Kral Süleyman’ın Madenleri ve Ekolojik Modernleşme

“Beklediğimiz Mesih siz misiniz,

yoksa başkasını mı bekleyelim?”

Vaftizci Yahya

Matta, 11:3

Batı Afrika’daki birçok toplumda, dünya, toprağa ve onu işleyen insana doğurganlık bahşeden bir tanrı olarak kabul edilir. “Dünyanın ustaları” denilen şamanlar, bu dünya tanrısının ikamet ettiği tapınağın koruyucularıdır. Her tarım döngüsünde ritüeller gerçekleştirir ve doğaya karşı suç işleyen kişileri arındırırlar. Yeni gelenlere, dünya tapınağı tarafından korunan toprağın kullanım hakkını sunma kudretleri de vardır.[1]

19 yüzyılın sonlarına doğru Afrikalılara Pazar günleri toplanarak çıplaklıklarını bir elbise ile örtmeyi öğütleyen Britanyalılar (Manchester bezi için 320.000.000 yardalık bir pazar yaratılmıştı)[2] bu hakkı alırken, Afrikalı toplumlarla benzer mistik düşüncelere sahiptiler: Efsanevi maden zenginliğinin orijinal kaynaklarını yeniden keşfetme yolunda bir rehber olarak gördükleri Kral Süleyman'ın izini sürüyorlardı. 19. yüzyıldan önce dünya ile ilişkilerini esasen ticari bir zemine oturtan Britanya’da Süleyman, İngiliz teologlar için bir tüccar kraldı. İncil’in Krallar bölümünde anlatıldığı gibi, Tire'nin Fenikeli kralı Hiram, Süleyman’a sedir ve köknar ağaçlarıyla birlikte altın da gönderir; yine aynı bölümde Ofir, “altının kaynağı” olarak tanımlanır. Ancak altın zengini bu ülkeye gerçekte hiçbir zaman rastlanmadı, kâşiflerin ve araştırmacıların izini bile bulamadığı bir masallar ülkesi olarak kaldı.

Yine de Ofir, rutin olarak antik haritalarda göründü. Kral Süleyman'a çok miktarda altın, fildişi, kereste ve egzotik hayvan kaynağı sağlayan ülke, Avrupa’da yüzyıllarca bilindi; öyle ki bu bilgi Kolomb ve Portekizli çağdaşlarının okyanus ötesi yolculukların motivasyon kaynağıydı; 1492'de Kristof Kolomb, Hiram’ın filosunun izlediği rotayı takip ettiğini zannediyordu; 1503 yılında bugünkü Panama’yı haritasında Ofir olarak gösterdi ve orada Süleyman’ın tapınağını yeniden inşa etmeyi umdu.[3] Ofir daha sonraları pek çok seyahatnamede Peru, Ermenistan, Umman, Seylan, Endonezya, Burma ve Mozambik’te yeniden ve yeniden ortaya çıktı.[4]

Ofir’in yeri konusundaki tartışmalar, Süleyman’ın olası ticaret yollarının haritalandırıldığı 1780'den sonra teolojik olmayan renklerde yeniden ortaya çıkmaya başladı ve İngiliz emperyalist genişlemesine kaynaklık etti. Süleyman’ın ticari bilgeliği ile yakından ilgili olan tefsircilerin çoğu, Britanya’nın deniz filosuyla Hiram’ın denizcileri arasında paralellikler kurmaya başladılar. Hiram’ın mürettebatı sıradan insanlar değil, “Tanrı’nın seçtiği denizcilerdi”. Hıristiyan İngiltere’nin denizcileri bu mürettebatın yerini almıştı. Bruce, eski çağların en iyi gemilerini yapan Tireli denizcilere atıfta bulunarak, Liverpool’u “modern tarihin Tire’si” olarak tanımladı.[5]

