Oyun Oynamayı Politik Düşünmek: Queer Olympix Deneyimi

Endüstriyel oyunların kuralları kesin olarak emredici ve tartışılmaz nitelikler içerir. Tartışılsa veya değiştirilse dahi mihmandarları daima beyaz hetero erkekler olmuştur. Örneğin modern olimpiyat oyunlarının kurucusu Baron Pierre de Coubertin, yarışması gereken hakiki olimpik kahramanlarını yetişkin erkek birey olarak tanımlamıştır. Kadınlar, oyunlarda ancak şampiyon erkeklere ödül sunma merasiminde var olabilir. Yine de bir oyunun kurallarından kuşku duymak veya o kuralların kapsayıcı olmayan rasyonel sonuçlarını ilga etmek neden politik bir eylem olmasın? Türkiye’de Queer Olympix oyunları bize bunun olabilirliğini gösterdi. Farklılıklar temelinde ve mutlak kuralcılık dışında bir oyun sistemi kurmanın mümkün olduğunu gösteren, geçtiğimiz 23-24-25 Ağustos’ta bu sene üçüncüsü gerçekleştirilmeye çalışılan Queer Olympix “genel sağlığı” korumak ve “suç işlenmesini” önlemek gerekçesi gösterilerek yasaklandı. Yasasının kadir-i mutlaklığına asla suali olmayan komiser bey kaymakamlık karar kâğıdını iletirken kendisinin de Balkanlar’da şampiyon (güreşti galiba?)  olduğunu ve sporu desteklediğini söylemeden edemedi. Fakat “toplumsal duyarlılıkları” ilkesi haline getirmeyen, hatta karşıt olan hiçbir yurttaşa oyun oynama hakkını tanımayacağını “kuirin ne olduğunu biliyorum” diyerek de söyledi. Türkiye'de LGBTİ+ hareketin yerleşik bir örgütünün olmamasına rağmen etkisini göstermek konusunda epey örgütlü olduğuna da tanık olduk, zeval gelmesin diyelim.

Ana akım olimpiyatların ya da toplumsal algıya ve rijit kurallara sahip olan -yaşlı olmayan beden, şişmanlık kotası, beceri yetisinin koşulu, yıllara dayalı antrenman dayanıklılığı, yüksek gelirin belirlenimciliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, oyunların kas ve estetik kurallarla cinsiyetlendirilmesi vb.-  sporun dar gömleğine sığmayan ve eleştiren bir grup insan, alternatif olimpiyat oyunlarını önererek bu işi örgütlemeye koyuldu ve bu sene üçüncüsü düzenlenecekken ahlâk ambargosunun yaptırımına takılan QO’in bu seneki oyunlara çağrısı ise şu şekildeydi:

Yoga:  Mavi ve yeşilin ortasında ön yargılara ve nefrete karşı nefes alıp veriyoruz. Atölye, her seviyeye uygundur.

Petank Atölyesi: Özel kıyafetlere ihtiyaç duymaz, istediğiniz gibi oyuna dahil olabilirsiniz.

Misket/Bilye turnuvası: Betonarme hegemonyasının krizine tanık olduğumuz bu yüzyılda, ne ayak topuğuyla açtığımız “kuyu”nun toprağı var, ne de arazisinde oyun-kuran oyun-bozan çocukların olduğu, hayatlarımızın karşılaşmalı hali mahalleler pek mevcut… Misket oyununun heyecanıyla karşılaşmamışları da karşılaştırmaya pek hevesliyiz.

Oyun Atölyesi: Oyun icat etmenin ve icat ettiği oyunları oynamanın insanlar arası ilişkiler için vazgeçilmez bir unsur olduğu fikrinden ve kuralların oyunu yaratan süreç içerisinde oluştuğu, değiştiği ve oynayanlara uygun hale gelebileceği fikrinden hareket ederek, bir oyun kuracağız.

Tenis: Teniste bir turnuva hiç maç kaybetmeden kazanılırsa buna grand slam denir; ama bir turnuva kazanmaya hiç odaklanmazsa buna queer olympix slam denir! Tek renkli, oldukça yüksekte ve profesyonel nazikliğiyle bu sporu kendi kibarlığımızla aşağı çekip, elden ele birbirimize uzatıyor ve tabana doğru voleyi vuruyoruz. Birlikte öğreneceğimiz bu atölye kapsamında temel duruşlar, temel vuruşlar ve temel çığlıklar ele alınacaktır.

Doğaçlama Atölyesi: İster takım oyunu olsun ister bireysel oyunlar olsun spor yaparken hata yapmaya, kendimizi şaşırtmaya ne kadar açığız?

