı bir milliyetçilik ruhsatı çıkartmalarının da meşruiyeti yoktur. Fakat milliyetçiliklerin sürekli tesiri altındaki zihniyet dünyalarından daha salim akıllara doğru bir pencere açabilmenin, bir alternatif yaratabilmenin yolu, ‘öncelikle Kürtleri’ yükümlendiren bir dilden geçmiyor. Bunun yolu, etno-kültürel kimliğin ifadesine bağlı hakkı-hukuku hassasiyetle gözeten, fakat ‘işini’ etnik ve millî kimliklerin ötesinde tanımlayan ortak zeminler yaratabilmekten geçiyor öncelikle. Ve deneyim içinde bu ortaklığın dilini, tarzını bulmaktan.

Böylesi zeminleri ve böyle bir dili arayanlar, çok zaman, Kürtlerin politik ortamlardaki dilinin bir nevi ‘kuşdili’ olmasından yakınıyorlar. Birtakım şeyleri açık söylemelerinden, yuvarlak ifadelerden, vs.. Böyle bir sorun yok değil gerçekten. Ama ayrıştırarak bakmak lâzım. Şöyle ki...

Bir kere, birçokları için, anadil-dışı bir dille başetmek sözkonusu, bunu unutmamak, Türkçe’nin ‘evrensel’ olduğu zannına kapılmamak lâzım. Yıllar önce bir sohbette, Kürt bir İHD aktivisti, Kürtlerden ‘kökenliler’ diye bahsediyordu. ‘Kürt kökenli’ kalıbının dillere yerleşmeye başladığı sıralardı, bu birader de muhtemelen bu kelimeyi ‘Kürt’ demenin yasal/geçerli bir vasıtası olarak bellemişti ve kısaca ‘kökenli’ diyordu. Zaten Türkçesi de bozuk olan kamusal dil kültürüyle başetmek kolay mı? Velhâsıl, ‘kuşdili’nde bu ‘ikinci dil’ firesini düşmek gerek.

Kürt siyasetinin son yıllardaki yarattığı ‘jargonun’, yani bir miktar dışa kapalı özel dilin etkilerini de unutmamalı. Mesela CNNTürk’ün 5N1K’sında Keçe Kurdan Aynur’a ‘siyasal temalarla, mesajlarla fazla ilgilenmediği’ bahsini açıyorlar, o sözü alınca ‘süreç önemli tabii’ deyip geçiyor. Birçok Kürt ‘süreç’ kelimesiyle bir paragraf lâf anlatmış oluyor; bunun gibi birçok kalıp var, dinleyene öyle kendiliğinden malûm olmayacak.

Bence çok önemli bir etken de, Kürt kimliğiyle ‘Türkiye kamuoyu’ önünde konuşanların on-onbeş yıldır sürekli birtakım beyanlara yükümlendirilerek maruz bırakıldıkları dil tutulması. Anlatacağını salimen tamamlamasına izin vermeden, sadakat ve kınama talepleriyle, belirli formülleri beyan etmeye çağrılarak lâfı bölünen insanların terörize olması, işitilmek isteneni söylemekten kaçınması, belki lâfı dolandırması ve bu arada bir ‘kuşdiline’ kaçma ihtiyacı duyması, gayet anlaşılır bir şey. Lütfen bu payı da düşelim.

Ama tabii bundan geriye kalan bir ‘kuşdili’ yine de var; Kürt siyasetinin derin iç buhranlarından, açmazlarından kaynaklanıyor. Yine aynı nokta: O kuşdilinin aşılması için ve ‘temiz’ bir ortak dil için de, ortak zeminler gerek.

Birgün, 18.2.2005