1860’tan sonra Hindistan’da ve Güney Afrika'da, antik altın madenleri keşfedilmesi, İngiltere’nin bu en kıymetli metalle olan ilişkisinde bir devrim yarattı. İngiliz romantikleri Zimbabwe gibi altın zengini arkeolojik sitelerin ancak Fenikeliler tarafından inşa edilmiş olabileceğini düşündüler.[6] Bu öncül, Hem Afrikalılarla Semitik kavimler arasındaki genetik ilişkiye atıf yapılabilmesini hem de eski Viktoryen İngiliz jeopolitiğinin “kutsal” haritaya yerleştirilmesini sağladı. İhracat karşılığında altın almak yerine, Britanyalılar, artık imparatorluğun farklı köşelerinde bulunan altın madenlerine yatırım yapacaklardı. Altın kaynaklarına doğrudan erişimiyle Britanya, ticaret imparatorluğundan ilhak imparatorluğuna evrildi.

Northrop Frye, romantizmi, bir toplumun en önemli değerlerini ve ideallerini yeniden doğrulayarak sağlamlaştıran, kurnazca kurgulanmış edebî bir girişim olarak nitelendirir.[7] Zaman ve mekânda bir tür hayalî altın çağ arayışına giren romantizm, etik, politik veya toplumsal etki yaratabilecek mitleri ve bu mitleri etkileyen araç ve dinamikleri kapsama ve işleme yeteneğine sahiptir. İmparatorluk dünya ile ilişkisinde büyük bir değişim yaşarken, Süleyman’ın Kara Kıta'nın doğu kıyılarını sömürgeleştirdiğini öne süren romantizmin bu yeteneğinden faydalandı. Bu dönemde öne sürülen argümanların arasında en ilginci, Zimbabwe'yi inşa eden Semitik ırkın madenlerde ve diğer kamu işlerinde on binlerce Afrikalıyı çalıştırarak yerel halkı köleleştirdiği iddiasıydı.[8] Fenikeliler, eski dünyanın, “İngiliz kanı taşımayan İngilizleriydi”.[9] Ofir'in Viktoryen yorumu, hem emperyal politik amaçları akladı ve izah etti, hem de Kutsal Kitabı okuma ve anlam biçimini şekillendirdi.

Süleyman bir zamanlar Tanrı'yı ​​yüceltmek için dünya ile ticaret yapan açgözlü bir tüccar kralken, artık dünyanın kaynaklarını, halkın adil yönetimi için sömüren devasa bir imparatorluğun önderiydi. İncil’in yeni tefsiri, İngiliz sömürge pratiğindeki değişimi yansıtıyordu. İngiliz romantikleri Süleyman’ın –dolayısıyla Britanya İmparatorluğu’nun– zaaflarını silikleştirdiler. Bu açıdan Rudyard Kipling, H. Rider Haggard, G. A. Henty ve John Buchan'ın eserleri, okuyucuyu egzotik topraklara götüren macera hikâyelerinden çok daha fazlasıdır.[10] Halkın, İmparatorluğun ihtişamı karşısındaki tutumunu etkilemek ve dönüştürmek için yazılmış retorik eserlerdir. Özellikle Haggard’ın Kral Süleyman’ın Madenleri bunlar arasında belki de en önemlisidir.  Kitap, İmparatorluğu birçok İngiliz’in rahatsız edici bulduğu emperyalist imajdan arındırmaya yönelik retorik bir girişimdir.

xxx

Laura Chrisman, Britanya’nın ekolojik emperyalizmini “antik bir madencilik sisteminin mitsel reenkarnasyonu” ve bu sistemin ötesinde, evrimsel bir ilerleme olarak görür.[11] Süleyman’ın reenkarnasyonu ve evrimi sürdükçe, onu açgözlü imajından arındıracak bir Asaf’ın da yaratılması gerekir. Emperyalizmin 20. ve 21. yüzyıldaki mirasçısı kapitalizmin olabildiğince “yeşil” görünebilmesi için pek çok popüler eser ve ideoloji seferber edilmiştir. “Ekolojik modernleşme” teorik alanda bu görevi üstlenmiş gibi görünür. Romantizmde gaye, İngiliz emperyalist vizyonundaki tutarsızlıkların düzeltilmesiyken, eko modernleşme teorisinde ise “ekonomik büyüme çevresel sorunlara yol açar” algısını kırmaktır.