Bu oyunların çağrı metinleri, yani çağırmanın söylem dayanağı, oyunların bir özgürlük deneyimi ve özgürlük alanları kurmasını temel almıştır. Önceliğini egemenlerin susturmuş olduğu seslere işaret ederek, hetero-patriyarkanın görünmez kıldığı ve değersizleştirdiği hayatları görünür kılmaya niyet etmiş ve eleştirel olduğunu, hoş vakit geçirmekle birlikte oyun oynamanın politik düşünmeyle de ilgisi olabileceğini göstermiştir. QO’e düzen karşıtı eylem arenasının yeni kuir feminist paradigması diyebiliriz. Tıpkı neoliberal ve erkek egemen politikaların hegemonik günahlarına karşı birçok eylemin eskiye benzemeyen örgütlenmeleri gibi. Mesela iklim değişikliğine karşı harekete geçen öznelerin orta-okullu, liseli olması; feminist isyanın güç kazandığı Arjantin genelinde yankı bulan Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) kesişimsel yürüyüşleri; futbolda homofobiye ve cinsiyetçiliğe karşı kurulan, anarşist köklere sahip Hamburg takımı olan St. Pauli takımının QueerPass -kuir olmaya pas- kulübü gibi; dünya futbolunda eşit işe eşit ücret hakkını savunmak için greve giden ilk kadın futbolcu olan ve bu talebi tek başına küreselde kesif bir yankı haline getiren Ada Hegerberg gibi; 2019 Kadınlar Dünya Kupası’nda Trump’ın kadın, LGBTİ+ düşmanı ve ırkçı politikalarına karşı sahada etkili cevaplar veren ABD forvet oyuncusu ve lezbiyen aktivist Megan Rapinoe’nun futbol sayesinde ciddi bir gündem yaratması gibi. Bu eylemler ve eylemlerin öznelerini dünyada bu denli konuşulur ve sürekli hale getiren koşul, eşitsizliği ve yıkımı bir bütün olarak savunmayı bırakıp tüm farklılıkları söyleme ve maddi eyleme katarak, Chantal Mouffe’un mefhumuyla “çok-kutuplu” bir yapıya olanak sağlamalarından kaynaklıdır. Katı bir hakikat niteliği olmadan ve merkezî bir otoriteye gereksinmeden oyun oynama pratiğiyle de yaşama hakkı talebinde bulunmak olasıdır. Yasaklamalardan, politik oyun tatbiklerinin, hakim ideolojileri tahrip etmeye katkıda bulunabileceğini pek tabii kavrayabiliriz. Bittabi bunu yapabilir olma hali onun öznelerinin/eyleyenlerinin iktidar tarafından merkezden kovulması gereken kırılgan kimlikler olduğu anlamına gelir.

Diğer yandan oyunun doğasının keyfe keder olması onun bir görev olmadığı anlamına gelir. Oyun serbesttir, oyun zevk aldığın ve özgürleştiğin bir uzamdır. Oyun -ya da seyircisi olmak- gündelik hayatın zorunluluklarından kaçarak, kendine özgü bir hareket halini tanımlayan yerdir. Tek başına bir ahlâki ödev taşımaz. Ama eleştirel düşüncenin dahil olduğu yerde oyunun tahrik etme gücü vardır. Mikro ve makro ölçüde egemen hegemonyaların kimlerin yaşamaya hakkı olduğuna dair karar verme gücünü alaşağı etmeye niyetli düşünceler gibi. Bir araya gelmenin gönüllüce olduğu oyun edimi, arkadaşlık olgusunu da besleyen yerdir. Arkadaşlık, politik düşünürken veya bir eylemde bulunurken bizi kendi içgörü sınırlarımızdan çıkarabilen veya o görülerin sınırlarını muğlaklaştırarak kendimiz dışında başka bir hayat[lar] olduğunun sancılı ve keyifli karşılaşmasıdır. İnsanın karşılaşma alanına giren her fiil[sizlik] bir ilişkisellik yarattığı gibi anlam da yaratır. Oyun, farklı öznelerin ve farklı mücadelelerin arasındaki ilişkiyi bir zincir gibi birbirine bağlama kapasitesine sahiptir; ona demokratik bir proje gözüyle baksak yanılmayız herhalde. Her bir ezilme ve baskı şeklinin kendine özgülüğünü ayırt etmek için kullanılan eşdeğerlilik kavramının önemli kıymet yerlerinden biri olmak için pek müsaittir. Aynı zamanda post-oyun nosyonunun sosyal bilimler içinde epistemolojik dualizmin kesinliklerini aşan çalışmaların kapsamına girerek daha çok yer alması, içkin eleştiri geleneğinin vagonunu çoğaltır. QO’e katılan oyuncuların geldikleri mahalle, şehir, sınıf, cinsiyet, transgender haller birbirlerinden taban tabana zıt -muhalifler arası çatışma, demokrasiyi besleyen şeyse mahsuru yok, bilhassa gerekli- olurken, derdin, tasanın, oluşun, neşenin ortaklaştığı bir pratik zemin üretebiliyor olması “kolektif kimlikler” için direniş söyleminin hakikat arenası olma koşulunu sağlıyor. Belki şöyle de söylesek yanlış olmaz: Oyun oynama özgürlüğünden ifade özgürlüğüne bağlanan bir yol oldu QO.