Ekolojik modernleşme teorisi küresel çevre problemlerinin, kapitalizm ve küreselleşme terk edilmeden çözülebilir oldukları tezini savunur. Bu teoriye göre modern devletler çevre problemleri yaratırlar, ancak ekolojik sürdürülebilirliğin önemini de kavrayabilirler. Bu bağlamda kapitalizm ve kurumlarının çevre ile temel bir çatışma içinde olmadığını savunur. Ekolojik ve ekonomik amaçların uzlaştırılabileceği vurgusu, teorinin dayanağı olmuştur. Ekolojik modernleşmede bir toplum hem ekonomik büyümesine devam edip hem de yerel/küresel ekolojik bozulmaların önüne geçebilir. Teoriye göre teknoloji ve bilim, çevre problemlerinin çözümü için bir araç olarak görülmelidir.[12]

Ekolojik modernleşme teorisi gelişmiş ülkelerinin gerçeklikleri üzerine kurgulanmıştır ve o ülkelerdeki oluşumları yansıtır. Bu yönüyle, yabancı kültürlerin “eksikliklerini” düzeltmek için tasarlanmış emperyalist eylemlerin güncellenmiş halidir. Gelişmiş ülkeleri merkeze alır; vahşi alanların korunması, sosyal adalet, artık değerin paylaşımı ve toplum-doğa ilişkileri ile ilgili konularda fikir yürütmez, böylelikle romantizmin kültürel alanda yarattığı kültürel absolutizmi, teorik alanda örtük olarak sürdürür. Teori çerçevesinde gerçekleştirilen çevre reformları, toplam mineral ve diğer hammaddelerin kullanımını azaltmamıştır.[13] Tanuro, buradaki sorunu, bu reformlara temel teşkil eden yenilenebilir kaynaklara yapılan büyük kamu yatırımlarının malzeme üretimi gerektirmesi ve en azından geçişin ilk aşamasında, çoğunlukla fosil yakıt kullanılması olarak görür. Bu yüzden, yeni teknoloji tek başına iklimi ve çevreyi koruyamaz, çünkü üretim ve kurulum süreci sırasında sera gazı salınımını arttıracaktır. Bu realiteden nadiren bahsedilir.[14]

Romantizm, Britanya İmparatorluğu’nun Afrika’nın yeraltı kaynaklarını sömürerek zenginlik elde etme arzusunu belirsiz bir konuma indirgeyen bir görünüm-gerçeklik ikilemi yaratmıştı. Bu ikilemde ekonomik sömürüyü, emperyalizmin “görünümü” olarak sunarken, “gerçekliği” gücünü Kutsal Kitap’tan alan bir emperyal devlet eliyle adaleti tesis etme eylemi olarak göstermişti. Ekolojik modernleşme de buna benzer bir ikilem yaratır. “Baştan çıkarıcı bir çekiciliğiyle” Batı’nın yüksek tüketim düzeyine alışkın toplumları üzerinde bütün ekolojik sorunları çözeceği beklentisi oluşturur ve gerçek çözüm için gerekli sosyal ve kültürel gelişmeleri bloke eder.[15] Bu bir retorik tekniğidir ve başarılı bir şekilde kullanıldığında, toplumların algısında bilişsel bir değişime, yani “tartışmada temel alınan kavramsal verilerde az ya da çok değişime” neden olur.[16]

xxx

Ekolojik modernleşmenin öne sürdüğü “Yeşil kapitalizm” gerçekten ekolojik sürdürülebilirlikle bir arada düşünülebilir mi ve endüstrileşmenin yoğunlaştırdığı ekolojik problemler, “yeşil kapitalist” programlarla çözülebilir mi? Kapitalizmin gelecek kuşakları, doğayı veya diğer toplumları gözetme ve düşünme gibi bir amacı var mıdır yoksa üretilen teoriler sadece gelişmiş devletlerin kendi gerçeklikleri ve çıkarları doğrultusunda mı kurgulanmıştır? Ekolojik modernleşme teorisyenleri, İngiliz romantiklerinin ekolojik emperyalizm döneminde yaptıklarına benzer bir şekilde, çevre yıkımlarının sorumluluğunu devletlerin üzerinden atan kültürlerin ve teorilerin meşrulaşmasına mı hizmet eder?

“Kral Süleyman’ın Madenleri” ve “ekolojik modernleşme” arasında ideolojik bir devamlılık ilişkisi ararken sorduğumuz bu sorular, bugünlerde Kaz Dağları çerçevesinde gündeme gelen tartışmalarda aslında neye karşı olduğumuz konusunda bir turnusol oluşturuyor.



[1] Zwernemann, Jürgen (1968), Die Erde in Vorstellungen und Kultpraktiken der sudanischen Völker, Berlin: Dietrich Reimer Verlag.

[2] Arnstein, Walter (1971), Britain Yesterday and Today, Lexington, Mass.: D. G. Heath and Co., s. 147.

[3] Romm, James (2001), “Biblical History and the Americas: The Legend of Solomon’s Ophir, 1492-1591”, ed. Paolo Bernadini ve Norman Fiering, Jews and the Expansion of Europe to the West, 1400-1800, Oxford: Berghahn Books, s. 27-43.

[4] Alborn, Timothy (2015), “King Solomon's Gold: Ophir in an Age of Empire”, Journal of Victorian Culture, 20:4, s. 491-508, 494.

[5] Bruce, James (1790), Travels to Discover the Source of the Nile, in the Years 1768, 1769, 1770, 1771, 1772, and 1773, Edinburgh: G. G. J. and J. Robinson, i, s. 441.

[6] Pall Mall Gazette, 12 Şubat 1872, s.4.

[7] Frye, Northrop (1957) Anatomy of Criticism, Princeton: Princeton University Press, s. 187.

[8] Haggard, H. Rider (1907) “The Real ‘King Solomon’s Mines’”, Cassells Magazine, 44, s. 144-151, 148.

[9] Wilmot, Alexander (1896) Monomotapa (Rhodesia): Its Monuments, and its History from the Most Ancient Times to the Present Century, Londra: T. Fisher, s. xvii-xviii, 57.

[10] Howe, Susanne (1949), Novels of Empire, New York: Columbia Universiy Press, s. 8.

[11] Chrisman, Laura (1990), “The Imperial Unconscious? Representations of Imperial Discourse”, Critical Quarterly, 32: s. 36-58, 50.

[12] Mol, A .P. J ve Spaargaren, G. (2004), “Ecological Modernization and Consumption: A Reply, Society & Natural Resources”, An International Journal, 17: 3, s. 261-265.

[13] Bunker, S. G. (1996), “Raw Material and the Global Economy: Oversights and Distortions in Industrial Ecology”, Society and Natural Resources, 9, s. 419-430.

[14] Tanuro, Daniel (2013), Green Capitalism: Why it can’t work, Merlin Press, Londra, s. 71-72.

[15] Baker, S. (2007), “Sustainable Development as Symbolic Commitment: Declaratory Politics and the Seductive Appeal of Ecological Modernisation in the European Union”, Environmental Politics, 16: 2, s. 297-317.

[16] Perelman, Chaim ve L. Olbrechts-Tyteca, (1969), The New Rhetoric: A Treatise on Argumentation, Notre Dame: University of Notre Dame Press, s. 412.