Oyun, evrensel zorundalığı olmayan, çoğulluk sorumluluğunun bilincinde politik bir mücadeleyi mümkün kıldığı gibi her biri farklı özneleri birbirine yakınlaştırarak “çoğulcu” hegemonyasını kurabilir. Bir performativite olanağı olmayı, yani kişinin karşı durduğuna bir bulaşma halini, muktediri bozmayı, tersyüz etmeyi de tanımlayabilir. Kadınların ve LGBTİ+’ların iradelerini ve baskı altında oluşlarını dile getirdikleri politik hareketin farklı bir bahçesi haline gelmesi mümkündür. Çünkü oyun sahasında oyunu eyleyenlerin memnuniyetinin temelinde, yani “kolektif kimlikler” arasında siyasal varoluş tutkularını besleyen bir yön vardır. Bu yüzden oyun ezilenler üzerinde toplumsal imgelemi -kadınların şort giyip top oynaması, transların açık kimlikle voleybol oynaması, şişmanların futbol oynaması,  vb.- sarsacak bir söylem/eylem imkânı sağlar. QO’in oyun esnasında yaşanılan “hatalara” ithafen geçtiğimiz yıllarda söylediği sloganlardan biri “ooo-laaa-biii-liir-kale, ooo-laaa- biii-liir kale olabilir kale” şeklinde; tabii bunun formu “olabilir forvet, olabilir kanat, olabilir servis” şeklinde değişebiliyordu, agonistik gereği... Oyun, demokratik bir pratik olabileceği gibi egemen ideolojiyi de soğurma ve yoğurma kapasitesi taşır. Tıpkı Süper Lig ikinci hafta Trabzonspor-Yeni Malatyaspor maçında Emine Bulut için düzenlenen saygı duruşunda -katledilen kadınlar için üzülmek gerekiyorsa ona da biz üzülürüz diyen erkeklerin kararıyla- Trabzonspor tribünlerinin bir dakikalık sessizlikte üçlü çekmesi gibi, milliyetçi erkeklik gereği…

Oyunun bu kapsayıcı olanağına ve tek bir sınıfsal bağın dışında, çoğulcu eylemsel bir olanak sunmasına mesiyanik bir görev atfetmiyorum. Özellikle bu tarz yapılar daha çok kırılgandır, başka forma ihtiyaç duyabilir ve siyasi hiyerarşiyi tekrardan üretme tehlikesini yarattığı anda heterojenliğini yitirebilir. Çok-kutuplu demokrasiyi benimseyen feminist kuir yapılar, öznelerinin birbiriyle ilişkilenmeyi ya da etkileşmeyi göz ardı ettiğinde; yürütücülüğün ve bilginin yeterince paylaşım ağına girmemesiyle, belli bir grubun merkezinde kalarak hareketsiz hale gelmesiyle, çok-kimlikli oyunun demokratik normunu yitirmesi kaçınılmaz olur. Oyun içerisinde veya başka bir alanda kendilerini tarihsel özneler olarak kurmak isteyen baskı altındaki kimliklerin, direniş ve neşe tahayyüllerini, bir başka deyişle eşitlik istençlerine olanak sağlayacak performans mekânlarını bütünlüklü/biricik düşünmemesi ancak devamlılığı sağlayabilir. “Benim gibi olmayanın değerli olduğu” fikrindeki demokrasiyi olumlayan grupların amaçları doğrultusunda her daim daha eşitlikçi olmayı göz ardı etmeleri, demokrasinin etiğine çaba harcamamak olur. Bir süre sonra elitistleşen radikal demokrasi dayanağı oluşumlar bir bir eriyip gitti; bazılarına tanığızdır da. Başka işlerin devamı için sona gelecek olursak, Türkiye’de bir ilk olan Queer Olympix’in radikal demokratik gücünü ve yaratıcılığını sürdürmeye umarım imkânı olur. Bu yukarıda saydığım unsurları gözden uzak tutmadan ve diğer muhalif yapıların destek mekanizmalarını seferber etmeleriyle canlı ittifaklar mümkün gözüküyor. Toplumsal değişimi ümit ettiğimiz bir dünyayı oyun içinde hayal etmek zor değil.